30 Ekim 2020 Cuma

Avrupa’da Aydınlanma ve ‘Yıkımcılık’ / Enlightenment and ‘Destructionism’ in Europe

Mehmet Özay                                                                                                                                 30.10.2020

Avrupa’da İslam'la ilgili tartışmaları, son yarım yüzyılı aşan süre zarfında, Müslüman toplumların bu Kıta’nın özellikle Batı ve Kuzey Avrupa topraklarındaki endüstrileşmiş ülkelerinde ucuz işgücü ihtiyacını karşılamak üzere yer bulmalarıyla gündeme gelmeye başlamıştır.

Genel anlamıyla neredeyse tüm göç vakalarında görüldüğü üzere, İslam coğrafyasının farklı bölgelerinden Avrupa’ya yönelimlerinin üç temel noktada geliştiğini söylemek mümkün.

Bunlardan ilki, söz konusu Avrupa ülkelerinin göç politikalarının tanıdığı olanaklarla, bir başka deyişle bir tür davetler karşısında kasıtlı/bilinçli olarak göçlerin gerçekleştirilmiş olmasıdır.

İkincisi,  söz konusu süre zarfında İslam coğrafyasının ilgili bölgelerinde neşet eden çatışma, savaş vb. süreçlerin bir sonucu olarak farklı sosyo-ekonomik kesimlere mensup Müslüman kitleler sığınmacı olarak Avrupa’ya kabul edilmişlerdir.

Üçüncüsü ise, ilgili coğrafyalarda yaşanan sosyo-ekonomik zorluklar karşısında içinde yasal olmayan süreçlerinde bulunduğu şekilde Avrupa topraklarına geçmişlerdir.

Yukarıda dile getirilen bu farklı süreçlerle Avrupa topraklarına ulaşan ve orada hayata tutunmaya çalışan Müslüman kitleler, çeşitli toplumsallaşma süreçlerine konu olmaları, onların kendi ana vatanlarından kültürel-dini-geleneksel-siyasal yapılarının taşınması etkisiyle de gündeme geldiğine işaret etmektedir.

Söz konusu kitlelerin önemli bir bölümünün okur-yazarlık, eğitim, sosyal sermaye, ekonomik sermaye vb. alanlarındaki görece “fakirlikleri”, zaman zaman indirgemeci bir bağlama oturtulmaya çalışılsa da, aslında Avrupa topraklarında birbirinden bağımsız olmayan birden fazla sürece konu olan gelişmeler yaşanmıştır.

Bunlar arasında, söz konusu sosyal sermaye fakirliğini gidermeye yönelik çabaların bir tür öz-öğrenme (self-learning), grup psikolojisi ile oluşan toplumsal baskının neticesi bilgilenme (information) ile Avrupa toplumsal yapısının bu “misafir” kitlesi üzerinde oluşturduğu gizli/açık kültürel baskı neticesinde, öz-savunmacı bir edimle yeniden-kültürlenme/yeniden dindarlaşma süreçlerine konu olmuşlardır.

Salt ekonomik nedenlerle ve ev sahibi ülkelerin talepleri neticesinde ve ardından çeşitli siyasi ve toplumsal gelişmelerle gerçekleşen göç hadiselerinin, Avrupa gündemini teşkil eden sorunlar yumağına dönüşmesi bütünüyle iç içe geçmiş/eklemlenmiş sosyolojik vakalar zinciri olarak kabul edilmelidir.

Bir yanda çatışma, öte yanda asimilasyon ve adaptasyon’a kadar uzanan çeşitli toplumsal etkileşim boyutları, Müslüman kitlelerin belki de geldikleri coğrafyalara ve kültürel farklılıklarına bakılmaksızın, Avrupa siyaseti ve toplumu tarafından bir bütün olarak algılanmalarına neden olan bir dini ortaklık yapılaşmasına sahip olmuşlardır.

Genel coğrafi bölgeleri itibarıyla ağırlıklı olarak sekülerleşmiş ve sınırlı coğrafi alanıyla laikleşmiş Avrupa’nın gündemine taşınan yeni toplumsallaşmalar, ilgili ülkelerin devlet kurumları marifetiyle müdahale edilmeye matuf yapılar olarak görülmüştür.

Adına asimilasyon denilen politikalar dizisinin süreç içerisinde belirli başarılar elde ettiği söylenebilse de, aynı zamanda göçmen kitlelerinin kimi ölçülerde öz-asimilasyon süreçlerini de ortaya koyduklarını söylemek yanlış olmayacaktır.

Ancak bu süreç, temel ayrışma noktasını dini belirlenimliklerin oluşturduğu Avrupa toplumu ve göçmen toplumlar arasındaki ilişkiler, Avrupa tarihinin geçmişte bıraktığı din temelli savaşların gizli/açık yeniden bizzat kendi elleriyle gündeme taşınmasına neden olmuştur.

Avrupa’nın siyasal yapılaşmasının “öteki” üzerinde gerçekleştirdiği saldırganlığın ‘smart’ bir düzlemle gerçekleşmesi, onun yıkıcı özellik taşımadığı anlamına gelmemektedir. Aslında olup bitenler, kökleri itibarıyla ele alığında, Avrupa tarihi açısından kayda değer dönüşümlerden değil, olsa olsa bir devamlılığa bahsetmek mümkündür.

Avrupa tarihinin birkaç yüzyıl öncesinde yaşanan Hıristiyan mezhepleri arasındaki uzun süreli savaşlar, yerini ulus-devletler sürecine bırakmakla birlikte çatışmanın boyutu, yeni sınırlar üzerinde yükselen devletlerin ekonomik çıkarları üzerinden şekillenmek suretiyle, sadece Avrupa kıtasıyla sınırlı olmayan yıkıcılığa yönelmiştir.

Bu noktada, Avrupa’nın öz-değeri olarak zuhur eden yıkıcılık, Kıta ve İngiliz Adaları dışında Doğu’dan Batı’ya adına sömürgeleştirilmiş topraklar denilen bütünde de devam etmesiyle, Avrupa’nın kendi yıkıcılığını farklı coğrafyalara taşıdığını ortaya koymaktadır.

Bu dönemin, Avrupa Aydınlanmacılığı’nın ardından gelen dönemlerde gerçekleşmesi ve bir tezat teşkil edecek denli, bu süreçler boyunca Aydınlanmacı düşünceyi bir model olarak küreselleştirme iddiasındaki Avrupa için açıklanmaya değer bir konudur.

Bunun ötesinde Aydınlanmacılığın, sömürgeleştirilmiş topraklar bütününde egemenliğin yegâne meşruiyetini sağlayıcı olarak araçsallaştırılması; “sömürgeleştirilmiş topraklar” söylemi üzerinden, Avrupa siyasal düşüncesinin diğer toplumları ve bu toplumları var eden kültürel, dini, geleneksel, siyasal yapılaşmaları göz ardı ettiğinin bariz bir göstergesidir.

Son yarım yüzyılı aşkın sürede Avrupa topraklarında olan biten, yine Avrupa'nın geçmişinde ilki din savaşları, ikincisi sömürgecilik gibi iki temel dinamik döneminin ardından gelen üçüncü safhayı teşkil etmektedir.

Bu yöndeki örnekleri, Alman milliyetçiliği ile bir tür dini kalıntıların birleşiminden neşet eden ideolojik yapı yani, Nazizm’de görmek mümkündür.

Nazizm’in Müslüman kitleler üzerinde sergilediği yıkıcılığa pek de ses çıkarma gönüllüsü olmayan çevre ülkelerde örneğin Hollanda, Avusturya ve Fransa’da sürecin temelde aynı, ancak detayda farklılaşarak devam etmesi aslında hiç de şaşırtıcı değildir.

Bunlar arasında Fransa’yı diğerlerinden ayıran sahip olduğu laisizm söylemidir. Bir yanda, Aydınlanmacı düşüncesinin merkezlerinden biri olma öte yandan, din savaşlarında Katoliklik üzerinde yıkıcı siyasal şiddeti ile öne çıkan Fransa’nın post-modern dönemde sadece Avrupa’daki Müslüman toplumların değil, küresel Müslüman camianın tepkisini çekmesi hiç de şaşırtıcı değil.

https://guneydoguasyacalismalari.com/2020/10/30/avrupada-aydinlanma-ve-yikimcilik-enlightenment-and-destructionism-in-europe/

28 Ekim 2020 Çarşamba

Malezya’da siyasallaşan federal sultan / Politicizing of the monarch in Malaysia

Mehmet Özay                                                                                                                            28.10.2020

Malezya’da siyasi kaos ortamı devam ederken, yeni liderlik biraz da sürpriz bir şekilde federal sultana geçmiş durumda.

23 Ekim Cuma günü yani bundan bir hafta önce, mevcut Ulusal İttifak (Perikatan Nasional-PN) hükümetinin başbakanı Muhyiddin Yasin, federal sultan Abdullah Ri’ayatuddin’le görüşerek, artan kovid-19 vakaları karşısında etkin mücadele amacıyla “olağanüstü hâl ilânı” talebinde bulunmuştu.

Sultan siyaseti yönetiyor

25 Ekim Pazar günü sultanlar konseyince bu talebin reddedilmesinin ardından yaşanan gelişmeler, federal sultanı ülke siyasetinde etkin bir karar merciine getirmiş durumda.

Sultanlar konseyinin aldığı karar açıkçası, Muhyiddin Yasin’in saray ve çevresi tarafından güvenoyu olarak yorumlanmaya elverişli bir duruma işaret ediyordu.

Bu nedenle Pazar akşamı istifaya hazırlanan Muhyiddin Yasin’in bekle-gör politikasıyla bu kararı vermediği ortada.

Öte yandan, federal sultanın açıklamasında mevcut siyasi ortamın, açıkçası hükümet değişikliğine yer olmadığı vurgusu, mevcut PN hükümetinin tüm siyasi partilerce desteklenmesi çağrısıyla ortaya konmuştu.

Federal sultanın bu açıklaması ‘nazik’ bir uyarı niteliği taşırken, özellikle PN hükümetinin en büyük destekçisi Birleşik Malay Ulusal Organizasyonu’nda (United Malay National Organization-UMNO) Muhyiddin Yasin gitsin ve/ya başbakan yardımcılığı başta olmak üzere bazı önemli bakanlıkların UMNO’ya verilmesi talebi hâlâ gündemde olmaya devam ediyor.

Kan kaybeden PAS

UMNO ile siyasi işbirliğini geçen yıl varılan anlaşmayla (muafakat) resmileştiren Malezya İslam Partisi’nin (Parti Islam SeMalaysia-PAS), sultanın çağrısı karşısında şartsı/koşulsuz PN hükümetine desteğini verdiğini hemen açıkladı.

Bu durum, PAS’ın 24 Şubat 2020 tarihindeki sivil darbe girişimi neticesinde, halkın oylarıyla seçilmiş meşru, demokratik hükümetin alaşağı edilmesine sessiz kalması bir yana, uzun süredir statükonun koruyucusu bir siyaseti benimsemesinin son örneği olarak değerlendirilmeyi hak ediyor.

Sultana saygı ile ortaya çıkan siyasi etik-dışılık ve kaos ortamında çözümün demokratik yollarla ortaya konması ilkesini göz ardı eden PAS, ülkede sadece Müslüman olmayan çevrelerin değil, aynı zamanda siyasi etiği öncellemiş Müslüman çevrelerden de inandırıcılığını yitiriyor.

İlkesizliği ilke edindiği izlenimi veren PAS yönetiminin, en azından partinin isminde yer alan kavramlar üzerinden kendini sigaya çekmesi için daha ne türden hatalar yapması gerekiyor, açıkçası bekleyip görmekten başka seçenek bulunmuyor.

“Gitme, kal” ve kriz sendromu

Siyasi inandırıcılığını yitirmiş gözüken Muhyiddin Yasin, federal sultanın gizli açık bir şekilde gündeme getirdiği “gitme, kal” çağrısının ardından, başbakanlık koltuğunda oturmaya devam etse de, PN kabinesini oluşturan siyasi kompozisyonun değişmeden devam edebilmesi mucizelere bağlı.

Bu süreçte, başbakan için bir sonraki en önemli imtihan 6 Kasım’da yapılacak olan bütçe görüşmeleri.

UMNO bütçe görüşmelerinde vereceği desteği, PN hükümetinde alacağı bakanlıklarla ölçme eğilimi, bugün federal sultanın yeniden ulusal siyasetin merkezinde yer almasına neden olacak bir açıklama yapmasına neden oldu.

Federal sultan, 6 Kasım’daki bütçe görüşmelerine mecliste “fire verilmeden” desteklenmesi çağrısı, onu siyasi karar mercii noktasına getirmiş durumda.

UMNO-Muhyiddin Yasin çekişmesinden hasıl olan krizde, ayrıca Enver İbrahim’in 23 Eylül’de “çoğunluk desteğini sağladım” açıklamasının ardından uygun adımları atmayan/atmakta geciken federal sultanın yeni bir hükümet olasılığının önünü tıkaması sonrasında ülke yönetimi gizli/açık federal sultana geçmiş durumda.

Açıkça ifade edilmese de, son bir haftadır yaşanan gelişmeler, başbakan Muhyiddin Yasin’in siyasi meşruiyetinin iyice dejenere olduğu ve istifanın eşiğinden döndüğü dikkate alındığında bu durum daha net bir şekilde ortaya çıkmaktadır.

Federal Sultan’ın Pazar günü yaptığı açıklamada, olağanüstü hâl ilânını reddetmekle birlikte, başbakan Muhyiddin Yasin’e ve PN hükümetine destek olunması yönündeki çağrısı, açıkça Enver İbrahim’e başbakanlığın verilmemesi yönünde bir başka işaret olarak okunmalıdır.

Enver İbrahim’den bütçe görüşmelerine ‘adil’ destek!

Tüm bu gelişmelerin “müsebbibi!” olan Enver İbrahim gelişmelere nasıl tepki veriyor acaba?

Bütçe görüşmelerinden başlayalım... Federal sultanın “firesiz destek” çağrısı sonrasında Enver İbrahim, PN hükümetine ve de başbakana “tarafsız bir bütçe çalışması” önerisi gayet rasyonel bir çıkış.

Bütçe ile, hiç kuşku yok ki, tıpkı diğer bölge ülkeleri gibi, kovid-19’la mücadele ve ekonominin yeniden yapılandırılması çerçevesinde alınacak kararlar anlaşılıyor.

Malezya genelinde giderek artış gösteren böylesine önemli bir sağlık krizi ve bunun ekonomiye ve hatta bundan da öte çok etnikli, çok dinli bir toplumsal yapıya sahip ülkede sosyal barışa olumsuz yansımalarının önüne geçebilmenin yolu, federal meclisteki tüm partilerin ortak kararlarıyla alınacak bir bütçe olmalıdır.

Enver İbrahim de böylesi bir talepte bulunuyor. Mevcut PN hükümeti, 26 Eylül’deki Sabah

Eyalet seçimleri sürecinde kovid-19’la etkin bir mücadele sergileyemediği gibi, hemen akabinde Sabah Eyaleti’nden Malay Yarımadası’na sıçrayan salgının giderek artış göstermesi karşısında da eli kolu neredeyse bağlı durumda.

Ayrıca, bugün sadece emniyet genel müdürlüğüne mensup sayısı on bini bulan polisin kovid-19 nedeniyle karantinaya alınması ulusal güvenlik sorunu olarak nüksetmesi yine mevcut hükümetin ülkenin güvenlik omurgasını oluşturan polislerin kovid-19 sürecinde nasıl bir koruma tedbirlerine konu olduklarını da açıkça sorgulatmaktadır.

Enver İbrahim, tüm bu gelişmeleri dikkate alarak, kovid-19’la mücadele başta olmak üzere işsizlik ve yoksullukla mücadelede bütçenin partilerüstü bir anlayışla ele alınması önerisinin görünürde yadsınır bir yanı bulunmuyor.  

Bütçe görüşmelerine az bir süre kala federal sultan ve mevcut hükümet çevrelerinin bütçeye destek çağrılarına rağmen, muhalefetin “koşulsuz evet” demeyeceği ortada. Bu konudaki görüşler, Enver İbrahim’in açıklamasında açık seçik ortaya koyduğuna şüphe yok.

Bam teli

Gelinen bu noktada çatışan görüşler açıkçası, Malezya siyasetinin bir anlamda “bam teli” ile bağlantılıdır. Federal bütçenin hangi kalemlerden oluştuğu, hangi toplumsal kesimlere ne yardımı yapıldığı, hangi kurumların ve iş çevrelerinin bu bütçeden pay aldığı vb. konular hiç kuşku yok ki, aylardır gündeme getirdiğimiz siyasi ahlâk, kriz ve kaos ortamının nedenlerinden en önemlisini oluşturuyor.

UMNO’nun, PN hükümetinde çok daha önemli pozisyonlarla temsil edilme arzusu, PAS’ın 2019’da UMNO ile resmileştirdiği siyasi ittifak, Muhyiddin Yasin’in bir anlamda siyasi kader ortağı Dr. Mahathir Muhammed’i siyasi kumpasın kurbanı yapması vb. gelişmeleri bu anlamda değerlendirmek gerekiyor.

26 Ekim 2020 Pazartesi

Malezya’da siyasetin adı ‘Kaos’ / Chaos, the name of the politics in Malaysia

Mehmet Özay                                                                                                                            26.10.2020

Malezya’da Cuma gününden bu yana yaşanan gelişmelerin ardından, başbakan Muhyiddin Yasin görevine devam ediyor.

Malezya’da son 24 saat, başbakan Muhyiddin Yasin’le ve başında bulunduğu Ulusal İttfak (Perikatan Nasional-PN) hükümetiyle tamam mı devam mı sorusuna cevap aramakla geçti.

Özellikle hükümeti oluşturan ittifaka bağlı partilerin birbiri ardına yaptıkları toplantıların ardından, başbakan Muhyiddin Yasin yerini korurken, PN hükümetiyle devam edilmesi kararına rağmen, suların durulduğunu söylemek mümkün gözükmüyor.

Malezya’da, 24 Şubat 2020’deki gelişmelerin ardından kurulan ve bu anlamda sivil darbenin ürünü anılmayı hak eden PN hükümeti şimdilik devam ederken, özellikle Cuma gününden bu yana yaşanan gelişmelerde adı en çok öne çıkan isim başbakan Muhyiddin Yasin olduğuna kuşku yok.

Sultandan kritik karar

Geçen Cuma günü federal sultana “olağanüstü hâl ilânı önerisinde bulunan başbakan Muhyiddin Yasin, sultanlar konseyinin öneriyi geri çevrilmesinin ardından yaşanan yeni siyasi kriz sonrasında görev başında.

Federal meclisteki çoğunluğu şüpheyle karşılanan Muhyiddin Yasin’e karşı Enver İbrahim’in 23 Eylül’de “çoğunluk beni destekliyor” ilânıyla kaynamaya başlayan siyaset kazanında çoklu çıkar ilişkilerinin rol oynadığı bugün gelinen noktaad çok daha net bir şekilde gözüküyor.

Son 24 saat içerisinde yaşanan siyasi kriz durumu, mevcut Ulusal İttifak (Perikatan Nasional-PN) hükümetinin ‘şimdilik’ devamı yönündeki kararla geçiştirilmiş oldu.

Federal sultanın 24 Ekim Cumartesi günü sultanlar konseyi toplantısı sonrasında, olağanüstü hale gerek olmadığı yolundaki kararı, başbakan Muhyiddin Yasin’i istifanın eşiğine getirmişti.

Muhyiddin Yasin kritik eşikte

Muhyiddin Yasin, olası bir sultan onayının ardından başbakanlığını ve de hükümeti güçlendirmek için özellikle olağanüstü hali kullanma plânları içindeydi.

1 Mart 2020’de kendisini başbakan olarak atayan federal sultanın 24 Ekim’de Muhyiddin Yasin’in önerisini geri çevirmesi bir güven sorusu olarak neşet ederken, Muhyiddin Yasin bunun istifa anlamına geldiğini bilecek kadar tecrübe sahibiydi.

Muhyiddin Yasin’in, dün akşam geç saatlerde istifayı düşündüğü yolundaki haberler gündeme gelirken, istifa etmemesinde iki temel neden aramak gerekir.

İlki, her ne kadar federal sultan söz konusu talebi geri çevirmiş olsa da, diğer siyasilerden mevcut kovid-19 salgını ortamında mevcut başbakan ve iktidarın desteklenmesi yönündeki ‘nazik’ talebinin neye yol açacağını bekledi.

İkincisi, ise hâlâ mevcut hükümet içerisinde önemli bir desteği barındıran Birleşik Malay Ulusal Organizasyonu’nun (United Malay National Organization-UMNO) bugün geç saatlerde yapılan toplantısından sonra hükümet destek kararı oldu.

UMNO’dan yapılan açıklamada başbakan’a destek ifadesi yer almazken, UMNO’da Muhyiddin Yasin gitsin yönünde güçlü seslerin olduğuna işaret ediyor.

Söz konusu bu gelişmeler dikkate alındığında, başbakanın görevde kalmasında ve de PN hükümetinin devamında karar mercii konumuna gelen UMNO yüksek istişare kurulunda bu akşamki önemli toplantılardan destek kararı büyük önem taşıyordu.

Bununla birlikte, daha önceki yazılarımızda da dile getirdiğimiz üzere, UMNO’dan gelen bu destek kararının gizli/açık şartlı olduğuna kuşku bulunmuyor.

Muhyiddin Yasin’in temel hataları

Siyasi gelişmeler ışığında bugün gelinen noktada Muhyiddin Yasin hangi siyasi partilerden, kimlerden destek ummalı? Bugün konuşulan konu tam da bu aslında.

Bir yandan UMNO, öte yandan Enver İbrahim’in başında bulunduğu Halkın Adaleti Partisi (Partai Keadilan Rakyat-PKR), köşeye sıkıştığına kuşku olmayan Muhyiddin Yasin’den ne tür siyasi kazanç elde edebileceklerinin hesabını yapıyor.

Bu noktada olan biteni anlayabilmek için yakın geçmişe bakmakta yarar var.

Muhyiddin Yasin’in ilk hatası 24 Şubat 2020’deki sivil darbe hazırlayıcılarıyla işbirliği yaparak ya da buna zemin hazırlayarak Dr. Mahathir Muhammed’i karşısına almak oldu.

Kurt politikacı Dr. Mahathir’in bu gelişmenin ardından 94 yaşında olması, 2018 seçimleri sonrasında başbakanlık koltuğuna oturarak zorlu bir yönetimde giderek enerji kaybetmesi gibi düşüncelerle siyaset arenasından çekileceği yönünde bir karar geliştirmiş olabilirler.

Ancak Dr. Mahathir, tam aksine kendi kurduğu Yerli Birlik Partisi’nden (Parti Pribumi Bersatu Malaysia-Bersatu) ihraç edilmesine karşı önce mahkemede ‘hak’ ararken, mahkemenin olumsuz kararının ardından Mücadeleci Vatan Partisi’ni (Parti Pejuang Tanah Air) adıyla yeni bir parti kurarak, yeniden siyaset sahnesinde aktör olmaya bir kez daha aday olduğunu kanıtladı.

Muhyiddin Yasin’in ikinci hatası, 2016 yılında Dr. Mahathir Muhammed’le birlikte istifa ettiği UMNO’yla yeniden işbirliğine girişmesi oldu.

Her ne kadar, 1 Mart’da federal sultan tarafından başbakan olarak atanmış ve ardından kirli siyasetçilerle işbirliği yapmayacağı yönünde demeçler vermiş olsa da, karşısında çokyakın geçmişte “yolsuzluklarla kirlenmiş” dediği siyasetçilerin oluşturduğu partinin yani UMNO’nun, kendisinin başında bulunduğu Ulusal İttifak hükümetine destek veren en önemli parti olduğunu göz ardı ediyordu.

UMNO siyasi eliti için Muhyiddin Yasin hükümetine destek olmanın temel şartı, bir önceki hükümet döneminde yoğun bir şekilde başlatılan yolsuzluk sorgulamalarından kurtulabilmekti.

Bu konuda Muhyiddin Yasin hükümetinden destek almaları ve bazı partililerin ve aile mensuplarının yolsuzluklardan aklanmalarının ardından, UMNO’nin PN hükümeti içinde daha çok söz sahibi olma konusunda siyasi baskısı gelmeye başladı.

UMNO ne istiyordu? UMNO’nun istediği çoğunluğu teşkil ettikleri hükümette başbakan yardımcılığı dahil olmak üzere önemli bakanlıkların kendilerine verilmesiydi. Bu yöndeki talep, sadece UMNO siyasi elitinin değil, bu elit çevresinde öbek öbek oluşan çıkar çevrelerinin de talebiydi.

Muhyiddin Yasin’in üçüncü hatası Malezya toplumu oldu.

9 Mayıs 2018’de yapılan 13. genel seçimlerde halk Muhyiddin Yasin’in de içinde yer aldığı Bersatu’nun da destek verdiği Umut Koalisyonu’nun reformcu yapılaşması ve icraatlarına destek vermişti.

Ancak Muhyiddin Yasin 24 Şubat 2020’deki sivil darbe girişimindeki rolü ve sonrasındaki gelişmelerde tuttuğu taraf ile halkın demokratik eğilimleri ve hak ve adalet taleplerini ters yüz etmişti.

Bu tutum, halk nezdinde Muhyiddin Yasin’in, siyasi ahlâkla ne denli bağdaştığı sorgulanmaya son derece açık siyaset biçiminin eleştirilmesi anlamına geliyor(du).

Karizmatik bir siyasetçi olmayan, ayrıca, başında bulunduğu ve sadece 31 milletvekili bulunan Bersatu ile siyasi gücü sınırlı bir durumdaki Muhyiddin Yasin’in tek başına hareket etmediği ve arkasında bazı güç odaklarının olduğu konusu bugün de geçerliliğini koruyor.

6 Kasım’da yapılacak bütçe görüşmeleri öncesinde başbakanlığını devam ettirmeyi sağlayacak şekilde mevcut Ulusal İttifak yapısı içerisindeki partilerin özellikle de, UMNO’nun desteğini sürdürme veya yeni ve farklı partilerden destek arayışına girişmek zorunda olması aslında işinin pek de kolay olmadığına işaret ediyor.

https://guneydoguasyacalismalari.com/2020/10/26/malezyada-siyasetin-adi-kaos-chaos-the-name-of-the-politics-in-malaysia/

25 Ekim 2020 Pazar

Malezya’da “olağanüstü hâl talebinin” reddi ne anlama geliyor? / The meaning of the rejection of the state of emergency in Malaysia?

Mehmet Özay                                                                                                                            25.10.2020

Malezya’da federal sultan Abdullah Ri'ayatuddin, sivil darbe hükümetinin başbakanı Muhyiddin Yasin’in “olağanüstü hâl ilânı” önerisini reddetti.

Söz konusu gelişme, bugün yapılan sultanlar konseyi toplantısında alınan karar gereği kamuoyuyla paylaşıldı.

Sultanlar kararı olası etkileri

Bugün yapılan sultanlar konseyi kararı ardından federal sultan adına yapılan açıklamada ülke genelinde veya bir bölümünde olağanüstü hâl ilânına gerek olmadığı yolundaki gelişmeyi iki açıdan ele almakta yarar var.

İlki, Muhyiddin Yasin hükümetinin kovid-19’u ileri sürerek ülke genelinde ilân edilmesini istediği olağanüstü hâlin federal sultan tarafından kabul edilmemesi, kovid-19 üzerinden siyaset yapma arzusundaki başbakanın eline geçirmek istediği kozu boşa çıkarmış oldu.

Bununla birlikte, açıklamada, “Muhyiddin Yasin’in başbakanlığındaki hükümetin kovid-19’la etkin mücadele ettiği” yönündeki ifadesi hükümet kanadını daha fazla incitmemeye yönelik nazik bir ifade olmanın ötesinde bir anlam taşımıyor.

26 Eylül’de Sabah Eyaleti’ndeki seçimlerin hemen ardından kovid-19 vakalarındaki artış, eyalet seçimlerin de bile gerekli ve yeterli tedbirlerin hükümet tarafından alınamadığının en önemli kanıtı hükmünde. Zaten başbakan Muhyiddin Yasin’i, kendi açısından kovid-19’la mücadeleyi öne sürereke olağanüstü hâl ilânı talep etmesi de bu başarısızlığın bir başka teyidinden başka bir anlama gelmiyor.

Bununla birlikte, ülkede sorunu teşkil eden, ne Sabah’daki seçimlerin neden olduğu yeni kovid-19 vakaları ne de hükümetin bu salgınla mücadele edip edemediğidir!

İkincisi ise, aynı açıklamanın devamında dile getirildiği üzere, ülkede “mevcut hükümetin çalışmalarını engelleyecek şekilde siyaset yapılmaması” yönünde diğer siyasetçilere, siyasi partilere gizli/açık bir uyarıyı içermesidir.

Federal sultanın açıklaması söz konusu bu iki temelde değerlendirildiğinde, “şu an ki” sonucu, 1 Mart 2020’den bu yana federal meclisten güvenoyu almamış, sivil darbenin ürünü Ulusal İttifak (Perikatan Nasional-PN)  hükümetinin görevine devam etmesi yönündedir.

“Şu an ki” diyoruz, çünkü olağanüstü hâl ilânının yapılmaması, sultanın “nazikçe” siyasileri mevcut hükümeti yıpratacak girişimlerden uzak durmaları yolundaki uyarısına rağmen, siyaset kazanı daha bu akşamdan itibaren Kuala Lumpur’da kaynamaya başladı bile.

Kabinede şimdilik istifa yok!

Başbakan Muhyiddin Yasin’in evinde kabine üyelerinden bazılarının katılımıyla yapılan gayri resmi toplantıyla ilgili verilen ilk bilgi “istifa olmadığı” yönünde.

Niçin istifa olacağı, buna neyin sebep olduğu ve hangi bakanın ya da bakanların istifa edip yerine kimin veya kimlerin geleceği gibi sorulara cevapları ise, Malezya kamuoyu kısmen tahmin etmekle birlikte, herhalde cevaplarını önümüzdeki günlerde alacaktır.

Öte yandan, kabinenin yarın özel bir toplantı yapacağı bilgisi, federal sultanın açıklamasının ardından hükümetin duruşuna açıklık getirmesi bakımından önemli olacaktır.

Dünya yazımızda, sultanlar konseyi toplantısında bir sürpriz olmadıkça, hükümetin olağanüstü hal ilânına yeşil ışık yakılabileceğine dikkat çekmiştik.

Buradaki “sürpriz”, yine dünkü yazıda ülke genelinde öne çıkan çeşitli sivil toplum kuruluşlarının sultana yönelik kaleme aldıkları yazı ile diğer farklı kesimlerin, olası bir olağanüstü hâl ile ülkedeki, hassas bir nitelik arz eden çok etnikli ve çok dinli toplumsal yapıdaki dinamik dengelerde oluşabilecek  kaymalardır.

Ülke genelinde veya kısmi olarak belirli eyaletlerde ilân edilecek bir olağanüstü halin, toplumda 13 Mayıs 1969’da başlayan anarşi olaylarıyla ilgili anıları harekete geçirmesi gayet muhtemel(di).

Elbette ortada, anarşiye yönelik bir toplumsal bir başka deyişle, etnik yapılar arası çatışmayı gerektirecek açık bir durum bulunmuyor.

Ancak mevcut hükümetin 24 Şubat 2020 sivil darbe sürecinin akabinde ülkeyi yönetmesi ve bugüne kadar siyasi mekanizmanın kovid-19 üzerinden federal meclis yasal sürecinden tabiri caizse köşe bucak kaçılarak sürdürülmesi kamuoyunda siyasilerden talepleri artırdığı gibi, hak ve hukuk nezdinde ülkenin itibarının da zayıfladığına işaret ediyor.

İşte federal sultanın başbakanın olağanüstü hâl ilânını reddetmesinin ardında böylesine önemli bir toplumsal ve tarihsel gerçek yatıyor.

Kaldı ki, Hong Kong’da 2019 yılının ikinci yarısı boyunca devam eden; bir süredir kuzeydeki komşu ülke Tayland’da mevcut darbe hükümeti başbakanı Prayut Chan-o-cha’yı istifaya ve Tay monarşisini de reforma davet eden gösteriler; güneydeki diğer komşu ülke Endonezya’da meclisten İş Yasası’nın geçmesi ve ardından devlet başkanı Joko Widodo’nun bu yasayı onaylamasının ardından başkenti Cakarta’da devam eden protestalar hiç kuşku yok ki, Malezya’da “sembolik” değere sahip sultanlar nezdinde dikkate alınan gelişmeler olsa gerek.

Bu çerçevede, yukarıda dikkat çekilen gerek iç ve gerekse bazı dış koşullar dikkate alındığında, sultanlar konseyisinin ve nihayetinde son karar mercii olarak mevcut federal sultanın aldığı kararın Malezya kamusal vicdanına yönelik bir cevap olduğunu söylemek gerekiyor.

Muhyiddin Yasin devam edebilecek mi?

Federal sultanın açıkladığı karar Muhyiddin Yasin’e göreve devam anlamı taşısa da,başbakanın görevi nasıl devam ettireceği sorunu giderek içinden çıkılmaz bir hal alıyor.

Muhyiddin Yasin açısından, hükümetin 6 Kasım’da yapılması beklenen 2021 bütçe görüşmelerine hazırlanması mı, yoksa kabineyi mevcut durumuyla devam ettirebilmek mi ikilemi önümüzdeki günlerin en önemli konusu olacaktır.

Ancak bu durum, Muhyiddin Yasin’i ve hükümeti giderek köşeye sıkıştırmaya çalışan Birleşik Malay Ulusal Organizasyonu’nun (United Malay National Organization-UMNO) siyasi hesaplarının halen gündemden düşmediğinin de işaretidir.

UMNO genel başkanı Ahmed Zahid Hamidi’nin, mevcut hükümette başbakan yardımcılığı başta olmak üzere önemli bazı bakanlıkların UMNO’ya verilmesi şartından vazgeçtiğini söylemek mümkün değil.

Bu durum, seçmenine “bakın iktidarın sayısal çokluğunu biz oluşturuyoruz ve bakanlıklarla da omurgasını teşkil ediyoruz” diyebilmenin yolu olacaktır.

Ayrıca, UMNO için normal şartlarda 2023’de yapılması beklenen 15. genel seçimlere en iyi şekilde hazırlanabilmenin yolu biraz da hükümet içerisindeki güç pastasından aldığı payla alâkalı olacaktır.  

Bununla birlikte, federal sultanın kararının gizli/açık hedefinde kabine değişikliğini isteyen UMNO ya da UMNO genel başkanı Ahmed Zahid Hamidi’nin olduğunu da biz açık seçik söylemiş olalım.

PAS manipüle ediliyor (mu?)

1 Şubat 2020 tarihinden bu yana Malezya siyasetinde yaşananlarda dikkat çekilmesi gereken bir diğer önemli husus Malezya İslam Partisi’nin (Parti Islam SeMalaysia-PAS) konumudur.

UMNO ile siyasi ittifak (muafakat) anlaşması yapmış olan PAS’ın, bakanlar kurulunun yeniden yapılandırılmasına kuşku olmayan mevcut hükümette önemli bir bakanlık alıp almayacağı sorulmaya değer bir husus.

Çünkü, özellikle 2015’den bu yana, UMNO’ya eklemlenerek siyaset yapmaya başlayan ve bu nedenle sahip olduğu kendine özgü siyasi üslup ve yaklaşımı arka plâna atan mevcut PAS yönetimin siyasi çıkarlar noktasında UMNO ile aynı koşullarda olup olmadığını test edecek ön önemli gelişme, mevcut hükümetin yeniden yapılandırılması olacak.

PAS’ın siyasi desteği olmaksızın yapılacak herhangi bir genel seçimde UMNO’nun çoğunluğu elde edebilmesi gayet zor olduğu oldukça aşikâr.

Öte yandan, UMNO genel başkanı Ahmed Zahid Hamidi’nin, mevcut Ulusal İttifak hükümetinde yukarıda dikkat çekildiği gibi bir temsiliyet kazanma yolunda ‘siyasi şantaj’ gereği olduğu ileri sürülen Enver İbrahim’e desteğinde ilk karşı çıkan çevrelerden birinin PAS olması, bu partinin gelip dayandığı yeri göstermesi açısından da önemli.

Bugün yaşanan gelişme ile federal sultan, sivil darbenin ürünü hükümetin olağanüstü hal talebini reddetmesi, ülkede siyasi krizin aşıldığı anlamına gelmiyor. Önümüzdeki günler yeni bir kabinenin oluşumuna konusunda gelişmelere konu olacaktır. Öte yandan, iktidar değişikliği sorunu ise devam edecektir.

https://guneydoguasyacalismalari.com/2020/10/25/malezyada-olaganustu-hal-talebinin-reddi-ne-anlama-geliyor-the-meaning-of-the-rejection-of-the-state-of-emergency-in-malaysia/

24 Ekim 2020 Cumartesi

Malezya’da kovid-19 gölgesinde siyaset krizi: statükocular, reformculara karşı / political crisis in Mayasia under the shadow of covid-19: Status quo vv reformists

Mehmet Özay                                                                                                                           24.10.2020

Malezya’da siyasi kriz “olağanüstü hâl ilânına” dönüşme sürecine evrilerek devam ediyor. Bu gelişme, ülkede egemen kriz süreçlerine bir yenisinin eklenmesi anlamına geliyor.

Aşağıda açıklanacak gelişmelerle ortaya konulacağı üzere, kovid-19 ileri sürülerek olağanüstü hal ilânına gidilmesinin ardından hiç kuşku yok ki, ülke siyasetinin ilgili çevrelerinin işbirliğiyle, Enver İbrahim’e başbakanlık yolunun açılmaması en önemli neden olarak dikkat çekiyor.

Olağanüstü hâl gerekçesi

26 Eylül’de Sabah Eyaleti’nde yapılan eyalet başkanlığı ve meclisi seçimlerinin ardından, kovid-19 vakalarında görülen artış mevcut darbe hükümetinin varlığını sürdürmesinin bir aracı haline getiriliyor.

Bu çerçevede, siyasi meşruiyeti sorunlu ve açık seçik bir sivil darbe hükümeti olduğu ortada olan, Muhyiddin Yasin’in başbakanlığındaki Ulusal İttifak (Perikatan Nasional-PN) kovid-19’u gerekçe göstererek olağanüstü durum ilânı için harekete geçmiş durumda.

Bu amaçla, Muhyiddin Yasin, dün yani Cuma günü öğle saatlerinde Pahang eyaleti başkenti Kuantan’daki sarayında dinlenen federal sultanla acil bir görüşme yapmasının ardından Sultanlar Konseyi’nin bugün yarın toplanması bekleniyor.

Ve görünen o ki, büyük bir sürpriz olmadıkça, sultanlar konseyinin hükümetin önerdiği olağanüstü durum kararına yeşil ışık yakacağı anlaşılıyor.

Kamuoyunda kızgınlık, WADAH’dan çağrı

Saraydan yapılan açıklamada, federal sultanın “kovid-19’la mücadelede mevcut hükümetin devamlılığının önemini anladığı” anlamına gelecek ifade, açıkçası kovid-19’un siyaset kurumuna maliyetinin meşruiyet krizi gibi oldukça ağır bir bedel olarak yansıdığını gösteriyor.

Aynı açıklamanın ikinci bölümünde ise sultanın, “kamuoyunun olan bitenler karşısında rahatsızlık ve kızgınlığının da farkında olduğuna” söylemi, gizli/açık siyaset kurumunda sorunların ötesinde, tastamam kirlenmenin halk üzerindeki etkisine işaret etmesiyle, hiç kuşku yok ki çok daha ciddi bir şekilde dikkate alınmasını gösteriyor.

Bu kızgınlığa işaret edecek şekilde, ülkenin dört bir yanındaki önde gelen sivil toplum kuruluşları 21 Şubat günü WADAH imzasıyla ortak bir bildiri yayınlamak suretiyle, siyaset kurumunda yaşanan oyunlara ve kirlenmeye dikkat çekerek temiz siyaset çağrısında bulunuyor.

Açıklamada, özellikle Sabah eyaleti seçimlerinin ardından giderek artış gösteren kovid-19’la mücadelede, gerekse mevcut gayri meşru siyasetin bu gelişme üzerinde siyaseti tıkama çabası eleştirilerek yeni bir yönetime duyulan ihtiyacı açık seçik ortaya koyuyor.

Malezya gibi toplumsal ve siyasal hiyerarşinin sivil eylemleri görece gölgelediği bir toplumda, ilgili sivil toplum kuruluşlarının bu çıkışı oldukça anlamlı. Sivil toplum kuruluşlarının bu çıkışı,  yukarıda saraydan yapılan açıklamada da dikkat çekildiği üzere, “halkta rahatsızlık ve kızgınlığın” açık seçik ortada konulması anlamı taşıyor.

Söz konusu açıklamada, kovid-19’dan öte, ülkenin uzunca bir süredir ihtiyaç duyduğu reformları yapabilecek bir yeni liderin ve hükümetin görev başına getirilmesine vurgu yapılıyor.

Bu talebin temel dayanak noktasını da, 24 Şubat 2020’de yapılan sivil darbenin siyaset kurumundaki ahlâki krizi ve halkın demokratik hakkının gaspı oluşturuyor.

Söz konusu darbenin hedefindeki birincil isim olan Enver İbrahim’in başbakanlığının ve reformcu söylemle 2018 seçimlerini kazanan Umut Koalisyonu hükümetinin veya yeni bir oluşumun iş başına gelmesi açıkça talep ediliyor.

Siyasal ‘etik’, kamusal ‘ahlâk’

1 Mart 2020’deki sivil darbenin ardından, federal sultan tarafından başbakan olarak atanan Muhyiddin Yasin’in, bugüne kadar federal mecliste güvenoyu konusunda girişimde bulunmadığını defaatle dile getirdik.

Bu süreçte özellikle, kovid-19’un bahane olarak öne sürülmesinin, geçen hafta içinde gündeme gelen olağanüstü hâl ile meşruiyet sorunu devam eden hükümeti varlığını sürdürmenin yeni bir yolu olarak değerlendiriliyor.

Siyaset kurumunda yaşanan bu sürecin, çok etnikli çok kültürlü toplumda olumlu bir karşılık bulmasını beklemek ise mümkün gözükmüyor.

Hele hele, kovid-19’u bu sürece malzeme yapmaya çalışmak ise, siyasi etikle bağdaşmayan aksine siyaset kurumuna güvenin giderek yıprandığı bir durumun oluşmasına yol açıyor.

Güney Kore, Japonya ve Yeni Zelanda gibi bölge ülkelerinde kovid-19’a rağmen, bu ülkelerdeki siyaset kurumları sağlıklı bir şekilde izler ve yapısal sürekliliği ortaya koyarken, Malezya’da siyasi kurumu ve yapılaşması kapalı kapılar ardında çıkar ilişkileriyle şekillenmeye çalışılıyor.

Üstüne üstlük bir eyalet seçiminde kovid-19’la yeterli tedbirleri alamamış bir hükümetin, halen görevde kalmanın bir yolu olarak kovid-19’u göstermesinin inandırıcılığı da bulunmuyor.

Statükocular, reformculara karşı

24 Şubat 2020’de yaşanan sivil darbeden bu yana, siyasal kriz ortamının devam etmesi ve bu süreçte yaşanan istifalar, yeni partilerin ortaya çıkması, irili ufaklı seçimler ülkede siyaset kurumunun istikrarlı ve güven verir bir süreçte olmadığına işaret ediyor.

2018 Mayıs’ındaki seçimler öncesinde ülkede reform çağrısıyla Umut Koalisyonu’na katılan Dr. Mahathir Muhammed’, son bir kaç aydır sessizliğinin ardından yeniden gündeme gelmesi yaşanan siyasi kaosun aktörlerinden biri olduğuna işaret ediyor.

Dr. Mahathir, 2018 seçimleri öncesi reformlar konusunda hemfikir olduğunu açıkladığı Umut Koalisyonu çizgisinden ayrıldığını açıkça ortaya koyuyor. Bu çerçevede, UMNO üyesi olduğu dönemde rakibi olarak gösterilen Tengku Razaleigh Hamzah ile işbirliği yaparak Enver İbrahim’in başbakanlığı engellemeye çalıştığı yönündeki ifadelerin gerçek dışı olduğu söylenemez.

Öyle ki, Enver İbrahim’in federal sultan’la görüşmesinden sadece birkaç saat sonraTengku Razaleigh Hamzah’ın sultanla görüşmesi, bu konuda kuşkuları ortadan kaldıran en büyük delil olarak ortada duruyor.

Dr. Mahathir’in son dört yıllık siyasetini şu şekilde özetlemek mümkün: 2016-2018 sürecinde kurduğu yeni parti Yerli Birlik Partisi’nden (Parti Pribumi Bersatu Malaysia-Bersatu) ile siyasi yaşama katılan ve ardından o dönem iktidardaki Birleşik Malay Ulusal organizasyonu’nun (United Malay National Organization-UMNO) yolsuzluklarına ve kötü yönetimine sön vermek amacıyla, Enver İbrahim’in başını çektiği Umut Koalisyonu ile ittifak kuran Mahathir Muhammed, bugün gizli saklı eski mensubu olduğu UMNO içerisinde çeşitli çevrelerle işbirliğiyle Enver İbrahim’in başbakanlığına set çekmeye çalışıyor.

Yani, Dr. Mahathir’in Enver İbrahim’le olan ilişkisinde 1998’deki siyasi duruşunu devam ettirdiğini söylemek mümkün.

Enver İbrahim, 23 Eylül’de federal mecliste çoğunluğu elde ettiğini açıkladığı gün kaleme aldığımız yazının başlığını, “Malezya’da Enver İbrahim yeni hükümeti kurabilir mi?” şeklinde atmıştık.

Bu başlıkta temel vurgu hiç kuşku yok ki, “soru işaretinin” anlamını çıkarmakla ilintiliydi. Ülke siyasetinde bomba etkisi yapan bu gelişmenin ardından federal sultan Abdullah Ri’ayatuddin, önce sağlık gerekçesi ile randevuya gecikmeli cevap verirken, ardından Enver İbrahim’e destek veren partilerin başkanlarıyla görüşmeyi kovid-19 tedbirleri bahanesiyle de ertelemişti. Ve nihayetinde bu görüşmeler de yapılmadı...

Piyon mu aktör mü?

Bu süreçte en kritik karar alıcılardan birinin, UMNO’ genel başkanlığını yürüten Ahmed Zahid Hamidi olduğunu söylemek mümkün... Bu noktada, Dr. Mahathir’in ‘mahir’ tutumunun ötesinde nedenler aramak gerekir.

Ahmed Zahid, Enver İbrahim’in 23 Eylül’de açıklamasının ardından UMNO içinden bazı milletvekillerinin Enver İbrahim’i desteklemesinin önünde durmayacağını açıklamıştı.

Enver İbrahim’in büyük bir güvenle, 222 sandalyeli federal mecliste 120 milletvekilinin desteğini aldığını ilân etmesi ve federal sultanın kendisiyle görüşmesi, Enver İbrahim’i başbakanlığa taşıyacak önemli teknik gelişmelerdi.

Peki Ahmed Zahid nasıl bir rol oynadı sorusuna nasıl cevap vermeli?

Ahmed Zahid Hamidi, 24 Şubat gelişmesinden bu yana destek verdiği Muhyiddin Yasin hükümetinde UMNO’nun başta başbakan yardımcılığı olmak üzere bazı önemli mevkileri alma konusunda Enver İbrahim’e desteğini “siyasi şantaj” olarak kullandığı görüşünden, 2019 yılında UMNO ile siyasi ittifak kararı alan Malezya İslam Partisi’nin (PAS) “bizden habersiz Enver’i nasıl desteklersiniz” sorgulamasına, ardından Malay korumacılığına ve çıkarcılığına dayalı siyasetin arka plânındaki devlet üzerinden “sermaye” sahipliğine erişmiş olanların baskılarına kadar çeşitli siyasi ve ekonomik motivlerle Enver İbrahim’e desteğini çekmiş olabilir.   

Mevcut başbakan Muhyiddin Yasin’in istifa etmemesi, ardından dün federal sultanla görüşmesi de Enver İbrahim’in başbakanlığını haklı kılacak meclis çoğunluğuna sahip olmadığını ortaya koyuyor.

Aradan geçen çok kısa sürede, başta Muhyiddin Yasin olmak üzere Enver İbrahim karşıtlarının gizli/açık ittifaklarıyla harekete geçmesinin sonucu bugün ülke genelinde “olağanüstü hâl ilânına” neden olması açıkçası şaşırtıcı da değil.

Bu gelişmeler, uzunca bir süredir dile getirdiğimiz üzere Malezya siyasetinde siyasi etiğe ne kadar çok ihtiyaç olduğunu bir kez daha açıkça ortaya koymaktadır.

https://guneydoguasyacalismalari.com/2020/10/24/malezyada-kovid-19-golgesinde-siyaset-krizi-statukocular-reformculara-karsi-political-crisis-in-mayasia-under-the-shadow-of-covid-19-status-quo-vv-reformists/

22 Ekim 2020 Perşembe

Adem Efe Hoca ahirete irtihal etti.

Mehmet Özay                                                                                                                           22.10.2020

Kıymetli Adem Efe Hoca’mızın koronavirüse yakalanması sonucu hayatını kaybettiğini öğrendim. Hocamıza Allah’tan gani gani rahmet diliyorum.

Bu vesileyle Hoca’ya tanışıklığımı, süreçte kendisinden gördüğüm desteği, candan kişiliğine dair birşeyler söylemek istiyorum.

Adem Hoca’yla tanışmamız 2013 yılında Açe’de olmuştu. Ramazan ayının eda edildiği dönemde, diğer üç kıymetli öğretim üyesiyle birlikte Kuala Lumpur’dan Açe’ye gelmişlerdi. Bir vesile ile bana ulaşıp görüşmek istediklerini söylemişlerdi. Bunun üzerine, bir teravih namazı sonrasına Banda Açe’de Simpang Lima’da bir kahvehane’de buluşmuş ve tanışmıştık.

Uzun bir Açe sohbetinin bugüne kadar süren bir tür dostluğa evrildiğini söylemeliyim. Adem Hoca’nın diğer akademisyen dostlarıyla birlikte Açe’ye gelmelerinin nedeni, bu güzel beldeyi görmek, özellikle bazı yetimlere ulaşıp karınca kararınca gönüllerini almak ve bu insanları tanımaktı. Öyle de oldu...

Niyetlerine uygun olarak hem yetimleri buldular, hem temiz, güzel insanları tanıma fırsatı buldular. Bunun ötesinde, akademisyenliğin bir koşulu olarak Banda Açe’ye kadar gelmişken, üniversiteden birkaç hocayla da tanışmak nasip oldu.

Adem Hoca ve dostları bir Pazar sabahı Kuala Lumpur’a dönmeden çok kısa bir süre önce, Şah Kuala Üniversitesi rektörü ile Sultan Otel’in lobisinde buluşmuş ve görüşme güzel bir sohbete konu olmuştu. Bunun ötesinde, bu kısa görüşmede Adem Hoca’nın da görev yaptığı üniversite ile bir karşılıklı akademik işbirliği anlaşması konusu da gündeme gelmişti.

Bu ilk görüşmenin ardından, Adem Hoca’yla kısa bir süre sonra Kuala Lumpur’da birkaç kez görüştük. Birkaç aylığına bulundukları Kuala Lumpur’da, Selangor-Negeri Sembilan sınırındaki Nilai’den kalkıp, şehrin öte ucundaki Gombak’da üniversite kampüsüne kadar gelmiş ve orada uzun uzun sohbet etmiştik.

Görüşmemiz tabii ki, akademik konular, Malezya toplumu, Malay Müslümanları vb. konularda olmuş ve şahsen oldukça memnun olmuştum. Adem Hoca’yla bazı akademik çalışmalar yapma hususunda anlaşmıştık. Bunda, özellikle onun bölgeye ilgisinin kayda değer rol oynadığını söylemeliyim.

Adem Hoca ve dostları birkaç ay kaldıkları Kuala Lumpur’dan Türkiye’ye dönmüşlerdi. Ancak iletişimimiz devam ediyordu. Bu tanışıklığın ilk semeresi bir akademik makale oldu. Adem Hoca, bir konferans vesilesiyle, Malezya’nın başını çektiği Helâl Gıda konusunda bir makale yazma önerisinde bulundu. Seve seve kabul ettim.

Nihayetinde her gün kütüphaneye gitme imkânım olduğundan, yapılması gereken sadece zaman ayırıp bu konuda öne çıkan görüşleri ortaya koyan eserleri ele almak oldu. Bu ham malzemeye, Adem Hoca’nın Din Sosyolojisi alanındaki görüş ve yaklaşımlarının da biraraya getirilmesiyle metni tamamlamak nasip oldu.

Ardından, uzunca bir süre tamamlanmayı bekleyen bir çalışma konusunda Adem Hoca’yla görüş alış verişinde bulundum. Yine, Din Sosyolojisi alanında kabul edilebilecek bir çalışmaya katkısın rica ettim. Osmanlıca gazetelerden Basiret’te, Açe Savaşı’nı konu alan haberlerle ilgili çalışmada, özellikle gazetinin sahibi Ali Efendi hakkında bilgiye ulaşmanın benim açımdan zor olduğu bir dönemde, Adem Hoca’dan böylesi bir katkı oldukça anlamlıydı.

Bir dergi makalesi olarak düşündüğüm çalışmanın yayını konusunda, Adem Hoca’yla istişare etmiş ve önerisi sonunda Yeni Türkiye dergisine göndermiştik. Merhum Hasan Celal Güzel Bey, bu çalışmanın makale olarak değil de bir kitap olarak yayınlanmasının iyi olacağını Adem Hoca’yla paylaşması çalışmanın bir başka aşamaya taşınacağına işaretti ve öyle de oldu.

Çalışma yeniden bana dönmüş ve bazı eklemeler yapmaya başlamıştım. Süreçte metin üzerindeki çalışmalar sürerken, kıymetli Ekrem Saltık Bey’in de katksıyla birlikte eser nihayete ermişti. Ancak eseri kim yayınlayacaktı sorusu hala ortadaydı. Hasan Celal Bey vefat etmişti...  

Bu bekleme sürecinde kader beni yeniden İstanbul’a döndürmüş ve bir üniversitede çalışmaya başlamıştım. Yayınlanacak eserlerde önceliği verdiğim Basiret çalışması yeniden gündemdeydi.

Tabii aradan geçen süre zarfında Adem Hoca’yla telefonlaştığımız sıralarda eserin akibeti sürekli gündeme geliyordu. Adem Hoca da, eserin yayınlanması konusunda oldukça istekliydi.

Nihayet eser 2018 yılında İbn Haldun Üniversitesi yayınevi tarafından yayınlandı. Bu vesileyle üniversite yayınevi müdürü Savaş Tali Bey’in önerisi ve katkılarıyla kitap tanıtımı için Adem Hoca’yı İstanbul’a davet ettik. Sağ olsun, Isparta’dan kalktı geldi. Alçak gönüllüce, güzel bir tanıtım programında Basiretçi Ali Efendi hakkında bilgilendirici, doyurucu bir sunum yaptı.

Adem Hoca’yla ara sıra arayıp konuşuyorduk. Özellikle, akademik gelişmelerden kendisini haberdar ediyordum. Sağ olsun sürekli ilgi gösteriyor, meraklı dinliyor ve yardımcı oluyordu. Yine böylesi bir nedenle kendisine ulaşmaya çalıştım. Bir önceki haberleşmemizde, mesaj göndermiştim. Hemen arayıp, “Niye mesaj gönderiyorsun. Ara konuşalım” diyerek samimi tavrını bir kez daha ortaya koymuştu.

1 Ekim’de mesaj gönderip, aramak istediğimi söylemiştim. Cevap gelmedi. Şaşırdım... Çünkü Hoca hemen arardı. Mesajın alınmadığını fark ettim. İşkillenmedim değil. Ertesi gün, bu sefer telefonunu çaldırdım. Yine cevap yok... Görev yaptığı üniversiteyi aradım. Açan olmadı. Nihayet aynı üniversitede görev yapan bir diğer kıymetli Hocamızı arayıp Adem Hoca’ya ulaşamadığımı söyledim. Hastahanede olduğunu o zaman öğrendim. Dua etmeyi unutmadan geçen günlerde olumlu gelişme olur ümidiyle bekledim. Ancak, dün Hoca’nın vefat haberini aldım. 

2013 yılında Açe’de başlayan tanışıklığımız, 2018 yılında İstanbul’da bir yayın vesilesiyle son buluşmamıza vesile olmuştu.

Candan, samimi, çalışkan kişiliği ile bir abi gibi gördüğüm Adem Hocamıza Allah’tan gani gani rahmet diliyorum. Mekânı cennet olsun.

https://guneydoguasyacalismalari.com/2020/10/22/adem-efe-hoca-ahirete-intikal-etti/

20 Ekim 2020 Salı

Tayland’da artan siyasi değişim talebi / Increasing the demand for a political change and in Thailand

Mehmet Özay                                                                                                                            20.10.2020

Darbeler ülkesi Tayland’da iktidardaki darbeci hükümete yönelik tepkiler sürüyor. Göstericilerin hedefinde darbeci başbakan Prayut Chan-o-cha ve monarşi yer alıyor.

Başbakan Prayut, istifa çağrılarına olumsuz cevap verirken, toplantı yasağına rağmen gösterilerin devam etmesi karşısında, toplanma yasağı sonrasında, bazı yayın organlarına gösterilerle ilgili yayın yasağı getirildi. 

Ülkede demokratikleşme talebiyle gündeme gelen gençler meydanları doldurmaya devam ediyor. Gösterileri orgazine eden liderlerin göz altına alınmasına rağmen, eylemlerin lidersiz devam etmesi yeni bir toplumsal tepki biçimi olarak değerlendirmek gerekiyor.

Yakın geçmişte kırmızı tişörtlüler ile sarı tişörtlülerin gösterilerine tanık olunan ve kanlı şekide bastırılar gösterilerin yerine, son üç aydır demokrasi talebiyle meydanları dolduran genç nesil ile  yeni bir muhalefet oluşumunun ortaya çıktığı görülüyor.

Prayut hükümeti henüz orduyu göreve çağırmasa da, gelişmeler dikkate alındığında, parlamentonun sıkıyönetim ilân etmesi olasılıklar arasında bulunuyor. Gösterilerin hedefindeki bir diğer isim olan nonarşi kurumundan ise şu ana kadar kamuoyuna bir açıklama yapılmış değil.

Başbakan Yingluck Shinawatra’ya 2014 darbesi

2014 yılındaki darbenin ardından ülkeyi darbe hükümetiyle yöneten general Prayut ancak 2019 yılında seçimlere yeşil ışık yaktı. Bu süre zarfında, darbe anayasasını meclisten geçiren Prayut hükümeti demokrasi karşıtı bir sistem oluşturmasıyla eleştirilere hedef olmuştu.

2001 yılından bu yana darbe dönemleri hariç ülkeyi yöneten Shinawatra ailesine mensub yurt dışında bulunan iki sabık başbakan Thaksin Shinawatra ve Yingluck Shinawatra ise haklarında açılan davalar nedeniyle ülkeye dönemiyorlar.

Bu gelişmelerin sonucu olarak darbeci general Prayut’un kurduğu Palang Pracharat partisi hükümeti kurma şansı yakalasa da, Tay kamuoyu bu gelişmelerden memnun olmadığını açıkça ortaya koyuyor.

Darbe sonrası düzenlemeleri kendi lehine kullanan Prayut’un başında bulunduğu Palang Pracharat partisinin seçimleri kazanması, ülkede demokratikleşmenin önündeki en büyük engel kabul ediliyor.

Demokrasi çağrışı ve monarşide reform

Öğrencilerin başını çektiği gösterilerde iki temel hedef bulunuyor. İlki ülkede demokratikleşme süreçlerini askıya alan Prayut hükümeti ikincisi ise, monarşide reforma gidilmesi.

Ülkede siyasal rejimin temellerine bakıldığında monarşi, ordu ve Bangkok eliti ilişkisinin temel hedef olarak alındığını söylemek gerekiyor.

2000’li yıllarda ülke gündemini oluşturan ve uluslararası medyada yankı Thaksin yanlısı kırmızı tişörtlüler ile monarşi yanlısı sarı tişörtlülerin oluşturduğu iki siyasal grubun, en azından şu ana kadarki gelişmeler çerçevesinde gösterilerde yer almaması dikkat çekiyor.

Bununla birlikte, öğrenci kitlelerinin gösterilerde ağırlığı oluşturması ve lidersiz olarak gösterilerin devam etmesi, yeni bir toplumsal tepki biçiminin geliştiğini ortaya koyuyor.

Bu durum, 2006 ve 2014 yıllarında darbeye maruz kalan Shinawatra ailesine mensup iki başbakanın özellikle, ülkenin kuzeyindeki toplumsal tabanının öncülüğü yerine akla, geçen Şubat ayında yasaklanan Yeni Gelecek Partisi (Future Forward Party) destekçileri olduğunu hatırlatmak gerekiyor.

Shinawatra dönemi

O dönem ülkenin medya zengini kabul edilen Thaksin Shinawatra’nın ilk başbakanlık dönemi 2001 yılı Ocak ayında başbakanlık koltuğuna oturmasıyla başlaması, ülkede yeni bir döneme girildiğine ortaya koyuyordu.

Thaksin’in 2005 seçimlerini de kazanmasının ardından, 2006 yılında ‘Demokrasi için Halk İttifakı’ adı verilen grubun Thaksin’in istifaya zorlaması ve ardından darbeyle yerinden edilmesi, ülkede geçiş hükümetini iş başına getirdi.

Thaksin’in kızkardeşi Yingluck’un başında bulunduğu Pheu Thai Partisi’nin 2011 yılındaki seçimleri kazanması, darbeci sistemin toplumun önemli bir bölümü tarafından kabul edilmediğinin kanıtıydı.

Yincluck Shinawatra hükümeti, sivil demokrasiyi egemen kılma adına başbakan bazı reform girişimlerinde bulunurken, bu gelişme yukarıda dikkat çekilen köklü kurumlarda uyandırdığı rahatsızlık sonucu gizli/açık darbe gerçekleştirildi.

Bu süreçte, ordu ve Bangkok eliti, hakkında açılan davalar nedeniyle 2008 yılında ülkeyi terk eden Thaksin’in perde arkasından ülkeyi yönettiğini ileri sürerek, 2014 yılında bu sefer başbakan Yingluck Shinawatra’yı istifaya zorladı.

Kendilerini, ‘Halkın Demokratik Reform Komitesi’ olarak adlandıran bir grubun başbakanlık binasını basmasının ardından, Yingluck seçimlere gidilmesi şartıyla görevinden istifa etmişti. Ancak seçimler yerine, general Prayut Chan-o-cha’nın darbesi ve ardından beş yıl süren darbe hükümeti göreve geldi.

2006 ve 2014 darbelerindeki benzerlik, önce ortaya sivil bir grubun çıkması ve ardından ordunun darbe yapması şeklinde gerçekleşmesi, ordunun doğrudan sivil yönetime müdahale etmeyip, monarşi ve darbe yanlısı sivilleri harekete geçirmesi şeklinde gerçekleşti.  

Ülkede geniş halk kesimlerinin Thaksin’in liderliğini yaptığı demokrasi yanlısı ile monarşi ve Bangkok elitini desteleyen çevrelerin oluşturuğu iki temel bloğa ayrılması 2000’li yılların ortalarından itibaren ülkede zaman zaman ortaya çıkan gösterilere neden oldu.

Yeni muhalefet kimliği

Bugün gelinen noktada ise, farklı bir toplumsal kesimin ve yeni bir muhalefet biçiminin ortaya çıktığı görülüyor.

Öyle ki, ülke gündemini meşgul eden gösterilerde toplumsal kitle, sadece güçlü bir darbe geleneğine sahip ülkede orduyu hedef almıyor.

Bunun ötesinde, bu yapının ardındaki siyaset dışı alanla da bağlantılı olarak, bir tür kutsallığı içinde barındıran Tay Krallık makamında reform çağrısında bulunması hiç kuşku yok ki, önemli bir gelişme olarak değerlendirilmelidir.

Ülkenin modern tarihinin başlangıcı kabul edilebilecek olan 1932 yılındaki reform çağrısı ile karşılaştırılabilir yönleri olduğunu söylemek mümkün. O dönem çağrıyı yapan çevreler arasında ordunun da olmasına karşın, bugün öğrenciler başta olmak üzere geniş toplum kesimlerinin varlığı, Tay toplumunda dönüşen sosyal yapının ve farklılaşan taleplere de ışık tutuyor.

Yincluk Shinawatra geçen gün yaptığı açıklamada altı yıl önce olanlara gönderme yaparak, kendisini istifaya zorlayan çevrelerin bugün benzer bir süreçle karşı karşıya kaldıklarına dikkat çekerek, darbeci general Prayut’un dolaylı olarak istifaya davet etti.

Göstericiler taleplerinde kararlı olduklarını ortaya koyarken, Başbakan Prayut’un gösteriler karşısında şu ana kadar toplantı ve gösteri yasağı ile medya organlarını hedef alan kararları ile gelişmeleri kontrol etmeye çalışıyor.

Ancak Prayut, daha önce yaptığı açıklamalarda sıkıyönetim ilân edebileceğini söylemesi, ülkede durumun gergin olduğunu ortaya koyuyor. Mevcut hükümetin böylesi bir karar alması, ülke genelinde daha geniş gösterilern meydana gelmesine yol açabilir.

https://guneydoguasyacalismalari.com/2020/10/20/taylandda-artan-siyasi-degisim-talebi-increasing-the-demand-for-a-political-change-and-in-thailand/