31 Ekim 2021 Pazar

G-20 Zirvesi ve küresel sorunlarla mücadele / G-20 Summit and tackling global problems

Mehmet Özay                                                                                                                            31.10.2021

Dünyanın en büyük ilk yirmi ekonomisini içinde barındıran G-20 adı verilen ülkeler, dün İtalya’nın başkenti Roma’da bir araya geldi.

Zirvenin gündem maddelerinin başında iklim değişikliği gelse de, uluslararası şirketlerle ilgili vergi düzenlemeleri, dijital dönüşüm gibi konular önceliğin gelişmiş ülkelerin temel ve öncelikli sorunlarına ayrılmış intibaı veriyor.

Bununla birlikte, bu küresel toplantının ‘zirve’ niteliğini sorgulatacak gelişme ise, bazı önemli gelişmiş ülke devlet ve hükümet başkanlarının toplantıya iştirak etmemesi oldu.

2019 yılında dünya gündemine oturan ve bugüne kadar etkisini sürdüren kovid-19 nedeniyle, iki yıl arasından sonra ilk defa biraraya gelen liderlerin, küresel sorunları yüz yüze konuşma fırsatı buldukları söylenebilir. Ancak ‘lidersiz’ temsiliyetin ortak sorunlar ve çözüm yollarına erişme noktasında nasıl bir katkı sağlayacağı da, kendi başına bir sorun teşkil etmediği söylenemez.

Kovid-19 başarısız tecrübesi

Küresel sorunların dönem dönem farklılaştığı hatırlanacak olursa, günümüzde nelerin sorun teşkil ettiğine göz atmak gerektiğinde, ilk sırada hiç kuşku yok ki, kovid-19’la mücadelenin geldiği görülür. Bu sorun bile tek başına, var olan ve çözüm bekleyen sorunun salt, G-20 adıyla anılan ülkelerin değil, tüm devletlerin ve toplumların sorunu olduğuna işaret ediyor.

Kovid-19’un başlangıcı, 2019 yılı Ocak ayı kabul edilirse, neredeyse iki yıla varan insanlık alemini meşgul eden ve diğer doğal afetleri şimdilik geride bıraktığı görülen ve bu anlamda yüzyılın sorunu olarak kabul edilebilecek kovid-19 sınavını, gelişmiş ülkelerin başarıyla verdiğini söylemek mümkün değil.

Süreçte kovid-19’la ilgili yazılarımızda olan bitene dair kafi derece ışık tutmaya çalıştık. Özet olarak söylemek gerekirse, kalkınmış bir başka deyişle zengin ülkeler ile kalkınmamış veya kalkınma aşamalarının farklı safhalarındaki ülkelerin, kovid-19’la mücadelede kasıtlı ve bilinçli bir ayrışmaya konu olmalarına tanık olundu.

Özellikle, sürecin aşı üretimi ve dağıtımı gibi salgınla mücadelede belirleyici olduğu noktada, Batılı ülkelerin mensup oldukları siyasal ve ekonomik sistemin değerleriyle hareket etmek suretiyle, küresel sağlık sorunu üzerinden siyasal ve ekonomik kazanımlar peşinde koştukları ortaya çıktı.  

Aradan geçen süreye rağmen, dünkü toplantılarda gündeme geldiği üzere dünya nüfusunun yüzde 40’ının bu yılsonuna kadar aşılanması temennisi ve bu yönde işbirliği teşviki açıkçası başarıyla katedilemeyen bir sürecin olduğunu gösteriyor. Bu başarısızlığın üzerinde durmadan, bu hedefe nasıl ulaşılabileceğini söylemek ise gayet zor.

G-20 üyesi olmamakla birlikte Roma zirvesine davet edilen Singapur başbakanı Lee Hsien Lhoong yaptığı açıklamada, “şu anki küresel sistem kamu sağlığını büyük ölçüde destekleyememekte ve gerekli adımları atacak ortak çaba sergileyememektedir.

Bunun yerine güvenilir ve kapsayıcı küresel bir sağlık yönetimine ihtiyacımız var.” anlamına gelen ifadesi, aşağıda modern ulus-devletler ve bağlı bulundukları siyasal ve ekonomik temellerin bizatihi sorun teşkil etmesi noktasında gayet dikkat çekicidir.

İklim değişikliği sorununun paylaşımı

Ancak bugün, kovid-19’la mücadelenin yerini, sürecin iklim değişikliğinin almış olması ve sözde işbirliği söylemlerinin bunun üzerinden yürütülmeye çalışması ise, iklim kelimesinin ilk akla getirdiği bir neden olarak, ortada bir doğa felâketinden değil, aksine insan eliyle kasıtlı ve bilinçli olarak üretilen bir sorundan bahsettiğimizin farkına varmak gerekiyor.

Bunun yanı sıra, bugün tüm insanlığı etkilediği ortada olan iklim değişikliği sorununun, tüm insanlık toplumu veya tüm ülkelerin ortak katkısıyla üretildiği gibi bir yanlış anlama da doğrudan kendini ortaya koymaktadır. Aslında olan biten bu değildir!

İklim değişikliğinin bir sonuç olduğu, bu sonucu ortaya çıkaran nedenler olduğu ‘bilimsel’ yaklaşımından hareketle, nedenlerin kimler ve hangi gerekçelerle oluşturulduğu ve üretildiğinin es geçilemeyecek bir öneme sahip olduğu görülmelidir.

Genelleştirerek söylemek gerekirse, maddi kalkınmayı kendinde bir anlam yükü olarak kabul eden ve bu anlamda söz konusu bu kalkınmayı da içerecek şekilde kökenlerini modernitede bulan Batılı ülkeler, yeryüzünün sınırlı kaynaklarını sınırsız isteklerini tatmini seçmelerinin doğurduğu bir durumla karşı karşıyayız.

G-20 açılış konuşmasında İtalyan başbakanı Mario Draghi’nin, “artık tek başına mücadele bir seçenek” değil, anlamına gelen ifadelerinin ardındaki gerçeği görmek gerekmektedir.

O da, Batılı ülkeler ortaya koydukları politik-ekonomi ile kaynakların kullanımında tek egemen iken ve tüm dünyayı sözde yönetme becerisine sahipken, bugün sorunların devasa nitelikler kazanmasının ardından gelinen noktada, çözümün sadece egemen Batı tarafından oluşturulamayacağına atıf yapılıyor.

Talep edilen husus, egemenlerin kontrolüne, yukarıdan aşağıya hiyerarşik bir dünya yönetimi değil, aksine çoklu ilişkiler sistemine ve işbirliğine imkân tanıyan yeni bir sistemin var edilmesidir.  Ancak burada gayet çatışkılı bir durumun varlığına dikkat çekmekte yarar var.

Sorunun kökeninde ve bu sorunu ortaya koyan güçler noktasında sorumluluk taşıması beklenen yapının yerine; bu yapının eleştirilmesi ve yerine bugüne kadarki sistemin dışında ve ötesinde anlamlı bir yapı kazandırmak gerekirken, sanki ortaya çıkan sorunun çözümünde egemenlerin düzenini sürdürmeye yönelik yardım ve katkı beklentisi kendini ortaya koyuyor.

Bunun günümüz şartlarında diyelim ki, iklim değişikliği konusunda ne gibi bir çözüm üretebileceği ise gayet sorunludur.

İklim sorununun ardındaki gerçek

Ortada doğal ve kendinde bir iklim sorunu yok ise, bu sorunu ortaya çıkaran unsurlar nelerdir diye sorduğumuzda karşımıza bambaşka bir tablo çıkıyor. Adına gelişmiş denilen veya popüler kullanımı dikkate alarak ve derdi daha iyi ifade etmeye yarayacak şekilde ‘modern ulus-devletler’ olduğu görülür.

Burada yine yanıltıcı bir şekilde, 20. yüzyıl ikinci yarısından itibaren bağımsızlıklarını kazanmış ve siyasal, ekonomik ve hatta eğitim ve kültürel bağlamlarıyla eski sömürgeci yapılara eklemlenmekten başka çözümü olmayan ulus-devletleri, sorumluluk zincirinin ön saflarına yerleştirmek haksızlık ve adaletsizlik olacaktır.

Aksine, bugün adına iklim sorunu denilen olgunun ortaya çıkmasının, Batılı ulus-devletler ve bu yapının dayandığı politik-ekonomiyi kendine model alan ikincil ulus-devletler diyebileceğimiz ve ulaştıkları kalkınma modernleşmesinde kat ettikleri mesafelerle birincilere gizli/açık meydan okuma yarışına giren devletleri görmek gerekmektedir.

G-20 zirvesinin öncelikleri ile küresel toplumun büyük kesimini oluşturan geri kalmış ve gelişmekte olan ülkelerin öncelikleri arasında gayet açık uçurumlar var.

Kovid-19 sorunu çerçevesinde son iki yılda yaşanan gelişmeler, bunun en iyi kanıtı olarak önümüzde duruyor. G-20 zirvesine konu olarak seçilen hususların nedenleri ve sonuçları dikkatle irdelenmeden, çözüm olarak sunulacak yaklaşımların tüm küresel toplumun sorunlarına çare olabileceğini düşünmek güç gözüküyor.

https://guneydoguasyacalismalari.com/2021/10/31/g-20-zirvesi-ve-kuresel-sorunlarla-mucadele-g-20-summit-and-tackling-global-problems/

30 Ekim 2021 Cumartesi

ASEAN Zirvesi, Myanmar ve bölgesel istikrar arayışı / ASEAN Summit, Myanmar and the quest for regional stability

Mehmet Özay                                                                                                                            30.10.2021

Bruney Sultanlığı’nın dönem başkanlığını yaptığı ve 26-28 Ekim günleri arasında sanal ortamda gerçekleştirilen 39. ASEAN zirvesi sona erdi.

Zirve, Myanmar’ın davet edilip edilmemesi tartışmalarıyla günde olurken, ABD, Çin, Japonya, Avustralya, Kanada gibi ülke yöneticilerin de iştirakıyla bölgenin bir kez daha küresel gündemde yer aldığını ortaya koydu.

ASEAN dönem başkanlığını yürüten Bruney’de Hasan Bolkiah yaptığı açıklamada, Çin ve Avustralya ile kapsamlı stratejik işbirliği bağlarının derinleştirilmesi konusunda hem fikir olunduğunu açıklaması, Aukus nedeniyle yaşanan gerginliği gidermeye yönelik bir adım olarak görmek gerekir.

Zirve çerçevesinde toplantıların sanal yapılmasına da neden olan ve bölgede hâlâ çeşitli boyutlarda etkisini sürdüren kovid-19 ile mücadele ve sonrasına dair görüş alış verişleri, ticaret ve bölgesel güvenlik konuları gündemde yer aldı.

Myanmar’sız zirve

Zirve vesilesiyle öne çıkan konu hiç kuşku yok ki Myanmar oldu.

Öte yandan, zirveye davet edilmeyen Myanmar’da dün, devrik iktidar Ulusal Demokrasi Birliği partisinin (National League for Democracy-NLD) lideri Suu Kyi’nin yardımcısı Win Htein’e 20 yıllık hapis cezası kararı verildiği haberi şok etkisi yarattı.

Çeşitli düzeylerde toplantıların içeriğinden ziyade zirve, Myanmar’ın cuntacı devlet başkanının davet edilmemesi kararıyla tarihe geçmiş oldu.

Cunta lideri general Min Augn Hlaing’ın ASEAN zirvesine davet edilmemesini, Myanmar’ın Birlik’ten kopuşu olarak yorumlamak yanlış olacaktır.

Bu noktada, zirveye ev sahipliği yapan Bruney Sultanı Hasan Bolkiah, son gün yaptığı açıklamada, Myanmar’ın ASEAN’ın bir parçası Myanmar’ın üyeliğine dair bir sorgulamanın söz konusu olmadığı konusundaki vurgu yabana atılmamalıdır.

Her ne kadar, zirve sona erse de, çeşitli süreçlerle Myanmar-ASEAN etkileşimi devam edecektir. Bunun nasıl işleyeceğini yakından görmüş olacağız…

ASEAN’da duyarlılıklar

Myanmar’da cunta lideri general Min Augn Hlaing’ın zirveye davet edilmemesinin ardında, ABD ve AB’nin etkisi olduğu söyleminde haklılık payı olabilir. Hatta, bölge siyasetinde Çin karşısında rekabet içerisinde oldukları dikkate alınacak olursa, böylesi bir gelişmeyi doğru okumakta yarar var.

Bu noktada, ASEAN yönetiminin bir yandan ABD’nin bölgede etkin varlığını gizli/açık talep eden yaklaşımı öte yandan Myanmar’ın davetiyle ABD Başkanı Joe Biden’ın zirveye iştirak etmeme seçenekleri arasında hassas bir denge bulmaya çalıştığını unutmamak gerekir.

Ancak bu durum, Myanmar’da demokratikleşme sürecinin daha erken safhalarında olduğu kabul edilen ve ASEAN için tüm bölgenin siyasal birlik ve ekonomik kalkınması sürecinde gayet önemli bir ülkede olan bitenler karşısında, ASEAN liderlerinin sessiz kalacağını düşünmek mümkün değil.

Bu noktada, ASEAN’ın kendi iç dinamikleri ve mekanizmalarıyla Myanmar’daki gelişmeleri ülkenin ve bölgenin istikrar ve refahı adına hâl yoluna koyma konusunda girişimleri olduğuna kuşku yok.

Bu anlamda, Nisan ayı sonlarında Cakarta’da yapılan devlet ve hükümet başkanları toplantısına general Hlaing’in davet edilmesi de bunun gösteriyordu. ASEAN yapıcı politikalarını general Hlaing başkanlığındaki Myanmar devletine verdiği beş maddelik konsensüsü uyması konusundaki talepleri de bunun somut göstergesiydi.

Kaldı ki, bunun ötesinde her ne kadar önemli sorunlarla yüzleşseler de, ASEAN bünyesinde çeşitli sivil toplum kuruluşlarının ve akademi dünyasının Myanmar’daki darbeyi eleştiren ve hükümetleri nezdinde bu ve benzeri gelişmelerin önüne geçilmesi konusunda girişimlerde bulundukları söylemek de mümkün.

Bu çerçevede, sivil toplum kesimlerinin “ortak tarihsel tecrübe ve hafıza”dan hareket ederek, Myanmar’da yaşananlar karşısında yapıcı tutum takınmak ve sivilleşmenin önünü açacak girişimlere destek olmak gibi bir kaygıları olduğunu da biliyoruz.

ASEAN sözleşmesini yenileme ihtiyacı (mı?)

Son birkaç aylık gelişmelere bakıldığında, Myanmar’ın nihayetinde zirveye davet edilmemiş olması, 1998 yılında son üye Kamboçya’nın katılımıyla on üye ülkeli bölgesel birliğe ulaşan yapı içerisinde yaşanan bir ilk bu.

Ayrıca, 1967 yılındaki kuruluşundan ve özellikle de 1976’daki Bali Toplantısı’nda kabul edilen iç işlerine karışmama kararının aksine uygulanan bir gelişme söz konusuydu.

Myanmar’da darbeci yönetim ise bu karara bir anlamda misilleme yaparcasına dün devrik hükümette dışişleri bakanı ve devlet başkan danışmanı görevi yapan ancak, bunlardan çok daha önemlisi 1980’lerin ikinci yarısından itibaren, ulusal muhalefetin lideri konumundaki Suu Kyi’nin yardımcısı Win Htein’e 20 yıl hapis cezası verildiğini duyurdu.

Öte yandan, 1 Şubat’daki darbenin hemen akabinde Suu Kyi hakkında açılan davalarda, ülke güvenliğini tehdit eden bazı icraatları gündeme getiriliyor. Aradan geçen süre zarfında rahatsızlığını gündeme getirerek duruşmaların kısa süreli olmasını talep eden Suu Kyi ev hapsinde tutuluyor.

Nisan ayında yapılan liderler zirvesinde beş maddelik şartlar arasında bulunan ASEAN özel elçisinin Suu Kyi ile görüşme talebinde bulunmasının reddedilmesi, bugün eski yardımcısı hapis cezasına çarptırılan Suu Kyi üzerinden ASEAN’a verilmiş bir cevap olarak da değerlendirmek mümkün.

Ya da bir başka şekilde okumak gerekirse, zaten yargılama süreci devam eden Suu Kyi’nin, zaten bu nedenle ASEAN özel elçisiyle görüşmesine izin verilmediği de söylenebilir.

Ancak burada unutulmaması gereken husus, ülkede yaşananların doğal, sivil bir siyaset çerçevesinde değil, kabul edilmesi mümkün olmayan bir darbe sonrasında ortaya çıkmış olmasıdır.

Myanmar’da barışa katkı

Darbe sonrasında Batılı ülkeler özellikle de, ASEAN liderleri Myanmar’da ulusal barış için tarafların biraraya getirilmesi konusunda gayret sarf ederken, iktidarını yitirmiş Suu Kyi hiç kuşku yok ki, sürecin önemli bir ismi olarak ortaya çıkıyordu.

ASEAN Zirvesi çerçevesinde yaşanan gelişmeler darbecilerin sivilleşmeye yanaşmamaları karşısında ülkede siyasi durumun giderek gerginleşeceğini düşünmek mümkün.

Özellikle, darbe sonrası uluslararası arenada ve ASEAN bölgesinde meşruiyet sağlayamayan generallerin belirli bölgelerde, zaten gevşek olan kontrollerini nasıl sağlayabilecekleri sorunuyla karşı karşıya kalacaklardır.

Öte yandan, 16 Nisan’da sürgünde kurulan Ulusal Birlik Hükümeti’nin (National Unity Government-NUG) uluslararası tanınırlık konusunda adımlar atması beklenebilir. Ancak Malezya dışişleri bakanı Saifuddin Abdullah’ın ifade ettiği üzere en azından ASEAN bünyesinde bu oluşumu tanıma konusu gündeme gelmiş değil.

NUG’un ülkenin bazı bölgelerinde silahlı birliklerin tesisi konusundaki desteği söz konusu olurken, bunun önümüzdeki süreçte nasıl bir yapısal nitelik kazanacağını zaman gösterecek.

Bir yandan başkent Nay Pyi Taw’da darbeci yönetim, öte yandan sürgündeki NUG’yu biraraya getirecek bir mekanizmanın nasıl oluşacağı günün en önemli konusu. Bu noktada, ASEAN bünyesinde çeşitli yapıların belki de durup 2010 yılında yapılan seçimler öncesi gelişmeleri bir kez daha değerlendirmeleri gerekecektir.

Nihayetinde, Myanmar dönüş dolaşıp darbelerle yine aynı veya benzer evreleri tecrübe ediyor. Bu sorunlu siyasal sistemin aşılmasında takip edilecek yöntemlerin geçmişteki tecrübeler kadar yenilikçi yaklaşımlarla da aşılabilmesi mümkün gözüküyor.

2020 yılı ASEAN dönem başkanlığını üstlenen Kamboçya’nı bu süreci nasıl yöneteceğini ise yakında görmüş olacağız. Ülkeyi otuz beş yıldır yöneten eski general Hun Sen liderliğinin bizatihi kendi tecrübelerinden hareket ederek Myanmar cuntasıyla müzakere süreci bulabileceği de alternatifler arasında gözüküyor.

 

https://guneydoguasyacalismalari.com/2021/10/30/asean-zirvesi-myanmar-ve-bolgesel-istikrar-arayisi-asean-summit-myanmar-and-the-quest-for-regional-stability/

27 Ekim 2021 Çarşamba

ASEAN’da Myanmar’sız zirve / The summit in ASEAN without Myanmar

Mehmet Özay                                                                                                                            27.10.2021

ASEAN’da dönem başkanlığını yürüten Bruney Sultanlığı başkanlığında dün başlayan toplantılar sanal ortamda gerçekleştirilirken, zirve toplantılarının ilk gününde önemli gelişmeler yaşandı.

39. Zirve toplantısına Myanmar davet edilmezken, dört yıl aradan sonra ABD üst düzeyde katılım sergiledi. Bunun yanı sıra, ASEAN+3 konseptli yani ASEAN+ Çin-Japonya-Güney Kore toplantıları da yapıldı.

1967 yılında kurulan ve 1997 yılında Myanmar ve 1999 yılında Kamboçya’nın üye olmasıyla on üyeli bölgesel birlik niteliği kazanan ASEAN’da 39. Zirve toplantılarına Myanmar davet edilmedi. Bu gelişme, ASEAN tarihinde bir ilk olarak dikkat çekiyor.

Zirve’de bir diğer önemli gelişme, dört yıl sonra ABD’nin başkan düzeyinde toplantıya katılması oldu. Başkan Joe Biden’ın varlığı, ABD’nin Asya-Pasifik bölgesine özellikle de, ASEAN’a verdiği önemi ortaya koyarken, gündeme Aukus oluşumunu getirdi.

ABD, İngiltere ve Avustralya arasında geçtiğimiz 15 Eylül’de ortaya konulan nükleer destekli denizaltılarla ilgili anlaşmanın (Aukus) ASEAN bölgesinde “barış ve istikrarı” destekleyici mahiyette olduğunu söyleminin örneğin Malezya ve Endonezya örneklerinde olduğu gibi, tüm üye ülkelerde aynı olumlu tepkiyle karşılandığını söylemek ise güç.

Başkan Biden, sağlık, eğitim, çevre gibi alanlarda kullanılmak üzere yaklaşık 100 milyon Dolarlık yardım sözü verdi.

ASEAN sözleşmesini yeniliyor mu?

Myanmar’da 1 Şubat’ta yaşanan darbenin ardından ülkede demokratik sisteme dönüş yolunda gereken adımların atılmamasına Güneydoğu Asya Ülkeleri Birliği’nden (Association of Southeast Asian Nations-ASEAN) gelen tepki, birliğin sözleşmesinde yer alan “… iç işlerine müdahale edilmemesi…” ilkesinin gözden geçirilmeye başlandığına işaret ediyor.

Her ne kadar, “iç işlerine karışmama” uluslararası yasalarda da yer almakla birlikte, bu yaklaşımı ASEAN özel şartları içerisinde değerlendirmek gerekiyor.

Bu gelişme, uzunca bir süredir sadece Myanmar’daki gelişmeler için değil, bölgenin giderek uluslararasılaşan sorunları karşısında da, gerekli siyasal adımları atmakta tereddüt eden bir ASEAN’dan daha aktif bir yapının geliştirilmekte olduğu izlenimi veriyor.

Güney Çin Denizi sorunu başta olmak üzere, 2015 yılı Aralık ayında Malezya’nın dönem başkanlığında kabul edilen, ASEAN Ekonomik Topluluğu’nun (ASEAN Economic Community-AEC), tek tek ülkeleri değil, içinde Myanmar’ın da olduğu bütün bir bölge üzerinde yapıcı unsur olması, Myanmar’daki gelişmelere daha hassas yaklaşılmasının sebeplerini oluşturuyor.

Bu noktada, 24 Şubat 1976 yılında Bali Adası’nda gerçekleşen toplantıda imzalanan ASEAN Sözleşmesi’nde yer alan, “siyasi işbirliğini güçlendirme” maddesinin aradan geçen yıllardaki tedrici gelişmesi kadar, bugünün getirdiği yeni sorunlar karşısında çok daha fazla ihtiyaç duyulduğunu gösteriyor.

Myanmar’la yollar ayrılmadı

Burada bir taktik süreçten de bahsetmek mümkün… 1 Şubat darbesinin ardından Mayıs ayı sonlarında Cakarta’da gerçekleşen toplantıya davet edilen darbeci general Min Aung Hlaing’a demokratikleşme konusunda beş maddelik bir yol haritası teklif edilmişti.

Her ne kadar, Hlaing bu süreçte gerekli adımları atmamasına ve özellikle de, ASEAN özel temsilcisini ülkeye kabul etmemesine rağmen, ASEAN siyasetinin kendine özgü yapıcı niteliğine bir örnek kabul edilebilir.

ASEAN dönem başkanlığını yürüten Bruney Sultanlığı’ndan ve ardından Malezya ve Endonezya dışişleri bakanları toplantısından gelen kararlarla Myanmar’da darbeci general Min Aung Hlaing’ın zirveye katılmaması çağrısı yapılmıştı.

ASEAN, Myanmar’la bağları tamamen koparmama adına de facto devlet başkanlığını yürüten general Hlaing yerine, üst düzey bir yetkiliyi davet etmişti. Ancak Myanmar dışişleri bakanlığı bu daveti geri çevirerek toplantılara katılmama kararı aldı.

Zirve öncesinde gündeme getirilen bazı yaklaşımlarda ASEAN’ın zirveye, darbe sonrasında Ulusal Demokrasi Birliği partisi (National League for Democracy-NLD) başta olmak üzere çeşitli muhalif grupların oluşturduğu ‘Ulusal Birlik Hükümeti’ni (Myanmar’s National Unity Government-NUG) davet edebileceği yolundaki görüş gerçekleşmedi.

Bu durum da, ASEAN’ın aslında gizli/açık Myanmar’daki darbeci yönetime hâlâ açık kapı bıraktığını ve önümüzdeki süreçte işbirliğini sürdürebileceğine dair bir ipucu veriyor.

ASEAN çözüm bulabilecek mi?

ASEAN ve Myanmar arasında yaşanan bu krizi taraflar arasında, sanıldığının aksine bir çatışma ortamından ziyade, yapıcı mekanizmaların gündeme getirilmesinin bir aracı olarak kabul etmek gerekir. Bununla birlikte, ‘ASEAN Yaklaşımı’ (ASEAN Way) olarak adlandırılan siyaset yapma biçiminde bugün yaşanan gelişme hiç kuşku yok ki, bu anlamda bir değişiminde ortaya çıkmakta olduğuna işaret ediyor.

ASEAN Ekonomik Topluluğu’nun kurulmasıyla birliğin bölgesel önemi giderek daha da öne çıkarken, 2015 yılı seçimlerinin ardından Myanmar da bu gelişmelerden olumlu etkilenen ülkelerin başında geliyordu.

Bu noktada, 2016-2020 yılları arasında yani beş yıllık büyüme rakamlarına bakıldığında, yıl sırasıyla 5.2; 6.3; 6.8; 6.2 ve 6.3 büyüme kaydeden bir Myanmar’la karşılaşıyoruz. (Kovid-19’dan ötürü, 2020 verisini hedef büyüme olarak kabul edilmeli!)

Söz konusu bu büyüme rakamları dikkate alınacak olursa, bölgenin hızlı gelişen ülkeleri arasında başlarda ilk sıralarda bulunan Myanmar, 2020 yılı Kasım ayında yapılan seçimlerle birlikte önemli bir döneme girmişti.  

Seçimlerin galibinin, yine NLD olduğunun Ocak ayında açıklanmasına rağmen, ordu NLD tarafından seçimlere hile karıştırıldığı gerekçesiyle yeni parlamentonun toplanacağı 1 Şubat’ta darbe gerçekleştirdi.

Darbe sonrası gelişmeler sadece siyasal istikrarsızlık değil, bunun tetiklediği ekonomik istikrarsızlık ve hatta insani yardım boyutlarına ulaşacak bir ekonomik gerilemeden bahsetmek mümkün.

Dünya Bankası verilerine göre yoksulluk oranı 2019-2020 yılları arasında iki kat artış göstermesi ülkede sadece, kovid-19’un neden olduğu ekonomik durgunlukla açıklanamaz.

Darbe sonrasında başta Japonya olmak üzere ASEAN üyesi ülkelerin yatırımlarını geçici olarak da olsa ara vermeleri, siyasal istikrarsızlık nedeniyle bazı ülkelerin insani yardımlarında kısıtlamaya gitmeleri hiç kuşku yok ki, bugün yaşanmakta olan yoksulluğun temel nedenleri arasında.

ASEAN zirvesi sonuç bildirgesinde, özellikle Myanmar sorununun çözümü konusunda ne tür öneriler getirileceği merakla bekleniyor.

https://guneydoguasyacalismalari.com/2021/10/27/aseanda-myanmarsiz-zirve-the-summit-in-asean-without-myanmar/

25 Ekim 2021 Pazartesi

ASEAN zirvesi öncesi gelişmeler: Myanmar-Çin ilişkileri / Developments preceding the ASEAN Summit: Myanmar-China relations

 Mehmet Özay                                                                                                                           25.10.2021

ASEAN’da, Myanmar, Güney Çin Denizi, Aukus gibi son döneme damgasını vuran konuların ele alınacağı yılın ikinci zirvesi yarın başlıyor.

26-28 Ekim günlerinde, dönem başkanı Bruney Sultanlığı’nın ev sahipliğinde gerçekleştirilecek zirvede, liderler sadece bir iç sorun olarak ortaya çıktığı izlenimi veren Myanmar’la ilgili gelişmeleri tartışmayacaklar. Bunun yanı sıra, Birliğin sınırlarını da içeren Güney Çin Denizi ve ötesinde yani, Asya-Pasifik bölgesindeki gelişmeler bir kez daha küresel gündeme gelecek.

Güney Çin Denizi sorunu ve bu geniş suyolunu, daha geniş bir coğrafyaya bağlanması anlamı taşıyan Hint Pasifik bölgesi neredeyse her geçen gün yeni gelişmelere konu oluyor. Bunun son örneği ABD öncülüğünde İngiltere ve Avusturalya’nın katılımıyla Eylül ayı ortalarında Aukus oluşumun ilânı oldu.

Bir yanda, gerçekliğinden bir şey kaybetmemiş Asya-Pasifik öte yandan, Hint-Pasifik inisiyatifi hiç kuşku yok ki, en çok bu iki bölgenin odağında yer alan ASEAN’ı yakından ilgilendiriyor Dolayısıyla, bu gelişmeler neredeyse her ASEAN toplantılarının gündeminde kaçınılamayacak konuları oluşturuyor.

Myanmar’a zirve engeli

Yarın başlayacak zirvenin en önemli konusu hiç kuşku yok ki Myanmar’daki cunta rejimi olacak. 1 Şubat’taki darbenin ardından birkaç ay sonra yani, Mayıs ayında Cakarta’da yapılan zirveye davet edilen darbeci general ve de facto devlet başkan Min Aung Hliang bu sefer engellemelerle karşı karşıya.

ASEAN’ın öne çıkan ülkeleri, yani Endonezya, Malezya, Singapur ile dönem başkanlığını yürüten Bruney, yüksek sesle general Hliang’ın toplantıya katılmamasını dile getirdiler.

Bununla birlikte, ASEAN’dan gelen Myanmar’a yönelik bu yumuşak baskı ve tehdit karşısında darbe yönetiminin geri adım atıp atmayacağı ise tartışmaya açık.

Myanmar’ı içe kapanmayla, demokratik sisteme dönüş arasında bırakmayı hedefleyen bu siyasi yaptırıma karşılık, Nya Pyi Taw yönetimini kendi ayakları üzerinde durmayı sağlayacak ne gibi mekanizmaları var ona bakmakta yarar var.

Bu noktada, darbenin başından bu yana, Çin’in gizli/açık desteğini alması gayet önemli bir duruma işaret ediyor. Bu noktada, Myanmar-Çin ilişkilerini kısaca değerlendirmekte yarar var.

Myanmar-Çin yakınlaşması

ASEAN’la ilişkilerinin özellikle geçen on yıl zarfında yaşanan demokratikleşme sürecinde gelişme kaydetmesine rağmen, darbe sonrası Myanmar’ı bugün jeo-stratejik açıdan destekleyen Çin’in varlığı hiç kuşku yok ki, bu ülkedeki egemen güçler için ASEAN’ın varlığından daha da büyük önem taşıdığını söyleyebiliriz.

Bu ilişkinin yeni bir durum olmadığı, aksine, gayet önemli bir geçmişe sahiptir. Öyle ki, Myanmar-Çin ilişkilerine baktığımızda karşımızda, daha bağımsızlık sürecinden başlayan bir etkileşimin olduğu görülüyor.

Söz konusu bu ulus-devletler döneminde başlangıç safhasında, Myanmar’ın 1949 yılında Çin’e egemen olan Komünist Rejime verdiği desteği, temel itibarıyla psikolojik ve sosyolojik olarak sömürge yapılarına verilmiş bir cevapla bağlantılı olarak değerlendirmek gerekir.

İlerleyen on yıllar içerisinde küresel siyaset Soğuk Savaş’a odaklanırken, Myanmar içe kapanan bir ülke görünümdeydi. 1988 seçimleri ve ardından gelen darbe sonrasında, Batı’nın -tıpkı bugün olduğu gibi yaptırımlarına maruz kalması üzerine, yanı başındaki komşusu Çin’le -tıpkı yine bugün olduğu gibi- yakınlaşması söz konusuydu.

Çin bu gibi uluslararası gelişmeler karşısında, kendisini siyasal rejim olarak Batı’ya karşı konumlamış olduğunun açık bir ifadesi olarak, başta ABD olmak üzere Batılı ülkelerin yaptırımlarına maruz kalan ülkelere, neredeyse kucak açmakla herhalde benimsediği bir siyasi ahlâk gereği olsa gerek…

Bunun salt ‘ahlâki’ tarafı olmadığı hiç kuşku yok ki ortada. Bir yandan gizli/açık siyasal ittifak girişimleri, öte yandan ticari ve ekonomik ilişkiler kazananın büyük tarafında Çin’in olduğunu gösteren Myanmar’ın da, mümkün olduğunda bu işbirliğinden faydalandığı bir ilişki biçimini ortaya koyuyor.

Somut olarak ifade etmek gerekirse, Myanmar’ın ithâlat ve ihracatında ilk sırada yer alan bir ülkenin Çin olması, bunun bariz bir göstergesidir.

Gelişmemiş bir ülke görünümdeki Myanmar’ın Çin’den ithâl ettiği ürünler kalkınmayı sağlayacak makine ve aksamı ile tüketim ekonomisi metalarını içerirken, Çin petrol ve doğal gaz dahil olmak üzere gayet önemli nadir madenleri ithâl etmek suretiyle kendi iç ve küresel üretim süreçlerini destek buluyor.

Hint Okyanusu erişimi önem taşıyor

Söz konusu bu pür ekonomik verilerin ötesinde Çin, Myanmar’la kurduğu ilişkilerde alternatif kara ve suyollarına erimişinin ekonomik değerin ötesinde bir anlamı bulunuyor. Önemi modern dönem öncesine kadar giden bir jeo-stratejik gelişmeden bahsediyoruz.

Her ne kadar, tarihin değişik evrelerinde özellikle Tayland’ın güneyinde Patani bölgesi üzerinden gerçekleşen Güney Çin Denizi-Hint Okyanusu bağlantısına bazı açılardan benzerliklerin ötesinde günün getirdiği olanaklar ve taleplere göre bugün Çin, Myanmar’ın Bengal Körfezi’ne bakan sahil şeridindeki liman, boru hatları vb. yatırımlarıyla ortaya koyuyor.

Kuşak-Yol İnisiyatifi (Belt and Road Initiative-BRI) bağlamında değerlendirilmesi gereken bu yatırımların geçen yıl itibarıyla toplamda 21 milyar Doları bulması, Çin’in komşusu Myanmar’a ne denli önem verdiğinin bir ifadesi olsa gerek. Tabii burada bunca teknik, ekonomik yardım ve ilişkiler ağı söz konusu olurken, Çin’in Myanmar’a yönelik hiç mi insani yardımı yok diye sormak gerekiyor.

Ya da Çin insani yardımını da gerektiği şekilde yaparken, bölgenin geri kalan ülkelerine ve de Batılı ülkelere de, olsa olsa Myanmar’ın gönlünü almak ya da kendi politikalarına sözde yeni bir yapılanma getirme adına, el altından ya da aşikâr bir şekilde yardım yapma görevliliği de düşüyor olsa gerek.

Batı’nın yönetemediği Myanmar politikası

Bugün gelinen noktada, Batı’nın hem 20. yüzyıl ikinci yarısında ve özellikle de, 2010’dan sonraki süreçte iyi yönetebildiği söylenemeyecek Myanmar politikaları ile karşı karşıyayız.

Öyle ki, ABD’nin bugün sadece ASEAN bölgesinde değil, aynı zamanda yeniden gündeme sokmaya çalıştığı Hint-Pasifik politikaların da bile giderek önem taşıyan bir ülke olan Myanmar’a karşın bölge politikalarında bu ülkeyle sağlıklı ilişkiler kuramadığı ortada.

Bunun yanı sıra, ABD liderliğindeki Dörtlü Diyalog Grubu (Quad) üyesi ve aynı zamanda Myanmar’a gayet önemli sınırı bulunan Hindistan’ın dahi Çin’le yarışamayacak denli geri kaldığı bir ilişkisizlik söz konusu.

Çin gelişmelere destek mi köstek mi?

Myanmar’da yaşanan darbe sonrası gelişmeler karşısında, Batılı ülkeler tahmin edilen tepkileri verirken, yanı başındaki komşusu Çin’in söz konusu darbe girişimini ve sonuçlarını benimser bir eğilim geliştirmesi hiç kuşku yok ki, sadece Myanmar’la kalmayacak sonuçlar doğurabilir.

Burada kastedilen, ASEAN zirve toplantılarında Çin algısının yeniden değerlendirilmeye tabi tutulmasıdır.

Elbette, ASEAN içerisinde geliştirilebilecek siyasal tutumla, Çin’i doğrudan hedef alan bir yaklaşım beklemek kuşkusuz ki mümkün değil. Ancak bir bütün olarak ASEAN veya bu Birlik içerisinde belli başlı ülkeler bir yandan Myanmar’daki gelişmeleri öte yandan, Çin’in bu süreçte oynamakta olduğu rolü geniş bir çerçeve içinde değerlendirebilecek adımlar atacaklarını düşünülebilir.

https://guneydoguasyacalismalari.com/2021/10/25/asean-zirvesi-oncesi-gelismeler-myanmar-cin-iliskileri-developments-preceding-the-asean-summit-myanmar-china-relations/

ASEAN’da Myanmar sorunu: Gerginlik mi değişim mi? / The matter of Myanmar in ASEAN: tension or change?

Mehmet Özay                                                                                                                            22.10.2021

ASEAN’da yılın ikinci zirvesi yaklaşırken, gözler yeniden son dönemde bölgenin en önemli sorunu olarak gündemde yer alan Myanmar’a yönelmiş gözüküyor.

Güneydoğu Asya Ülkeleri Birliği’nde (Association of Southeast Asian Nations-ASEAN) bu yıl dönem başkanlığını yürüten Bruney Sultanlığı’nda, 26-28 Ekim tarihlerinde yapılacak liderler zirvesi öncesinde, Myanmar’da darbeci general Min Aung Hlaing’e gelme çağrısı yapıldı.

1 Şubat 2021’deki darbenin ardından Myanmar’da sivil yönetime geçiş bir yana, ülkede güvenlik ve barış ortamının tesis edilememiş olması karşısında ASEAN’da Myanmar’daki darbeci yönetime tepkinin bir gerginlik mi yoksa, ASEAN içinde bir değişim anlamına mı geldiği üzerinde düşünülmeyi hak ediyor.

Söz konusu darbenin ardından, general Min Aung Hlaing özellikle sivil çevrelerden gelen tüm tepkilere rağmen, Nisan ayının sonlarında Cakarta’da düzenlenen zirveye katılmıştı.

Zirvede, birliğe mensup üye ülkelerin Myanmar’da barış ortamının tesisine yönelik yumuşak baskı anlamındaki taleplerine ve özellikle özel elçi atanması ve ilişkilerin elçi vasıtasıyla yürütülmesi taleplerine, Nya Pyi Taw yönetiminin bugüne kadar olumlu karşılık vermemesi, bugün darbe yönetiminin dışlanmasına yol açmış gözüküyor.

ASEAN’da tepki

Varlığını geleneksel olarak bölgesel barış ortamına bağlamış olan ASEAN, söz konusu zirve ile darbeci generallere işbirliği olanağı tanırken, bugün bu yolun kapanmakta oluşu alternatif yaklaşımları gündeme getiriyor.

Bu noktada, geçtiğimiz günlerde dönem başkanı Bruney Sultanlığı’nda yetkililerin yaptıkları açıklamada, Myanmar’da darbeci generallerin zirveye davet edilmeyecekleri açıklamasına Nya Pyi Taw yönetiminden gelen tepkide, kararın Birliğe üye ülkelerin tümünün onayıyla gerçekleşmediğine vurgu yapılarak bir anlamda kabul edilemez bir karar olduğuna dikkat çekildi.

Buna rağmen, Singapur, Malezya, Endonezya gibi üye ülkelerin darbeci general Hlaing’a, bu ay sonuna doğru yapılacak zirveye “gelmeyin” çağrısı tekrarlanması önemli.

Öyle ki, ASEAN’ın iki önemli üyesi Malezya ve Endonezya dışişleri bakanları hafta başında Cakarta’da yaptıkları görüşmede, geçen hafta ASEAN üst düzey diplomatlarınca alınan karara destek verdiklerini açıkladılar.

Bu kararın ardında, Şubat ayından bugüne kadar geçen süre zarfında darbeci yönetimin ülkede düzen ve istikrarı sağlamaya yönelik adımları atmaması gösteriliyor.

Söz konusu zirvede Myanmar’ı, mevcut darbe yönetimine alternatif olarak “siyasi olmayan bir temsilcinin” davet edilmesi gündemde.

Bunun adı henüz konulmamakla birlikte, örneğin sürgün hükümeti olarak adlandırılan sürgündeki ‘Ulusal Birlik Hükümeti’ (Myanmar’s National Unity Government-NUG), olup olmayacağı ise belirsiz.

Myanmar yönetiminin ASEAN’dan gelen karara itirazda, bugüne kadar ASEAN’da alınan kararların konsensüse dayalı olmasına vurgu yapıldığı ortada. Aslında, ASEAN’da bugünlerde konuşulan konu da tam da bununla ilgili.

Birlik’te değişim mümkün kü?

Bir süredir, ASEAN’a yönelik olarak uluslararası çevrelerden ve ASEAN üye ülke sivil toplum çevrelerinden gelen eleştirilerin başında, ASEAN’ın “iç işlerine karışmama” maddesine yönelik olduğu biliniyor.

Bundan özellikle, 2012 yılından bu yana Myanmar’ın batısında Rakhine Eyaleti’nde yaşam süren Arakanlı Müslümanlara yönelik etnik soykırıma varan şiddet karşısındaki herhangi etkin bir adım atılamamış olmasının payı büyük.

Bugün bu eleştiri, çok daha güçlü bir şekilde ve hem de ASEAN’da yetkili ağızlardan gelmesi  gayet önemli bir gelişme. Bunda hiç kuşku yok ki, ASEAN’ı var eden koşulların devam ettirilmesi amacı öncelikli bir konu.

Bu noktada, Güney Çin Denizi, ABD-Çin çekişmesi ve son olarak Aukus gibi geniş kapsamlı ittifak oluşumlarının ASEAN bölgesinde istikrarı etkileyecek süreçler olarak değerlendirilmesi karşısında Birlik üyeleri, kendi aralarında çok daha etkin siyasal karar mekanizmaları öngörüyorlar.

Myanmar’da çözümsüzlük

Myanmar’da darbeci generaller 1 Şubat’tan bu yana, ülke yönetimini sınırlı bölgelerde tutmaya çalışırken, yaşanan gelişmelerin geniş toplum kesimleri nezdinde kabul gördüğünü söylemek mümkün değil.

Ancak bu kesimlerin ortaya koyabilecekleri tepkinin boyutlarının sınırlı olduğunu da görmek gerekir.

Gelinen noktada bir açmaz olduğuna kuşku yok. Bunun temel sebebi de ülkenin yakın tarihinde yaşananlarla ilgili.

Öyle ki, Myanmar ulusal ordusu Tatmadaw’ın, 20. yüzyıl ikinci yarısı boyunca tam anlamıyla egemen olduğu siyasi sistemde, neredeyse hiçbir şekilde gelişme şansı bulamamış olan sivil toplum, bugün de kendini var edip etmeme sorunuyla karşı karşıya. 

Bu durum, egemen bir güç olarak Tatmadaw’ın varlığını, bu süreçte tek egemen güç olarak varlık sürmesine neden oluyor.

ASEAN alternatif geliştirebilir mi?

Bununla birlikte, bugün yaşanan sorun, bölgesel önemi çerçevesinde, örneğin 20. yüzyıl süreçlerinde yaşananlardan farklılık taşımaktadır.

Öyle ki, Myanmar gibi toplumsal, ekonomik ve siyasal gelişmeye tabiri caizse aç; öte yandan, zengin yer altı ve üstü kaynaklara sahip bir ülkenin ASEAN için hem bölgesel kalkınma, hem kendine özgü bir iç pazar nitelikleriyle öne çıkmaktadır.

“Myanmar’lı bir ASEAN mı yoksa Myanmar’sız bir ASEAN’mı?” sorusu gündeme getirilecek olursa, hiç kuşku yok ki, ASEAN liderleri Myanmar’ı içlerinde görme eğilimi sergileyeceklerdir.

Bugün ASEAN ile Myanmar cunta yönetimi arasında yaşanan gerginlik, aslında tam da bunun bir göstergesidir.

ASEAN gerek iç siyasi ve ağırlıklı olarak ekonomik yapılaşması, gerekse uluslararası arenada ittifak yaptığı ve/ya yakınlaşma eğilimleri sergilediği Batı ile Asya Pasifik bölgesinde Japonya ve Avustralya gibi ülkelerin de verdiği gizli/açık destekle, Myanmar’da sivil yönetime geçişin yollarını aramaktadır.

Bu süreç, birden fazla alanda güven tesisinin veya güvensizliğin tesisi anlamına gelmektedir. Şunu görmekte yarar var: ASEAN için Myanmar sorunu sadece Arakanlı Müslümanlar sorunu olmaktan çıkmış, ulusal boyutta seyreden bir üst boyuta taşınmıştır.

Bu durumda, Myanmar’da demokrasiye geçiş süreci, aynı zamanda ülkenin önemli bir sınavdan geçtiği anlamı taşımaktadır.

Kaldı ki, bu süreci giderek daha da olumsuz yönde körükleyecek gelişme, zaten Myanmar merkezi yönetimiyle çatışmacı ilişkilere sahip olan sınır boylarında Kachin, Karen, Mon, Shan vb. gibi eyaletlerdeki otonom yönetim arayan yapılarla ilişkilerin de kendi haline terk edilmesi anlamına gelmektedir.

Myanmar’da yaşanan yönetim sorunu ASEAN için birincil anlamıyla güvenlik ve ardından ekonomik olarak gayet önemli bir sürece tekabül etmektedir.

Bu durumu giderek ASEAN için içinden çıkılmaz ve fazlasıyla bir yük haline getirecek olan ise yaşanan ve giderek daha fazla yaşanabilme ihtimalini içinde taşıyan insani boyuttur.

Tatmadaw’ın çeşitli bölgelerde sivillere yönelik girişimleri neticesinde yaşanan göçler bir iç göç özelliği taşıdığı gibi, Tayland sınırındaki hareketlenmede de görüldüğü üzere, sınır ötesi bir nitelik kazanmıştır. Bugün ABD’li yetkililer, Tayland yönetimiyle görüşmeler yaparak belki de, önemi ve de bölgeye tehdidi giderek artacak göç sürecinde insani yardım arayışlarında bulunmaktadır.

Myanmar’da 1 Şubat’ta yaşanan darbenin ardından yaşanan gelişmeler, ASEAN yönetiminde bu soruna yeni yaklaşımlar geliştirilmesini zorunlu kılıyor. Bunların başında, Birlik sözleşmesinde yer alan önemli maddelerden “iç işlerine karışmama” maddesi geliyor.

Bu ayın sonunda yapılacak ASEAN zirvesi öncesi ve zirve sürecinde bu noktada bir gelişme olup olmayacağı merak konusudur.

https://guneydoguasyacalismalari.com/2021/10/22/aseanda-myanmar-sorunu-gerginlik-mi-degisim-mi-the-matter-of-myanmar-in-asean-tension-or-change/


18 Ekim 2021 Pazartesi

Myanmar’da darbenin sürekliliği tehlikesi / The danger of perpetuation of the coup in Myanmar

Mehmet Özay                                                                                                                            18.10.2021

Myanmar’da 1 Şubat 2021 tarihinde yapılan darbenin ardından geçen süre zarfında ortaya çıkan istikrarsızlık, ülkenin yeni normali haline dönüşmüş gözüküyor.

Aradan geçen süre zarfından Güneydoğu Asya Ülkeleri Birliği’nden (Association of Southeast Asian Nations-ASEAN) gelen zayıf tepkilere; Myanmar nezdinde atanan elçiye ve Birleşmiş Milletler tarafından darbeci yönetime yapılan çağrılara karşın bugün Myanmar’da sadece, demokrasi ve insan hakları değil, insani durum da gerileme kaydetmesi, ortada oldukça kritik bir durumun olduğuna işaret ediyor.

Neler oldu?

Nisan ayının sonlarında Cakarta’da yapılan toplantıda, ASEAN ile Myanmar cunta yönetimi arasında 5 maddelik bir anlaşmaya varılmış ve özel bir elçi tayini kararlaştırılmıştı.

Eylül ayında ise, Birleşmiş Milletler Genel Konseyi açılış konuşmalarında Myanmar’daki gelişmeler, BM İnsan Hakları özel temsilcisi Eamon Gilmore tarafından gündeme getirilmiş ve ardından, BM Genel Sekreteri Antonio Guterres, Eylül ayı sonunda Myanmar’da darbenin sadece siyasal hakları değil, ülkede geniş kesimleri etkileyen insani duruma dikkat çekmişti.

Guterres, bu konuda BM’nin özellikle, ASEAN ile işbirliği içerisinde olduğunu ifade etse de, bugüne kadar önemli bir gelişme ortaya konulabilmiş değil.

Birleşmiş Milletler yetkililerinin umut vaat etmeyen açıklamaların ardından, bu ayın ortalarında Myanmar’ın başkenti Nya Pya Taw’ın ziyaret etmesi beklenen ASEAN özel temsilcisi Erywan Yusof’a izin verilmemesi, gelinen durumu açıkça ortaya koyuyor.

Kötürüm demokrasi

Ortaya çıkan durumun sorumluları aramak ve çözüm bulunmak istendiğinde sadece, darbeci generallerin olmadığı artık giderek daha iyi anlaşılıyor.

Myanmar’ın bugün karşı karşıya kaldığı cunta rejimi, aslında ipuçlarını Arakanlı Müslümanlara yönelik olarak yapılan zulüm ve etnik soykırım sürecinde ortaya koymaya başlamıştı.  

2012 yılında başlayan ve inişli çıkışlı seyir takip ederek nihayetinde, 2017 yılında yüzlerce Arakanlı Müslüman’ın öldürülmesi, 700 bini aşkın kişinin de sınırı geçip Bangladeş topraklarında mülteci konumuna gelmesine yol açan gelişmelerde dönemin Ulusal Demokrasi Birliği (National League for Democracy-NLD) hükümetinin gerekli adımları atmaması ve uluslararası çevrelerle işbirliğini geri çevirmesinin rolü unutulmamalıdır.

Suu Kyi’nin tepkisizliğine ve ulusal ordu Tatmadaw’ın insan hakları ihlâllerine karşı korumacı yaklaşımına, uluslararası çevrelerden bazı tepkiler gelmiş ve kendisine verilen demokrasi ödülleri geri alınmasıyla, “demokrasi ikonu” statüsünü de yitirmişti.

Buna rağmen, NLD hükümeti geri adım atmadığı gibi, etnik soykırım iddialarıyla ilgili olarak Uluslararası Adalet Mahkeme’sindeki davaya Suu Kyi bizzat katılarak, ortaya koyduğu savunmacı duruşunu uluslararası arenada teyit etmiş oldu. Ancak bugün gelinen noktada, Suu Kyi ve partisi aynı generallerin zulmüne maruz kalmış durumda.

Öte yandan, bazı çevrelerin dile getirdiği üzere, Arakanlı Müslümanlar sorununa kapsamlı çözüm bulunabilmesini, Myanmar’da ulusal çerçevede insan hakları sorununun halledilmesiyle yakından bağlantılıdır. Bunda haklılık payı olmakla birlikte, gayet önemli bir eksikliği de içinde barındırıyor.

Arakanlı Müslümanlara yönelik şiddet ve etnik soykırımın 2012 yılı Haziran ayında başladığı, düşük yoğunluklu olarak zulmün devam ettiği birkaç yılın ardından, 2015 ve 2017 yıllarında üst düzey çıktığı süreçte Karen, Kaçin, Mon, Şan gibi merkezi yönetimle farklı düzeylerde de olsa çatışma ortamı yaşayan etnik yapılar sessiz kalmıştı.

Bu durum, hiç kuşku yok ki, hem Arakanlı Müslümanlara karşı geliştirilen yok etme politikalarının uygulanmasına hem de, demokratikleşmeye çalışan ülkenin darbeye maruz kalmasına yol açan bir süreç olarak tarihe geçti.

Darbe sonrası kaos

Darbeciler ülkenin, bırakın sınır bölgelerindeki zaten çatışma halindeki eyaletleri, ülkenin Bamar etnik çoğunluğunun yaşadığı Yangon gibi eski başkent ve ülkenin orta kesimini oluşturan Mandalay bölgesinde bile, tam anlamıyla kontrolü sağlayabildiğini söylemek güç.

Bunda hiç kuşku yok ki, darbe sonrası kurulan sürgün hükümeti statüsündeki Ulusal Birlik Hükümeti’nin (National Unity Government-NUG) şu veya bu şekilde belirleyiciliğinden bahsedebiliriz.

Ancak mevcut durumun tam da, yukarıda dile getirilen kaos ortamına işaret ettiğini vurgulamak gerekir. Henüz düşük düzeyde seyretmekle birlikte, ulusal ordu Tatmadaw ile NUG’la birlikte hareket eden sınır bölgelerindeki bağımsızlıkçı veya otonom hak iddia eden eyaletlerdeki etnik yapılar arasında çatışma riski her zamankinden daha fazla.

En kötü ihtimalle, düşük yoğunluklu mevcut çatışma durumu korunsa bile, yukarıda dikkat çekildiği üzere, ülke genelinde ekonomik üretim ve insani yardım süreçlerini olumsuz etkileyeceğine kuşku yok.

Öte yandan, darbeci hükümet yeniden Hollanda’da bulunan ‘Uluslararası Adalet Mahkemesi’ tarafından yeniden incelemeye konu oluyor…

2015 ve 2017 yıllarında Arakanlı Müslümanların yaşam sürdüğü Rakhine Eyaleti’nde yaşanan şiddet olaylarında binlerce kişinin hayatını kaybetmesi ve sayısı 700 bini bulan halkın Bangladeş’e sığınmasına yol açan gelişmelerin de yer aldığı insan hakları ihlâlleriyle ilgili olarak sürgün hükümeti NUG’un başvurusu bulunuyor. Bu sürecin nasıl bir sonuçlanacağı ilerleyen aylarda tanık olacağız.

ASEAN ikilemi

Bu çerçevede, Myanmar’daki gelişmeden en çok etkilenecek olan, ASEAN içerisinde de bir tür huzursuzluktan bahsetmek mümkün.

Myanmar’da yaşanan darbenin ardından, 24 Nisan 2021’de Cakarta’da yapılan toplantının ardından, ASEAN ve Myanmar arasında 5 maddelik anlaşma konusunda bir gelişme söz konusu değil.

ASEAN zirvesine katılan darbeci general ve de facto devlet başkan Min Augn Hlaying yapılan görüşmeler sonrasında, özel elçi atanması kararını benimsemiş ve ardından dönem başkanı Bruney Sultanlığı dışişleri bakanlığından Erywan Yusof özel elçi olarak atanmıştı.

Bu süreçte, ASEAN-Myanmar ilişkilerini yönetmesi beklenen özel elçi ErywanYusof’un geçtiğimiz günlerde yapması beklenen May Pyi Taw ziyareti, darbeci hükümet tarafından engellendi. Engellemeye neden olarak ise, elçinin ev hapsinde tutulan dışişleri eski bakanı ve de facto başkan konumundaki Suu Kyi ile görüşme talebi olduğu belirtiliyor.

ASEAN bölgesindeki diğer ülkelerde demokratikleşme süreçlerinin de bu gelişmeden gizli/açık etkilenebileceğini söylemek mümkün.

Demokrasiye dönüş adımlarının atılmaya başlandığı 2010 yılından itibaren, başta ASEAN olmak üzere ve ASEAN’la birlikte kendini dünyaya açan Myanmar’ın istikrarsızlığa itilmesi hiç kuşku yok ki, en başta ASEAN’ı etkileyecektir.

Hem ekonomik birlik statüsüne geçmiş hem de, bölgesel istikrar nedeniyle dış yatırımlara gayet açık ASEAN’ın önemli bir sınav sürecinde olduğuna kuşku yok. Bu durum, bölgenin bütüncül olarak ekonomik kalkınmasına olduğu kadar, örneğin Güney Çin Denizi gibi Çin’le olan ilişkilerine de sekteye uğratacaktır.

https://guneydoguasyacalismalari.com/2021/10/18/myanmarda-darbenin-surekliligi-tehlikesi-the-danger-of-perpetuation-of-the-coup-in-myanmar/