17 Mart 2012 Cumartesi

Malezya’da Seçime Doğru Demokrasi Atağı


Mehmet Özay                                                                                                            22 Eylül 2011

Geçen hafta boyunca 11 Eylül’ün Güneydoğu Asya uzantısı ve geçen on yıl zarfında doğurduğu sonuçları ele alırken, bölgede yeni bir tartışma gündemde yer işgal etmeye başladı. 31 Ağustos tarihi Malezya’nın bağımsızlık (Merdaka) gününe tekabül ederken, 16 Eylül de Malezya Günü olarak her yıl tekrarlanan kutlamalara konu oluyor. Bu yıl, iki kutlamanın bir arada yapıldığına tanık olduk. Hemen bilmeyenler veya unutanlar için bir hatırlatma yapalım, 31 Ağustos 1957 Malay toplumunun uzun süren İngiliz sömürgeciliğinden kurtuluşunun gerçekleştiği gündü. Malay Yarımadası’nı kapsayan bu bağımsızlık olgusu birkaç yıl sonra bölgede bir başka evrime konu olacaktır. O da, İngilizlerin Borneo Adası, Endonezya iktidarının ise Kalimantan Adası olarak adlandırdığı coğrafya parçasının kuzey batısındaki -ve gene bir zamanlar İngiliz sömürgesine konu olmuş- Sabah, Sarawak ile Malay Yarımadası’nın gerek coğrafi gerek kültürel devamı niteliğindeki Singapur’un 16 Eylül 1963 tarihinde ‘bağımsız Malezya’ ile birleşmesiyle bugünkü Malezya doğmuş oldu. Temelde bu ittifak girişimi Malaka Boğazı’nın kuzeyinde tarih boyunca İngiliz güdümündeki Malay toplumlarının -Patani ve Brunei’yi hariç tutarak- bir anlamda birleşmesi anlamına geliyordu. Böylece Güney Çin Denizi’nin doğusunda ve batısında kalan Malay unsurları siyasi bir irade altında biraraya geldiler. Evrilme süreci bununla sınırlı kalmadı elbette. Bu yeni “ittifak”ın oluşumundan iki yıl sonra dünyada ses getiren bir diğer gelişme Singapur’da yaşandı. Malezya siyasetinde hakim Malaylar ile Singapur Adası’nda Lee Kuan Yew’in önderliğindeki Çin yönetimi arasındaki siyasi ‘dalaş’, bu ittifakın bozulması ve Singapur’un “bağımsız bir devlet” olarak ortaya çıkmasıyla sonuçlandı. 

Bu kısa izahın ardından, geçen hafta yaşanan ve etkisi devam edeceği kesin gelişmeye dönelim. 16 Eylül Cuma günü, yani resmi kutlamaların yapılacağı günün öncesinde 15 Eylül akşamı Malezya Başbakanı Necib’in televizyonlarda canlı olarak yayınlanan konuşması ülkenin bir süredir içinde bulunduğu sosyo-siyasi değişimlerin yönünü göstermesi bağlamında dikkat çekiciydi. Başbakan Necib, bu konuşmasında ISA (Internal Seurity Act) adı verilen ve yargılama olmaksızın şüphelilerin altmış gün boyunca tutukluluk hallerini öngören uygulamanın kaldırılacağı yönündeki açıklaması büyük yankı buldu. Bu açılımın, ülke sivil ve dolayısıyla siyasi hayatına ‘renklilik’ getirecek bir açılım olarak gündeme geldiğine kuşku yok. Kısaca ISA’nın kökenine değinelim. Ülke güvenliğini yakından ilgilendiren ISA, ülkede 1948’den bu yana yürürlükte. İngiliz sömürge yönetiminin bu yasayı uygulamaya nedeni ise, Malaya topraklarında baş gösteren Komünist Gerilla Hareketi mensuplarının yargılanmaksızın tutuklanmasına yönelikte. Bağımsızlığın akabinde ise Malezya’nın kurulu “siyasi, ekonomik, sosyal, dini ve kültürel” düzende dönüşümü öngören girişimlere karşı bir güvenlik şemsiyesi olarak işlev gördü.

Başbakan Necib, niçin böylesi bir açılıma ihtiyaç duyduğunun izahı gerekiyor. Kanımızca bunun iç ve dış olmak üzere iki önemli nedeni bulunuyor. Birincisi geçen Temmuz ayının başlarında Kuala Lumpur’da düzenlenen önemli miting öncesi ve sonrasında yaşananlar; ikincisi ise Ortadoğu’da başgösteren ve sivil yanı ağır basan ayaklanmalar. İkincisinden başlayarak konuyu ele alalım. Kuzey Afrika ve Ortadoğu’da geçen yıl Aralık ayından bu yana devam eden halk ayaklanmaları, bölge ülkelerinde başlangıçta pek de dikkate alınmazken, aradan birkaç ay geçmesinin ardından Güneydoğu Asya ve hatta Doğu Asya’da Çin de dahil olmak üzere pek çok ülkede “Bizde de bir benzeri olur mu?” endişesinin siyasi iktidar çevrelerinde karşılığı ortaya çıkmaya başlamıştı. Ortadoğu eksenli gelişmelerin yüzyıllar boyunca Güneydoğu Asya Müslüman toplumlarında etkisi görülegelmiştir. Her ne kadar, siyasi ve toplumsal dinamikleri farklılıklar taşısa da, günümüz küresel aygıtlarının maharetiyle Malezya dahil bölge ülkelerinin kaygı duymadıkları söylenemez.

Küçük bir parantez açarak Endonezya’ya değinelim. Endonezyalılar, aslında rahatlar. Bunun nedeni ise, benzer ayaklanmaları 1998 yılı ve devamında sergileyip, 32 yıllık Suharto iktidarını ortadan kaldırmaları ile ‘reform’ sürecine girdiler. Yani bu anlamda, biz “sırayı savdık” görüşündeler. Singapur’da onca gelişmişliğine rağmen, geçen Mayıs ayındaki seçimlerde daha çok inisiyatif almak isteyen muhalefet ve gençlik arzu ettiğini mevcut yönetimden aldı. Tabii Singapur’da gerçekleşen halk ayaklanmasından ziyade, iletişim aygıtlarının öncülüğünde gerçekleşti.

Bu minvalde, Başbakan Necib’in geçen hafta yaptığı konuşmanın özünü ve çerçevesini ISA’nın kaldırılması ve sivil hayatın kapsamının genişletilmesi oluşturduğuna kuşku yok. Peki Necib, niçin böylesi bir açılıma ihtiyaç duydu? Açıkçası, Temmuz olaylarının öncesi ortaya koyduğu söylem bir direniş içeriği taşısa da, zamanla bu söylemin yumuşayarak geçen haftaki konuşmanın ortaya çıkmasına yol açacak bir evrim yaşadığı görülüyor. Aradan geçen süreçte, İngiltere ve Amerika’ya yapılan ziyaretleri de bir kenara not edelim... Kanımız o ki, Başbakan Necip’te böylesi bir değişimi ortaya çıkaran unsurların başında, ülkenin sembolik lideri konumundaki Sultan Zainal Abidin’in tarafları itidale davet eden ve bu anlamda göz ardı edilemeyecek duruşu olduğudur. Yani, Sultan Zainal Abidin’in bu miting öncesinde taraflar arasındaki atışmayı sonlandırıcı mahiyetteki müdahalesinin kayda değer bir yönü var. Bir diğer unsur ise, mevcut siyasi yapının tüm müdahalesine rağmen, engellenemeyen miting’in doğurduğu ortam da iktidarı yakın gelecekte yapılacak seçimler öncesinde bir ‘kontra’ atak yapma gereksinimine ittiği ortada. Aslında Necib, belki de istemeyerek modern Malezya tarihinde bir ilke imza atıyor ve bu ‘icraatıyla’ ülke siyasal tarihinde önemli bir yer edinecek. Ülkede, iktidarı ve muhalefeti ile -ki ikinci kesimin halen bazı çekinceleri olduğunu söyleyelim- herkesin ittifak ettiği konu Malezya toplumunun bu icraatla demokratikleşmede yol katedeceği yönünde.

Yukarıda dediğimiz gibi, miting öncesi görüşleri ile bu icraati arasındaki derin ayrım dikkate alındığında önemli bir zihinsel süreçten geçtiği görülüyor. Bunun dış ve iç faktörleri olduğu ortada. Ancak bu icraatı ile halkın nabzını tuttuğunu da söylemeliyiz. Öyle ki, UMNO heyetleri ile görüşmelerinde veya saha ziyaretlerinde üyelere sürekli söylediği konuların başında, artık siyaset yapma geleneğinin değiştiği, geleneksel Malay kıyafeti giyip seçmenin karşısına çıkarak oy alınamayacağı, ‘muhalefetin’ sosyal sitelerle önemli işler yaptığını, benzerinin UMNO tarafından acilen hayata geçirilmesi bağlamındaki görüşleri geliyor. Bu söylem, temelde UMNO siyasi varlığının ve siyasi arenedaki etkileşiminin yapısal dönüşümü anlamına geliyor. Bu minvalde, Başbakan Necib, belki aylar kalmış olan genel seçimler öncesinde sömürge döneminde uygulamaya konulan ve sivil hayatı kısıtlayan yasaları değiştirme sözü vererek pragmatik bir çıkış ta yaptı. Bununla birlikte, yasal değişikliğin hangi süreçte ve ne şekilde gerçekleştirileceği ise henüz kesinlik kazanmış değil. Muhalif çevreler gelişmeler karşısında yeniden yapılandırılacak yasal düzenlemelere her siyasal güç odağının katkı yapmasına vurgu yaparak, tam da bu dönüşümün odağına işaret ediyor. Kimi çevrele, yeni uygulamalar için Avrupa ülkelerinden ‘ders alınacağını’ dile getirmeleri, aslında takip edilen metod olarak pek de bir farklılık taşımadığını, düne kadar İngiliz sömürge ürünü yasaların, bugün geliştiği varsayılan Avrupa demokrasisi ile değiştirileceği bir başka handikap. Kısa sürede ülkede siyasi atmosferi yeniden şekillendiren bu gelişmelerde Sultan’ın işlevini de göz ardı etmeyelim. Sultan Zainal Abidin, ülkede kimi sivil toplum kuruluşları ile siyasi iktidar arasındaki çekişmede rol alması özünde, pek de alışık olunmadık bir siyasi çıkıştı. Bununla birlikte, ülkedeki gidişatın ciddiyetini göstermesi bağlamında da önemliydi.

Ancak ‘hikâye’ bununla sınırlı değil. Çünkü iki yıl süreyle de olsa Malezya ile aynı devlet çatışı içerisinde yer almış, nihayetinde ayrılarak bağımsız bir devlet statüsü kazanmış olsa da, Singapur’da da aynı yasalar, bu iki yıllık birliktelikten kalan bir miras olarak halen mevcut. Yani kökleri itibarıyla İngiliz icadi bir anlayış! Siyasi ittifakın sona ermesine rağmen, bu iki ülke arasındaki ekonomik ve siyasi etkileşimler süreklilik arz ettiğinden birindeki gelişme, doğrudan diğerini de taraf kılıyor.  Malezya demokrasi atağı yapar da, Singapur bundan geri kalır mı! Hemen ertesi günü Singapur’da muhalefet partileri ve sivil toplum kuruluşları Singapur’daki benzer yasaların kalkması için propagandaya başladılar. Aslında ellerinde sağlam dayanaklar da yok değil. 1990’lı yıllarda  Singapur’da söz konusu yasaların kaldırılması bağlamında gündeme gelen gelişmelerde gerek o dönemin başbakan yardımcısı bugünkü Başbakan Lee Hsien Loong ve kurucu baba Lee Kuan Yew, “ISA, Malezya’da devam ettikçe bizde de devam etmeli” yaklaşımı ile “düzenin devamı” yönünde görüş beyan etmişlerdi. Bir yandan da, 11 Eylül saldırıları akabinde ABD’nin küresel ‘pre-emptive’ çabaları, pek çok ülke gibi Singapur’da da mevcut yasaların devamındaki ısrar konusunda ellerini güçlendiren dış etkenler olarak işlev gördü. Bugünler de ise, sivil çevreler, işte bu atıfları gündeme getirerek bir an önce Singapur’da da konuşma, gösteri vb. özgürlükleri sağlayacak adımların atılmasını konusunda öncülükte bulunuyorlar.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder