11 Kasım 2016 Cuma

ABD’de Seçimler ve Asya-Pasifik Politikaları / Elections in the US and Asia-Pacific Policies

Mehmet Özay                                                                                                                          11.11.2016

ABD başkanlık seçimlerinin sonuçlarının merakla beklendiği coğrafyalardan biri hiç kuşku yok ki Asya-Pasifik bölgesi. Söz konusu seçimin yakinen izlenmesi, ABD ile bölgedeki tek tek ülkeler arasındaki ikili ilişkilerin ötesinde bir anlam taşıyor. Bu çerçevede, ABD’nin Asya Yüzyılı üst başlığıyla güdeme getirdiği ve özellikle de doğrudan Asya-Pasifik bölgesini etkileyecek politikalarını hayata geçirmeye başlamış olması dikkat çekicidir. Bu noktada, son on yıl içerisinde, 1. ve 2. Obama yönetiminin Asya Pasifik açılımı, Çin’in bu politikaya tepkisi ve bölgede egemenlik sahasını genişletme çabası ve bölge ülkelerinin ABD-Çin arasında denge politikalarını yeniden güncelleme çabalarına tanık olundu. Ve ABD’nin bölgeye yöneliminin ardından çoklu ilişkiler dönemi başladı. Bir yanda ikili ilişkiler, öte yanda bölgesel işbirlikleri geliştirilirken, bu süreçte birbirine muhalif olduğu iddiasındaki güçler arasında dahi yeni anlaşmalar gündeme taşınıyor. Obama yönetiminin bu genel politikasının seçim sonrasındaki yeni yönetim tarafından da devam ettirileceği görülüyor.

Obama dönemi Asya-Pasifik politikaları
Geçen on yıllık süre zarfında Obama yönetiminin bölgeye dair politikalarına kısaca bakacak olursak karşımıza şu hususlar çıkıyor. Bunlar arasında Çin’in bölge denizlerinde askeri ve sivil yapılaşması, Kuzey Kore’nin nükleer silah projesi, Güneydoğu Asya topraklarında, genel itibarıyla Malay dünyası adıyla anılan ülkelerde DAEŞ gibi küresel terör örgütlerinin ve bu tür yapılara çeşitli bağlamlarda eklemlenebilme özelliği taşıyan oluşumların varlığını hatırlamak mümkün. Ancak hiç kuşku yok ki, Obama yönetimi Asya-Pasifik bölgesini siyasi, ekonomik ve askeri bağlamlarıyla bir bütün olarak ele alıyordu. Bölgede rakip bir güç olarak ortaya çıkan Çin’e karşı Japonya, Avustralya gibi geleneksel müttefikleriyle ilişkilerini günün şartlarına göre daha da geliştirirken, Vietnam gibi ‘tarafsız’ veya Laos gibi ‘Çin yanlısı’ politikalarıyla öne çıkan ülkelerle de çeşitli alanlarda ittifak arayışları sergiledi. Obama yönetiminin Asya-Pasifik bölgesine yönelik politikasını kaçınılmaz kılan tekil ve birbiriyle ilintili bu boyutlardır.

Obama yönetiminin bu politikalarının ardında, Çin’in özellikle 2010’lu yılların başından itibaren Güney Çin Denizi’nde rakip güçlere imkân tanımama politikasının da kayda değer bir yeri var. Bu bağlamda, ABD tedrici olarak donanma gücünü Güney Çin Denizi ve çevresinde somut bir şekilde sergilerken, bir yandan da adına “uluslararası yasalar” denilen ve bağlayıcılığına dikkat çekilen yapılarla Çin’in mevcut durum üzerinde değişimlere teşebbüs etmesinin önünü almaya çalıştı. Bu süreçte hiç kuşku yok ki, özellikle Japonya, Avustralya ve Filipinler’de bir dönem dondurulduğu izlenimi verilen üsler meselesinin yeniden ele alınması oldu. Filipinler’in 2013 yılında Uluslararası Tahkim Mahkemesi’ne yaptığı başvurunun bu yıl Temmuz ayında Çin aleyhine sonuçlanmış olması ABD tarafından uluslararası kamuoyu nezdinde Çin’i köşeye sıkıştırma vesileyi yapılabilecek bir gelişmeydi.

Ancak bu sürecin öte yanında ise, ‘rakip’ konumundaki Çin’in son dönemde tanık olunduğu üzere, Filipinler ve Malezya ile olan geniş çerçeveli ikili ilişkiler bulunuyor. İşin ekonomi boyutunda ise Trans Pasifik İşbirliği Anlaşması (TPPA) geliyor. Sadece bölgenin değil, küresel ticareti de etkileyecek boyutlara sahip bu girişim, örneğin Japonya, Singapur gibi anlaşmaya taraf olan ülke yönetimlerince desteklenmekle kalmıyor, bir an önce hayata geçirilmesi konusunda diğer ülkelere yönelik bir tür baskıları da söz konusu. Kaldı ki, bu oluşumun dışında tutulan Endonezya ve Tayland gibi ASEAN’ın ekonomi büyüklüğü bakımından birinci ve üçüncü sırada bulunan ülkelerinin de TPPA içinde yer alma konusunda arzu ve istekli olduğu gözlemleniyor.
ABD’nin bölgeyle bağı
ABD yönetimini bu bölgeye sevk eden amiller arasında derin bir geçmiş ve ilişkiler ağı bulunuyor. ABD’nin Asya-Pasifik bölgesine dizayn verme çabasında hiç kuşku yok ki, askeri işbirlikleri, ilgili ülkelerle tatbikatlar, askeri üsler konusu birincil öneme sahip. ABD’nin 2. Dünya Savaşı’ndan bu yana bölgede bu yönde kayda değer adımlar attı. Asya-Pasifik bölgesinde en eski iki ittifakı Tayland ve Filipinler oluşturuyor. Akabinde savaş sonrası dönemde Japonya’nın ulusal ordu yapılanmasına getirilen sınırlılık, bu ülkeyi ABD ile zorunlu/gönüllü askeri ittifaka sevk etti. Kore Yarımadası’ndaki savaşta ABD’nin rolü ve devamında Güney Kore’yle olan bağı ve Çin’den ayrılan milliyetçilerin siyasi bir çatı altında biraraya gelerek oluşturdukları ‘Tayvan’la yakınlaşması dikkat çekiciydi. Ardından, özellikle Vietnam Savaşı çerçevesinde Hint-Çini’nde güvenlik meselesi bazı komşu ülkeleri ABD’ye yaklaştırırken, ASEAN’ın doğuşuna da vesile oldu. Bu süreçte Endonezya’da 30 Eylül 1965’de yaşanan darbe ve Suharto dönemi, ABD yönetiminin bölgenin bu önemli ülkesiyle ilişkileri geliştirilmesine olanak tanıdı.

Öte yandan, bölgenin zenginliğini ve küresel ekonomideki yerine ışık tutan şu hususiyetler de göz ardı edilemez. Bu noktada, örneğin 3.5 milyon kilometrekarelik Güney Çin Denizi’nde daha 1970’li yıllarda başlayan çalışmalar deniz altı petrol ve doğal gaz rezervlerine dair bilgilerin gündeme gelmesi; on ülkenin üye olduğu ASEAN’ın bölge politikalarını şekillendirebilecek ve küresel politikalara yön verebilecek bir siyasi oryantasyon sergileyememesi; 1982 yılında kabul edilen Birleşmiş Milletler Deniz Yasası Sözleşmesi’nin (UNCLOS) bölge denizleriyle ilgili bir temel teşkil etmesi; dünya ekonomisinde yerleri bağlamında gelişmekte olan on üç ülkeden dokuzunun Doğu ve Güneydoğu Asya sınırlarında bulunuşu; Güney Çin Denizi’nin küresel ticaretin 5.3 trilyon gibi devasa bir ekonomik boyutuna konu olması dikkat çekicidir.

Clinton: Asya-Pasifik politikalarının mimarı
Yeni başkanın seçilmesinin ardından ABD’nin bölgeye dair politikalarının ne yönde gelişeceği merak konusu olsa da, ABD yönetiminin bölgeyle ilişkilerinde kapsamlı değişiklik beklenmiyor. Özellikle de adaylardan Hillary Clinton’un yarışı kazanması Obama yönetimi politikalarının geliştirilecek devam ettirileceği anlamı taşıyor.

Hillary Clinton’un dışişleri bakanı olduğu 2010 yılında, “Serbest deniz ticareti ABD’nin ulusal çıkarlarıyla bağlantılıdır. Asya deniz yollarına erişim ve Güney Çin Denizi’nde uluslararası yasalara saygılıdır.” açıklaması ve ardından Foreign Policy için kaleme aldığı ve 11 Ekim 2011’de yayınlanan Amerikan’ın Pasifik Yüzyılı makalesi onun ABD’nin Asya-Pasifik politikalarının mimarlarından olduğunun bir kanıtıdır. Clinton’un gündeme taşıdığı bölgeyle ilgili bu görüşleri, ABD’nin konuyla ilgili politikasının genel çerçevesini oluşturuyor. Bu çerçevede, Clinton’un başkanlık koltuğuna oturması halinde Obama dönemi politikalarına devam edilecektir.

Clinton’ın yukarıda zikredilen makalesi ABD’nin, ‘Asya Açılımı’nı izah ederken, ABD’nin dünya hakimiyeti projesinde uluslararası ticarete konu olan su yolları verdiği önemi de ortaya koyuyor. Yeni yönetimin bölgeyle ilgili çalışmalarında akla hiç kuşku yok ki Filipinler gelecektir. Filipinler’de yeni bir siyasi figür olarak ortaya çıkan Başkan Rodrigo Duterte’nin ülke dış politikasını ve bu bağlamda ABD ile ilişkileri devletin ilgili karar mekanizmalarıyla değil de ‘bireysel’ çıkışlarıyla yapılandırması ve ABD’yi dışlayıcı bir tutum sergilemesi beklenmedik bir gelişmeydi. Duterte’nin ABD’de seçim kampanyası dönemine denk gelen çıkışı karşısında ABD yönetimi bu durumu paranteze almış bir görüntü çizerken, seçim sonrasında bu öncelikli bir politika olarak gündeme gelecektir. Özellikle Filipinler kamuoyu ve ASEAN içerisinde diğer aktörlerle işbirliği sayesinde ABD yönetiminin Duterte yönetiminin dış politikada rota değiştirmesinin önünü almaya çalışacaktır. Ve bu süreç ABD’nin bölgedeki müttefikleriyle ilişkisini pek fazla etkilenmeyecektir. Bir diğer önemli husus olan TPPA, seçim kampanyası döneminde her iki aday karşı çıksa da ABD’nin bölgedeki rolü için büyük önem arz ediyor. Bu anlaşmanın sadece ABD’nin bir ‘dayatması’ olarak değil, bölge ülkelerinin desteğini alarak gündeme getirilmiş olması önemli. Bu nedenle, Çin’in Tek Kuşak-Tek Yol projesi gibi sadece Orta Asya değil, Güneydoğu Asya’yı da içine alan ekonomi ve ticaret içerikli projesi karşısında yeni ABD yönetiminin kayıtsız kalmayacağı ve üstüne üstlük bölgedeki müttefiklerinin taleplerini de dikkate alarak TPPA’yı pratiğe geçirecektir.


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder