18 Mart 2012 Pazar

Türkiye-Malezya İşbirliği Üzerine


Mehmet Özay                                                                                                               7 Mart 2012

Türkiye ile Malezya arasındaki ilişkiler bir yana, ekonomik kalkınmışlıklarının göz kamaştıran ışıltılarının her iki ülkenin İslam toplumlarının çoğunlukta olduğu coğrafyalara “modellikleri” ile ön plâna çıkıyor olmaları önem arzediyor. Daha doğrusu “çıkartılıyor” denildiğinde ifade yerine oturacağı kesin. Bu modelliklerine temel teşkil eden unsur ise, şu veya bu şekilde İslami yaşam tarzlarına “modernleşmeci" uyarlama arayışında görece ciddi bir mesafe katettikleri kadar, Batının “evrensel standartlarına” halel getirmeyecek bir vizyonda ilerlemelerinde olduğu görülür. Malezya’nın modernleşme serüvenine bakıldığında sürecin daha 19. yüzyıl ikinci yarısında Singapor’da konuşlanan İngilizlere “sıkı” komşuluğu ile dikkat çeken Cohor’dan tevarüs ettiğini görürüz. Malezya, Cohor’dan mı ibaret diye sorulabilir haklı olarak. Elbette ki hayır. Ancak Malezya’yı bugüne taşıyan yapısal unsurlar ne ise bunların kökeni Cohor’dur. Yani kalp, Cohor’dur... Uzatmayayım...

20. yüzyıl ise, işin dinamiklerinin değiştiği, neo-liberal politikaların alabildiğine ivme kazandığı bir dönemi yani 80’li yılları her iki ülke için küresel arenaya çıkış platformu olarak kullanmasına aracılık etti. Türkiye’de Özal, Malezya’da Dr. Mahathir ile özdeşleşen bu ve benzeri politikaların her iki ülke için benzer sonuçlar doğurduğunu söylemek güç. Bunda elbette salt “neo liberal” politikaların uygulamaya konulmasının yeter sebep olmadığı, ortada başka iç ve dış dinamiklerin de azımsanmayacak etkisi olduğu görülür. Dolayısıyla, Türkiye bir yandan öncelikle Avrupa’ya ve Amerika’nın yanı sıra, Orta Asya ve Ortadoğu coğrafyalarına açılımının yanı sıra, kendine has sorunları ile boğuşmak zorunda kalmasıyla zaman ve enerji kaybı yaşamadı değil. Oysa, öte yandan, otoriter lider Dr. Mahathir’li Malezya’yı, Güneydoğu Asya’nın “kükreyen aslanları”na eklemleyen bir ekonomik başarıyı pratiğe taşırken, bunun ülkenin yüz elli yıllık sorunu “ırklar farklılığı”nı yıkıcı bir toplumsal sorun olmaktan uzaklaştırıcı etkisi küçümsenemez. Herkesin şu veya bu şekilde kazanmaya başladığı bir Malezya’da “ırksal ve dinsel” farklılıkların ayrıştırıcılığından, “farklılıkta birlik” tezini güçlendirici bir teoriye evrilmede gecikmedi.

Bir yanda Türkiye’nin 2023 ve öte yanda Malezya’nın 2020 vizyonu, iki ülkenin bölgesel ve küresel aktörlük noktasında “hesaplarının” olduğunu bariz bir şekilde ortaya koyuyor. Tabii bu hedeflerin çıkış noktasının farklılık arz ettiğini de ifade edelim. Örneğin, Türkiye’nin 2023 hedefi, Cumhuriyet’in 100. yıldönümüne tekabül etmesiyle kaybedilen geçmişin “yeni bir yorumla” diriltilmesi gibi varoluşsal bir anlam taşıyor. Malezya’nın 2020 hedefi ise, kökleri Dr. Mahathir tarafından 1990’lı yıllarda atılan “muasır medeniyetler seviyesine ulaşma” arzu ve talebinin bir neticesi olarak ortaya çıkarken, ekonomik kalkınma, ülkenin yapısal anlamda etnik bölünmüşlüğünün önüne geçecek bir set olarak kurgulanmaktadır. Zaten şu geçen altmış yılda Malezya hükümetlerinin yirmişer yıllık hedeflerle ülke halkını bu hedeflere kitlemesi ile bir dinamizm algısı yarattığına kuşku yok. Günümüz koşullarında iki ülke arasındaki ilişkilerin, aynı zamanda, büyük ölçüde bölgesel ve özel bağlamı içerisinde de küresel anlam taşıması ile çok daha dikkat çekici bir özelliğe büründüğünü söylemeliyiz. Bu hususa aşağıda yeniden değineceğiz. Önce kısaca Malezya siyasal ve toplumsal “atmosferine” bir göz atmamızda fayda var.

İlk etapta günümüz Malezya’sını nasıl tanımlamalı sorusuna cevap verelim. Günümüz Malezya’sı, ülke siyasi liderlerince sıklıkla ifade edildiği üzere, farklı etnik yapılar arasındaki “barış ve ahengin” korunması ve yaratılan ekonomik zenginliğin “birlikte paylaşımının” başarıyla gerçekleştirilmesine odaklı. Aslında bu 1957 öncesinde kararlaştırılan “toplumsal sözleşmenin” güncelleştirilmiş halinden başka bir şey değil.  Hedef ise 2020 yılında kalkınmış ülke seviyesine ulaşmak. Bu hedef, elbetteki günümüz Malezya toplumunu oluşturan etnik unsurların birbirinden yalıtılmışlığı ile değil, birlikteliği ile gerçekleştirilecek. Malezya için bu bir rüya mı? Son otuz yılda ekonomik değerler açısından elde edilenlere bakıldığında, pek de gerçekleşmesi muhayyel bir proje gibi durmuyor. Tedbiri elden bırakmamak ise hükümetin yegâne hedefi...

Türkiye’nin Güneydoğu Asya ülkelerine yönelik ilgisi son on yılın ürünü dersek yanılmayız. 1996 yılının “özel döneminde” yaşanan kısa erimli girişim ile biraz daha gerilere gidip, 1955 yılı Bandung Konferansı’na atıf yapmamızı bekleyenler olacaktır. Ancak her iki süreçte birbirinden farklı nedenlerde gelişme kaydedilmesine elvermediğini söyleyelim. Türkiye’nin bölgeye ilgisi, ülkenin zirvesinden orta halli tüccara kadar göz kamaştıran yönünün ticarete odaklı olduğu biliniyor. Ancak Eser Karakaş’ın bir süre önce köşesinde iş çevrelerine yönelik “elma-armut ve mobilya satarak dünya ticaret arenasında yer alınamayacağı” türünden bir tavsiyesinin yerinde olmadığını kim söyleyebilir. İthalat-ihracat odaklı ve “sıcak para” anlayışı yerine, uzun erimli yatırıma odaklı yapılanma ile küresel üretim sektöründe rol almak sadece “kuru sıkı” cesaret değil, bilgi ve vizyon gerektiriyor. Yeri gelmişken, burada “küresel üretim” derken, elbette sınırlamalarımızla birlikte itirazlarımızın da olduğunu ifade edelim. Batılı ülkelerin ekonomi yapılarındaki “çatırdamalara” karşılık, kapitalizmi tarihe gömme yöneliminde olanlar, bu “sinsi” sistemin kendi dışındaki, bir başka deyişle “çeperindeki” yedek oyuncuları devreye sokmakta gecikmediğini kimi gelişmeler bize sarih bir şekilde gösteriyor. Bu süreçte, maddi açlıkla malûl kesimlerin bu oyunda gönüllü figüranlığa soyunma yönelimleri de gözardı edilebilecek gibi değil... Kaldı ki, Güneydoğu Asya gibi, dünyanın önde gelen güçlerinin bir süredir yakından takip ettiği ekonomisi sürekli gelişen ülkeler kapitalizmin “sancılarına” çare olacak çözümleri bünyelerinde barındırıyorlar. Yoğun ve genç – dinamik nüfusları, Batılı ülkelerin tüketim standardını yakalama iştahıyla çırpınan okur-yazar ve “diploma savaşlarından” makul miktarda ganimetle çıkmış “yeni şehirli” kitle bunun “motorunu” oluşturuyor. Örneğin, Çin’de son on yılda giderek artış gösteren orta sınıflaşma ve şehirleşme olguları, çok özel ideolojik ve dini bir yapı arz eden Çin gibi bir ülke  de dahi “kapitalist bir sınıf”a yol açtığı gibi bu yönelim hızlı bir yayılma eğilimi de gösteriyor. Bunun en son sembolik göstergelerinden biri, marka spor arabalara duyulan sadece ilginin değil, talebin de arttığı haberleri oluşturuyor. Yani, kapitalizm bir sistem olarak kendi asli coğrafi sınırlarının ötesinde yeni bir “balans ayarı” oluşturmakta gecikmeyecektir.

Malezya’nın gözü Avrupa’yı keserken, Türkiye ASEAN özelinde konuşlanmayı yeğliyor. Aslında, 2003 yılında Dr. Mahathir, Türk özel sektörünü ASEAN içindeki AFTA’da yer almaya ve böylece o dönem nüfusu 400 milyonu, bugünse 600 milyonu bulan devasa bir piyasa içerisinde rol almaya davet ettiğini hatırlatalım. Nüfus yapıları nazarı dikkate alındığında hemen hemen aynı insan yoğunluğuna sahip iki bölgeden bahsediyoruz. Ancak, sosyo-ekonomik özellikleri ile ayrılan bu iki bölge, birbirine farklı bağlamlardaki “muhtaçlıkları” veya “çıkar ilişkileri” ile dikkat çekiyor. Her iki ülke, kendi üretimlerini, yukarıda vurgu yapılan ilgili bölgelere taşımada birbirini “aktarma organı” olarak görmektedir. Bu da karşılıklı çıkar ilişkisi olarak gündemde yer işgal etmektedir. Bununla birlikte, göz önüne alınması gereken, doğrudan iki ülke resmi ve özel kurumları arasındaki işbirliklerinin çok yönlülük esasına dayalı olarak yapılandırılması gelecek için umut vaad edecektir.

Ekonomik işbirliğinin önemli adımları arasında petro-kimya sektörü, mali sektör, eğitim, otomobil endüstrisi, iletişim teknolojileri, endüstriyel tarım, inşaat, sağlık ve turizm gibi alanlardan söz açmak gerekir. Ancak bu alanlarda söz sahibi olacak girişimcilerin ciddiyeti kadar, rekabeti de göz önüne almaları gerekecek. Çünkü Malezya, Batılı ve Doğu Asya’dan son otuz yılda çektiği yatırımcılar kadar, özellikle ülkenin Cohor Eyaleti, Penang Adası ve Malaka gibi bölgelerindeki potansiyel ve giderek yoğunluk kazanan yeni ekonomik imkânları ile “yatırımcı” yarışını körükleyeceğine kuşku yok gibi. Ülkenin siyasi ve entellektüel birikimi alanında lokomotifi rolünü üstlenmiş olan Cohor, eyalet sınırları içerisindeki ‘İskender Şehri’ projesiyle dünyanın dört bir yanından yatırımcı çekmeye başladı bile. Cohor Nehri’nin hemen karşı yakasındaki Singapur’a alternatif olma iddiasındaki bu bölgesel kalkınma hamlesinin her boyutu ile dikkat çekici olduğunu belirtelim. Tabii işin başında da ekonomik kazanımları bağlamında “kestirme bir sektör” olarak adlandırılan turizm bulunuyor. Birkaç yıl gibi kısa sürede bölgenin çehresini değiştirecek turizm yatırımları yaklaşık üçyüz milyon Doları buluyor. “Kota İskender”deki “suni turizm” yatırımlarının yanı sıra, ülkenin doğu ve batı sahillerinde doğal güzellikleri ile dikkat çeken onlarca adanın bu alanda yatırımcılar için “konvensiyonel” imkânlar sunduğunu da unutmamak gerekir. Türk devlet ve özel kurumları bu potansiyel gelişme evresinin neresinde yer alabilir? Şimdilik kulağımıza gelen bilgilere göre, “Kota İskender”de birkaç orta ölçekli yatırımcımızın girişimi mevcut. Bunun yeterli olduğu elbetteki söylenemez. Bu çerçevede, turizm, eğitim, tarım, inşaat gibi sektörler bazında kimi pratik girişimler üzerinde durmakta fayda var. Türkiye’nin yeterli tecrübeye sahip olduğu turizm sektöründe Malezya’nın akıl danışma gereği duyduğu Singapur’dan çok daha kapsamlı projelere bölgede imza atabileceğini unutmamak gerekir. İki ülke petrol ve doğal gaz arama girişimlerini birlikte yapabilecekleri önemli alanlardan birini oluşturuyor. Bu girişim, sadece Türkiye kara ve deniz kıta sahanlığı ile sınırlı değil elbette. Malezya kadar, bu coğrafyaya yakınlığı ile bilinen Açe’de de önemli bir potansiyelin varlığı ciddi girişimlere kapı aralamaya hazır bir ortam sağlıyor. Açe özelindeki doğal kaynaklar ve petrol ve doğal gaz rezervleri konusunda defaatle dile getirdiğimiz bir husus. Bu vesile ile bunu bir kez daha gündeme getirmekte ve ilgililerin kulağına fısıldamakta fayda var. Kimilerinin hâlâ burun kıvırdığı Açe başta olmak üzere -tıpkı Dr. Mahathir’in üzerinde ısrarla durduğu üzere- Türkiye ve Malezya sadece kendi ülkeleri arasında değil, üçüncü ülkelerde de ortak yatırımlar peşinde koşmalarından doğal bir şey olamaz.  Kaldı ki, Malezya’nın Afrika ve Orta Asya açılımı Türkiye’nin benzer hedefleri olduğu iki coğrafya olarak dikkat çekerken, iki ülkenin mevcut “siyasi akıl” ve “ekonomik araçlarını” bu bölgelerde kullanmaları da orta ve uzun vadede kayda değer gelişmelere yol açacaktır.

http://www.dunyabulteni.net/?aType=haber&ArticleID=200760

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder