27 Aralık 2017 Çarşamba

13. Yılında Tsunami ve Açe’de Neler Oldu? / 13th Anniversary of the Tsunami and What Happened in Aceh?

Mehmet Özay                                                                                                                        26.12.2017

2004 yılı sonunda meydana gelen tsunaminin bir yıldönümü daha… Bugün söz konusu bu ‘doğal’ felâketin 13. yıldönümü.

Dünya çapında meydana gelen doğal afetlerin hem coğrafi genişlik hem yıkım boyutları açısından en şiddetlisi kabul edilebilecek olan tsunami, 26 Aralık 2004 tarihinde Endonezya’nın Sumatra Adası’nın kuzeyinde Açe Eyaleti’nin batı sahilleri açığında okyanusta meydana gelen depremin tetiklemesiyle meydana gelmişti.

26 Aralık 2004 Pazar günü sabah saat 8 sularında meydana gelen 9.3 şiddetindeki depremden kısa bir süre sonra denizin çekilmesi ve ardından dev dalgaların başta Açe’nin batı ve kuzey sahil şeridini vurdu. Depremin şiddetinin tesiriyle Hint Okyanusu’nda yol alan dev dalgalar bu denizi çevreleyen -bazı adalarla birlikte- diğer on yedi ülke sahillerine de ulaşmıştı. Dalgalar bir yanda Bengal Körfezi’ne doğru genişlerken Tayland sahillerine öte yandan batıya doğru en uzun mesafeyi kat ederek Somali sahillerine ulaşmıştı.

Yıkım daha çok depremin meydana geldiği noktaya en yakın bölge olan Açe’de kendini hissettirmişti. Eyaletin güneyindeki Singkil’den kuzeyde Malaka Boğazı’na bakan Sigli’ye kadar olan sahil şeridi etkilenirken, özellikle batı ve aralarında eyalet başkenti Banda Açe olmak üzere kuzey sahilindeki yerleşim yerleri, tarım arazileri önemli bir yıkıma uğramıştı. Bölgenin 1976 yılından itibaren ve özellikle de 90’lı yıllar ve 2000’lerin başında maruz kaldığı çatışma ortamının tam da gündemde olduğu bir dönemde meydana gelen tsunami uzun bir süre dış dünyaya kapalı olan Açe topraklarının hem ulusal hem uluslararası alanda yeniden gündeme gelmesine neden oldu.  

Tsunami, Hint Okyanusu’nun geniş bölgelerinde etkisini göstermekle küresel bir etkiye neden olurken, felaket karşısında mağdur olanlara yardım süreçlerinin harekete geçirilmesiyle de yine benzer bir etkinin ortaya çıkmasına yol açtı. Acil yardımlar yerini orta vadede bölgenin yeniden kendi ayakları üstünde durmasına yol açacak sosyal, siyasal ve ekonomik yapılaşmaları da beraberinde getirdi.
Açe halkı, çatışma dönemlerine konu olan uzun yılların ardından hem kendiyle hem dışarlıklı toplumlarla tanışma ve kaynaşma ortamına konu oldu. Örneğin, çatışma döneminde mülteci sıfatıyla başta Malezya olmak üzere Avustralya’dan ABD’ye kadar çok çeşitli ülkelerde yaşam süren Açeliler anavatana dönerken, yardım süreçleri ve akabinde Açe’de kültürel, akademik ve bazı ekonomik yönelimler vesilesiyle yabancıların da Açe topraklarına yöneldiklerine tanık olundu.

Açe’nin bizatihi kendi başına ve Endonezya için ne denli önemli bir bölge olduğu bu geçen süreçte giderek daha açık bir şekilde ortaya çıkmıştır. Aslında bu durum, tsunaminin etkilediği ülkeleri gösteren haritalara bakıldığında Açe’nin üzerinde yükseldiği toprakların, iki önemli denizin kesişme noktasında olması gibi jeo-stratejik konumu ve bu konumun tarih boyunca Açe topraklarına kattığı değerden bugün hiçbir şey yitirmediğini de söylemek mümkün.

Örneğin, İslam öncesi dönemde Sumatra Adası’nın kuzeyindeki Açe toprakları Hind kültürünün nüfuz sahası olurken, Hicri ilk birkaç yüzyıllık süreçte Arap ve Hint Alt Kıtası merkezli denizcilik ve ticaret faaliyetlerinin geçiş ve hedef noktası olmasıyla bir anlamda İslamiyetin ‘merkez’iyle bağlar kurulmaya başlandı.

Tsunamiden sonra bugüne kadar geçen süreçte, uzun dönemleri içeren bu bağların yeniden gündeme gelmesi veya hatırlanması Açe topraklarında çeşitli alanlardan akademik çalışmalara hız verilmesine de yol açtı. Bu bağlamda dev dalgaların dokunduğu kıyı şeritleri boyunca, aslında Açe’nin tarihte kurduğu çeşitli ilişkileri ve bu ilişkilerin bölgede yeşerttiği değerlerin izini sürmek mümkün.

Singkil ve yanı başındaki Barus’dan Trumon’a, Meu Laboh’dan Banda Açe’ye, Aceh Besar’dan Bireun’a, Lhok Seumawe’den Idi Rayeuk’a, Sungai Iyu’ya, Panton Labeu’dan Tamiang’a değin uzanan birbiriyle bağlantılı bir tarihi ve kültürel süreç zenginliğine tanık olunur. Tabii, bu sahil şeridini gündeme taşırken, 19. yüzyıl sonları ile 20. yüzyıl başlarında Hollanda Savaşı döneminde bir dönem merkez niteliği taşıyan Keumala, ardından Takengon’u unutmuş değilim.

Bu çerçevede, tsunami sadece ‘doğal felâketlerle’ mücadelede mesafe almayı değil, bundan daha da öte bölge halkının bizzat uzak ve yakın dönemleriyle kendi tarihini ve geçmişine yönelik öğrenme bir öğrenme sürecini tecrübe ettiğine kuşku yok. Bu sürecin devam ettiğini ve giderek daha kapsamlı bir şekilde yapılaşmalara konu olarak devam edeceğini tahmin etmek mümkün. Biz bu sürecin Açelilerden başlayarak Endonezya ve ilgili ülkeler bağlamında önemli süreçlere konu olarak sürmesi gerektiğini düşünüyoruz.

Tsunaminin bu yıldönümünde bir kez daha ahirete irtihal edenleri rahmetle anıyoruz.

http://guneydoguasyacalismalari.com/2017/12/26/13-yilinda-tsunami-ve-acede-neler-oldu-13th-anniversary-of-the-tsunami-and-what-happened-in-aceh/

24 Aralık 2017 Pazar

The Attahashi Family: The Genealogy of the Ruler of Sungai Iyu in Aceh

Mehmet Özay                                                                                                             25.12.2017

“The Attahashi Family: The Genealogy of the Ruler of Sungai Iyu in Aceh”

Abstract: The aim of this article is to present an analytical history of the Attahashi family of Turkish ancestry by illustrating its genealogy, whose members claim to be descendants of a Turkish ruler who is supposed to have arrived in Aceh in the late decades of the 16th or beginning of the 17th century. This attempt considers the connection to Sungai Iyu partly aligned with the eco-political developments in the 19th century and beginning of the 20th century. According to the argumentation of the current generation of the family, some individuals in the family became local rulers in Lam Kabeu and Sungai Iyu during the last century of the Sultanate of Aceh Darussalam. The relevant data, which sheds new light upon the traces of the Turkish existence in the region, has been acquired from various authentic written documents, oral information from various individuals including family members, and observations in field trips throughout the last decade. During the research, the author has put all his efforts to classify and comparatively examine the data from the various versions of relevant manuscripts, collected from Banda Aceh, Aceh Besar, Sungai Iyu and Medan, with each other.  Keywords: Attahashi, ghazi, Aceh, Sungai Iyu, Lam Kabeu.

Öz: Bu makalede, Açe’deki bir Türk kökenli ailenin analitik tarihi gündeme taşınmaktadır. Bu çerçevede, makalede kendilerini 16. yüzyıl son dönemi veya 17. yüzyıl başları erken dönemde Açe’ye geldiği varsayılan bir Türk yöneticinin soyundan geldiğini ileri süren Attahaşi ailesinin soykütüğü üzerinde durulmaktadır. Bu çalışmada, aynı zamanda söz konusu bu ailenin doğu Açe’de Sungai Iyu adlı yerleşim yeriyle tarihsel bağlantısı çerçevesinde, 19. yüzyıl ile 20. yüzyıl başlarında ekonomik-politik gelişmelere de kısmen değinilmektedir. Ailenin halen hayatta olan fertlerinin iddialarına göre, ailenin bazı üyeleri geçmişte Açe Darüsselam Sultanlığı’nın son yüzyılında Lam Kabeu ve Sungai Iyu’da yöneticilik yapmıştır. Bu çerçevede, bölgede bugüne kadar var olduğu ifade edilen Türk varlığının toplumsal ve siyasal izlerinin aydınlatılmasına katkı sağlayacağına inanılan ilgili veriler çeşitli yazılı belgeler, sözlü açıklamalar ile saha ziyaretleri ve gözlemlere dayanmaktadır. Söz konusu araştırma sırasında ve yazım sürecinde Banda Açe, Açe Besar, Sungai Iyu ve Medan’da başvurulan ilgili belgeler karşılaştırılmalı olarak değerlendirilmiştir. Yazılı belgelerdeki bilgiler ile aile ve ilgili kişilerle yapılan görüşmeler neticesinde elde edilen bilgilerin birbirleriyle örtüştüğü görülmektedir. Anahtar Kelimeler: Attahaşi, gazi, Açe, Sungai Iyu, Lam Kabeu.


4 Aralık 2017 Pazartesi

Osmanlı’da Coğrafi Bilinç ve Farkındalık Üzerine Bir Deneme / Geographical Consciousness and Awareness in the Ottoman State

Mehmet Özay                                                                                                                       02.11.2017

Osmanlı Devleti’nde coğrafi ve bilinç farkındalığı, araştırmacılar arasında kayda değer bir tartışma konusudur. Bu bağlamda, 16. yüzyıl başlarında Osmanlı’da teritoryal bilincinin şekillenmesinde Ali Ekber Hitay’ın 1516’da İstanbul’da tamamladığı Çin’i konu alan eserine dikkat çekilir. Bununla ilintili bir diğer husus ise, Hitay’ın eserinin Osmanlı yönetiminde “coğrafi bilinç ve farkındalık” oluşturmasına paralel olarak o yüzyıl boyunca “emperyal arzular” peşinde koştuğu yönündeki anlatıdır. Tabii, 16. yüzyıl sadece Osmanlı devleti için değil, keşifler çağını başlatan Batı Avrupa denizci milletleri ile bu keşiflere konu olan Hint Okyanusu ve çevresinde yeni siyasi yapılaşmalar ve buna binaen askeri, dini-kültürel ve toplumsal gelişmeler bağlamında da dikkat çekici bir dönemdir.

Yüzyılın hemen başlarından itibaren Osmanlı’nın doğu ve güney sınırlarına yönelik açılımlarını “emperyal arzular” kavramıyla izah etme çabası entelektüel bir zorlamadır. ‘Keşifler çağı’ gibi masumane bir kavramsallaştırmayla Avrupa’lı denizci ulusların Hint Okyanusu özelinde sergiledikleri çaba, açıkçası bir emperyal davanın görünümüdür. Bu teşebbüslere karşılık Osmanlı’nın girişimleri de, bu devasa denizi çevreleyen topraklarda hakim Müslüman unsurların varlıklarıyla değişik boyutlarda etkileşiminden bağımsız değildir. Bu durumda, Osmanlı politikalarına yönelik ‘emperyal’ tanımlamaları, daha çok Hint Okyanusu’nda denizcilik, askeri, ticari ve de dini faaliyetlerini birbiriyle örüntülemiş ve Portekiz örneğinde yüzyıl boyunca etkin olmuş Avrupalı denizci ulusların varlığının bir yansıtmasıdır.

Burada, Osmanlı’yı bir dünya devleti mesabesinde görmek ve bunun olmazsa olmaz koşullarından denizciliği es geçmemek adına Hint Okyanusu’nda olan bitene dikkat çekilmelidir. Özellikle de bu devasa denizine komşu Sumatra Adası’nda Açe’deki siyasi yapılaşmaya biraz daha yakından bakılmalıdır. Osmanlı ile ilişkisine temel olması noktasında Açe, sadece Portekiz karşısında yükselen yeni bir ‘site devleti’ değildir. Aksine takriben 10. yüzyıldan itibaren bölgedeki siyasi yapılaşmaların ve özellikle Samudra-Pasai gibi bir devlet geleneğinin devamıdır dikkate şayan olan. Bu bağlamda, Açe Hint Okyanusu ve Malaka Boğazı merkezli gelişme gösteren ve doğu ile batı, kuzey ile güney ticari süreçlerinde yer alan bir coğrafyanın odağında yer almakta ve bir süreklilik ifadesi olarak değer taşımaktadır.

Bu arka plandan hareketle, 1510’lu yıllarda kurulan Açe Darüsselam Sultanlığı’nın kurucu unsurlarının siyasi felsefeleri ve ideolojileri ekseninde Osmanlı devletiyle kararlı ve sürekli bir şekilde irtibat kurma yaklaşımı birtakım sonuçlar doğurmuştur. Bunlardan dikkat çekici olanıysa, Osmanlı’nın İslam coğrafyası ve dünya coğrafyası üzerinde yeni bilinç süreci tecrübe etmesidir. Açe siyasi elitinin Osmanlı devletiyle iletişim kurmasına sebebiyet veren ideolojik yaklaşıma dair ortada -en azından şu ana kadar- yazılı bir metin olmamakla birlikte, fiziki ve siyasi bir vakıa olarak Osmanlıyla kurulan ilişki, bazı hususiyetleri şu veya bu şekilde ortaya koymaktadır. Öyle ki, Sumatra Adası’nın kuzeyinde tarihsel bir devamlılık olarak ortaya çıkan bu siyasi yapılaşmanın hem geçmişe, örneğin 14. yüzyıla, hem de geleceğe örneğin 19. yüzyıla yaptığı referanslar, aslında bu coğrafyada gelişme kaydeden bir siyaset kültürünün ve bunun uluslararası boyutlara yansımasının bir işaretidir.

Bu uzun erimli devlet varlığı ve siyaset yapma biçimi, Osmanlı’yı doğuya çekebilmenin de adıdır. Osmanlı devletinin bu süreçte doğuya açılması bir “emperyal” politikaların ürünü değildir. Aksine İslam devleti olmaklığıyla kayda değer bir siyasi güce tekabül eden Açe’den, dini bir güç merkezine yönelik ilginin bir sonucudur. Dönemin maddi şartlarının sonucu olarak Portekiz’in deniz gücü ve bunu ticari, askeri ve dini bağlamlarıyla birleştirerek “emperyalce” uygulama sürecine karşılık Açe’nin, Osmanlı’nın bildik teritoryal sınırların ötesine geçme ve bu bağlamda görece küresel bir bilinç oluşumuna teşvikteki rolü üzerinde durulmayı hak etmektedir.

Bu noktada, dönemin Açe siyasi elitinin teşebbüsü bir tesadüfilik içermemektedir. Kendini Malaka Boğazı sınırlarına hapsetmemiş bir Açe siyasetinin bölgesel ve küresel açılımının bir tezahürü söz konusudur. Kuzey Sumatra’da gerçekleşen bu çıkış, Açe’yi ‘merkeze’ yaklaştırırken, merkezin de -ki bu noktada Osmanlı’ya tekabül etmektedir- teritoryal sınırlarını ve hatta bundan daha da önemlisi ‘manevi hakimiyet sahasını’ yeniden tanımlamada bir tarihsel dönüm noktasına işaret etmektedir.



Hasan di Tiro: Tarih Yapan Adam / Hasan di Tiro: A man who made history

Mehmet Özay                                                                                                                         04.12.2017

4 Aralık, Hasan di Tiro’nun bundan 41 yıl önce, modern Açe toplumunu ve siyasetini yeniden yapılandırma bağlamında başlattığı hareketin yıldönümü. Hareketin ortaya çıkış sebepleri kadar devam süreçleri de, çeşitli sosyal bilim dallarında akademik çalışmalara konu edilebilecek boyutlar içeriyor. Bu bağlamda, bugüne kadar ortaya konan çalışmaların yanı sıra, bundan sonra da yeni çalışmaların gündeme gelmesi söz konusu.

Öncelikle şunu ifade etmek gerekir ki, Hasan di Tiro, genel anlamda Asya kıtasında ve dar anlamda Güneydoğu Asya’da 20. yüzyıl bağımsızlık mücadeleleri içerisinde önemli yer edinmiş bir lider olarak çıkar karşımıza.

Tiro’nun bu niteliği bugün halkının kahir ekseriyeti ‘Müslüman’ olan Endonezya Cumhuriyeti’nin göz ardı edilmesi anlamına gelmemektedir. Aksine, bu devasa ülkenin değişik bölgelerinde, örneğin daha önce Açe ile benzer süreçleri yaşamış ve paylaşmış bölgelerinde, Tiro benzeri liderlerin niçin çık/a/madığı türünden hayıflanmaların da yaşandığını dikkate almak gerekir. Ve bugüne kadar da ülkenin değişik bölgelerinde yaşam süren farklı etnik toplulukların şu veya bu şekilde Tiro hareketine benzer hedeflere sahip olmaları veya Cava merkezli siyasal güç zemininde yer almakla birlikte, Açelilerin talep ettikleri dini-sosyal ve siyasal duruşları gündeme getirdikleri de bir vakıadır.

Tiro’nun 4 Aralık 1976 tarihinde ‘Açe-Sumatra Bağımsızlık Bildirgesi’ni ilânı, kendi başına bir siyasi duruş anlamına gelmektedir. Tiro’nun bu eylemi, popüler bir çıkış değil, aksine bir tarihi bilincin şahsında tezahür etmesi ve bunun toplumsal bir ortamda somutlaşmıştır. Bir siyasi hareketin lideri olan Tiro’yu, 19. yüzyıl son çeyreğinde yaşayan atalarının o dönemki tercübelerinin farkında bir birey olması kadar, sahip olduğu bireysel bilgi donanım ve algısıyla da değerlendirmek mümkün. Ancak Tiro’nun bu siyasi hareketi geliştirmesinde önem taşıyan bu hususların dışında, Açe vatanında tarihsel olarak tevarüs etmiş siyasi varlık ve bilincin varlığını farklı bir şekilde değerlendirmek de mümkün. Niçin böyle bir ayrıma ihtiyaç olduğunu hemen söyleyelim.

Hasan di Tiro’nun bir siyasi hareketin lideri olarak sergilemiş olduğu eylem, hiç kuşku yok ki onu, tarihin derinliklerinde yaşanmışlıklarla ilintilendirmektedir. Bu anlamda, Tiro 1970’li yıllarda geliştirdiği düşünce yapısıyla, Açe tarihi süreçlerinin o dönem için hem canlı bir kaynağı, hem de bu tarihi süreçlerin o dönemki liderlerinden biriydi. Buna ilâve olarak, Tiro, bu siyasi bilinci hareketin fiziki yapısı içerisinde yer alanlara, bu hareketi şu veya bu şekilde takip eden geniş toplum kesimlere ve daha sonraki nesle aktarılmasında bir aracı işlevi görmüştür. Bunu söylerken, bir şiddet eğiliminden bahsetmiyoruz. Aksine Tiro hareketinin doğasında var olan bir tarih ve siyasi bilinçlenme sürecine gönderme yapıyoruz.

Bu noktada şu soruyu sormak gerekir: Hasan di Tiro bir tarihçi miydi? Cevabımız hayır. Olması da gerekmiyor zaten. Kaldı ki, Tiro profesyonel anlamda kökeni itibarıyla tarihçi değil. Bununla birlikte, siyaset bilimi öğrenimi görmüş olmasından hareketle, daha ilk kertede onun tarihle ilgilendiğine kuşku yok.

Kaldı ki, 1930’lu yıllarda içinde yer aldığı eğitim süreci ve bu süreci yönlendiren siyasi ve entelektüel kadroların 19. yüzyıl mücadelesini yürüten zihniyetin devam ettiricileri olması Tiro’yu, sübjektif anlamda değerlendirilmeye açık olan sadece aile bağlarıyla değil, entelektüel olarak da güçlü bir akımın içinde yer almasını sağlıyordu. Bu çerçevede, profesyonel bir tarihçi değil, ancak içinden çıktığı toplumun tarihini yakinen tanık olan ve bunu kavramsallaşma süreci gerçekleştiren bir kişiydi.

Böyle bir bireysel geçmişi olan Tiro’nun yakın arkadaşlarının ve yetiştirdiği gençlerin, sahada mücadelenin odağında yer almış insanların tarih bilinci noktasında gayet donanımlı ve gayet bilinçli olduklarına şahit olunur. Bu durumda, eğitim kurumlarında siyaset bilimi, tarih, antropoloji, sosyoloji gibi sosyal bilimler ‘standardizasyonundan’ geçmemenin, bireyde ve toplumda tarih bilinci oluşmamasına ve tarihin akışına uyan bir tavır ve eylem yükünü taşımamasına engel olmadığını söylemek gerekir. Bununla birlikte, Tiro 4 Aralık 1976’da başlattığı hareketini bir eğitim yapılanması ve bilinçlenme eylemi olarak ortaya koyduğunu kanıtlarcasına, Tiro Dağları’ndaki süreci ‘üniversite’ diye adlandırır. Bu süreci, sloganlarla değil aksine, tarih, sosyoloji, siyaset bilimi gibi sosyal bilim konularında ele alınmayı bekleyen eserlerle zenginleştiren bir liderdir Hasan di Tiro.

Mekânı cennet olsun.