30 Temmuz 2013 Salı

Bir Oryantalistin Gözüyle Mekke / Mekkah In the Eyes of An Orientalist

Mehmet Özay                                                                                                              30 Temmuz 2013

Bu yazıda Prof. Dr. Christian Snouck Hurgronje’un “19. Yüzyıl İkinci Yarısında Mekke” başlıklı eseri üzerinde duracağım. Önce eserin yazarı kimdir kısaca bir değinelim. Snouck Hurgronje, Batı Avrupa’nın yetiştirdiği en önemli oryantalistlerden biri. Bu ad, Hollanda sömürgeciliğinin emperyalizme evrildiği yıllara tekabül ettiği 19. yüzyıl son döneminden II. Dünya Savaşı’na kadar olan dönemde kendini giderek güçlü bir şekilde ortaya koyar. Leiden’daki öğrenciliği sırasında sadece Arapça değil, diğer semitik dilleri de çalışan ve bu anlamda Avrupa’da döneminin önde gelen oryantalistleri arasında sayılan Michael Jan de Goeje, Straussburg’lu Theodor Nöldeke, Ignaz Goldziher vb.[1] elinde yetişen Snouck’u daha önce kısmen Açe Savaşı’ndaki rolüyle dile getirmiştim.

Hurgronje’un öğrencilik yılları, akabinde akademisyenliği, Arabistan’a gidebilecek cesareti göstermesi ve nihayetinde bugün Endonezya diye bilinen topraklarda hüküm süren Hollanda sömürge yönetimine danışmanlığı onun ‘parlak’ bir beyin olduğunu ortaya koyuyor. 1884-5 yıllarına tekabül edecek şekilde -altı ayı Mekke’de altı ayı Cidde’de olmak üzere-, yaklaşık bir yıla varan bir süre boyunca kalmayı başaran Hurgronje’un kutsal topraklara nasıl girdiği ise okuyucular için merak konusu olacaktır haliyle. Avrupa’da sağlam bir Arapça eğitimi alması kadar İslam hakkındaki bilgisi onu İslamiyet ve Müslümanlar konusunda bir ‘uzman’ kılmaya yetiyordu. Özellikle Malay dünyasından hacılarla ilgili işlemler nedeniyle Hollanda’nın Cidde’deki konsolosluğu ve konsoloslukla yakın ilişki içerisindeki Banten’li önde gelen bir ailenin ferdi olan Raden Abubekir Djajadinginrat’ın yardımları sayesinde Hurgronje’un kutsal topraklardaki faaliyetleri gerçekleşebilmiştir. Tabii burada Hurgronje’un sünnet olup, Abdulgaffar adını aldığını da vurgulayalim. Mekke’ye gitmeden önce, dönemin Osmanlı Valisi Osman Paşa’yla kısa bir de görüşmesi olmuş ve Paşa’yı biraz da yanında getirdiği fotoğraf makinesinin cazibesiyle ikna ettiği söylenebilir.

Hemen bu noktada kitapla ilgili bazı temel hususlara değineyim. Adı ‘Mekke’ olmasından hareketle kimileri bunu ‘menakib’ çalışmalarından biri olduğunu düşünebilir. Aksine, tastamam içeriğinden de anlaşılacağı üzere sosyal-antropolojik sınıflamaya giren bir monografi çalışması. Snouck bu eseri, Mekke ziyaretinden beş yıl kadar sonra yani, 1888/9 yılında Almanca olarak iki cilt halinde yayınlamış. Ardından İngilizceye tercüme edilmesiyle birlikte, geniş kitlelerin ilgisine mazhar olduğunu söyleyebiliriz. Bizim ulaştığımız nüshası ise 2007 yılı Leiden (Hollanda) baskısı ve eserin sadece ikinci cildinin tercümesinden oluşuyor. Tercümeyi kimin yaptığı da önemli... Bir yayınevinin çabasıyla bir çevirmene havale edilmiş bir çalışma değil. Aksine, Cidde’de İngiliz Konsolosu olarak görev aypan J. H. Monahan’ın 1909’da Snouck’un eserine duyduğu ilgiden hareketle yaklaşık yirmi yıl süren bir çeviri süreci Snouck’un bizzat gözden geçirmesi sonunda tamamlanmış.

Eser dört ana bölümden oluşuyor. Mekke’de gündelik yaşam ve aile yaşamını ele aldığı ilk iki bölümün ardından, üçüncü bölümde Mekke’de İslam’ın yayılma döneminden başlayarak ilmin gelişme serüvenini ele alıyor. Son bölümde ise, Arapların tarihin erken devirlerinden itibaren ‘Cava’ diye adlandırdıkları Hint Okyanusu’nun doğusuna tekabül eden coğrafyanın hemen hemen neredeyse tüm köşesinden kutsal topraklara öğrenim amacıyla gelen kitleyi ele alıyor. 326 sayfalık bu çalışmanın bir diğer önemli özelliği görsel malzemelerle desteklenmiş olması. Örneğin, Mekke’nin topoğrafyasını ortaya koyan harita, Mescid-i Haram’ın mimari plânının yanı sıra, Hurgronje’un ziyaretine tekabül eden 1880’lerde Arabistan’a -öyle anlaşılıyor ki- ilk defa kendisinin getirdiği fotoğraf makinesiyle yaptığı çekimlerle yerli Mekke ahalisinden ve zengin tüccarlarından, çeşitli meslek erbabına ve diğer önemli hacı topluluklarına mensup kişilere dair bilgiler sunmakta.  Bunlar arasında Mekke’li bir tabib, Habeşli ve Kafkas köleler, seyyid, hacılara rehberlik yapan ‘mutawwif’, müezzin, Ciddeli tekneciler, Buharalı dervişler, Açeli-Borneolu-Sumatralı ve Bantenli hacılar, Cavalı öğrenciler ve hocalar vb. Kutsal topraklardaki insan çeşitliliğini ve zenginliğini ortaya koyan önemli göstergeler.

Bu çalışma hiç kuşku yok ki, Mekke yerlileriyle hacı olmak, ticari faaliyete iştirak etmek vb. gibi gönüllü dışarlıklılar ile gönülsüz yani köle statüsünde bu topraklara getirilen insan grupları arasındaki etkileşimleri anlamak adına bugün dahi önemli bir kaynak niteliğinde. Bu bağlamda, insan olma halinden neşet eden tüm unsurları bu etkileşimler zincirinde bulmak mümkün.

Bu eserin bir yüzyıl öncesinde yazılmış olması değerinden bir şey kaybettirmiyor. Aksine, aradan geçen süre zarfında Mekke’yi, ahalisini ve özellikle Endonezya Takımadaları’ndan gelen çeşitli komünitilerini değerlendirmesi bağlamında başka bir eserin kaleme alınmamış olması, bu eseri kendine has kılıyor. Snouck’un başka eserlerini -örneğin ‘Açeliler’ (The Acehnese)- dikkate aldığımızda da benzer bir durumla, yani bugüne kadar başka kapsamlı çalışmaların olmayışıyla karşılaşıyor olmamız üzerinde düşünülecek bir durum.

Yukarıda arşivden temin ettiğim bir belgeye değinmiştim. Bu anlamda, ‘Mekke’ isimli bu eserine yönelme sebeplerimin başında da eserin son bölümü yani Cavalı Müslümanlar ve özellikle de kutsal topraklara öğrenim için giden Cavalı öğrencilerle ilgili çalışmalarım dolayısıyla olmuştu. Cavalı derken, bugünkü Cava Adası ile sınırlandırılmaması gerektiğini bir kez daha hatırlatmakta fayda var. Bu hacılar, öğrenciler ve de tarihte iz bırakmış hocalar arasında sadece Cava Adası’ndan değil, Açe’den, Patani’den, Minangkabau’dan, Sulavesi’den vb. farklı bölgelerden gelenlerin olduğu da biliniyor. Bunlara ilâve olarak, insan stoğu olarak Malay olmakla birlikte farklı bir coğrafyada yaşayan, örneğin Güney Afrika’dan gelen kitleleri de saymak mümkün. Yani tüm bu kitleyi, antropolojik sınıflama bağlamında ifade etmek gerekirse Malay olarak adlandırmak çok daha doğru olacaktır.

Hurgronje, geçen bu süre zarfında Arapça ve İslami bilimlerdeki birikimini geliştirme fırsatı buldu. Ancak bundan çok daha önemlisi, özellikle ilgisinin yönelmeye başladığı Doğu Hint, yani Endonezya Takımadaları’ndan gelen ve kısaca ‘Cava topluluğu’ olarak adlandırılan kitle ile etkileşimidir. Bu süreçte hiç kuşku yok ki, bu kitleyi temsil eden ve kimileri yıllarca Mekke’de kalarak öğrenim ve öğretim faaliyetlerini sürdüren hocalarla yaptığı sohbetler ve gözlemler onun daha sonra görevlendirileceği Açe ve Batavya süreçlerinde üstleneceği rollere önemli katkılar sağlayacaktı. Takımadalar’dan gelen öğrencilerin-hocaların Kabe’nin her bir köşesine dağılmış faaliyetlerini gözlemleyen yazar, bu vesile ile o dönemin eğitim sistemi hakkında da fikir veriyor. Hurgronje’un Cava kökenlilerle teşrik-i mesaisinin önemi, Mekke gezisinden yaklaşık on yıl sonra Hollanda sömürge yönetimince Açe’de ve ardından Batavya’da görevlendirilmesi sürecinde ortaya çıkacaktır. Bu anlamda, sıradan halk kesimleri ve önde gelen alimlerle sohbetleri salt ‘sosyo-dini’ içerikli olmakla kalmamış, ilgili toplumların sosyal gerçekliklerinden hareketle siyasi bütünü anlama çabasına doğru evrildiği görülür. Hiç kuşku yok ki, temaslarının bu yönde kendisinde ‘yeni ufuklar’ açacaktı.

Bununla birlikte, bu konudaki girişimleri bağlamında farklı gelişmelerin olduğu da bilinmektedir. Örneğin, o dönem Mekke’sinde öğretim faaliyetlerinde rol alan Patanili meşhur alim Ahmet el-Fatani’nin kendisinden ‘siyaset’ dersleri alma talebinde bulunan Hurgronje’u -niyetini doğru ‘okuduğu’ ifade edilerek- nazikçe geri çevirdiği ifade edilmektedir. O dönem Osmanlı yönetimiyle yakın ilişki içinde olduğu bilinen Ahmet el-Fatani’nin Hurgronje yönelik bu yaklaşımıyla, Mekke’de altıncı ayı dolmak üzereyken Vali Osman Paşa’dan aldığı “sadece Mekke’yi değil, Arabistan’ı terk etme” mektubu arasında bir ilişki olduğu düşünülebilir. Hurgronje’un, Hac dönemi öncesindeki gözlemleri ve temaslarının ötesinde Mekke ziyaretini belki çok daha anlamlı kılacak girişimi, yani Hac ritüeline bizzat iştirak etme arzusunun, Mekke’den çıkartılması suretiyle gerçekleşmemişdir. Buna sebep, yukarıda dile getirdiğimiz üzere, Kutsal topraklara girişte edindiği izin belgelerine rağmen, hakkında duyulan şüphelerden kaynaklandığı aşikâr.

Aslında, 19. yüzyıl ikinci yarısından itibaren giderek sömürgecilik karşıtı duruşta –ki bu durum Banten, Pedri ve Açe Savaşları’nda somut bir nitelik kazanmıştır- ve nihayetinde Pan-İslamcı harekete evrilecek süreçte Hollanda yönetiminin şüphesi doğrudan Ortadoğu bağlantısıydı. Bu noktada Snouck Hurgronje’un 1890’ların ortalarında Açe’ye yaptığı seyahatte Osmanlı makamlarından aldığını gösteren ve adının ‘Abdulgaffar’ olduğunu belirten belgeye sahip olduğu biliniyor. Kısa süren arşiv çalışmalarım sırasında bu belgeye ulaşmıştım. Ancak bu ve diğer ilgili belgeler halen kapsamlı bir makale için değerlendirilmeyi bekliyor.

Bu süreçte, Kutsal toprakları ziyaretin Takımadalar’daki İslami sosyo-siyasi hareketlenmelerin temel nedeni kabul ederek, geri dönen -en azından önemli şahsiyetler içinden- hacıları takibe alması, hac seyahatini zorlaştırması ve zaman zaman yasaklaması gibi gelişmeler dikkate alındığında Snouck Hurgronje’un Mekke’ye yaptığı ziyareti bir bilim adamının şahsi girişimi olarak değerlendirmek yanıltıcı olacaktır. Özellikle Açe Savaşı’nın devam ettiği bir süreçte gerçekleşen bu Mekke ‘seyahati’, Ortadoğu’da gelişme gösteren siyasi gelişmeler ve özellikle de İslam Birliği taraftarlığının Açe özelinde Güneydoğu Asya Müslüman toplumlarına sirayetini ‘ölçmek’ Batılı güçlerin ve onların aracısı konumundaki oryantalistlerin bizatihi sorumluluk alanıyla ilintilidir. Bunu destekleme mahiyetinde gene aynı coğrafyada, ancak bu kez Singapur’da 1950’li yılların başında nükseden Maria Hertogh vak’asında da İngilizlerin benzer süreçleri işlettikleri bilinmektedir.

Hurgronje’un eseri oryantalist bakış açısı dikkate alınarak gerek Kutsal topraklar ve buradaki yerli ve yabancı unsurların yaşam koşulları, sosyal etkileşimleri vb. hakkında fikir verdiği gibi, özellikle siyasi çıkarlar doğrultusunda ‘gözlemlenen’ Malay toplumunu  anlama konusunda ciddi bir referans olduğuna kuşku yok.

http://www.dunyabizim.com/Manset/14137/abdulgaffar-adini-bile-almis-orda-kalmak-icin.html




[1]P.Sj van Koningsveld. (1987). Minor German Correspondences of C. Snouck Hurgronje: From Libraries in France, Germany, Sweden and The Netherlands.

Kamboçya Hun Sen’le Devam

Mehmet Özay                                                                                                             29 Temmuz 2013

Kamboçya’da seçimin göreceli zaferi son otuzyıla damgasını vuran Hun Sen oldu. Muhalefetin seçimler öncesinde dile getirdiği ‘hileli seçim tuzağı’ söylemi yerini buldu denilebilir. Çünkü seçim günü seçim sandıklarında isimlerini bulamayan seçmenlerin kendiliğinden gelişen tepkiyle polis araçlarına saldırarak ‘sivil taşkınlık’ çıkarmalarının yanı sıra, Hun Sen’in seçimi kazandığının ilân edilmesinin ardından muhalefetin önde gelen ismi Kamboçya Ulusal Kurtuluş Partisi seçim sonuçlarına itiraz edeceği yönündeki beyanları ülkede gündemi oluşturuyor. Bu itirazın temel gerekçesi yukarıda dile getirildiği üzere kimi seçmenlerin adlarını listelerde bulamamaları kadar, tıpkı bazı ülkelerde olduğu gibi, ikinci defa oy kullanımını engelleme adına kullanılan mürekkebin ‘kalitesi’ sorunu... Seçimleri izleyen bir sivil oluşum olan “Serbest ve Adil Seçim Komisyonu” söz konusu usulsüzlükler nedeniyle seçmenlerin %13’ü oy kullanamadığını ifade ederken, siyasi iktidarın davetlisi olarak seçimleri izlemeye gelen Endonezya Eski Cumhurbaşkanı Yardımcısı ve Asya Pasifik Demokratlar Merkezi’nin de başkanlığı da yapan Yusuf Kalla, yukarıdaki güçlü itiraz içeren ifadeye hiç değinmeyen açıklamasıyla dikkat çekti.

Peki Pazar günkü beşinci genel seçimlerin sonuçlarında hangi parti ne kadar sandalye kazandı? İktidardaki Kamboçya Halk Partisi’nin 123 sandalyeli parlamentoda 68, muhalefet ise 55 milletvekili kazandı. İktidar partisinin bir önceki dönem sahip olduğu milletvekili sayısının 90 olduğu hatırlandığında, iktidarın parlamento gücünde önemli bir gerilem göze çarpıyor. Öte yandan, muhalefetin bir blok olarak girdiği seçimlerde 55 sandalye kazanması bölge ülkelerinde -örneğin, Singapur, Tayland, Malezya- muhalefet dinamiğinin kendini Kamboçya siyasal sisteminde de gösterdiğini ortaya koyması açısından dikkat çekici. İktidarın ilk defa böylesi bir kaybı yaşaması ülke siyasal yaşamında önümüzdeki dönemde farklı tabloların çıkacağına işaret ediyor. Yani Hun Sen, tek başına bir iktidar olmak yerine, halkın temsilcisi konumundaki muhalefetin görüşlerini dikkate alacaktır.

Ülkede ilk genel seçimler 1993 yılında dönemin şartları gereği Birleşmiş Milletler tarafından organize edilmişti. 9 milyon kayıtlı seçmenin bulunduğu ülkede, sekiz siyasi parti seçimlere iştirak etti. İktidardaki Kamboçya Halk Partisi ile Sam Rainsy Partisi ile İnsan Hakları Partisi’nin oluşturduğu koalisyon blogu iki önemli rakip olarak belirdi.

Ülkede son döneme damgasını vuran Kamboçya Halk Partisi’nin parlamentodaki önemli çoğunluğunun erozyona uğradığı ve muhalefetin kayda değer bir güç edindiği üzerinde durulacak bir durum. Muhalefet bu kazanımına rağmen, seçim sonuçlarına hile karıştırılması gibi ‘bölge demokrasilerinde’ hiç de olağanüstü sayılmayacak durum karşısında halktan aldığı güçle de sonuçları kabul etmediğini ve seçim komisyonunun soruşturmaya tabi tutulmasını talep ediyor. Burada bir ayrıntıya dikkat çekmekte fayda var. Muhalefet seçimlere hile karıştırıldığını dikkatlere sunarken, ‘bugüne kadar ki en vahim seçim’ cümlesini kuruyor. Bu aslında iktidar odağının elinin altındaki ‘Seçim Komisyonu’ üzerinden manipülasyon çabalarının muhalefetin gücüne paralel olarak giderek yoğunluk kazandığını da ortaya koyuyor. Hani daha birkaç ay önce seçimin olduğu bir ülkede, hala siyasetin merkezindeki eski başbakan ‘Benim zamanımda bu kadar çok çaba sarfetmek gerekmiyordu’ dediği gibi, dün ‘nasıl olsa kazanacağız’ diyerek seçime giren iktidarlar, bugün farklı bir dil ve ‘eylem’ geliştirmek zorunda kalıyorlar.

Muhalefetin bu denli öne çıkan bir başarı elde etmesinde ülkede otuz yıllık Hun Sen iktidarının varlığı kadar bölge ülkelerinde sivilliğe itibar eden bir muhalefet anlayışının giderek yaygınlık kazanmasına bağlayabiliriz. Önce Hun Sen niçin otuz yıldır iktidarda kalabildi bunun cevabını aramak gerekiyor. Bunu sadece ülkenin ‘Asya kaplanları’ kadar olmasa da, çevre ülkelerin ekonomik kalkınmasından Kamboçya’ya da bu gelişme hissesinden bir pay düştüğü ortada. Gelişme olgusunun sadece ulusaşırı şirketlerin üretim tezgâhlarında kırsal kesimden gelen Kamboçyalı kızların ve erkeklerin çalışması anlamına gelmiyor. Bu sürecin genel eğitim olanakları, kimi ölçekte yüksek öğretim kurumlarının varlığı, halkın kendi içine kapanık değil, çevrede olan bitene tanıklık edecek bir tür bilinç sürecine pasif veya aktif müdahil oluşu gibi faktörler dikkate alınabilir. Peki ‘muhalefetin iktidarla sorunu nedir? diye soracak olursak, klasik cevap hazır: yolsuzluklar, adam kayırmalar, kroniler... Kamboçya özelinde buna bir de halkın toprağının ucuza ‘kapatılarak’ uluslararası şirketlere veya yandaşlara sunulması var. Toprağın kırsal kesimdeki halk için ‘her şey’ anlamına geldiği hatırlandığında, bunun salt bir siyasi sorun değil, etik boyutları da olan kapsamlı bir sorunlar bütünü olduğuna dikkat çekmek gerekiyor. Mao Zedong’dan alıntı yaparak şu hususu da unutmamak gerektiğini ifade etmeliyiz. Zedong’un, ‘siyasi güç silahla büyür’ diye bir sözü var. Silahtan kasıt iktidarın daha doğrusu iktidarı diktatörlüğüne araç kılan bölge ülkeleri liderlerinin uzun erimli iktidar örneklerinde görüldüğü üzere ordu önemli bir faktör.

Öte yandan, okur yazar genç nesillerin ebeveynlerinden farklı taleplerle siyasi ve sosyal alanda var olma istekleri içerde yakın geçmişe kadar baskı altında tutulmuş muhalefet kanallarının genişlemesine neden oluyor. Aynı zamanda, küresel yapılaşmaların da bu tür ülkelerde ‘halk’ üzerinden değişimi güncelleme istekleri bir vechesiyle yönlendirmeye tabi tutulmasıyla ilgili ülkelerde ‘sürpriz’ denilebilecek sonuçların ortaya çıkmasına neden oluyor. Halk özellikle de genç kitlelerin ‘değişim’ (doh) taleplerine karşı koyan güç sadece iktidar kanadı değil. İktidarda olmanın getirdiği avantajları sonuna kadar kullanan, aslında nötr ve bir ölçüde de yenilikçi yanlısı olacağı tahmin edilen medyanın bu süreçte oynadığı ‘sistematik rol’ gözlerden kaçmıyor.

Kamboçya’da muhalefet lideri Sam Rainsy’in kral tarafından affının mevcut siyasi yapı ve politikalardan tatminkâr olmayan kitleler üzerinde böylesine önemli bir etkisi olduğuna kuşku yok. Her ne kadar, bir ‘Başbakan adayı’ olarak seçimlere girmese de, Rainsy’in kısa sürede seçim kampanyasına aktif katılımı sıradan toplum kesimlerini -içinde yanılsamanın da olabileceği- yeni bir siyaset dili ile tanıştırmaya yetiyor.

Muhalefetin elde ettiği bu siyasi başarının sadece ‘parlamento’ sınırları içinde kalmayacağı, bir diğer boyutu yani toplumsal açılımlara yol verecek kimi inisiyatiflerin geliştirilmesine olanak tanıyacaktır. Bu noktada ilk akla gelen tabii ki medya gücü oluyor. Sam Rainsy seçimlerin hemen ardından yaptığı açıklamada, yaşanan tüm olumsuzluklara rağmen, halkın muhalefete teveccühünün önemli olduğunu ve Kamboçya halkına yanlarında olduklarını göstereceklerini belirtmesi önümüzdeki süreçte sivil bir muhalif anlayışının gelişeceğine dair bir gösterge olarak değerlendirilebilir.

http://www.dunyabulteni.net/?aType=haber&ArticleID=269134

29 Temmuz 2013 Pazartesi

Kamboçya Müslümanları ya da Champalılar / Cambodian Muslims or Champas

Mehmet Özay                                                                                                             29 Temmuz 2013

Muslims living in Cambodia are originally descendants of Muslims community in the ancient Kingdom of Champa. The historical developments put the Champa Muslims in constant contacts with Cambodia. Though they live in Buddhist majority country, the social relations between Khmer-Buddhist and Muslims are almost entirely different than the relations emerged between Buddhists and Muslims in other countries. Here there is another significant factor should be mentioned that the percentage of the Muslim community in Cambodia can be overlooked by some circles. This very minor percentage might be a good reason of Buddhist community not to regard Muslims as a danger of ‘invading group’ through marriages and business opportunities in the country. On the other hand, it can be argued that the major factor behind this affirmative relationship between these religio-social groups is their both being discriminated in entire manner under the Khmer Rogue. In this juncture, it should be asked about the future of Champa Muslims in Cambodia…

Kamboçya’da, Hint-Çini’ni oluşturan diğer ülkelerde gözlemlendiği üzere sosyo/dini hayatta Budizmin baskın olduğu bir yapı hakim. Halk katmanlarındaki bu önemini, Budizmin ülkenin resmi dini olarak kabul edilmesinde görmek mümkün. Kimi tanıklıklardan hareketle, ülkenin temel insan stoğunu oluşturan Khmerlerin -ve de diğer etnik azınlık gruplarının- bu topraklarda yaşam süren Müslümanların tıpkı diğer Budist egemen Hint-Çini toplumlarındakine benzer bir ‘baskı’ altında oldukları akla gelebilir. Ancak Kamboçya’nın özellikle modern tarihinde yaşanan gelişmeler halk katmanında olduğu gibi yönetim bazında da Müslümanlara karşı farklı bir etkileşimi gündeme getirdiği görülüyor. En azından dışa yansımayan etnik/dini unsurlar arasında var olan bir ‘sosyal anlaşmadan’ söz etmek mümkün.

Bu anlamda, ülkedeki etnik azınlıkların  mensup olduğu dini yapıları da dikkate alarak Kült ve Din İşleri Bakanlığı faaliyet gösterdiğine dikkat çekmek gerekir. Bununla birlikte, tarihin değişik evrelerinde çeşitli vesilelerle bölgeye gelip yerleşmiş olan azınlık Müslüman gruplar, bugün toplam nüfus içerisinde %1 gibi kimilerince göz ardı edilebilecek küçük bir grubu teşkil ettiği de bir başka gerçek. Yani sayısal oranla değerlendirilerek ülkenin siyasi ve dini başat unsurlarınca varlığı göz ardı edilebilecek bir Müslüman kitle mevcuttur. Bu yüzde birlik kısma göz atmakta fayda var. Müslümanların kendi içlerindeki dağılımında da yaklaşık %80’ini ise Champa Müslümanları oluşturuyor. Yapılan son çalışmalar Müslümanların nüfusunun 700.000 civarında olduğunu ortaya koyuyor. Bu bağlamda, Müslümanların ülke genel nüfusu içerisinde %5’lik bir yer aldığı söylenebilir. Bu nüfus “Cham” ve “Chvea” adı verilen iki etnik Müslüman grubunu oluşturuyor. ‘Chvea’ muhtemelen Malay toplumu için kullanılan yaygın kelime olan ‘Java’ anlamına kullanılmış bir kelimedir. Müslümanlar ülkenin önemli şehirlerinden olan Kampung Cham başta olmak üzere, Kampong Chenang, Kompot ve başkent Phnom Penh’de yaşam sürmektedirler. Müslüman halk kendini kimi sivil oluşumlar vasıtasıyla da ifade etme imkânı bulmaktadır. Müslümanların tümünü bağlayıcı kılan Şeyühislam kurumunun yanı sıra, çeşitli birliktelikler şeklinde de örgütlenmeler hizmet vermektedir. Bunlar arasında Kamboçya İslam Birliği, Kamboçya Khmer İslamc Birliği, Kamboçya Cham İslam Birliği, Müslüman Öğrenci ve Öğretmenler Birliği dikkat çekmektedir.

Ülke Müslümanlarına adını veren ‘Champa’ kelimesi üzerinde durmakta fayda var. ‘Champa’ tarihin erken devirlerinde bugünkü Vietnam sınırları içerisinde doğmuş ve gelişmiş bir krallık. Bu toprak parçasının Çin’e yakınlığı, Malaka Boğazı, Sunda Denizi gibi önemli su yollarıyla bağlantısı dikkate alındığında değişik coğrafyalardan -aralarında Müslümanların da olduğu- kitlelerin yerleşimine açık olduğu anlaşılıyor. Krallık içerisinde Müslüman olan kitlelerin -ki Champa Müslümanları olarak adlandırılmaktadır- İslamla tanışmaları yaklaşık Miladi 1000 yılında gerçekleşmiş ve önemli bir sosyo-siyasi grup olarak krallık içerisinde 15. yüzyıl son çeyreğine kadar kayda değer bir rol oynadığı ilgili kaynaklarca dile getirilmektedir.

Müslümanların göç etmek zorunda kaldıkları Kamboçya’daki yönetim ve toplum yapısını anlamaya çalışmak da, Müslümanların konumlarını değerlendirmede kayda değer bir rol oynayacaktır. Kamboçya, Khmer adı verilen halkın ana yurdu olarak bilinir. Tarihin erken dönemlerinde (12. yüzyıl) Angkor Medeniyeti’ni inşa etmiş olan bu halk 16-17. yüzyıllara gelindiğinde eski gücünü yitirmişti. O yüzyıllarda bölgede öne çıkan güç merkezi Ayudha Siam Krallığıydı. Bu yüzyılların gerek doğulu gerekse batılı denizci ve tüccar kesimlerinin Malay Takımadaları, Hint-Çini bölgesine yönelik ‘istikrarlı’ nüfuzları görülüyordu. Bu çerçevede her ne kadar kayda değer bir güç merkezi niteliği taşımasa da, Kamboçya Krallığı’nın başkenti Phnom Penh’de de bu yabancı komunitelere rastlamak mümkündü. Bu dönemde Kamboçya’nın ihtiyaç duyduğu, özellikle askeri insan gücünü Malay ve Champa’lıların sağladığı ifade edilir.

Champalıların sahneye çıkmasından önce Kamboçya Krallığı’nda Malay toplumu varlığından bahsedilir. Öyle ki bu Malay nüfus 16. yüzyıl sonlarında yaşanan taht mücadelesinde bir güç unsuru olarak ortaya çıkmış ve başlarındaki Laksamana (Komutan) bağımsız bir siyasi ve askeri yapı oluşturmuştur. Tabii Malay toplumunun, o dönemde İspanyol ve Portekiz unsurlarının varlığı ve Saray’a yönelik müdahalelerine karşı bir blok oluşturduğunu haliyle düşünmek mümkün. Söz konusu bu Malay grubunun coğrafi yakınlık, o dönemki siyasi gücünün yanı sıra, gene o dönem Kabmoçya’da sınırlarında olan bugün Vietnam’a bağlı Mekong Deltası’nın güney ucu ile deniz bağlantısı dikkate alındığında Patani Sultanlığı’ndan nüfuz eden Patani Malayları kadar Pahang, Johor ve hatta Sumatra Jambi ve Minangkabau’dan gelen Malay grupların varlığından bahsedilmektedir. Bu grubun o dönem Kamboçya’sında en önemli ikinci Müslüman grubu oluşturduğu vakidir.

Kamboçya Kralı’nın Müslüman Oluşu

Kamboçya Krallığı’nda 16. yüzyıl sonlarından itibaren baş gösteren taht mücadelesi nihayetinde 1641 yılında Prens Chao Ponhea Cand’ın tahta çıkmasıyla sonuçlansa da, amcasıyla olan siyasi mücadele devam etmiştir. Ancak, önde gelen dört komutandan aldığı destekle giriştiği savaşta amcasına karşı galip gelmesiyle uzun süren taht mücadalesine son vermiş oldu. Burada dikkat çeken husus, komutanlardan birinin ‘Mantri Tejah Mas’ adında bir Malay Müslüman olmasıdır. Bunun üzerine siyasi gücünü pekiştiren Chao Ponhea, I. Reameathipadei adını alarak tahtta oturdu.

17. yüzyıl ortalarına doğru belki de bölge tarihinde bir ilk anlamı taşıyacak önemde bir değişim yaşandı. Dönemin Kralı I. Reameathipadei (1641-1658), İbrahim adını alarak Müslüman olması bölgede yaşayan Müslümanların toplumsal ve siyasal kaderleri üzerinde değişime neden oldu. Kral’ın Müslüman olma serüveni birkaç nedene bağlantılandırılır. İlk etapta bir ‘aşk’ hikâyesi ortaya konulsa da, arka plânda, aslında Kral’ın tahtını koruma adına Müslüman kitle ile siyasi ittifak yapma niyeti olduğundan bahsedilir. Kral, Bir diğer neden ise savaşta amcasını öldürmesinden neşet eden vicdan azabıdır. Bu azaptan kurtulma adına Budist papazlara yönelmesinden umduğu ‘tatminkâr’ cevabı alamaması üzerine bölgedeki Müslüman din adamlarına danışır. Bu sürecin akabinde Müslüman olduğu ifade edilir. Bir diğer neden ise, Sri Sa Jhar bölgesine yaptığı bir gezi sırasında bir Malay veya Cham Müslüman kızıyla karşılaşmasıyla bağlantılandırılır. Müslüman kıza tutulan kral Müslüman olmakla kalmamış, önemli bir aileye mensup olduğu ifade edilen gelinin babasını Müslümanların toplum liderliğine atar. Bu anlamda Saray ile Müslümankitle arasında bir tür sosyo-siyasi ilişkinin temelleri de atılmış olur. Kralla birlikte sarayın önde gelen tüm yöneticilerinin de -kralın isteği doğrultusunda- Müslüman olduğu da kayıtlar arasında dikkat çeker. Bunda pek yadsınacak bir durum yok. Çünkü tarih boyunca dünyanın değişik bölgelerinde olduğu üzere, Güneydoğu Asya’da da Müslüman olan siyasi liderlerin onlara tabi kitleleri de beraberinde İslamiyete taşıdığı bilinmektedir.

Tarihi Göç Hadisesi
Kamboçya’daki bir diğer önemli etkin Müslüman grubu oluşturan Champalıların varlığı, 1471 yılında Vietlerin Champa Krallığı’nın başkenti Vijaya’yı istilası üzerine gerçekleşen göçle ilişkilendirilmektedir. ”Viet”lerin saldırıları karşısında çareyi ‘hicret’ etmekte bulmuşlar ve bugünkü topraklara yerleşmişlerdir. Göçün akabinde birtakım antropolojik benzerliklerden hareketle Malay toplumuyla ilişkiler geliştiren Champalılar bu süreçte Müslüman oldular. Khmerler bu iki grubun sosyo-dini birlikteliğine atıf anlamında “Cam-Java” terimini kullanırlar. Champalılar, savaşkan karakterleri ile öne çıkmışlar ve saray ve çevresindeki güç mücadelelerinde rol almışlardır. Bu noktada, yukarıda kısaca vurgulandığı üzere Champalıların Kamboçya’nın askeri gücü içindeki yeri işte bu savaşkan karakterleriyle bağlantılıdır.

 ‘Chvea’ Müslümanları ise, daha erken dönemlerde bugünkü Endonezya Takımadaları’ndan özellikle de Sumatra’dan gelip yerleşen Müslüman grupların torunlarıdır. Bu noktada, günümüz Kamboçya toplumunda yaşam süren Müslümanların bir bölümünün Malay diğerlerinin Hint-Çini topluluklarından Champalılar olduğunu ifade etmek daha doğru olacak. Ancak, yerel düzeyde karşımıza çıkan bu etnik ayrıma karşılık, bölgesel ve uluslararası arenada ülkedeki Müslümanlar “Champa Müslümanları” olarak biliniyor. Öte yandan, ülkenin etnik çoğunluğunu teşkil eden Khmerlerin ve bu toplumsal grubun söz konusu toprakların siyasi ve toplumsal dayanak noktasını oluşturmasından hareketle kimi çevrelerin kendilerinin, -yani Champa Müslümanlarının- ‘Khmer Müslümanları’ olarak adlandırılmasını ise tasvip etmiyorlar. Bunda hiç kuşku yok ki, 1970’li yılların ikinci yarısında yaşanan önemli soykırımın büyük bir yeri var.

Khmerler Dönemi ve Soykırım

Bu dönemde, Kamboçya’da yaşanan insanlık dramından Müslümanlarda payını almıştır. Khmer nedir önce bunun cevabını verelim. Khmer, ülkenin çoğunluğu oluşturan etnik grubu. II. Dünya Savaşı sonrasında Çin ve Rusya üzerinden bölgede yaygınlık kazanan komunist hareketlerin bir uzantısı olarak ortaya çıkmış ve ülke siyasetinde rol almıştır. Pol Pot adındaki lideri bu uluslararsı bağlantının ötesinde, ülkenin kuzeyindeki dağlık bölgelerde yaşayan köylü kabilelerinin yaşam koşullarını ütopik sosyalizmin örneği kabul ederek bunu bir devlet nizamı haline getirme düşüncesi ülkeyi kana bulayan sürece girmesine neden oldu. Bir yandan, dini inançlara yönelik baskı öte yanda maddi gelişmenin unsurlarının kabul edilmemesinin birleşiminden doğal katı siyasi rejim askeri güç ile ülkede muhalefeti temsil eden tüm kesimleri içine alan bir yıkıma başladı. Bu bağlamda, Khmerler döneminde ülkedeki diğer azınlık grupları ve muhalifler gibi Müslümanlar da zulme maruz kalan kitlelerden. Özellikle Müslümanların tarihsel olarak yoğun olarak yaşadıkları Kampung Cham bölgesinde gerçekleşen saldırılarda kimi ifadelere göre 500.000 Müslüman hayatını kaybetmiş. Bu süreçte ülkeden kaçabilenler mülteci olarak Tayland, Malezya, Fransa, ABD ve Suudi Arabistan’a sığınmışlardır. Khmer rejiminin sona ermesinin ardından özellikle Tayland ve Malezya’daki grupların geri döndüğü belirtilmektedir.

1970’li yılların bölgesel ve küresel ilişkilerine bakıldığında Kamboçya’da olup bitenden Müslümanların genel itibarıyla haberdar olduğunu düşünmek hayalcilik olur. Sadece Müslüman unsurların değil, bir ölçüde dikkate alınabileceği varsayılarak Birleşmiş Milletler gibi kuruluşların da Kamboçya’da yaşanan ve her kesimi içine alan soykırım karşısında elinin kolunun bağlı kalışı dünyanın son dönemde yaşadığı önemli dramlardan kabul edilmelidir. Tam da bu noktada, bölgenin bir başka ülkesi Myanmar’da aynı yıllarda Arakanlı Müslümanlara yönelik baskı ve zulüm politikalarının neden olduğu dev göç hadiselerinin yaşandığı biliniyor. Bu noktada, aynı siyasi rejim ve aynı sosyo-dini yapıya sahip olduğu ileri sürülebilecek Myanmar ve Kamboçya’nın bilinçli olarak birbirlerine destek verdikleri ve özellikle azınlıklara ve Müslümanlara karşı ortak bir politika geliştirdikleri söylenemese bile, hiç kuşku yok ki, birinde başlayan bu sürecin diğeri üzerinde ‘teşvik edici’ bir mahiyeti olduğuna şüphe yok. Bu çerçevede 1978 yılında Arakanlı Müslümanların göçe zorlandıklarını ve akabinde 1982 yılında çıkartılan bir yasa ile vatandaşlık haklarının elinden alındığını hatırlamakta fayda var.

Hedefin ütopik tarım toplumu yaratmak olduğu hatırlandığında karşımıza çıkan manzarayı tahayyül etmek zor değil. Bu süreçte Champa Müslümanlar evlerinden yurtlarından sürülmüş, aileler birbirlerinden koparıldı ve küçük gruplar halinde farklı yerlere göçe zorlandılar. Zulmün pençesine düşen Müslüman kitleler Müslüman olmayanlarla evlenmeye, domuz yetiştirmeye ve yemeye zorlandılar. Dini yaşamın ve kurumların varlığının ortadan kaldırıldığı bu süreçte canlarını, ailelerini, mallarını ve mülklerini korumak isteyenler derhal infaz edildiler. Bu yıkımdan camiler de payını almış. Kimi ifadelere göre bölgedeki 132 cami yıkılmış… 1960 yılında dönemin kralı Norodom Sihanouk tarafından ülkenin ilk müftüsü olarak atanan Hacı Res Lah da katledilenler arasında.

Champa Müslümanlarının Bugünkü Yerleşim Yerleri

Müslümanların örgütlü bir yapıya sahip oldukları söylenebilir. Bu örgütlü yapının ‘resmi’ ayağını ülke siyasi rejimince de tanınan ‘Müftü’ kurumu geliyor. Ayrıca, ‘Ulusal İslam Hareketi’ bunlardan biri. Müslüman toplum Budist çoğunluk ile içiçe yaşıyor. Örneğin, önemli bir topluluk, başkent Phnom Penh’e sadece birkaç kilometre mesafedeki bölgede yaşam sürüyor. Ancak Kamboçya Müslümanları dendiğinde akla gelen ilk yer Kampung Cham. Literal anlamda ‘Cham Köyü’ dense de önemli bir yerleşim yeri… Malayca bir kelime olan ‘Kampung’un kullanılması elbette tarihte Malay dünyasıyla bir bağlantı olduğunun göstergelerinden. Tahmin edilebileceği üzere, bu bölge özellikle de Svay Khleang ve Koh Phal adlı yerleşim yerleri Khmer komünist rejimine karşı mücadelenin verildiği önemli yerler.

İslami Eğitim
2005 verilerine göre, Kamboçya’da Müslümanların çoğunlukta olduğu yerleşim yeri sayısı 417. Bu Müslüman kitlenin sosyo-dini faaliyetlerini sürdürdüğü 244 cami ve 313 mescid bulunuyor. Ülkede İslami eğitim çalışmalarının başlangıcı 1948 yılında Hacı Sam Sou’un kurduğu pondok’la başlatılıyor. Patani’deki kurumların bir benzeri olarak hayata geçirilen bu kurum bugüne kadar ortaya konan İslami eğitim kurumlarının ilk nüvesini teşkil eder. Eğitim alanındaki yatırımların özellikle, 1993 yılında yapılan genel seçimlerin akabinde giderek ivme kazandığı söylenebilir.

Müslüman aileler çocuklarının ilk eğitimini kendileri veya toplumun yaşlılarının yardımıyla sağlıyorlar. Bu bağlamda, Kur’an-ı Kerim öğretiminin burada farklı bir önemi olduğunu söylemeliyiz. Bu önem, Kutsal metnin yazılı sistemi bulunmadığı ifade edilen Cham diline çevrilememesi. Bu nedenle, bölgede Kur’an öğretimini sağlayacak kurumsal yapılanmalara ihtiyaç olduğu söylenebilir. Öte yandan, ülkenin resmi dile konumundaki Khmer diline Kur’an tercümesi faaliyetinin ‘ağır-aksak’ sürdürüldüğü de beyan edilen hususlardan.

İslami eğitimi devam ettirmek isteyenler ya Başkent’teki veya meşhur Kampung Cham’daki mevcut kurumlara başvuruyorlar. Gençlerin İslami eğitim amacıyla yöneldikleri diğer iki önemli coğrafya Patani’deki geleneksel ve modern okullar ile Malezya’daki benzer okullar. Bunun anlaşılabilir maddi temelleri var kuşkusuz ki. Bunun en temel nedeni, Patani ve Malezya’nın kuzey ve doğu eyaletlerindeki İslami eğitimin köklü bir geçmişinin olmasıdır.

Kamboçya Müslümanlarına maddi ve öğretici kadrosu yardımında bulunan Ortadoğu ülkelerinden bazı kurumların çalışmaları Müslümanlar tarafından takdir edilmekle birlikte uluslararası çevrelerin dikkatini çekiyor. Bunun temel sebeplerinden biri Kamboçyalı öğrencilerin bazılarının öğrenimlerinin bir bölümünü Ortadoğu’da devam etmelerine olanak tanınması olduğu ifade ediliyor.

Din İşleri Bakanlığı’nda Müslüman yetkililerin de görevlendirildikleri ve kendi bölgelerinde siyasi partilerden aday gösterildikleri ve Meclis’te temsil imkânı bulabildikleri biliniyor.

Kamboçyalı Müslümanlar, bölgedeki diğer Budist ağırlıklı toplumlarla karşılaştırıldığında görece ‘tatminkâr’ bir yaşam sürdükleri düşünülebilir. Kendine özgü bir komünist yönetim biçimine sahip olan Kamboçya’da hükümetin Müslümanlara yönelik alışılmışın dışındaki yaklaşımın temelinde Khmer rejimi döneminde yaşananların rolü büyük. Bu süreçte 1993, 1998 ve 2003 yıllarında yapılan seçimlerde din özgürlüğü olgusu üzerinde durulmuş ve Müslümanlara dinlerini yaşama imkânı tanınmıştır. Aynı zamanda, Müslüman kitlenin siyasi olarak kendini ifadesi olarak da anlaşılabilecek şekilde parlamentoya birkaç milletvekili göndermişlerdir. Müslümanların Hun Sen yönetimine yaklaşımları da gene bu minvalde değerlendirmek gerekir. Özellikle 1978’de başgösteren kitlesel katliamlara tanık olanlar, Hun Sen ve Vietnam ordusunun müdahalesi olmaması halinde tüm Müslümanların yok edileceğini ifade ediyorlar. Bu anlamda, toplumun her kesiminin büyük acılar çektiği o dönemde Müslümanların maruz kaldığı zulmün ülke siyasi otoritesine yönelmemesi adına ‘kontrollü’ bir yapılanmaya izin verildiği söylenebilir.

Ancak özellikle 9/11/2001 sürecinde tıpkı bölgedeki diğer Müslüman unsurlar ve kurumlar kadar Kamboçya’daki eğitim kurumları da ‘derin gözaltında’ bulunuyor. Kimi ülkelerin Kamboçya’da dini eğitim kurumlarına yaptıkları yatırımlar ve insan kaynağı desteğinin bu süreçte önemli bir rol oynadığı anlaşılıyor.

Tarihin bir evresinde Vietnam’ın güneyinden Kamboçya topraklarına göç etmiş veya göçe zorlanmış; sömürgecilik döneminde Avrupa unsurlarıyla karşılaşmış; modern dönemde Kamboçya’nın etnik çoğunluğunu oluşturan Khmerlerin komünist rejimi boyunca mağdur düşmüş; akabinde şu veya bu şekilde uygulamaya konulan parlamenter system içerisinde kendini ifade etme şansı bulmuş Kamboçya Müslüman toplumunu anlamaya çalışmakta fayda var. Yukarıda zikredilen süreçler elbette ki bitmiş değil. Bir yanda ASEAN özelinde bölgesel değişimi hızı belirlenemeyecek bir kalkınma ilkesi bağlamında körükleyen  değişim olgusu, öte yandan uluslararası camianın genel itibarıyla İslam’la olan sorununun yerel düzeydeki yansımaları, Müslüman toplulukların eğitim, meslek edinimi, ekonomik yeterlilik, kültürel ve entellektüel kapasite ve eylemleri gibi alanlar ilerleyen dönemde karşımıza çıkacak süreçler olarak duruyor. Bu noktada, başta Champa Müslümanları olmak üzere Kamboçya’daki Müslüman unsurları tek başlarına ele almak yerine, Budist egemen toplumları içerisindeki konumlarına bağlı olarak birlikte değerlendirmek gerekir.


26 Temmuz 2013 Cuma

Laos’un Dünü ve Bugünü / Laos: Past and Now

Mehmet Özay                                                                                                              26 Temmuz 2013

Laos, one of the three countries in Indo-China, has a relatively small territory which does not have an access to seas. In this context, it makes this country unique among the other regional states. Owing to this reason, it has not much interacted with neither internal nor external folks historically. Even today, the interactions of the larger ethnic group Lao settled in the central and northern parts with the ethnic minorities inhabiting in the mountainous regions, particularly in the border of Viet Nam are problematic. On the other hand, Muslim community is very tiny if compared with the ones in neighbor countries. Laos has a great experience of pre-colonial three native kingdoms territorially divided from each other; reorganization by the hands of the colonial power; collaboration of the Palace circles with the French; civil war; Vietnam War, communist revolution… Now Laos people wish to forget the dark past and commence a new life. There might be a bright future for them in the context of recent developments in the region, provided that the political elite plays a significant role…

Hint-Çini’nde bir kara devleti olan Lao veya Laos olarak da adlandırılan “Lao Demokratik Halk Cumhuriyeti” son dönemdeki değişim/açılım politikalarından pay almaya çalışıyor. Ülke, sahip olduğu toprak parçası kadar nüfusu ile de bölgenin en az nüfus yoğunluğuna sahip ülkesi sayılır. Halkın, %60’a varan önemli bir bölümünü Lao” etnik çoğunluğu oluşturuyor. Nüfusun geri kalanını ise, yukarıda zikredilen coğrafi şartların sonucu olarak ‘yerli’ aidiyetlerini koruyan ve bu anlamda animist inanç sistemine tabi Hmong, Kha ve Kmhmu etnik yapıları teşkil etmektedir. Lao merkez siyasi yönetiminin bu azınlık gruplarıyla geçmişteki etkileşimine aşağıda değineceğiz.

Ülkedeki Müslüman unsurlara kısaca göz atmakta fayda var. Bölgede Müslümanların varlığına referans olarak, Fransızların sömürge döneminde ara işlerde çalıştırmak amacıyla getirdiği Tamil kökenliler, Pakistan’lı kökenli Peştunlar ile Khmer rejiminden kaçan Kamboçyalı Müslümanların oluşturduğu çok küçük bir grup mevcuttur. Müslümanların genel nüfus içerisindeki oranı ise %1’in altında olduğu varsayılıyor. Tabii, Budist çoğunluk içinde yaşayan Müslümanlar denilince akla aynı coğrafyadaki örneğin Tay Budist toplumu içerisindeki Patani, Burma Budist toplumundaki Arakan gibi sorunlu bölgeler akla geliyor. Tarihsel olarak gerek bölge içi gerekse Ortadoğu-Hindistan eksenli ticaret, sosyal ve dini içerikli göçlerin ulaştığı noktaların liman şehirleri olduğu düşünüldüğünde söz konusu bu göçler vasıtasıyla Müslümanların bugünkü sınırları içerisindeki Laos’a gelmediklerini varsaymak mümkün. Bununla birlikte, Çin’e, Myanmar’a ve Kamboçya’ya -kısmen yukarıda değinmiştik- komşu olması özellikle yirminci yüzyıl boyunca bu ülkelerde Müslümanlara yönelik baskı ve zulümlerden kaçan bazı grupların Laos’a yerleştiği düşünülebilir. Bu noktada, Laos Müslümanları olarak adlandırılabilecek bir kitleden bahsedilebilirse de köklü kurumsal yapılanmalar konusunda diğer çevre ülkelerine nazaran gelişmeye matuf olduğunu söylenebilir. Özellikle Myanmar’da Müslümanlara yönelik saldırıların bölge ülkelerinde karşılık bulması gibi bir ihtimal göz önüne alındığında -ki bunun ipuçları Malezya ve Endonezya’da ortaya çıkmaya başlamıştır, Laos Müslümanlarının kendilerini koruyabilecek bir yapılanmaları söz konusu değildir. Öte yandan, çok az bir kitlede olsa, Laos Müslümanlarının eğitim, sağlık, ekonomik yeterlilik gibi alanlarda kendine yeter bir yapıya kavuşturulmaları üzerinde ciddi bir şekilde düşünülmeyi hak ediyor.

II. Dünya Savaşı hemen öncesinde başlayan sömürgecilik karşıtı eğilimler, savaş sonrasının; komünist hareketlerin monarşi/milliyetçi bloga karşı mücadeleleri; 20. yüzyıl ortalarında başgösteren Hint-Çini savaşları ve Batılı unsurlar ve Çin’in müdahaleleri, Sovyet Rusya’nın çöküşü ve Çin’in liberal ekonomiye geçişi vb. dikkate alındığında, aynı zamanda bir ASEAN üyesi de olan Laos’un bölgenin yeniden şekillenmekte olan jeo-stratejik ve ekonomik süreçlerinden bağımsız kalmayacağı kesin. Hatırlatma babında dikkat çekilen bu ve benzeri hususlar 1965 yılında bölgeye gelen ve bir daha da çık(a)mayan Lao dilbilimcisi James R. Chamberlain’ın ifadesiyle daha o dönemlerde, bir kasaba görünümünde olmakla birlikte, dünyanın batısı ile doğusundan pek çok kişinin ‘cirit attığı’ bir beldedir başkent Vientiane. Laos’u bu nedenle önemsemekte dünü, bugününü anlayarak geleceğe projeksiyon yapmanın faydalı olduğuna şüphe yok.

Mevcut duruma geçmeden önce kısaca geçmişte neler olup bittiğine bakmakta fayda var. Fransız sömürgeciliğinin 17. yüzyıl sonlarında başlattığı Hint-Çini’ne (l’Indochine Française, ki bu tanımlama daha sonra l’Union indochinoise’e evrilecektir) özellikle Fransız Katolik misyonerleri koruma adına başlattığı ardından 19. yüzyılda ekonomik vecheye bürünen nüfuz çabalarıyla kıyaslandığında, görece geç bir tarihte, yani 1893’de Fransa’nın nüfuzu altına giren bu topraklar, o dönem söz konusu coğrafyada varlık süren üç farklı Lao Krallığı’nın elbette sancılı olan birleşme sürecine tanıklık etmiştir. Sancılı diyoruz çünkü, bu üç farklı monarşinin ‘gevşek’ teritoryal egemenliklerinin ortadan kaldırılması, yeni ‘mutlak’ sınırların konulması, modern bürokratik idari mekanizmanın gündeme getirilmesi vb. özellikle ulaşım ağının oldukça sınırlı olduğu bu coğrafyada büyük bir sorundu. Öte yandan, bu merkez güçlerle dağlık bölgelerdeki çeşitli etnik unsurlar arasındaki dini/kültürel, ekolojik, siyasal ve coğrafi farklılıkların çeşitli süreçlerle aşılma çabası da başlı başına bir konudur. Öyle ki, merkez güçleri teşkil eden bu krallıklarla, farklı dini-kültürel bağlamlarda yaşayan etnik unsurların varlığı ve bunlarla girilen ilişkiler de sadece maddi sınırların değil manevi, yani bir merkezi-devlet olgusu etrafında yeniden şekillendirilmek zorunda kalınmıştır. Çünkü sömürge öncesi dönemde örneğin kendi sınırlarının ruhlar tarafından korunduğuna inanan ve bu anlamda ‘otonom’ bir yaşam süren dağlık bölgelerde yaşayan etnik azınlıklar ile, merkezde saray çevresindeki yapının dağlık bölgelerdeki unsurları ‘asimile etme’ gibi bir çaba içerisinde olmaması sömürge yapısının yeni formatına geçişi zorunlu ve de aynı zamanda sancılı kılıyordu.

Tabii, bu sorunun bugüne kadar ne ölçüde çözülebildiği tartışmalıysa da, nihayetinde Laos’u Laos yapan güçlerin belirlediği sınırların tanınırlığı böyle bir ülkeyi ortaya çıkarmıştır. Nihayetinde bu süreç, 20. yüzyıl ortalarında kuzey bölgesinde öne çıkan krallık “Luan Phrabang” monarşisi çatısı altında birleşerek tamamlanabilmiştir. Sömürge süreci bir yandan teritoryal sınırları oluştururken, aynı zamanda II. Dünya Savaşı sonrasının ulus devletine evrilecek olan ‘Laos’ adının Fransızlarca verildiğine tanık olundu.

Tabii bu noktada, sömürgeci güçlerin ‘yerlileri medenileştirme’ süreçlerinde idari yapılanmanın öncelikli önem arz etmesi nedeniyle yeni sınırlarına ulaşan Luan Phrabang monarşisi yönetimde saray ve çevresinin “Fransız eğitimli” ve modernleşmede kurtarıcı rolü oynayan kadrolarına Başbakanlık, Bakanlık vd. makamlarda görev vermiştir. Savaş sonrasının çetin şartlarında ‘Lao’ etnik çoğunluğu etrafında şekillenerek, ‘yeni bir ulus’ olarak doğan Laos’un ayakları üzerinde duramayacağını gören saray ve çevresi, o dönem tüm bölgeyi saran ‘bağımsızlık ülküsünü’ pratiğe geçirme arzularına rağmen, çareyi “geçici de olsa” Fransız korumacılığında/mandacılığında bulmayı yeğlemiştir. Bu korumacılık/mandacılık talebi karşısında Fransa’nın siyasi varlığı 1955 yılına kadar sürmüştür. Bu mandacılığı yeğleme işinin gene yönetim elitinin tekelinde gerçekleştirildiği malum. Neden o dönem yükselen bir güç olarak Amerika değil de, imparatorluk döneminden çok şey kaybetmiş olan Fransa olduğu da sorgulanabilir elbette. Tabii burada James Chamberlain’dan esinlenerek şunu da söylemeden geçmeyelim. Saray ve çevresinin aldığı Fransız eğitimi onları ‘aydınlanmanın’ beşiği bir medeniyete şu veya bu şekilde eklemlenmelerine neden olmuştu. Bu birikim, yönetim tabakasının ülkeyi modernleştirme projelerinde ortaya koydukları ‘başarının’ arka plânını oluşturuyordu hiç kuşkusuz. Aydınlanma işinin önemli bir boyutunun da gene 1960’lı ve 1970’li yıllarda başkent Vientiane’daki –“Sao Khong, Mithason, Pai Nam, Sangkhomkhadi, Bulletin des Amis du Royaume Lao” vb., kayda değer kitap ve dergi yayıncılığında bulmak mümkün. Bu da bize, Fransız eğitiminin saray ailesiyle ve onların yönetimsel etkileşimleriyle sınırlı kalmadığını, sözlü bir toplum özelliği sergileyen Lao toplumunda gerek ülke içerisinde gerekse Avrupa’da eğitim olanaklarına kavuşan azınlık da olsa bir kitlenin öncülüğünde sözlüden yazılıya kayan güçlü bir Lao kültürünün yeniden şekillendirilmekte olduğunu görürüz.
Yukarıda dile getirdiğimiz ‘Fransız korumacılığı/mandacılığı’ bağlamındaki seçim, aslında bir başka alternatif yapılanmanın yolunu açacaktır. O da artık bölgede hiçbir şekilde Batılı yüzü görmek istemeyen komünist hareketlerin Laos’daki uzantısı “Viet-Minh”in siyasi bir güç olarak ortaya çıkması olmuştur. Bu yapı, adından da anlaşılacağı üzere Vietnam tandanslı bir harekettir. Ancak unutulmaması gereken bir şey var ki, o da bu hareketin dışardan ithal görünümü verse de insan kaynakları noktasında, özellikle ‘Lao’ topraklarının orta ve güneyinde önemli bir toplum kesiminde yaşam süren Vietnam asıllıların başat rol oynadığıdır. Viet-Minh hareketinin güç kazanmasında da böylesi bir etnik temelin varlığı göz ardı edilmemelidir. Üstüne üstlük dağlık kesimlerde yaşayan etnik azınlıklar Fransız yönetiminin Lao etnisitesini öncelleyen yaklaşımı karşısında ‘ayrımcılığa’ tabi tutulmasının da komunist harekete desteğin nedenleri arasında olduğu unutulmamalıdır. Bununla birlikte, bu süreçte saraya mensup bir isim Souphanouyong da komünist harekete ardından kurulacak partiye üye olarak saray ve çevresinde büyük şaşkınlığa yol açmıştı.

Komunist harekete devam etmeden önce Budizme dair birkaç söylemekte fayda var. Bu süreçte, bölge halklarının kahir ekseriyetinin –nominal anlamda da olsa- bağlı olduğu Budizmin birleştirici bir dini/kültürel yapı oluşturamadığı, aksine Budizm her bir coğrafyada, ulus-devlet insaşı sürecinde etnik çoğunluğa dayalı milliyetçiliği destekleyen bir aparata dönüşmüştür. Bu anlamda, siyasi bir model sun/a/mayan Budizmle modern dönemde ortaya çıkan milliyetçiliklerin birleşmesi bir anakronik durum oluştursa da sosyo-siyasi işlevselliği konusunda kimsenin şüphesi yoktur herhalde. Bu durum, kendisini Laos’ta da ortaya koymuş ve 1946 yılından itibaren monarşi, 19. yüzyıldaki rolünü büyük ölçüde yitirip sembolik bir yapıya evrilirken, biri dini alanda Budizm ve diğeri siyasi alanda milliyetçilikle kaynaşmıştır. Bu milliyetçi yapı, yukarıda değindiğimiz üzere saray ve çevresinin varlığıyla ülke idari mekanizmasında kendini güçlü bir şekilde hissettirmiştir. Bu sürecin belki kendi halinde işleyip farklılıkların bir tür ‘zaman aşımına’ uğrayacağı tahmin edilebilir. Ancak Laos iç politikası ve toplum yapısının şekillenmesi kendi başına bırakılmamıştır.

Bununla, tabii ki Hint-Çini’ndeki sivil savaşları ve özellikle Vietnam Savaşı süreçlerini kastediyoruz. Lao etnik kimliği üzerinden siyasi mücadeleyi yürüten ‘merkez’ Lao milliyetçi yapılanmasıyla, ülkenin doğusunda çeşitli etnik azınlıkların yaşam sürdüğü Vietnam sınırındaki dağlık bölgelerde ortaya çıkan komunist hareket ülkede on yıllarca süren iç savaş ortamına neden olmuştur. Nihayetinde, Vietnam’ın desteklediği komünist grupların mücadelesi, dağlık bölgelerdeki etnik azınlıklar için yeni bir siyasi bilinçlenme sürecine neden olmuştur. Bu azınlıklar, aynı zamanda komunist mücadelenin örgütlü yapılaşması içerisinde yer alan kadroların varlığını sürdürmelerine olanak tanıyacak maddi ve manevi kaynakları temin etmesiyle de önem arz ediyordu. Nihayetinde, Laos’da 2-3 Aralık 1975 tarihlerinde ‘Pathet Lao’ adı verilen komünist Parti Kongresi, bizzat müstakbel kral Vong Savang’ın krallığın resmen ülke yönetiminden çekildiğini ilân etmesiyle, yani bir anlamda ‘yumuşak devrimin’ gerçekleştirmesine neden olacak kadar önemli siyasal sonuçlar doğmuştur. Bu süreç aslında 16. yüzyıldan itibaren varlığını sürdüren monarşinin sonu anlamına geliyordu. Burada ilginç olan husus, tıpkı İngilizlerin Malaya’da çok önceden hayata geçirdikleri üzere, Fransızların da monarşiyi tümüyle ortadan kaldırmak yerine, siyasi egemenliği ellerinden alıp, yerine sadece ‘dini/ritüelci’ yaşamın koruyucusu sıfatını bahşetmesi olmuştur. Burada İngilizlerin Fransızların uygulamasında bir model teşkil ettiğini söyleyebilir miyiz? Öte yandan, bu süreç, örneğin Tayland monarşisinin 1932’deki “kırılmasının” ardından yaşanan siyasal alandaki ayrışmalara ve halk nezdindeki ‘manevi’ karmaşaya yol açmamış, aksine bölge halkının dini/mitik karışımı bir saygı beslediği monarşiye toplumsal rasyonel bir işlerlik bahşedilmiştir.

Laos, barış zamanlarında Tayland ve Vietnam’ın birbiriyle siyasi rekabete varan karşılaşmalarına konu olmuştur. Bu siyasi nüfuz/etkileşimin, özellikle II. Dünya Savaşı sonrasının etnik çoğunlukçu milliyetçiliğe dayalı komünist ideolojilerin yeşerdiği ve buna karşılık Batılı güçlerin, merkezinde monarşinin yer aldığı muhalefeti desteklemesiyle ortaya çıkan sivil savaşlar bölge halklarının toplumsal hafızasında silinmesi zor izler bırakmıştır. Vietnam Savaşı süreci gibi çatışma dönemlerinde Laos, Vietnam’ın ‘arka bahçesi’ haline gelmişti. Bununla birlikte, ABD’nin de bir karşı girişimi olduğu vakidir. Bu çerçevede, savaş süresince Amerika birliklerince Vietnam topraklarına sürülen Laos topraklarında yaşayan -aralarında ‘çocuk savaşçıların’ -ki yaşları 8’e kadar olanların da bulunduğu-  altmış bini bulan ‘Hmong’ etnik grubuna mensup kitle Amerikan silahlarıyla donandırılmıştı. Öyle ki, ormanlarda saklanan bu sivil savaşçıları dış dünyayla temaslarının kesilmesiyle Vietnam Savaşı sona erse de, bundan ancak on beş yıl sonra gibi uzun bir süre varlıkları keşfedilmişti. “Afyon” meselesine de değinmekte fayda var. Bölgenin  ‘kültürel norm’u kabul edilen afyon yetiştiriciliği ve tükeminin savaş döneminde Amerikan ‘varlığı’ sayesinde uluslararası ‘metaya’ dönüştürüldüğü ifade edilmektedir.

Laos’da yaşanan komünist devrim de tıpkı yarım yüzyıl öncesinin monarşisi gibi kendi ayakları üzerinde duramamış, Sovyetler Birliği ve Çin’de gerçekleştirilen ekonomik liberalizme eklenlenmek suretiyle 1980’li yılların ortalarından itibaren kapılarını uluslararası sermayeye açmıştır. Bu dönem, tıpkı Malezya’da “Yeni Ekonomi Politikası”nın hayata geçirilmesine benzer şekilde Laos’da da “Yeni Ekonomi Mekanizması” adıyla bir program yürürlüğe konulmuştur. Yeni düşünce (chin thanakaan mai) olarak da adlandırılan bu süreç ekonomi alanında paradigm değişimine, yani devlet-kontrolünden piyasa-yönelimli bir ekonomik yapıya geçiş söz konusu olmuştur. Bu noktada, hiç kuşku yok ki, başka ülkelerde de benzerleri görülen bu ekonomi açılımları, Hint-Çini’ndeki diğer ülkeler gibi Laos’u da içine alacak şekilde, Batı güç odaklarınca projelendirilen dönemin küresel neo-liberal yönelimlerine eklemlenme amacı taşıyordu. Malezya örneğinden devam edersek, Malay Yarımadası’nda kalkınma hamlesi ‘uygun adım’ ilerlerken, bunun Laos’da gerçekleşmemesinin nedeni olarak siyasi ve idari yetkenin halen politbüro’nun, yani Komunist Partisi’nin (Laos Devrimci Halk Partisi) tekelinde olması ve bunun getirdiği bir dizi sıkıntılar olduğu ileri sürülebilir. Bu durum, 1980’lerde başlayan ekonomide reform sürecinin siyasi yansımalarının olmadığı yorumlarını güçlendiriyor. Laos’un sınırlarını açan bir diğer gelişme ASEAN üyeliği olmuştur. 1992 yılında gözlemi sıfatıyla başladığı işbirliğini 23 Temmuz 1997’da tam üyeliğinin kabul edilmesiyle önemli bir aşama katetmiştir.
Bugün Laos nerede duruyor? 

Bölgenin açık denizlere bağlantısı olmayan tek ülkesi konumundaki Laos komşu ülkelerin, özellikle nehirler ve deniz vasıtasıyla sağlanan ulaşım ağından sağladığı avantajlardan yoksundur. Dış unsurlarla etkileşimine olanak tanımayan bu özelliğinin ötesinde, görece küçük bir coğrafya olmakla birlikte, dağlık ve kesif ormanlık alanlarla kaplı olması ülke içerisinde ve sınır boylarında yaşayan çeşitli yerli halkların birbiriyle temasını zorlaştıran önemli faktörlerdendir. Bu anlamda, kendi içine kapalı bir yapıdan, özellikle de çeltik tarımına elverişli geniş ovalarda yaşayan Lao etnik çoğunluğu ile yükseltilerde hayat süren etnik azınlıklar arasında bir ayrışmadan bahsedilebilir. Sömürge öncesi dönemde sınırlı ancak barış ortamında sürdürülen ilişkilerin Fransızlar döneminde yeniden yapılandırılması ile doğan sıkıntılardan kurtulunabilmiş değil. Bununla birlikte, söz konusu bu etkileşimin günümüzde, ülkenin bir yandan kalkınma kalkınma, öte yandan farklı etnik yapılarla birlikte var olma sürecinde göz ardı edilemeyecek bir öneme sahip olduğuna şüphe yok.

Bu dezavantajlarına rağmen, sahip olduğu ve henüz keşfedilmeyi bekleyen kaynakları nedeniyle güç odaklarının göz ardı edemeyeceği bir coğrafya. Hatta yabancı yatırımcılar noktasında alt yapı çalışmaları noktasında bir cazibe merkezi olduğunu söylemek bile mümkün. Bu noktada Çin’in ‘atılımcılığı’ dikkat çekiyor. Mekong Nehri’nin yanı başındaki Bokeo şehrine bağlı Ton Pheung’de tamamıyla Çin idaresine verilmiş Serbest Ticaret Bölgesi bunun göstergelerinden biri. Burası ticaret merkezi olmanın yanı sıra, her türünden eğlence endüstrisine de kapı aralayan bir özelliğe sahip olması dolayısıyla Tayland ve Çinden sürekli ‘turist’ çekiyor. Toplamda 2.5 milyar Dolar bütçeli projenin bütünüyle tamamlanmasına daha zaman olmasına rağmen, ilk bitirilen bölümünün kumarhane olması, Tayland ve Çin’de resmen yasak olan kumarhanelerin yerine Laos’un ‘cazibe merkezi seçilmesi’ öngörülüyor. Bu akında Çinli yatırımcıların burayı Macau’ya dönüştürme projelerinde Lao yönetiminden destek alıyorlar. Çin’in yukarıda bahsettiğimiz olanaksızlıkları imkâna dönüştürme çabasının bir diğer göstergesi ise bu eğlence sektörüyle bağlantıyı da sağlayacak şekilde Çin-Laos-Tayland arasında önemli bir otoban inşaatı bulunuyor. Tabii bu sürecin sosyo-kültürel boyutlarının bir süre sonra ortaya çıkacağını tahmin etmek güç değil. Örneğin, yoğun bir Çin göçmen nüfusunun varlığı Laolular arasında pek de hoş karşılanmayacaktır. Ya da tarım arazilerini ucuz fiyatlar karşılığında ‘müteahhitlere’ satmaya zorlanan köylülerin ne tür bir değişime konu olacaklarına yakında tanik olacağız. Söz konusu bu kalkınma sürecini destekleyenlerin argümanı ise, 1960’lar ve sonrasında ‘afyon cenneti’ olarak anılan bölgenin bu ‘kötün ün’den kurtulacağı yönünde. Burada bir soru sorabiliriz herhalde. Acaba bu eğlence sektörünün ortaya çıkmasında fon ‘afyondan’ elde edilen gelir olmasın sakın?

Sahip olduğu doğal kaynaklarına rağmen, ekonomik gelişmişlik sıralamasında en alt sıralarda zikredilmektedir. Ekonomisinin kendine yeter çeltik tarımına dayanmakla birlikte, son yıllarda bölge ülkeleri arasında sosyo-kültürel değişimi en az yaşayan toplum olmasıyla özellikle ‘etnik kültürel yapının’ cazibe merkezi haline gelmesine ve dolayısıyla Batı ülkelerinden önemli bir turist akının gerçekleşmesine neden oluyor. Bununla birlikte, Batı sınırındaki Tayland’la ilişkilerin geliştirilmekte olduğu ve ekonomik etkileşiminde öncelikli ülke olmaya aday olduğuna kuşku yok. Bunda Tay ve Lao dillerinin benzerliği, halkları birbirine yaklaştıran bir özellik olarak ortaya çıkıyor. Başkent Vientiane’nin Thayland’a sınır olmasının da bunda önemli rolü vardır. Bu durum, örneğin 19. yüzyılda Siam Krallığı ile Laos krallıkları -belki buna prenslik demek daha doğru olacak- arasındaki koruyucu/vassal devlet ilişkisi dikkate alındığında tarihsel bir devamlılık olarak da okunabilir. Öte yandan, Tayland yönetim çevresinde Tay dil ve etnik unsurlarını birleştirmeye yönelik Pan-Tay ideolojisi taraftalarının Laos’la ilişkileri ciddi bir şekilde yönlendirebileceklerini yabana atmamak lazım.

Tayland’ın bir yandan Amerikan, öte yandan Japonya’nın önemli yatırım alanları olması kadar, siyasi ittifakları da dikkate alındığında Laos’un dünyaya açılan kapısı konumunda olduğunu ileri sürebilir. Tam ba burada Tayland iç politikasında istikrarsızlıkların, özellikle ordunun siyaset ve ekonomi dünyasındaki mücadelesinden kaynaklanacak olumsuz etkileri unutulmamalı. Diğer ülkeler gibi Laos’un da 2015 ASEAN Ekonomik İşbirliği’ne hazırlanmakta olduğu ve bu anlamda yasal hazırlıkların ülkeyi bölgeye açacak imkânlar hazırlamakta olduğu düşünülebilir.

Kaynaklar

Edo Andriesse. (2011). Laos: A State Coordinated Frontier Economy, Working Paper, No. 522, International Institute of Social Studies, The Hague.

Grant Evans. (2009). The Last Century of Lao Royalty: A Documentary History, Chian Mai, Thailand: Silkworm Books.

Interview with “James Chamberlain” conducted by Grant Evans, Center For Lao Studies, Vol 1, Issue. 1, 2010, San Francisco.
Jonathan Rigg. (1997). Southeast Asia: The Human Landscape and Modernization and Development, London: Routledge.

Nattapong Thongpakde. (2001). ASEAN Free Trade Area: Progress and Challenges, In ASEAN Beyond the Regional Crisis: Challenges and Initiatives, (ed.) Mya Than, Singapore: ISEAS

Vatthana Pholsena. (2006). Post-War Laos: The Politics of Culture, History and Identity, Singapore: ISEAS.

Saly Khamsy&Pradap Pibulsonggram. (1991). Relations Between Laos and Thailand 1988, In Laos: Beyond the Revolution, (ed.) Josehp J. Zasloff&Leonard Unger, London: Macmillan.

http://media.dunyabulteni.net/file/2013/laos.pdf

22 Temmuz 2013 Pazartesi

Kamboçya’da Seçim Değişim Getirecek mi? / Can Election Lead A Change in Cambodia?

Mehmet Özay                                                                                                             22 Temmuz 2013
Can Election Lead A Change in Cambodia?
Cambodian is trying to grasp the opportunity to satisfy their hungriness for a total civil life. No doubt that the general election on 28th July will be a milestone for the country. Though there is not much prediction about Hun Sen Might, the current PM, to be defeated by the agressive opposition, there will strong probability that more opposition MPs will sit in the parliament. Sam Rainsy, the leader of the opposition bloc, seems not to be allowed to register as a candidate for the election. But, he eagerly and patiently fights to win more voters’ support. On the other hand, Hun Sen has been on the post for the last three decades which is already counted the longest period in the Southeast Asian context. Instead of retiring voluntarily, he expresses his agreviseness to stand on for the leadership for the next three decades. Despite the fact that some developments in terms of the economic aspect, it cannot be argued that the rural population, which is the majority of the country, has been satisfactorily provided the benefits of this development. On the other hand, economy to some or larger extent does not fill in all the life space. People are looking for something very meaningful for their individual and communal lives by participating in the very all processes...

Değişim rüzgârı Kamboçya’ya da ulaştı... Güneydoğu Asya’da monarşi ve parlamenter sistemin birarada yürütüldüğü bir idari yapıya sahip ülkelerinden Kamboçya’da 28 Temmuz’da 123 sandalyeli Ulusal Meclis’i belirleyecek genel seçimlere az bir süre kala muhalefeti oluşturan kitleler bugünlerde liderleri Sam Rainsy’in sürgünden dönüşünü kutluyor. Kamboçya bağlamında bu kutlama sadece bir liderin destekçileriyle buluşması anlamına gelmiyor. Aksine ve belki de daha çok, 28 yıllık iktidarıyla Hun Sen Might’a karşı siyasi bir meydan okumayı da içeriyor.
Seçimlere sekiz partinin katılacağı açıklansa da, asıl yarışın Hun Sen’in 1985’den bu yana, Kamboçya Halk Partisi lideri olarak 28 yıllık iktidarına son vermeyi amaçlayan Ulusal Kurtuluş Partisi arasında geçeceğine kesin gözüyle bakılıyor. Bu seçimi öncekilerden ayıran ne sorusuna verilebilecek en basit cevap, son dönemde küresel plânda yaşanan değişim taleplerinin Kamboçya toplumunda bulduğu yankı şeklinde verilebilir. Seçimlere çok az bir süre kala giderek artan seçim kampanyalarında, özellikle genç kitlenin daha önce tanık olunmayacak cesaret ve katılımla muhalefet kanadında boy gösteriyorlar. Bu olağanüstü gelişmenin, eski adıyla Komunist Partisi yeni adıyla Halk Partisi yönetiminde kimi rahatsızlıklara neden olsa da, seçimde nihai kazananın gene Halk Partisi olacağı konusunda tahminler de yapılmıyor değil. Bir diğer kayda değer gelişme ise önceki seçimlerin aksine -en azından şimdilik- faili meçhul siyasi cinayetler ve şiddetin yer bulmamış olması.
Yaklaşık 15 milyon nüfusa sahip Kamboçya, Mekong Vadisi’nin verimli toprakları üzerinde yükselmesine rağmen, yoksulluğun kol gezdiği bir ülke ve halkın büyük bir bölümü kırsalda yaşıyor. Bununla birlikte son dönemde gerek dış yardımlar gerekse turizm ve uluslararası şirketlerin üretim ağları bağlamındaki yatırımlarla ekonomik anlamda bir iyileşmeden bahsedilse bile, bunun geniş halk kesimlerine yansıdığını söylemek güç. Bunun ötesinde, ‘Hun Sen nesli’ olarak adlandırabileceğimiz bir nesil var ki, işsizlik ve sivil siyasi kanalların çoğulcu anlayışın seslendirilmesine izin vermediği bir sürece tanık ediyor. Bu nesil, aynı zamanda Khmer Rejimi’nin ortadan kaldırdığı ülkenin yetişmiş insan gücünün yeniden ortaya çıkmaya başladığının da bir göstergesi. Ülke kaynaklarının tam tabiriyle ifade edilmesi gerekirse talan edilmesi neticesinde ortaya çıkan ekonomik ve sivil yoksunluk ortamı, mevcut siyasi idarenin değiştirilmesi konusunda başat nedenler olarak dikkat çekiyor.
Kamboçya, Fransa’nın Hint-Çini’nde sömürgeleştirdiği topraklardan olmasıyla ve uzun yıllar süren komünist gerilla savaşının akabinde yönetimi ele geçiren ve ‘sınıfsız bir tarım toplumu’ inşa etmeyi amaçlayan Pol Pot liderliğindeki Khmerler (1975-1979) -aralarında Müslümanlarında bulunduğu- milyonlarca Kamboçyalıyı katletmesiyle dünya gündeminde yer işgal etmişti. Görece küçük toprak parçası ve az nüfusuna rağmen, tarihte bölgenin önemli medeniyet unsurlarından kabul edilen ‘Angkorlar’ dönemini inşa etmesiyle dikkat çekerken, modern dönemde ASEAN üyeliği ile bölgede kendini ifade etme fırsatı buluyor.
Seçimler öncesinde muhalefet kanadındaki gelişmelere değinmeden önce, Hun Sen dönemine kısaca bakmakta fayda var. Kamboçya’da Khmer Rejimi’nin sonlandırılması ve Kamboçya ulusunun bir anlamda ‘yeniden doğuşu’ndaki rolüyle öne çıkan ve 1979 yılında Vietnam’ın ‘iradesiyle’ siyasi otorite makamına getirilen ve yaklaşık otuz yıldır iktidarın tek isim olan Hun Sen Might, bölgedeki diğer ülkelerde tecrübe edildiği üzere, önemli kırılma dönemleri sonunda on yıllarca siyasi iktidarı kimseyle paylaşmayan liderlerle birlikte anılmayı hak ediyor. Khmer Rejimi sonrasında yaşayan siyasi gelişmelere dönemin Kralı Sihaouk da müdahale etmiş ve gerek ülkesinde bulunduğu gerekse ‘sürgünde’ geçirdiği yıllarda muhalefet lideri olarak önemli bir çaba sarf etmişti. Ancak bu süreç Hun Sen’in siyasi yıldızının yükselen yılları olması dolayısıyla tüm muhalefeti dolayısıyla da Kral Sihaouk’u da susturmayı başarmıştı. Bu süreçte yapılan dört seçimden ‘başarıyla’ çıkmayı başaran 61 yaşındaki Hun Sen, siyasi iktidarı hiç de bırakma niyetinde olmadığını açıkça ifade ediyor.
Peki Kamboçya’da muhalefetin ‘adı’ ne? Bugün adı ulusal ve uluslararası medyada çokça zikredilen Sam Rainsy 2000’li yıllarda verdiği mücadeleyle adını duyurmuş ancak hakkında açılan bir davada 12 yıl hapis cezası alması üzerine 2009 yılında ülkeyi terk etmişti. Sam Rainsy ülke muhalefet hareketinin en önemli lideri konumunda. Siyasi yapılanma olarak geçen yıl İnsan Hakları Partisi ve Sam Rainsy’in başındaki oluşumun birleşmesiyle kurulan Ulusal Kurtuluş Partisi ülkede değişimin adresi konumunda. Bir önceki seçimlerde Sam Rainsy’in partisi 26 sandalye, İnsan Hakları Partisi ise 3 sandalye kazanmıştı. Muhalefet içerisindeki bu parçalı yapının parlamentoda 90 sandalye ile önemli bir gücü elinde tutan Hun Sen iktidarını düşürmeye yaramayacağı görüldüğünden halk nezdinde önümüzdeki seçimde güç birliği için kurulan bu birliğin özellikle genç seçmen kitlesinin katkısıyla önemli bir dönüşümü gerçekleştireceğine dair kuvvetli bir inanç söz konusu. Tabii bu halkın kanaati... Muhalefetin elini güçlendiren unsurlar arasında, otuz yıla varan ‘tek adam’ iktidarı, yeniliğe aç bir genç kitle, alternatif politikalarla gündemi oluşturabilen bir muhalefet yapısı kadar  bölgesel ve küresel siyasi gelişmelerin ülkede bulacağı karşılığı saymak mümkün.
Sam Rainsy’in eve dönüş hikâyesi de ülkedeki siyasi değişimler konusunda bir gösterge kabul edilebilir. Kral Sihaouk’un geçen Ekim ayındaki vefatının ardından yaşanan gelişmeler, bu sefer yeni Kral Norodom Sihamoni’nin muhalefet lideri Sam Rainsy’i ‘affetmesi’ siyasi alana müdahalesi olarak yorumlanabilir hiç kuşkusuz ki. Ardından Başbakan Hun Sen’in biraz da ‘manevi baskı’ altında kalarak onayladığı ‘affın’ ardından  muhalefet lideri Sam Rainsy Fransa’daki gönüllü sürgününden ülkesine döndü. ‘Eve dönüş’ öncesinde İç İşleri Bakanlığı yetkililerinin Sam Rainsy’in güvenliğini sağlama konusunda ‘tereddütleri’ olduğunu açıkça kamuoyuyla paylaşmaları ülkede seçim sürecinin ‘kimi zorluklarla’ karşılaşacağını ima ediyordu. Ve bunun ilk somut ifadesi Sam’ın Phnom Penh’e ayak bastığı günün ertesinde muhalefet partisine ait bir ofiste patlama meydana gelmesiydi. Bugün gelinen noktada hatırlatmakta fayda gördüğümüz bir detayı ortaya koyalım. Bu dönüşün mantıksal yansımasının elbette ki Sam Rainsy’in muhalefet lideri olarak seçimlere katılması olacağı beklenebilir. Ancak partilerin aday gösterme sürecinin 12 Haziran’da sona erdiği dikkate alındığında, olağanüstü bir karar çıkmadığı taktirde Sam’ın böyle bir şansı gözükmüyor. Seçim Komisyonu’nun geçen gün yaptığı açıklamada siyasi partilarin aday değiştirme veya aday ekleme gibi bir seçenekleri olmadığına yaptığı vurgu da bununla ilgili olsa gerek... bununla birlikte, Sam Rainsy yaptığı açıklamada seçimlere bir hafta kala ülkeyi baştan başa dolaşarak halkla buluşacağı mesajını veriyordu.
Khmer’ler döneminde ülkenin düzlüğe çıkması için çaba sarf eden, ancak Hun Sen’in iktidara gelmesiyle Kral Sihaouk’un muhalefet gücü siyasi baskıyla giderek zayıflatılırken, tarihin bir cilvesi olarak bugün Sihaouk’un yerine geçen oğlu Norodom Sihamoni muhalefet liderinin affederek bir anlamda monarşi adına tarihi bir öç de almış oluyor. Bu gelişme, aynı zamanda ülkede gücü zayıflatılan monarşinin ‘halkın nabzını’ tutarak yeniden Kamboçya halkı nezdinde manevi boyutun ötesine de taşacak bir önem kazanma sürecine girdiğini gösteriyor. Tabii bu ‘bağışlanma’ sürecinde Barack Obama’nın geçen Kasım ayında ASEAN toplantısı vesilesiyle Phnom Penh ziyareti sırasındaki ‘temaslarının’ da yapıcı bir etkisi olduğuna kuşku yok. Tam da bu noktada, diğer komşu ülkeler gibi Kamboçya’daki gelişmeleri Amerika’nın Güneydoğu-Pasifik bölgelerinde yeniden şekillendirme plânlamalarından bağımsız değerlendirilemeyeceğini ileri sürebiliriz. Bununla birlikte, sömürge döneminden bu yana Fransa’nın bölgeyle dolayısıyla Kamboçya’yla ilişkileri dikkate alındığında, siyasal yaşamın yeniden tanziminde Fransa’nın da kayda değer bir rolü olacağı kesin.
Kamboçya halkı değişim istiyor... Bu değişim talebi küçük köylerden şehirlere kadar halkın ortak arzusu anlamına geliyor. Ulusal Kurtuluş Partisi sözcüsü yaptığı bir açıklamada, toplumun değişik kesimlerinden yüzbinlerce kişinin kampanyaya katıldığını ve ülkede büyük bir değişim istediğini söylüyor. Kitlelerin bugüne kadar böylesine büyük bir imkânı yakalayamadıklarına değinerek Hun Sen iktidarını devirmeyi amaçlayan Kamboçya Baharı’na atıfta bulunuyor. Muhalefeti umutsuzluğa sürükleyen tek olgu, seçimlere hile karıştırılması ihtimali. Bu noktada, muhalefet uluslararası camiadan seçimleri izlemesi ve bu anlamda bir ‘yaptırımda’ bulunması talebini  açıkça dile getiriyor.
Halkın bu değişim talebine iktidar odaklarının karşılığı ile ‘yadsıma’ ve ‘karartma’ diyebileceğimiz süreçlerin devreye sokulmasına neden oluyor. Örneğin, bazı kırsal bölgelerde halkın tarım yaptıkları arazilerinin ellerinden alınarak toprak mülkiyetinin ihlâli anlamına geldiği gibi buna maruz kalan köylülerin ‘muhalefeti destekledikleri’ gerekçesiyle resmi makamlarca cezalandırıldıkları şeklinde yorumlanıyor.
Peki bu süreçte ülkede azınlık konumundaki Müslümanların durumu ne? Mayıs ayında gerçekleştirilen Kur’an okuma yarışmasına katılan Hun Sen, Müslümanları öven bir konuşma yapmış ve bu konuşmada -Pol Pot’un Khmer rejimi döneminin aksine- Müslüman azınlığın dinlerinin gereklerini rahat bir şekilde yerine getirdiklerini belirtmişti. Gözlemcilerin Hun Sen’in benzer konuşmaları örneğin Budist törenlerinde de yaptığına dikkat çekerek bunun bir seçim propagandası olduğunu şeklinde yorumluyorlar.
Ülkenin dört bir yanında seçim kampanyalarına çoktan başlamış olan muhalefet, sahadaki tecrübelerine dayanarak seçim sonuçlarından umutlu olsa  da, Hun Sen döneminin sona ereceğini öngörmek büyük bir iyimserlik olur. Bununla birlikte, Hun Sen yeniden seçildiğinde bile, seçimin kayda değer sonucu muhalefetin kazanacağı fazladan sandalye sayısıyla ülke gündeminde belirleyici bir rol alması olacak. Bu durumda, uluslararası çevreler Hun Sen yönetimine baskı yaparak Çin benzeri bir siyasi yapılanmaya daha fazla izin vermeyeceklerini bekleniyor.
Halkın değişik kesimlerini saran değişim tutkusu, muhalefet liderlerinin karizmatik kişilikleri ve siyasi olgunlukları gibi faktörlere karşın, muhalefetin karşı koyması gereken son derece katı bir yapı var ki, üstesinden gelinmesi gereken en zor kısmı bu galiba. Bölge yakın siyasi tarihinin ortaya koyduğu üzere, uzun erimli siyasi iktidarların kaçınılmaz olarak içine bulaştığı yolsuzluk, kronizm, değişik oranlarda ve de ilgili ülkenin ‘toplumsal doğasına uygun olarak’ medya/polis/ordu güçlerinin baskı ve sindirme politikalarına aracı kılınması, aynı zamanda bu siyasi yapıların güç merkezlerini oluşturuyor. Herhalde Hun Sen geçenlerde yaptığı bir açıklamada ‘doksan yaşına kadar iktidarda kalmayı arzu ettiğini’ söylemesinin ardından böylesi bir yapılanmanın olduğunu düşünmek zor olmasa gerek. Dolayısıyla adına ‘demokratik’ denilen seçim süreçlerinin merkez iktidar gücünü -velev ki parlamentodaki sandalye sayısında düşüş yaşansa da- kümülatif bir değişimi getirmediği de bilinen bir gerçek. Tabii bu adına demokrasi denilen siyasi hayatın tecrübe etmesi gereken süreçler arasında saymak gerekiyor. Bir hafta sonra Kamboçya’da yaşanacak seçimleri de bu minvalde ele almakta fayda var.