30 Aralık 2011 Cuma

OSMANLI DEVLETİ’NİN 16. YÜZYIL İLK YARISINDA HİNT OKYANUSU POLİTİKASI: OSMANLI-PORTEKİZ İLİŞKİLERİ[1]

                                                                                                                      Dr. Mehmet Özay


Özet
Bu makalede 16. yüzyılın ilk yarısındaki Osmanlı-Portekiz ilişkileri ele alınmıştır. Osmanlı Devleti’nin, 1517 yılında Memlüklü Sultanlığı’na son verip sınırlarını Hint Okyanusu kıyılarına kadar genişletmesinden önce başlayan Hint Okyanusu mücadelesinin yüzyılın ilk yarısı boyunca giderek artan bir şekilde devam eden boyutu üzerinde durulmuştur. Bu süreçte Osmanlı’nın, doğu-batı arasındaki ticari faaliyeti yüzyıllarca barış içerisinde sürdüren Hint ve Uzakdoğu coğrafyasındaki Müslüman sultanlıkların siyasi ve ekonomik varlıklarının bir garantisi olarak ortaya çıktığı görülür. Bu bağlamda Osmanlı Devleti, Hint Okyanusu’nda Katolik Portekizlilere karşı verdiği mücadele ile küresel bir güç olduğunu ortaya koymuştur.


Osmanlı Devleti’nin üç kıtada varlık iddiasını sürdürdüğü bir yüzyıl olan 16. yüzyıl, sadece Osmanlı tarihi açısından değil, dünya tarihini değiştirecek gelişmelere sahne oldu. Modern anlamda, küresel siyasi, ekonomik ve kültürel ilişkilerin değişim sürecinin başlangıcı kabul edilen keşifler çağının 16. yüzyıl başlarından itibaren Hint Okyanusu’ndaki safhası Osmanlı Devleti ile doğrudan ilişkilidir.

Bartholomew Dias’ın 1487 yılında Ümit Burnu’nu dolaşmasının ardından, ­Vasco de Gama’nın 1497 yılında Hindistan’ın Kalküta limanına ulaşması ile­ Portekiz’in deniz imparatorluğu kurma düşüncesi hayata geçmeye başladı. Doğu denizlerinin keşifleri amacıyla çıkılan bu deniz yolculukları ile, hammadde zengini doğu ülkelerinin zenginliklerine birinci elden sahip olma gibi ekonomik; Portekiz’in bir Deniz İmparatorluğu’na yükseltilmesi gibi siyasi; Portekiz Kralı denizci Henri’nin (1394-1460) Katolik dünyasının lideri Papa V. Nikolas’dan aldığı doğu halklarını Hıristiyanlaştırma misyonunda ortaya çıktığı üzere, Katolik dünyasının doğudaki temsilcisi olma bağlamında da dini bir içerik taşıdığı görülür. Portekiz’in doğu denizlerinde hakimiyet kurma plânı, Osmanlı Devleti’nin Avrupa sınırlarının neredeyse yarısına yakın bir bölümünü ele geçirdiği bir döneme tekabül eder. Alternatif arayışlarının bir ürünü olarak değerlendirilebilecek olan doğu denizleri keşifleri, aynı zamanda, genelde İslam dünyası, özelde ise Osmanlı Devleti ile hesaplaşmanın bir başka safhasını oluşturması bağlamında önemlidir.

Summary

This article aims to talk about the relationships between Ottoman State and Portugal at the first part of the 16th century. Before the Ottomans ended the Memluk Sultanate and extended its borders until the Indian Ocean in 1517 Ottoman State started to have interests with the developments in Indian Ocean. The article mainly takes the Ottomans’ interest into consideration which was carried on the whole first half of the century. During this process, the Ottomans became the political and economic guarantee of the Islamic sultanetes in the surrounding geographies of Indian Ocean which had the hegemony on the trade business between east and west. In this context, Ottoman State realized that it became a global actor at that time against Catholic Portugese in the Indian Ocean.

After Bartholomew Dias turned round The Hope of Good in 1487, and Vasco de Gama arrived at Calcutta in 1497 Portuguese began to realize their idea of establishing a sea empire. These sea voyages included some different aspects such as economic, political and religious as mentioned below: in the context of economic Portuguese aimed to reach the richnesses of eastern countries; in the  context of political, they wanted Portugal become a sea empire; in religious aspect, the Portuguese King, Henry The Navigator (1394-1460), took the order from Pope Nicolas V to convert the eastern folks to Christianity and to become representative of Catholic world in east.


The purpose of Portugal to establish hegemony in eastern seas occurred in an era when Ottoman State’s borders reached nearly the half of Europe. The sea voyages which can be taken into consideration as trying to find some alternative ways from the European economic and political stucks at the same time is important to come face to face generally with Islamic world, specially Ottoman State in another geography.

1. Giriş

2. Hint Okyanusu’nun Tarihteki Önemi
3. Sömürge Dönemi Öncesinde Hint Okyanusu’na Kısa Bir Bakış
4. Portekiz Deniz İmparatorluğu’nun Kuruluşu
5. Portekizlilerin Hint Okyanusu Seferleri ve Sumatra’dan Tepkiler
6. Osmanlı’nın Hint Okyanusu Politikasının Temelleri 
6.1. Osmanlı’nın Okyanus’taki Gelişmelere Verdiği Tepki
6.1.1. II. Bayezıd Dönemi (1481-1512)
6.1.2. Yavuz Sultan Selim Dönemi (1512-1520)
6.1.3. Kanuni Sultan Süleyman Dönemi (1520-1566)
6.1.4. Diu Seferi ve Portekizlilerin Barış Teklifi
6.1.5. 1550’li Yıllar
7. Portekiz’in Bölgedeki Varlığı ve Sonuçları
8. Portekiz Deniz İmparatorluğu’nun Çöküşü
9. Sonuç


Osmanlı Devleti’nin Hint Okyanusu politikasından söz edildiğinde akla ilk etapta Kızıldeniz, Umman Denizi, Basra ve Aden Körfezleri gelirken, Batı Hindistan kıyıları ve Sumatra’ya kadar uzanan boyutunu da unutmamak gerekir. Osmanlı Devleti’nin, Hint Okyanusu’ndaki gelişmelere verdiği tepkinin önemini, kurduğu Süveyş ve Hint donanmalarında ve bu donanmaların başına atanan önemli komutanların yanı sıra, söz konusu komutanların, amirale değil, doğrudan doğruya Divan-ı Humayun’a bağlı olmasında görmek mümkündür.[2] Bu durum, Osmanlı’nın yukarıda zikredilen coğrafyalardaki devletlerle siyasi ve askeri anlamda doğrudan ilişkiler kurduğunu ortaya koymaktadır.

Osmanlı’nın Hint politikasının şekillenmesinde -nedenlerine aşağıda ayrıntılı bir şekilde denileceği üzere-, sömürgeci batının öncü gücü Portekiz’in 15. yüzyılın son yıllarında başladığı doğu seferlerinde, 16. yüzyıl başlarında gücünü artırarak önce Afrika kıyılarını, ardından Hürmüz Boğazı’nı tutmaya başlamasının etkisi büyüktür. Zamanla Portekiz güçlerinin Kızıldeniz’i ve dolayısıyla kutsal toprakları tehdit etmesi, Hint Okyanusu civarındaki İslam beldelerindeki Müslümanların hac farizasını yerine getirmesine engel olması, Uzakdoğu-Hint ve Ortadoğu arasında yüzyıllarca devam eden ve Müslüman tüccarların hakimiyetindeki ticari faaliyetlere[3] set çekmesinin temel nedenler olduğu görülür. Dönemin iki önemli gücü Osmanlı-Portekiz arasında Akdeniz’de başlayan mücadele, 16. yüzyıl başlarından itibaren Hint Okyanusu’na taşındı.[4] Bu bağlamda Osmanlı’nın Hint Okyanusu’ndaki gelişmelere tepkisini salt askeri anlamda değil, siyasi, dini, ekonomik bağlamlarıyla da ele almak gerekir.

16. yüzyıl ilk yarısında, Osmanlı Devleti ve Portekiz’in Hint Okyanusu’ndaki karşılaşması, Avrupa’da sürdürülen İslam ile Hıristiyanlık mücadelesinin, Hint Okyanusu’na yayılması ile küresel bir boyut kazandığını ortaya koyması bakımından son derece önemlidir. Keşifler çağının bir açılımı olarak 1497-8 yılında, dört gemiden oluşan Portekiz filosu Hindistan’a girdi, ardından 1503 yılından itibaren Hindistan kıyılarına yerleşmeye başladı. Böylece, yüzyıllar boyunca Müslüman denizcilerin hakimiyetindeki ticaret yoluna nüfuz edilmesiyle, Hint Okyanusu’nda Avrupa dönemi ve Portekiz deniz imparatorluğu başlamış oldu.[5] Katolik dünyasının ruhani lideri Papa, 1494 yılında imzalanan Trodesilhas Anlaşması ile Avrupa’nın batısındaki denizleri İspanya’ya, doğusundaki denizleri de Portekizlilere vermesiyle, bu iki denizci ulusun denizlerdeki keşiflerine dini bir boyut kattı.[6] Avrupalı sömürgeci güçlerin doğuyu keşifleriyle birlikte, 16. yüzyıl başlarından itibaren Hint Okyanusu civarındaki stratejik liman şehirlerine yerleşmeye başladılar. Böylece, doğulu halkların barışçıl temele dayalı doğu-batı ticari ve kültürel ilişkileri sömürgeci güçlerin pragmatist eğilimleri sonucu dönüşüm sürecine girdi. Avrupalıların saldırgan ve ayrımcılığa dayalı tutumları, doğu toplumlarının harmoniye dayalı  toplumsal yapılarında değişime yol açtı.[7]

            Ortadoğu ve Hindistan’daki Müslüman sultanlıklar Portekizlilerin, Basra Körfezi girişinde stratejik öneme sahip Hürmüz’ü 1509 yılı gibi erken bir dönemde ele geçirmesinin,[8] bölgenin siyasi ve ekonomik yapısını değiştirmeye yönelik olduğunu algılamakta gecikmediler. Hint Okyanusu’na kıyısı olan devletlerin Portekiz deniz gücüne karşı koyacak askeri yapılanmaya sahip olmamaları, dönemin en güçlü İslam devleti olan Osmanlı’dan yardım istemelerini zorunlu kıldı.[9] Osmanlı Devleti’nin, izlediği genel siyasetin bir gereği olarak, bölge ülkelerinden gelen ittifak ve yardım taleplerine kulak tıkaması beklenemezdi. Osmanlı, gerek Avrupa’daki Katolik-Protestan çatışmasında, gerekse de İslam dünyasına yönelik Haçlı ittifakları nedeniyle Avrupa siyaseti ile içli dışlıydı.*

Bu gelişmeler ışığında Osmanlı Devleti’nin 16. yüzyıl Hint politikasını şu dört evrede ele almak gerekir:
a)                Yıldırım Beyazıd döneminden itibaren Memlüklü Devleti’nin Süveyş donanmasını kurmasına ve sürdürmesine yaptığı katkı;
b)                Yavuz Sultan Selim’in Mısır Seferi sonucu Süveyş donanmasını yenileyerek, Osmanlı’nın ileriki dönemde gerçekleştireceği Hint seferleri için alt yapı oluşturması;
c)                Kanuni Sultan Süleyman döneminde, Batı’da gerek kara Avrupası gerekse Akdeniz’de, doğu’da ise İran seferlerinin yanı sıra, Hint Okyanusu’yla doğrudan ilgilenmesi;
d)                2. Selim döneminde, Açe Darusselam Sultanlığı ile kurulan diplomatik ve askeri ilişkiler.

Bununla birlikte, bir Avrupa-Hıristiyan öncü gücü olarak Portekiz’e karşı küresel çapta gösterilen tepkinin, İslam dünyasında, biri batıda diğeri doğuda olmak üzere, dönemin iki önemli gücü olarak beliren Osmanlı Devleti ve Açe Darussalam Sultanlığı tarafından verildiği görülür.[11] Bu iki devlet arasındaki coğrafi uzaklığı ortadan kaldıran ve irtibatı sağlayan ise Gücerat Sultanlığı oldu. Hindistan’nın kuzeyindeki Timuroğulları’ndan sonraki en güçlü İslam devleti olan Gücerat Sultanlığı’nda deniz gücünün başında bulunan Osmanlı amiralleri, Osmanlı Devleti’nin Hindistan’daki ileri karakolu görevi görüyordu.[12]

Hint Okyanusu, yüzyıllarca Doğu-Batı ticaretinde önemli bir su yolu olarak dikkat çeker.[13] Roma İmparatorluğu döneminden başlayarak gerek Çin-Hindistan-Basra Körfezi-Kızıldeniz-Süveyş-Kuzey Afrika ve Avrupa limanları arasındaki ticarette gerekse Basra-Halep-Suriye veya Kızıldeniz’in iki yakasında, Arabistan ve Afrika sahillerinde gerçekleştirilen doğu-batı ticaretinde doğunun zengin kaynaklarını batıya taşıyanlar Asyalı denizciler oldu.[14] İslam öncesi dönemden başlayarak Arap denizcilerinin yoğun olarak ticari faaliyette bulundukları bu coğrafyada, İslam’ın yayılmasıyla birlikte Müslüman tüccarlar bölgedeki ticari faaliyetleri devam ettirdiler. Böylece 9. yüzyıla gelindiğinde, Müslüman denizcilerin hakimiyet alanları en geniş sınırlarına ulaştı. 10. yüzyılda Arap tüccarların Kanton’da önemli bir azınlık grubunu oluşturmaları bu gelişmenin bir sonucudur.[15]

Arap, Hintli, İranlı tüccarların yanı sıra, Selçukluların tarih sahnesine çıkmasıyla Türk kökenli tüccarlar da bu sularda kendilerine yer buldular. Bu ticaretten hasıl olan gelir, Ortadoğu’ya akmaya başladı. Osmanlı Devleti’nin kuruluşuyla birlikte bu sürecin artarak devam ettiği ve gelirin önemli bir bölümünün Osmanlı topraklarında birikmeye başladığı görülür. Venedik ve Cenevizli tüccarlar, doğudan gelen ticari metaları Osmanlı limanlarından alarak ikinci bir kârla Avrupa’ya satıyordu. Böylece söz konusu ticarete iştirak eden ülkeler giderek zenginleşiyordu.[16] Deniz yolunun yanı sıra, Mezopotamya’daki gibi önemli su yolları da İran Körfezi’nin Bağdat’la temasını sağlıyordu. Böylece Hint Okyanusu dünya ticaretinin önemli merkezlerinden biri haline geldi ve bu ticaret iç suyolları devreye girerek Akdeniz ile bağlantı yolu açılmış oldu.[17]

Ortadoğu limanlarının birer aktarma üssü olduğu dönemlerde Malaka ve Kambay arasında Güceratlı; Kambay, Kahire, İskenderiyye ve Şam arasında da Arap, Türk, İranlı ve Mısırlı tüccarların yanı sıra, bu bölgedeki devletler de söz konusu ticaretten kârlı çıkan kesim oldu.[18] Bütün bu ticari faaliyette dikkat çeken husus, tarafların birbirlerine askeri bir üstünlük kurma ve tekel oluşturma düşüncesinde olmamalarıydı. Bir anlamda, dönemin ‘serbest ticaret bölgesi’ vasfını taşıyan uluslararası antrepolar niteliği taşıyan limanlarda her milletten tüccarlar serbest ticari faaliyette bulunuyordu. Örneğin, 18 Mayıs 1498 tarihinde, dönemin uluslararası ticaret şehirlerinden biri olan Kalküta’da karaya çıkan Vasco de Gama (1460-1524), Müslüman, Hindu, Yahudi ve Nasturi gibi çok çeşitli ulus ve dinden tüccarı bir arada görmesi karşısında hayretler içinde kaldı.[19]

Ekonomik ve kültürel zenginliğe konu olan Hint Okyanusu civarındaki toplumların kaderi, 16. yüzyıl başlarından itibaren Batılı güçlerin Hint Okyanusu’na komşu devletler üzerinde hakimiyet kurma çabalarıyla bölgenin siyasi, sosyal ve ekonomik yapısında geri döndürülemez bir dönüşümün yaşanmasına yol açtı. Batılı ülkelerin Güneydoğu Asya’daki sömürgecilik tarihi Portekiz (1511) Hollanda (1598), İngiltere (1600) ve Fransa (1602) tarafından yazıldı. Avrupalı devletlerin doğuya gerçekleştirdikleri deniz seferlerinde, bu coğrafyanın baharat ve ipek gibi kıymetli mallarının ticaretine hakim olma arzusu yatıyordu.[20] Bu ilgi zamanla bölgedeki diğer yeraltı ve yer üstü kaynaklarının sömürülmesine kadar gitti. Bu süreç, aynı zamanda, Avrupalı sömürgeci devletlerin ekonomilerinin giderek düzelmesi nedeniyle dünya tarihinde önemli değişikliklere neden olmasıyla modern zamanlarda ayrı bir öneme sahiptir.[21]

Hint Okyanusu’nun bir diğer önemi Hıristiyanlığın İslam’a karşı verdiği küresel mücadelede yatar. Keşifler çağında Amerika’da rakipsiz olan Avrupalı Hıristiyanlar, Asya Kıtası’nın Hint Okyanusu bölümünde Müslüman devletlerle mücadele etmek zorunda kaldılar. Bu bağlamda, Osmanlı Türklerinin, Avrupa’nın ortalarına ve Akdeniz’in batısına kadar ulaşması, kadim rakip Avrupa’nın, Osmanlı’yı arkadan çevirmek suretiyle kıskaca alma stratejisini hayata geçirmesine yol açtı.[22]

Gerek Türkistan bölgesindeki Türk devletleri, gerekse Hint Okyanusu civarındaki Müslüman devletlerin egemenliğinde gerçekleştirilen doğu-batı ticari faaliyeti Avrupa’nın bu ülkelere bağımlılığını artırıyordu. Osmanlı Devleti’nin zamanla ticaret yolları üzerindeki egemenlik alanını genişletmesi, ayrıca Avrupa ve Akdeniz’deki savaşlar dolayısıyla Avrupa’ya ulaşan ticari metaların fiyatları sürekli artıyordu. 16. yüzyılın ikinci yarısında Hindistan’dan Basra’ya gelen kıymetli ticari mallar Bağdat-Birecik-Halep-Trablus iskelesi ya da Suriye sahilindeki diğer limanlara aktarılıyor, buradan da Venedik ve Ceneviz ve diğer batı ülkelerine ya da İstanbul’a götürülüyordu.[23]

Bu ekonomik buhrandan çıkmanın yollarını arayan Avrupa devletlerinin deniz keşifleri çağını başlatması bir tesadüf değildir. Batılı devletler Ümit Burnu’nu dolaşmak suretiyle, Hint coğrafyasına ulaşarak, burada üretilen başta baharat olmak üzere diğer değerli metaı Avrupa’ya taşımak arzusundaydılar. Baharatın niçin bu kadar önemli bir meta olduğunu ortaya koymak için bir benzetmek yapmakta fayda var. Bu anlamda, modern dönemde petrolün rolü ne ise, o devirde de baharat, sanayi için son derece önemli bir hammaddeydi. Avrupa’da baharat üretimi yapılmaması tamamıyla doğudan getirilecek metaya bağımlılığı artırıyordu. Bu ticaret yolunun aktarma noktaları olan İskenderiye, İstanbul, Venedik son derece önemli zenginlik elde etti.[24]

Çoğulcu kültürel hayatın hakim olduğu ve doğu-batı ticaretinin en önemli aktarma noktalarından biri olan Malaka Boğazı girişindeki Malaka şehri, Portekizlilerle birlikte sömürgecilerin en katı uygulamalarına tanık oldu. Bunun üzerine, Kızıldeniz ve İran Körfezi ile olan bağlantılarının kesilmesiyle karşı karşıya kalan Müslüman tüccarların yanı sıra, Koromandel, Seylan, Bengal ve Pegu’lu tüccarlar da başka yerlere göç etmek zorunda kaldı. Bu dönemde Müslüman tüccarlar, özellikle Sumatra Adası’nın kuzeyinde yeralan Açe, Pasai ve Pedir’i üs olarak seçtiler.[25] Bölgedeki İslam sultanlıkları, Portekiz’e karşı güçlü bir direniş göstermek ve bölgeden çıkarmak için Açe Darusselam Sultanlığı adı altında federatif bir devlet çatışı altında biraraya geldiler.[26] Böylece, Portekizlilerin bölgeye gelmesine karşılık, bölge halklarının İslamlaşmasında artış yaşanmaya başlandığı gibi,[27] Malaka’dan sonra Güneydoğu Asya’nın ticaret merkezi önemli bir denizci devlet olan Açe Darusselam Sultanlığı’na geçti. Açe’li tüccarların ve ticaret gemilerinin Hint Okyanusu’nda Portekizliler tarafından sürekli engellenmesiyle, Açe ile Portekiz arasında yaklaşık yüzyıl sürecek askeri ve siyasi mücadele başladı.[28]

Avrupa’nın diğer ülkeleri ile kıyaslandığında, tarım arazilerinin azlığıyla ön plâna çıkan Portekiz, okyanusa açılmak suretiyle alternatif gelir kaynaklarına ulaşmayı plânlıyordu. Bu süreçte Portekizlilerin motivasyonunu artıran faktörler arasında, Afrika’daki zengin altın yataklarını, doğunun zengin ticari mallarını ve doğudaki kayıp Hıristiyan devletini bulmak yer alıyordu.[29]

Sadece Portekiz’i değil, İspanya ve Hollanda gibi diğer Avrupalı güçleri de okyanuslara açılmaya iten neden, 10. yüzyıldan başlayarak Uzakdoğu ile Avrupa arasındaki ticari faaliyette ve Avrupa piyasalarında Müslümanların belirleyici olmalarıdır.[30] Gerek Arap denizciler ve Uzakdoğu mallarını Ortadoğu’daki Osmanlı limanlarında devralan Müslüman Türkler ve gerekse ticaret güzergâhı üzerindeki Memlüklüler bu ticarette önemli bir gelir kaynağı elde ediyordu.

Doğu’nun zengin metalarının pek çok el değiştirerek Avrupa piyasalarına ulaşması dolayısıyla fiyatlar oldukça yükseliyordu. Avrupa’da dönemin ekonomik koşulları dikkate alındığında Avrupalı ulusların bu metaları uzun dönemli olarak Müslüman tüccarlardan almasını beklemek imkânsızdı. Batı’nın doğuya ulaşma arzusu, Marko Polo gibi Ortaçağlar boyunca çok sayıda Avrupalı seyyahın ziyaretlerine ve doğunun gizemli dünyasını konu alan anlatılarına kadar eskiye gider. Söz konusu bu anlatılar Avrupa’da büyük bir hayranlık ve merak kaynağı oldu. Ancak teknolojik yetersizlikler kadar, Avrupa ile Uzakdoğu arasında siyasi ve coğrafi bir engel olarak İslam’ın ve Müslümanların varlığı Avrupalıların bu topraklara ulaşmalarına mani oldu.[31] Bu zenginliğe ulaşmalarını sağlayacak teknolojik gelişmelerin gerçekleşmesini beklemek zorunda kalan batılı denizciler, nihayetinde Avrupa’daki sosyo-ekonomik ve politik krizlerin de etkisiyle, uzunca bir süredir işittikleri doğunun zenginliğini paylaşmak için denizlere açıldılar.[32]

Yukarıda zikredilen ekonomik nedenlerin yanı sıra, 16. yüzyılda Avrupa’daki önemli güçlerle Osmanlı Devleti arasındaki mücadele Osmanlılar lehine gelişme gösterdi. Osmanlı tarafından gerek Akdeniz’den gerekse Doğu Avrupa’dan çevrilen Avrupalı uluslar, bekalarını garanti altına almak amacıyla alternatifler aramaya başladılar. Bu alternatiflerden en önemlisi, Atlantik Okyanusu’na kıyısı olan devletlerin deniz seferleri oldu.
Portekizliler dini*, siyasi ve ekonomik olmak üzere çeşitli nedenlerle Avrupa kıtasından doğuya sefer yapan ilk devlet oldu. Özellikle Denizci lâkabıyla tanınan Henry (Henry the Navigator) (1394 -1460) denizcilik konusundaki gayretleri neticesinde, Portekizli denizciler daha önce gidilmemiş denizlere yelken açarak, önce Afrika’nın batı kıyılarını, ardından da 1498 yılınta Vasco de Gama önderliğinde -önemli denizcilik bilgilerine sahip bir Arap denizcinin rehberliğinde-[33] Ümit Burnu’nu dolaşarak Hint Okyanusuna açıldılar.[34] İlk etapta Afrika’nın doğu sahillerinde stratejik konumda bulunan liman şehirlerini kontrol ederek buradaki varlıklarını güçlendiren Portekizlilerin söz konusu şehirlerde inşa ettikleri kaleler, bu yeni dünya sularında güvenliklerinin sağlanmasında birer stratejik karargâh görevi gördü.[35] Portekizliler, Ümit Burnu’nu keşfetmelerinden birkaç yıl gibi kısa bir sürede, Hindistan’ın Malabar Kıyıları’na yerleşmeye başladılar.[36]

Böylece, Ortadoğu ve Akdeniz aracılığıyla bağımlı oldukları Uzakdoğu metalarına ulaşmak ve bu malların tekelini ellerine geçirmek için ilk adımını attılar. Güneydoğu Asya’da ticari tekel olmanın tek yolunun önemli liman şehirlerini ele geçirmek olduğunu bilen Portekizli amiral Don Alfonse de Albuquerque, Hindistan’ın batısındaki Goa’yı (1510),[37] ardından Malaka Boğazı’nı kontrol eden Malaka’yı 1511 tarihinde ele geçirdi.[38] Portekizlilerin 1511 yılında Malaka’ya girmesi,[39]* ardından 1515 yılında Basra Körfezi’ne hakim konumdaki Hürmüz’ü işgali,[41] bir yandan Ortadoğu girişini, öte yandan Güneydoğu Asya girişini, yani Malaka Boğazı’nı kontrolleri anlamına geliyordu. Bu gelişme, sadece siyasi açıdan değil, ticari açıdan da özelde bölgenin genelde ise dünya dengelerini değiştirecek boyutlardaydı. Portekizliler Sumatra Adası’nın kuzeyindeki Açe, Hindistan, İran Körfezi ve Kızıldeniz arasında yüzyıllarca barış içerisinde sürdürülen ekonomik faaliyetlerin dengesini altüst ederek, ellerindeki ateşli silahlarla bu sularda ticaret yapan Müslüman denizcileri ortadan kaldırmayı amaçlıyorlardı.

16. yüzyıl başlarından itibaren Hint Okyanusu’nda önemli bir deniz gücü olarak beliren Portekizliler, William Marsden’in özlü bir şekilde dile getirdiği üzere yerli halkların sosyal ve kültürel yaşamlarını keşfetmek yerine, Avrupa’dan gelen iyi savaşçılar olarak bölgeyi sömürme arzusu peşine düştüler.[42]

Hint alt-kıtasındaki devletler askeri açıdan gelişmiş olmadıklarından, Batılıların silahlı güçleri karşısında varlık göstermeleri zordu.[43] Portekizliler Hindistan’ın Batı kıyılarında Goa ve Diu’yu ele geçirdiler. 1510 yılında Goa’ya yerleşen Portekizliler, burada bir kale inşa edip bir ticaret şirketi kurdular. Ardından, Kızıldeniz girişinde önemli bir liman şehri olan Aden’i almak isteyen Portekizlilerin bu hedefe ulaşamamaları onları Müslümanlardan intikam almaya sevk etti. Bu başarısızlık sonucu Alfonso de Albuquerque’nın Mekke’de Müslümanların kıblesi olan Kabe’yi yıkma ve Medine’yi basarak Peygamberin mezarını tarümar edip Kudüs’ü ele geçirme plânını yapmasına yol açtı.* Portekizlilerin kutsal topraklara saldırı plânı Cidde saldırısı ile başladı.[44] Ancak, Memlüklülere ait Süveyş donanmasının başında bulunan bir Osmanlı denizcisi olan Selman Reis, bu saldırıyı püskürterek Portekizlilerin kutsal topraklara girmesine mani oldu. Müslümanlara saldırıdan vazgeçmeyen Portekizliler, bu konuda Uzakdoğu’da da girişimde bulundular. Bu bağlamda, Sumatra Adası yakınlarında 300 kadar Açeli 40 kadar Arap hacıyı taşıyan bir gemiye saldırdılar ve hacıları öldürdüler.[45]

Goa’da bulunan amiral Albuquerque, Malaka şehrinin bölgenin en önemli İslam şehri ve pek çok tüccarın uğrak yeri olduğunu öğrendi. Bunun üzerine, Albuquerque, Malaka sultanı Mahmud Şah’a elçi göndererek ticaret ilişkisi kurmak istediğini iletti. Ancak Sultan Mahmud, bu talebe olumsuz karşılık vermek suretiyle Portekizlilerin hiddetini üzerine çekti. Bu nedenle Portekizliler Malaka’ya saldırma kararı aldı ve 1511 yılında Malaka şehrini ele geçirdiler.* Malaka’da bir kale inşa eden Portekizliler,[46] böylece yavaş yavaş Hint Okyanusu’ndaki hedeflerine doğru ilerleme konusunda önemli bir adım atmış oldular.

            Malaka Boğazı’nın iki yakasında stratejik öneme sahip liman şehirlerini kontrol altına almadıkça bölgede hakimiyet kuramayacaklarını anlayan Portekizliler, Malaka şehrinin ardından, bölgenin önemli liman şehirlerinin yer aldığı Kuzey Açe’ye saldırmayı plânladılar. 16. yüzyılın başlarında ortaya çıkan bu gelişme karşısında Açe Darusselam Sultanlığı’nca, önce kurucusu Ali Mughayat Şah (1511-1530)[47], ardından da halefleri tarafından şiddetli bir direniş gösterildi.*

Portekizlilerin, Sumatra Adası’nın kuzey sahilinde önemli bir liman şehri olan Pasai’yi ele geçirip kale inşa etmeleriyle, Açe Sultanlığı’na doğrudan bir tehdit unsuru haline geldiler. Ali Mughayat Şah, kurduğu devletin sınırlarını genişletmeyi ve Portekiz tehdidini ortadan kaldırmayı amaçlıyordu. Bunun için öncelikle Portekizlileri bir an önce Pasai’den çıkarma kararını uygulamaya koyarak 1524 yılında şehri ele geçirdi. Bunun üzerine gücünü pekiştirmek suretiyle Malaka Şehri’nde konuşlanmış olan Portekiz güçlerine karşı saldırıya geçti.[48]

1530’lu yıllardan başlayarak Hint Okyanusu’nda gerçekleştirilen ticarette Gücerat’la önemli işbirlikleri gerçekleştiren Açe, böylece Kızıldeniz’e ulaşarak baharat ticaretinde önemli bir aktör haline geldi. Bu gelişmeye paralel olarak Portekizle bölge ticaretini hakim olma konusundaki mücadelenin de yoğunlaştığını söylemeliyiz.[49]

Ali Mughayat Şah’dan başlayarak Portekizlilerle girilen mücadelenin boyutları zamanla genişleme gösterirken, Sultanlık ihtiyaç duyduğu nitelikli ordu ve teçhizatın temini için başta Osmanlı Devleti olmak üzere Hindistan’daki Müslüman sultanlıkları gibi bölge ülkeleri ile çeşitli defalar temaslar ve ittifaklar kurma yoluna gitti. Bu süreçte özellikle üçüncü sultan Ali Riayat Şah el-Kahhar, Portekiz tehdidinin büyümesi üzerine çok daha nitelikli bir ordu ve donanma ihtiyacının farkındaydı ve bunu gerçekleştirme yollarını arıyordu.[50]

Bu süreçte Açe devletinin, Ortadoğu ile doğrudan temaslar gerçekleştirdiği ve Osmanlı Devleti’yle Mısır Valisi aracılığıyla ticari anlaşma yaptığı görülmektedir.[51] Bölgede hakimiyet kurma konusunda kararlı olan Portekizliler, Açe Darusselam Sultanlığı’nın, Ortadoğu ile ilişkilerini giderek artırmasından son derece rahatsız oldular. Bunun üzerine, Goa papazı Jorge Temudo, Portekiz kralına gönderdiği bir mektupta, Açe gemilerinin Kızıldeniz’e girmelerine mani olunmasını ve Osmanlı donanmasının Hint Okyanusu’na açılmasının engellenmesini önerdi. Ancak bu konuda başarılı olunamadığı gibi Açe Sultanlığı, Malaka’daki Portekiz güçlerine saldırı kabiliyetine sahip olmayı da başardı.[52]

Osmanlı’ya yaptığı talebin kabul görmesi üzerine Açe’ye gönderilen Türk askeri uzmanları Açe kara ve deniz birliklerinin eğitiminde önemli rol aldılar.[53] Türk askerlerinin Açe devleti ordusunda savaşmaları ve ordu teşkilatının yenilenmesinde önemli rol oynaması Türklerin İslam dünyasının askeri alt yapısını oluşturmasının bir örneğini teşkil etmesi bakımından dikkat çekicidir.[54]

El-Kahhar döneminde Portekizle olan mücadelenin ticaret ve ekonomik boyutu kadar dini ve siyasi boyutu da önemlidir. İslam’ın Güneydoğu Asya’ya yayılmasında yüzyıllarca öncülük etmiş bir bölgeden çıkan Açe devleti, bu süreçte bu özelliğinden feragat etmeyerek, Katolik Hıristiyanlığın öncüsü ve sömürgeci bir güç olan Portekiz’le sonuna kadar mücadele etme kararı aldı. Bu amaçla el-Kahhar Portekizle 1537, 1547 ve 1568 yıllarında olmak üzere üç kez savaştı.[55] Portekiz egemenliğindeki Malaka şehrine 1568 yılında düzenlenen saldırı o zamana kadar gerçekleştirilen saldırılar arasında en güçlüsü olarak dikkat çeker. Açe güçlerinin zafere ulaşmasının an meselesi olduğu bu saldırı bizzat sultanın önderliğinde donanmaya ait 300 gemi ve 15.000 askerin katılımıyla gerçekleştirildi. Ordunun elinde 200 bronz top olduğu halde Malaka Kalesi kuşatıldı. Bu savaşla ilgili tarihi kaynakların düştüğü bir başka önemli not, Açe donanmasında 400 Osmanlı askerinin varlığıdır.[56]

Avrupa-Hıristiyan öncü gücü olarak Portekiz’e karşı küresel çapta gösterilen tepkinin Osmanlı Devleti ve Açe Darussalam Sultanlığı tarafından verildiğini görüyoruz. 16. yüzyılın başlarından itibaren Kızıldeniz ve Basra Körfezi’nde Osmanlıların, yüzyıl boyunca da Açe Darusselam Sultanlığı’nın Malaka Boğazı’nda Portekizlilere karşı verdiği mücadele,[57] her ne kadar büyük zaferler şeklinde zuhur etmese de, uzun vadede Portekiz’in sadece Hint Okyanusu’nda değil, aynı zamanda, Avrupa’da da sonunu getirdi. Gerek doğu’da gerekse batı’da Portekizlilere karşı verilen mücadelede anahtar rol oynayan bölge ise Gücerat Sultanlığı oldu. Gücerat sadece askeri alanda değil, ticari ilişkiler bakımından da Açe ile Osmanlı arasında bir köprü vazifesi gördü.[58]

            Osmanlı’nın Hint politikasının ne denli köklü ve bu coğrafyaya verdiği önemin ne kadar büyük olduğunu göstermesi açısından Açe Darusselam Sultanlığı ile kurulan ilişkilerden önceki döneme bakmakta fayda var. Böylece, gerek Osmanlı’nın bölgeye verdiği önem, gerekse de Açe Darusselam Sultanlığı’nın Türkler ve Osmanlılar hakkındaki kanaatlerinin de nasıl oluştuğunu anlamak mümkün olacaktır.

Hint coğrafyası Türk tarihi açısından yabancı bir bölge değildir. Türkler, kadim doğu-batı ticaretinin Orta Asya bölümünde bulundukları gibi, zamanla Hint Okyanusu üzerinde gerçekleştirilen bu ticarette de rol almaya başladılar. Çeşitli Türk soylarının doğu’dan batı’ya göçleri de bu ticaret güzergâhı üzerinde, yani İran-Anadolu-Ortadoğu ve Avrupa istikametinde gerçekleşti.[59] Osmanlı Devleti’ni kuran Oğuzlar Anadolu’ya gelirken, Timurların devamı olan bazı kollar Hint topraklarında kaldılar. Osmanlı Devleti’nin, 1517’de Memlüklü Devleti’ne son vermesinden çok önceleri Anadolu Türkleri ile Araplar arasındaki ticari faaliyetler nedeniyle Türklerin Hint Okyanusu’nun önemini anlamaya başladığı söylenebilir.[60]

Osmanlı döneminde ise Hint politikasının başlangıcı, Portekiz’in 15. yüzyılın sonlarında Hint Okyanusu’na açılmasına dayanır. Zamanla Hint Okyanusu’ndaki İslam ülkelerine ve bu ülkelerden Arabistan’a hacı taşıyan gemilere musallat olan Portekiz’e karşı mücadele, Osmanlı’nın Avrupa ile arasında var olan kadim hesaplaşmasının bu sefer başka bir coğrafyada zuhur etmesine yol açtı. Bu süreçte özellikle, denizci bir devlet olmayan Memlük Sultanlığı’nın, Portekiz tehdidi karşısında Süveyşte bir donanma teşkili amacıyla Osmanlı’dan yardım talebinde bulunması dikkat çeker. Memlük Sultanı Kansu Gavri döneminde Süveyş’te inşa edilecek gemilerin malzemelerinin yanı sıra, donanmada yer alacak askerler de Anadolu’dan gönderildi. Bu donanmanın insan gücü, Anadolu’nun Karaman, Teke, Menteşe, Kaz Dağı bölgesinden gönderilen askerlerle sağlanması suretiyle Rumi Anadolu Türk denizcilerinden oluşan Süveyş donanması kuruldu.[61] Memlüklü Sultanlığı’nın Osmanlı’dan yardım istemesiyle başlayan süreç, Portekiz deniz gücüne karşı koyacak askeri yapılanmaya sahip olmayan bölgenin diğer devletlerinin talepleriyle devam etti.[62]

II. Bayezıd dönemiyle başlayan bu mücadele, özellikle Yavuz Sultan Selim önemli bir gelişme gösterirken, 46 yıllık Kanuni iktidarında zaman zaman devletin önceliği haline gelecek şekilde önem kazandı. Böylece, Osmanlı’nın Hint suyolu üzerindeki önemli bağlantı noktalarından olan Süveyş’te Müslümanların egemenliğindeki ticari faaliyeti koruma adına ilk girişimleri 16. yüzyıl başları gibi erken bir dönemde başladı.

Bu bağlamda, şu somut gelişmelerin gündeme geldiği görülmektedir. 1502 yılından başlayarak ticaret yolu, Portekizlilerin Hint topraklarında egemenlik çabaları ve hacıların güvenliği meselesi nedeniyle Osmanlı, Hint Okyanusu ile yakından ilgilendi.[63] Doğu-Batı ticaretinin kara bölümüne hakim olan Osmanlı, aynı zamanda, Süveyş yoluyla Kızıldeniz üzerinden okyanustaki ticarete de müdahil olmayı arzuluyordu.

Osmanlı Devleti’nin Hint coğrafyasıyla ilgisinin bir diğer vechesini Hindistan’daki Türk devletleri oluşturuyordu. 16. yüzyılda Anadolu’daki Osmanlı Devleti ile Hint topraklarındaki Türk Devletleri arasında gerçekleştirilen kara ticaretinin Türklerin tekelinde olmasına mani olan Safevi Devleti’ydi. Osmanlı, zaman zaman Hint topraklarındaki Türk unsurlarına destek veriyordu. Öyle ki, Hindistan’daki Müslüman Türk devletlerinde Osmanlı Türklerinden olan subaylar ve askerler görev alıyordu. Özellikle topçu birliklerinin tamamı Osmanlılardan müteşekkildi.* Hindistan’daki önemli devletlerden biri olan Gücerat’ta[64] görev yapan meşhur Türk komutanı Melik Ayaz, Portekizlilere karşı Gücerat Yarımadası yakınlarındaki Diu Adası’nı tahkim ettiği gibi, 1509 yılı gibi çok erken bir dönemde Hüseyin Bey komutasındaki birlikler Diu açıklarında bir Portekiz donanmasını mağlup etti.[65]-

            Osmanlı Devleti, özellikle Moğol istilası ile büyük bir çöküş yaşayan İslam medeniyetinin temsilcisi olma vasfını yüklenerek, gerek Ortadoğu, gerek Kuzey Afrika ve gerekse Avrupa topraklarında önemli siyasi, ekonomik ve kültürel gelişmelere yol açtı. Temelde bir kara devleti olan Osmanlı Devleti, özellikle Fatih Sultan Mehmed’in İstanbul’u fethinin ardından, gerek iç denizlerde gerekse de okyanus sularında varlığını ispat etmeye başladı ve giderek önemli bir deniz gücü haline geldi. Osmanlı donanmasının Karadeniz, Akdeniz, Kızıldeniz, Basra Körfezi ve Hint Okyanusu’ndaki varlığı bunun en açık kanıtıdır. Osmanlı Devleti, özellikle Akdeniz’de Venedik, Ceneviz, Fransa ve Malta gibi Avrupa’nın önemli denizci milletlerine karşı tek başına mücadele verdiği gibi, Portekiz gibi Atlantik Okyanusu’na kıyısı olan ülkelerin dünya deniz yollarına hakim olma mücadeleleri karşısında tepki vermekte de gecikmedi. Bu bağlamda, 16. yüzyılda Hint Okyanusu’nda önce Portekiz, daha sonra da Hollanda ve İngiltere’ye karşı bir cephe oluşturduğunu ifade etmek gerekir.* Özellikle okyanustaki batılı güçlerin egemenlik mücadelesinde, gerek kendi coğrafyasını, gerek Hint Okyanusu civarındaki İslam sultanlıklarını ve gerekse de Hac yolunu ve kutsal toprakların güvenliğini sağlama adına Süveyş, Cidde, Basra, Moha ve Aden’de donanma bulundurmaya başladı.[66]
           

Osmanlı Devleti’nin güney sınırlarındaki komşusu olan Memlüklü Devleti’nin Portekiz tehdidi karşısındaki ilk yardımı II. Bayezıd zamanında başladı.[67] II. Bayezıd’ın, Memlüklü Devleti’nin Portekizliler karşısındaki askeri yetersizliğinden ötürü üç kez askeri yardımda bulunduğu biliniyor. İlkinde, Kemal Reis’i* teknisyenler, 8 harp gemisi, 300 top ve diğer malzemelerle Süveyş’e göndererek burada bir tersane inşa edilmesi emrini verdi. İkincisinde, Ahmedoğlu Aydın Reis’i ve son  olarak da Hamid Reis’i Mısır’a gönderdi. Memlüklüler, bu yardımların karşılığını ödemek istedilerse de II. Bayezıd bunu kabul etmedi.[68] Bu gelişmelerden anlaşıldığı kadarıyla, Bazeyıd döneminde Hicaz konusuna da öncelik verilmeye başlandı. Bu bağlamda, Anadolu’daki kimi köylerin gelirleri, Mekke ve Medine’ye ‘sürre’ adı verilen ianelerin tahsis edilmeye başlandı.[69]

Yüzünü sürekli batıya dönmüş olan Osmanlı Devleti’nde Yavuz Sultan Selim, izlediği güney ve doğu siyaseti ile kendine özgü bir nitelik taşır. I. Selim, 30 Ocak 1517 tarihinde Mısır’ı Osmanlı topraklarına katarak kutsal topraklar, Mekke ve Medine’nin koruyuculuğunu üstlendi ve böylece “Hadim’ül Harameyn” unvanıyla anılmaya başlandı.[70] Bu gelişme, aynı zamanda, “Zebid, Aden, Vilayet-i Cazan, Yemen, Habeşistan, Vilayet-i Tekrur, İklim-i Said, Nube’den Mağrib-i zemin’e kadar ve Umman kıyılarından Fırat ve Bağdat’a kadar olan toprakların emir ve sultanlarının I. Selim’in emrine girmesini sağladı.”[71]

Bu gelişme, Osmanlı dış siyasetinde yeni bir evreninde de habercisiydi. I. Selim, ilk olarak kutsal topraklarda ve Kızıldeniz’de güvenliği sağladı. Ardından, o döneme kadar batıya yönelmiş Osmanlı dış siyaseti, I. Selim’in gayretleriyle doğu sınırlarında yeni açılımlar aramaya başladı. Bu gayeyle, Safevi Devleti ile savaşların, Memlüklü Devleti’ne son vererek bu topraklarda hakimiyeti sağlamasının yanı sıra, Hindistan’da önemli bir İslam sultanlığı olan Gücerat ile temas kurdu[72]. Mısır’daki hakimiyetin hemen akabinde, 10 Eylül 1517 tarihinde Gücerat Hükümdarı Muzaffer Şah’a dostane bir üslûpla kaleme alınmış bir mektup gönderdi. I. Selim, bu mektupta, Hint Okyanusu civarında hakimiyet kurmaya çalışan Portekiz güçlerine karşı yakında harekete geçeceğini bildiriyordu. Muzaffer Şah ise gönderdiği cevabi mektubunda, I. Selim’i gösterdiği başarılardan ötürü kutlayarak bir anlamda işbirliğinin kapısını araladı.[73] Bu yazışmalar Osmanlı Devleti’nin Hint Okyanusu’ndaki gelişmelere bigâne kalmadığını, ayrıca Hint-Alt Kıtası’ndaki hükümdarların da Osmanlı ile ittifak kurma konusunda istekli olduklarını ortaya koymaktadır.

Özelde Memlüklü Devleti’nin, genelde Hint Okyanusu’na sınırı olan Müslüman sultanlıklar üzerinde siyasi ve askeri baskı kurmaya başlayan Portekiz tehdidine karşı I. Selim  döneminde önemli ölçüde yardım gündeme geldi. Memlük Sultanı tarafından İstanbul’a gönderilen Hamid Mağribi adlı elçinin talepleri doğrultusunda Yavuz Selim, Memlüklü Sultanlığı’na top, demir, kereste vb. gibi donanma kurulması için alt yapı yardımında bulundu.[74] Söz konusu askeri yardımlara rağmen, Memlüklüler’in İran’daki Şii Safevi devletiyle işbirliği yapması, Osmanlı-Memlüklü ilişkilerinin arzu edilen şekilde gelişmesine mani olduğu söylenebilir. Bunun bir sonucu olarak Portekiz tehdidinin önünün alınamaması, nihayetinde Portekizlilerin 1515 yılında Basra Körfezi’ne hakim konumdaki Hürmüz’ü işgaline neden oldu.[75]

Osmanlı ile Memlüklü arasındaki mücadelede siyasi ve dini nedenler ön plâna çıkmaktadır. Memlüklü Sultanlığı’nın, Safevilerle işbirliği yapması, Portekizliler karşısında kutsal toprakları koruyamaması, ticaret yollarının güvenliğini tesis edememesi gibi nedenler yüzünden Osmanlı’nın tepkisine maruz kaldı ve nihayetinde Osmanlı’nın bu sultanlığı kendi topraklarına katmasına neden oldu. I. Selim’in, 1517 yılında Memlüklü Sultanlığı’na son verip halifeliği alması, İstanbul-Süveyş-Kızıldeniz arasındaki ticari bağlantının güvenlik altına alınmasını sağladığı gibi, Afrika’nın doğu sahilleri ve Hint meselesi de, Osmanlı Devleti’nin gündeminde daha da öncelikli hâl almaya başladı.[76]

Osmanlı Devleti, Kızıldeniz çevresine yerleşmesinin akabinde Katolik Portekiz ile Hint Okyanusu’nda karşı karşıya geldi. Portekiz tehdininin öneminin farkında olan I. Selim, ilk tedbir olarak Süveyş’te Memlüklülerden kalan eski tersanenin yeniden faaliyete geçirilmesi ve donanmasının başında bulunan Türk kökenli Selman Reis’in görevine devam etmesi emrini verdi.[77] Göreve getirilen Selman Reis, 24 Mart 1517 tarihli arızasında Portekiz tehdidinin boyutları hakkında ayrıntılı bilgiler verir.[78] Buna göre, daha önceki tecrübesinden Süveyş donanmasının gücünün sınırlı olduğunu bilen Selman Reis, bir Hint Donanması teşkil edilmesi için İstanbul yönetimine talepte bulundu.[79]

Yavuz’dan sonra tahta çıkan I. Süleyman’ın 46 yıllık iktidarı döneminde, Osmanlı Devleti Avrupa-Akdeniz, İran ve Hint Okyanusu gibi üç cephede birden mücadele verdi. Her üç cephe de kendine özgü şartları ile ön plâna çıkmakta ve ayrı ayrı ele alınmayı hak etmektedir. Ancak tarihi gerçeklerin ışığında, Hint Okyanusu meselesinde Kanuni döneminde Süveyş Donanması amirallerinin uyarı ve ikazlarına rağmen, zamanında tedbir alınmadığı ve Hint Okyanusu’ndaki seferlerde geç kalındığını söylemekte bir mahzur yok.

I. Selim, Süveyş’teki mevcut tersanenin büyütülmesi emrini vermesiyle. ileride kurulacak Hint Donanması’nın ilk safhası gerçekleştirilmiş oldu. Portekizlilerin Kızıldeniz’e hakim olma çabalarında bulunmaları üzerine, Kanuni döneminde de, padişahtan sonraki en önemli devlet adamı konumundaki Sadrazam Damat İbrahim Paşa, Mısır gezisi sırasında ‘Mısır kaptanlığı’ ihdas etti ve başına da Selman Reis’i atadı.[80] Bir kez daha donanmanın başına getirilen Selman Reis’e, yeni gemiler inşa edilmesi emriyle birlikte 4000 asker verildi.[81]

Portekizlilere karşı zamanında girişimde bulunulmadığı, harekete geçildiğinde ise istenen sonuç elde edilemediğini ifade etmek gerekir.[82] Bu bağlamda, Hadım Süleyman Paşa’nın[83] 1525 yılında kaptan-ı deryalığa tayini sonrasında, Paşa’nın İstanbul nezdinde yaptığı Portekizlilere karşı girişimde bulunulması önerisi -daha önce Selman Reis’in yaptığı gibi- 1530’lu yıllara kadar ertelendi.* Kanuni’nin 1530’lı yılların ilk yarısına kadar Balkanlar ve Macaristan seferleri nedeniyle Hint Okyanusu’ndaki gelişmelere gereken önemi veremedi.[84] Osmanlı’nın Avrupa’daki meşguliyetini fırsat bilen Portekizliler, çeyrek yüzyıllık varlığıyla doğu-batı baharat ticaretinde önemli mesafa katetti.

Portekizlilerin Kızıldeniz girişini kontrolü sonucu Müslüman tüccarlardan aldığı baharatı Avrupa’ya taşıyan Venedikliler,  Mısır’da yeterli baharat bulamamaya başladılar. Bu gelişme üzerine, Kanuni, Süveyş’te eski Mısır tersanesinin yeniden inşası emrini vererek bu tehdide karşı hassasiyetini ortaya koydu. Söz konusu tersanenin alt yapısı ise, tıpkı Bayezıd ve Yavuz zamanında olduğu gibi, Anadolu’dan sağlandı. Bu tersanede inşa edilen gemiler yedi, sekiz yıl sonra Hint Okyanusu’nda Portekizlilere karşı kullanılacaktır.[85] Ayrıca, Kanuni, doğu denizlerinde Portekizlilerin, Hint Okyanusu’nda Osmanlı ve İslam dünyasının çıkarları aleyhine faaliyetleriyle ilgili haberler üzerine siyasi bir girişimde bulunarak, Portekiz kralına bir nota göndermek suretiyle,[86] Osmanlı’nın her halükârda bölge ülkelerinin hamisi olduğunu ortaya koydu.

Osmanlı Devleti, Süveyş’teki donanmayı güçlendirme çabalarına yeniden hız verirken, Portekiz de Hint Okyanusu’ndaki genişleme siyasetini sürdürüyordu. Portekiz’in Diu’yu ve Bender-i Türk olarak bilinen Gogala’yı alması ve Avrupa’daki fetih hareketlerinin başarıyla sonuçlanması üzerine, İstanbul sefer için Hadım Süleyman Paşa’ya gerekli tahsisatı yapmaya karar verdi. Portekizlilere karşı topyekün mücadelede sadece Süveyş’den değil, aynı zamanda, Akdeniz donanmasından da istifade etmek amacıyla dönemi için olağanüstü bir proje olan Süveyş’te bir kanal açılması gündeme geldi (1530-31).* Ancak, bu sefer de doğuda bir kez daha Safevi tehdidinin baş göstermesi üzerine Kanuni’nin İran seferlerine (1533-35) yoğunlaşmasıyla Hint seferlerinin ertelenmesine yol açtı.[87] Ancak bu noktada Memlüklüler zamanından başlayarak Osmanlı tebası denizcilerin Hint Okyanusu’nda Portekizlilere karşı bireysel faaliyetlerinin olduğunu söylemek mümkün. 

1538 yılı seferi öncesinde[88] Portekizlilerin, Osmanlılarla anlaşma çabaları olumlu sonuç vermediği görülür. Gücerat Sultanı Bahadır Şah’ın yardım talebi üzerine[89] Hadım Süleyman Paşa’nın gerçekleştirdiği 1538’deki Diu Seferi[90], Portekiz’i sarsmış olsa da, gerekli başarı elde edilemediği gibi, bölgeye büyük çaplı bir diğer girişimde yapılamadı. Portekiz, Osmanlı’nın bir diğer seferde bulunması ihtimaline karşı Kızıldeniz’de karşı harekâta girişerek Süveyş’i almaya kalkıştı.[91]

1538 Diu Seferi’ni takiben, Osmanlı Devleti’nin Hint Okyanusu’na bir deniz filosu göndereceğini haber alan ve Avrupa’dan tanıdığı Osmanlılar ile Hint denizlerinde mücadele vermekten çekindiği için Portekiz Kralı 1541 yılında Osmanlı’ya barış teklifinde bulundu. Bu konuda her iki taraf arasında ne gibi gelişmeler yaşandığı konusunda hiçbir bilgi bulunmamakla birlikte, Osmanlı Devleti’nin, Portekiz’in barış teklifini reddettiği anlaşılıyor.[92]
Hindistan kıyılarındaki Portekiz güçlerini hedef alan 1538 Diu Seferi’ni müteakip[93], Osmanlı Kızıldeniz’de ve civarında egemenliği tam anlamıyla ele geçirdiyse de, Osmanlı’nın doğu Avrupa’daki gelişmelerden  nefes almaya fırsat bulur bulmaz Hindistan meselesine yoğunlaşacağını ve böylece egemenliklerini kaybedeceklerini bilen Portekizliler, Diu benzeri bir seferin tekrarlanmaması amacıyla 1540-41 yıllarında Kızıldeniz’e baskınlar düzenlemekten geri kalmadılar.[94]

Portekiz tehdidine rağmen, Osmanlı’nın güttüğü bu politakının bir sonucu olarak, Güneydoğu Asya’nın siyasi, askeri ve ekonomik anlamda önemli bir gücü olarak ortaya çıkmaya başlayan Açe Darusselam Sultanlığı ile Ortadoğu arasındaki ticari faaliyet artmaya başladı. 1550’li yıllardan başlayarak 16. yüzyılın büyük bir bölümünde, Açe gemileri Uzakdoğu ürünlerini Ortadoğu’ya ulaştırma başarısı gösterdi. Ortadoğu’dan Avrupa pazarına dağılan biber, Avrupa’nın ihtiyaç duyduğu biberin yarısını karşılıyordu.[95] Ayrıca, zamanla ipek üretimi de önemli bir ticaret metaı haline geldi.[96]

16. yüzyıl ortalarında baharat ticaretinin yeniden artış göstermesi dikkate alındığında, Osmanlı’nın Hint Okyanusu’ndaki askeri girişiminin başarılı olduğunu söylemek mümkün.[97] Bu gelişme Müslüman tüccarların ve Açe Darusselam Sultanlığı’nın da aralarında bulunduğu bölge ülkelerinin bu ticaretten kazançlı çıktığını gösterdiği gibi, Portekizliler için de ne denli bir kayıp olduğunu daha sonraki gelişmeler ortaya koyacaktır.

Osmanlı’nın Hint Okyanusu’ndaki gelişmelere ne denli duyarlığı olduğunun diğer göstergeleri yüzyıl ortalarına doğru ortaya çıkmaya başladı. Bir kez daha Hint meselesiyle ilgilenmeye başlayan Osmanlı, 1546 yılında Basra’yı alarak burada 15 gemilik bir donanma teşkil etti ve Hürmüz Boğazı kontrol altına aldı.[98] Ayas Paşa komutasındaki Osmanlı güçleri, 26 Aralık 1546’da Basra’yı ele geçirdikten hemen sonra, 1547 yılında Basra’ya, Beylerbeyilik statüsü verildi.

Osmanlı’nın yetiştirdiği en önemli denizcilerinden biri olan ve çizdiği dünya haritası ile dünya denizcilik tarihine adını yazdıran Piri Reis’i 1551 yılında Hint Amiralliği’ne atandı.[99] İlk defa Hadım Süleyman Paşa tarafından ele geçirilen, ancak daha sonra Portekizlilerce geri alınan Aden’i yeniden Osmanlı topraklarına katmak suretiyle Hint Okyanusu’ndaki ilk başarısını gösterdi. Bunun ardından, 1552 yılı Nisan ayında Portekizlilerin 40 yıl önce ele geçirdikleri Hürmüz’ü 30 gemilik bir kuvvetle, bir ay süreyle hem karadan hem de denizden kuşatan Piri Reis, şehri almayı başaramadı ve Basra’ya geri dönmek zorunda kaldı.[100]

Portekiz güçlerine kayıp verdirilmesine rağmen, zafer elde edilemedi. Donanmanın tamiri için Basra’ya geçen Piri Reis burada görevli olan Kubat Paşa’dan gerekli yardımı göremeyince, üç gemi ile Süveyş’e dönmeye karar verdi. Yolda 70 gemilik Portekiz güçleriyle karşılaştı, bir gemisi Bahreyn açıklarında batırıldı, ancak iki gemiyle Süveyş’e döndü.[101] Piri Reis, İstanbul’a dönüşünde, Padişah’ın kızgınlığını gidermek amacıyla elde ettiği ganimetin bir bölümünü götürdüyse de, emirlere muhalefet, emanet edilen donanmanın bozguna uğraması ve Osmanlı’nın prestij kaybına uğraması nedeniyle bu sefer başarısız kabul edildi. Bunun sonucu olarak Kanuni, Piri Reis’in idamına karar verdi.[102] Piri Reis’in yerini alan Murat Reis de, Hürmüz Körfezi’nde Portekizliler karşısında 1552 yılında benzer bir başarısızlıkla karşılaştı.

Bu dönemde Halep’te bulunan Kanuni, Hint kaptanlığına  yanında bulunan Seydi Ali Reis’i atadı. Seydi Ali Reis, Halep’ten 7 Aralık 1553 tarihinde yola çıkarak Basra’ya geçti (3 Şubat 1554)[103].

15 gemi ile Hürmüz’e açılan Seydi Ali Reis, Maskat (Muscat) Savaşı adı verilen savaşta karşısına çıkan Portekiz güçleri ile savaşmak zorunda kaldı ve altı gemisini kaybetti.[104] Savaşın ardından, kötü hava koşulları nedeniyle bir süre Hint denizinde dolaşmak zorunda kaldıktan sonra Hindistan’ın batı kıyılarında Gücerat’ta karaya çıktı. Donanmayı ve topları Gücerat hükümdarı Melik Esed’e devrederek, kendisine bağlı elli adamı ile birlikte karadan Pencab, Afganistan, Maveraünnehir, Horasan, Azerbaycan, İran ve Bağdat’ı izleyerek uzun süren yolculuğun ardından Hicri 964 senesinde İstanbul’a döndü.[105] Seydi Ali Reis’in Hint Okyanusu seferi Osmanlı Hint deniz tarihinde Portekizlilerle gerçekleştirdiği en ciddi mücadele kabul edilir. Seydi Ali Reis, söz konusu bu Hint deniz seferi ve akabinde uzun süren karayolu yolculuğu ile dönüşünü konu alan Mir’at’ül Memalik adlı eseri yazmak suretiyle bu tarihi vakıa ile ilgili birinci elden bilgi vermektedir.*

Temel politikası ticarette tekel kurmak, askeri üstünlük sağlamak ve Hıristiyanlığı empoze etmek olan Portekizlilerin gerçekleştirmeyi istedikleri bu hedefler, yüzyıllardır bölgede barış içerisinde ticari faaliyette bulunan bölge halkları üzerinde büyük bir endişe ve kaygıya yol açtı. Portekizliler bölgede sömürgeci politikasının bir uzantısı olarak, bölgedeki İslam sultanlıkları arasındaki çekişme ve düşmanlıkları kullanmak suretiyle birtakım ittifaklar kurma başarısı gösterdi.[106] Bu süreçte özellikle, Malaka şehir devletinin mirasçısı iddiasıyla ortaya çıkan Cohor Sultanlığı ile Portekiz’e karşı Sumatra Adası’nın kuzeyinde kurulan Açe Darusselam Sultanlığı arasındaki siyasi ve ticari temele dayalı anlaşmazlıkların önemli bir rolü oldu.[107]

Portekizlilere karşı verilen mücadelenin temel nedenlerinden biri Portekiz’in yukarıda zikredilen emperyalist tutumundan kaynaklanıyordu. Portekizlilerin bölgedeye gelmeden önce:

a)Hindu-Budist krallıkları ve İslam sultanlıklarına ait liman şehirlerinde uluslararası ticaret barış içerisinde devam ettiriliyordu.
b)Yabancı tüccarlar gerek kendi aralarında gerek yerli halkla etkileşim içerisindeydiler. Bu nedenle söz konusu liman şehirleri sadece ticari faaliyetin değil, sosyal ve kültürel etkileşimin de üst düzeyde seyrettiği mekânlardı.
c)Portekizlilerin 150 yıl boyunca bölgede kalmaları akültürasyon sürecine yol açtı. Bölge halklarından bazıları bu akültürasyon sürecine yoğun olarak muhatap oldular. Bu süreç gerek dil, gerek din bakımından özellikle Flores’den Timor’a, Molukkas’dan Lesser Sunda Adaları’na kadar olan bölgede yayılma gösterdi.[108]

Büyük hedeflerle doğu sularına açılan Portekizlilerin arzu ettikleri başarıyı sağladıklarını söylemek güç. Bunun gerek Avrupa’daki gelişmeler, gerekse Hint Okyanusu’nu çevreleyen coğrafyadaki İslam devletlerinin ve bu devletlerle ilişki kuran Osmanlı Devleti’nin verdiği mücadele ile yakından ilişkisi vardır. 16. yüzyıl başlarında Malaka Boğazı çevresinde hakimiyet kurma çalışmaları Sumatra Adası’nda Açe Devleti’nin verdiği mücadele ile akamete uğradı. İlk etapta Pasai’de tutunmaya çalışan Portekiz, daha sonra Cava, Banten ve doğu-batı ticaretinin aktarma noktası olan Kızıldeniz girişinde tutunmaya çalıştıysa da başarılı olamadı. Portekiz’in varlığı temelde Hindistan’da Goa ve Diu ile Malaka şehir devletiyle Hint Okyanusu’nda doğal sınırlarına erişti.[109]

Doğu’nun zenginliğinin keşfedilmesinde İspanya ile birlikte öncü rol oynayan Portekiz, 1509 yılında başladı bu serüvende o dönem Avrupa’sında hayal edilemeyecek gelirler elde etti. Ancak bir süre sonra, diğer Avrupalı güçlerin bu ekonomik gücü paylaşma yarışına girmesiyle Portekiz’in ekonomik ve siyasi gücünde gerileme görülmeye başladı.

Hollanda, 1595 yılında ilk ticaret filosunu Güneydoğu Asya’ya göndermek suretiyle bu paylaşımın önemli bir aktörü olacağını kısa sürede gösterdi. Dönemin küresel ticari faaliyeti bağlamında ortaya konan mücadelenin büyüklüğü karşısında Hollandalı tüccarlar güçlerini birleştirerek 1602 yılında, “17’ler Meclisi” adı verilen birlik Hollanda Doğu Hint Şirketi’ni (VOC) kurdu.[110] Kısa sürede gelişme gösteren bu birlik, 1619 yılında Batı Cava’daki Cakarta’yı ele geçirdi. Buraya Batavya adını vererek Güneydoğu Asya’daki faaliyetlerinin üssü haline getirdi.[111]

Portekiz’in Malaka Boğazı’nda sahip olduğu askeri gücü, sadece yerli sultanlıklara karşı kullanılabilecek büyüklükteydi. İspanya Katolik Krallığı’ndan bağımsızlığını kazanan Hollanda, Avrupa’daki bu yükselişine paralel olarak Güneydoğu Asya’da da önemli bir güç olmaya başladı. Bu bağlamda, 1606 yılından başlayarak Hollanda deniz gücü Malaka Boğazı ve çevresinde Portekize karşı üstünlük kurmaya başladığı görülür. Bu yıllarda, Portekiz hakimiyetindeki Malaka Şehri’ne Hollandalıların ilk saldırısı gerçekleşti.[112]

14 Ocak 1641 tarihinde Açe ve Cohor ile işbirliği yapan Hollandalılar, Portekizlilerin Malaka’daki varlığına son verdi. Böylece Hollanda, sadece Cava Adası’nda Batavya’da değil, aynı zamanda, Malaka şehrini de ele geçirmek suretiyle güneydeki sömürge faaliyetlerini iki güçlü merkezden yönetmeye başladı.[113] Hollanda, bölgedeki egemenliğini sağlamlaştırmak, yerli sultanlıkların Portekizle işbirliği yapmasına mani olmak gibi nedenlerle Portekiz’in gerek Seylan, Koromandel ve Malabar’daki egemenliğine de son verdi.[114]

Osmanlı Devleti’nin, Mısır’ı ele geçirmesiyle başlayan Hint Okyanusu politikası, sırasıyla Selman Reis, Hadım Süleyman Paşa, Piri Reis, Seydi Ali Reis komutasındaki Süveyş ve Hint Donanmalarının Portekizlilerle önemli mücadelesine sahne oldu. Bu süreçte, Selman Reis’in Cidde’nin savunulmasındaki başarısı, Aden’i alması olumlu bir başlangıç sayılabilir. Hadım Süleyman Paşa’nın Diu önlerinden geri dönmesi; Piri Reis’in Hürmüz’de başarısız olması ve Umman Denizi’ne hakim olma çabalarının Portekizlilerce engellenmesi, Seydi Ali Reis’in Portekizliler karşısında mağlubiyeti başarısızlık olarak telakki edilebilir. Bunun sonucu olarak, Osmanlı Devleti sadece Süveyş’i ve Kızıldeniz’i kontrol ederken, Portekizlilerin Hint Okyanusu’nda etkin olduğu görülür.[115]

Meseleye uzun vadede bakıldığında, 16. yüzyıl başlarından itibaren Kızıldeniz ve Basra Körfezi’nde Osmanlı Devleti’nin, aynı yüzyılın her iki diliminde de Açe Darusselam Sultanlığı’nın Malaka Boğazı civarında Portekizlilere karşı verdiği mücadele sadece Hint Okyanusu’da değil, aynı zamanda, Avrupa’da da Portekiz’in sonunu getirdi. Gerek doğu’da gerekse batı’da Portekizlilere karşı girişilen mücadelede Gücerat Sultanlığı anahtar rol oynadı. Gücerat, sadece askeri alanda değil, ticari ilişkiler bakımından da Açe ile Osmanlı arasında bir köprü vazifesi gördü.[116] Hint Okyanusu’nda yaşanan bu gelişmelerin yanı sıra, Portekiz’in Hint sularında yüzyılı aşkın devam eden varlığını sona erdiren temel amillerden biri, Osmanlı’nın Fas’ı Portekiz’den alması oldu. Portekiz, doğudaki ticari faaliyetinden elde ettiği geliri, Atlas Okyanusu’nda Osmanlı ile mücadelesinde harcamak durumunda kaldı. Portekiz’in buradaki mağlubiyetinin akabinde İspanya, Portekiz topraklarında hakimiyeti ele geçrdi.[117]

Osmanlı’nın Hint Okyanusu’da vermiş olduğu mücadelede arzu edilen başarının yakalanamamasında, Akdeniz’e uygun inşa edilen kadırgaların Hint Okyanusu’nda etkisiz kalışının bir rolü olduğunu söylemek mümkün.[118] Osmanlı Devleti, görünürde Hint Okyanusu’nda başarı elde edemese de, doğu-batı ticaretinde tekel olmayı hedefleyen Portekiz’i sonunda bu bölgeden çekilmesinin temel nedenlerinden biri Osmanlı ile girdiği mücadele oldu.

16. yüzyıl ilk yarısı boyunca Hint Okyanusu’nda Osmanlı-Portekiz karşılaşmasının en önemli sonucu, Portekiz’in deniz imparatorluğu’nun Hint Okyanusu’nda hakimiyeti sağlayamaması oldu. Yakın döneme kadar, Portekiz’in Hint Okyanusu’na gelişi ile birlikte Doğu-Batı ticaretinde Ortadoğu bağlantısının bütünüyle sona erdiği görüşü artık etkisini yitirdi. Özellikle Amerikalı tarihçi Frederic C. Lane, F. Braudel, Magalhaes Godinho ve C. R. Boxer gibi tarihçilerin çalışmaları bu gerçeği ortaya koymaktadır. Örneğin, Lane, dönemin Vatikan’daki Portekiz elçisinin verdiği bilgiye dayanarak Ortadoğu’ya baharat girişindeki artışa değinir. Yukarıda da değinildiği üzere, Açe Darusselam Sultanlığı’nın yüzyıl ortalarında Ortadoğu ile kurduğu ticari ve siyasi ilişkiler bunun kanıtıdır. Bununla birlikte, sömürgeciliğin Hint Okyanusu’ndaki varlığının uzun vadeli sonuçlar doğurması bakımından son derece önemli oduğu da unutulmamalıdır. Bu sürete, Ortadoğu’nun ekonomik zararı bir yüzyıl sonra ortaya çıkmaya başladı. Asıl büyük gelişme ise Hollandalıların bölgeye gelmesi ile başladı. [119]





[1]“Indian Ocean Policy of the Ottoman State in the First Half of the 16th Century”, Turán, Doğu Araştırmaları Merkezi, Issue 7 / 2009, Istanbul, (pgs. 69-90).
[2]Öztuna, Yılmaz, Büyük Türkiye Tarihi -Başlangıcından Zamanımıza Kadar-, Dördüncü Cilt, Ötüken Yayınevi, İstanbul, 1983, s. 279.
[3]Stripling, G. W. Frederick, The Ottoman Turks and The Arabs (1511-1574), Porcupine Press, Philadelphia, Pennsylvania, 1977, s. 26.
[4]Özbaran, Salih, “Osmanlı İmparatorluğu ve Hindistan Yolu -Onaltıncı Yüzyılda Ticaret Yolları Üzerinde Türk-Portekiz Rekabet ve İlişkileri-“, İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Tarih Dergisi, Edebiyat Fakültesi Matbaası, İstanbul, 1978, s. 67.
[5]Işıksal, Turgut, “Arşivlerimizde Osmanlıların Süveyş Tersanesi ve Güney Denizleri Politikasına İlişkin En Eski Belgeler”, Belgelerle Türk Tarihi Dergisi, Cilt 3, S. 18,  Mart, 1969, s. 54; Stripling, G. W. Frederick, The Ottoman Turks and The Arabs (1511-1574), Porcupine Press, Philadelphia, Pennsylvania, 1977, s. 26-7.
[6]Lal, Vinay, The Portuguese in India: The Early Phase, www; Tezel, Hayati, Anadolu Türklerinin Deniz Tarihi, Cilt I., T. C. Genelkurmay Başkanlığı Deniz Kuvvetleri Komutanlığı, T.C. Deniz Basımevi, İstanbul, 1973, s. 158; Komisyon, Spain and The Moluccas -Galleons Around The World- (Spanyol dan Maluku Galleon-galeon Menglilingi Dunia), Ministry of Tourism, Cakarta, 1992, s. 15-6, 19.
[7]Luc Nagtegaal, Riding The Dutch Tiger -The Ducth East Indies Company and The Northeast Coast of Java 1680-1743-, Çev.: Beverley Jackson, KITLV Press, Leiden, 1996, s. 10.
[8]İnalcık, Halil; Quataert, Donald, Osmanlı İmparatorluğu’nun Ekonomik ve Sosyal Tarihi, (Ed.),  Çev.: Halil Berktay, Eren Yayıncılık, 2000, s. 396.
[9]Özbaran, Salih, “Expansion In The Southern Seas”, (Ed), Süleyman The Second And His Time, Halil İnalcık ve Kemal Kafadar, The Isis Press, İstanbul, 1993, s. 214; Sevinç, Necdet, Osmanlı’nın Yükselişi ve Çöküşü, Birharf Yayınları, İstanbul, 2005, s. 249.
*17. yüzyıl ikinci yarısına kadar Osmanlı, bu siyaseti her zaman için kendi lehine kullanma başarısını gösterdi. İspanya-Fransa çekişmesinde Fransa’yı desteklemesi, Lehistan Krallığı’na Prens Henri’yi ataması, Katolik-Protestan çekişmesinde Protestanlara destek vermesi bunun örneklerindendir. (Afyoncu, Erhan, s. 57) Almanya-İspanya birliğini temsil eden Kral Charles-Quint’in Fransa’yı ele geçirmesi, Osmanlı’nın Batı sınırını oluşturan Macaristan üzerinde hakimiyet kurması anlamına geliyordu. Bu nedenle Osmanlı, İspanya karşısında Fransa’yı destekleme kararı aldı. Fransa Kralı I. Francois’in Madrid’de Şarlken’in esiri olduğu sırada annesinin Kanuni’ye başvurması kaçırılmayacak bir fırsattı (Kenan İnan, “Kanuni Sultan Süleyman ve Osmanlı Devleti”, Kanuni Sultan Süleyman Paneli, Center for Research on the Reign of Süleyman The Magnificient, T. C. Karadeniz Teknik Üniversitesi Kanuni Sultan Süleyman Uygulama ve Araştırma Merkezi, Genel Yayın No. 180, Trabzon, 1995, s. 26-7.)
[11]Osmanlı Devleti ve Açe Darusselam Sultanlığı arasındaki ilişkilerle ilgili olarak bkz.: Prof. Dr. İsmail Hakkı Göksoy, “Ottoman-Aceh Relations According to the Turkish Sources”,
First International Conference of Aceh and Indian Ocean Studies, Organized by Asia Research Center, National University of Singapore&Rehabilitation and Construction Executing Agency for Aceh and Nias (BRR), Banda Aceh, Indonesia, 24-27 February, 2007; Anthony Reid, Verandah Of Violence -The Background to the Aceh Problem-, Singapore University Press, 2006.
[12]Öztuna, Yılmaz, Büyük Türkiye Tarihi, s. 81.
[13]Stripling, G. W. Frederick, The Ottoman Turks and The Arabs (1511-1574), s. 25.
[14]Anthony Reid, Charting The Shape of Early Modern Southeast Asia, Cornell University Library, Ithaca, New York, s. 43; Işıksal, Turgut, “Arşivlerimizde Osmanlıların Süveyş Tersanesi ve Güney Denizleri Politikasına İlişkin En Eski Belgeler”, Belgelerle Türk Tarihi Dergisi, Cilt 3, S. 18,  Mart, 1969, s. 54.
[15]Kramers, J. H., “Coğrafya ve Ticaret”, Çev.: Murat Ağarı, İslami Araştırmalar Dergisi, Cilt 16, S. 4, 2003, s. 683-4. (Not: Arap tüccarlar, sadece doğu ile değil, batı ile de yoğun ticari faaliyet gerçekleştiriyorlardı. 8. yüzyıldan başlayarak İstanbul’da olduğu kadar İtalyan şehirlerinde de Arap tüccarlarına rastlanıyordu. (Bkz.: Kramers, J. H., “Coğrafya ve Ticaret”, s. 686.)
[16]Öztuna, Yılmaz, Büyük Türkiye Tarihi, s. 74-5.
[17]Kramers, J. H., “Coğrafya ve Ticaret”, s. 685.
[18]J. Kennedy, A History of Malaya, 3rd Edition, Percetakan Sooriya, Kuala Lumpur, 1993, s. 22.
[19]Durak, N, “Hint Sularında Portekiz Hakimiyetinin Tesisi”, Hindistan Türk Tarihi Araştırmaları -The Journal of Indo-Turcica, tarihsiz, s. 89. 
[20]Anthony Reid, An Indonesian Frontier -Acehnese and Other Histories of Sumatra-, Singapore University Press, Singapore, 2005, s. 7.
[21]Özbaran, Salih, “Osmanlı İmparatorluğu ve Hindistan Yolu”, s. 67.
[22]Tezel, Hayati, Anadolu Türklerinin Deniz Tarihi, Cilt I., T. C. Genelkurmay Başkanlığı Deniz Kuvvetleri Komutanlığı, T.C. Deniz Basımevi, İstanbul, 1973, s. 158.
[23]Işıksal, Turgut “Osmanlı Devleti’nin Ortadoğu-Hindistan Ulaşımında Güvenlik Tedbirleri”, Belgelerle Türk Tarihi Dergisi, Şubat 1970, Cilt 5, Sayı 29, s. 40.
[24]Sevinç, Necdet, Osmanlı’nın Yükselişi ve Çöküşü, s. 245-6.
[25]J. Kennedy, A History of Malaya, s. 22-3, 30; D. J. M. Tate, The Making of Modern South-East Asia, Vol 1., Oxford University Press, Revised Edition, Kuala Lumpur, 1977, s. 223.
[26]Anthony Reid, An Indonesian Frontier -Acehnese and Other Histories of Sumatra-, s. 5-6.
[27]Moshe Yegar, Islam and Islamic Institutions In British Malaya, The Magnes Press, The Hebrew Universiy, Kudüs, 1979, s. 8.
[28]Hadi, Amirul, Response Islam Terhadap Hegemoni Barat -Aceh vs. Portugis- (1500-1579)-, Balai Kajian Sejarah dan Nilai Traditional Banda Aceh, 2006, s. 111.
[29]Loureiro, Rui Manuel, “Sixteenth Century Iberian Accounts of Indonesia A Preliminary Survey”, Indonesia-Portugal: Five Hundred Years of Historical Relationship, Portuguese Centre for the Study of Southeast Asia (CEPESA), 2001, Lizbon,, s. 15.
[30]Zakaria Ahmad, Keradjaan Atjeh 1520-1675, Penerbit Monora, Medan, 1972, s. 24.
[31]G. F. Hudson, Hindistan ve Uzakdoğu Medeniyetleri: Endonezya ve Pasifik, s. 319.
[32]Anthony Reid, Charting The Shape of Early Modern Southeast Asia, s. 41. 
*Portekizlilerin bilinmeye denizlere açılma nedenlerinden biri doğuda var olduğuna inanılan bir Hıristiyan Krallığı’nı ortaya çıkarmaktı. (Bkz.: J. Kennedy, A History of Malaya, s. 21).
[33]Portekizlilerin Hint Okyanusu seferinde kılavuzluk yapması bağlamında büyük katkısı olan Arap denizci  Ahmed bin Macid’dir. (Bkz.: Gaury de Gerarld, Rulers of Mecca, s. 121).
[34]Kramers, J. H., “Coğrafya ve Ticaret”, s. 684.
[35]G. F. Hudson, Hindistan ve Uzakdoğu Medeniyetleri: Endonezya ve Pasifik,s. 319.
[36]J. Kennedy, A History of Malaya, s. 20-1.
[37]D. G. E. Hall, A History of South-East Asia, Third Edition, The Macmillan Press Ltd., London, 1976, s. 240.
[38]Ernst van Veen, Decay or Defeat? -An Inquiry into the Portuguese Decline in Asia 1580-1645, Research School of Asian, African and Amerindian Studies, Universiteit Leiden, The Netherlands, 2000, s. 36.
[39]Peter G. Riddell, “Aceh in the Sixteenth and Seventeenth Centuries: Serambi Mekkah and Identity”, (Ed.) Anthony Reid, Verandah Of Violence -The Background to the Aceh Problem-, Singapore University Press, 2006, s. 39.
*Malaka şehrindeki Müslüman tüccarlar Portekiz tehlikesinden kurtulmak amacıyla, başta Sumatra Adası’ndaki Pasai ve Açe gibi liman şehirleri ile Brunei gibi farklı bölgelere göç ettiler. (Ira M. Lapidus, A History of Islamic Societies, Cambridge University Press, 7th Edition, 1995, s. 470; Gilbert Khoo-Dorothy Lo, Asian Transformation -A History of Southeast, South and East Asia- Heinemann Educational Books (Asia) Ltd. Singapore, 1977, s. 5; Louis Fischer, The Story of Indonesia, Harper&Brothers, New York, 1959, s, 4.) Bu dönemde Kuzey Sumatra, İslam sultanlıklarının hakimiyeti altındaydı ve bu sultanlıkların önde gelenleri, bölge ticaretinde birbiriyle barışçıl şekilde mücadele veren Pasai ve Pedir (Pidie)’di. (Rodolphe De Koninck, Aceh In The Time of Iskandar Muda, Pusat Dokumentasi Dan Informasi Aceh, Banda Aceh, 1977, s 14.) Sömürgeci güçlerin genel taktiklerinden biri olan rakip güçleren biriyle işbirliği yaparak bölgede zamanla egemenliği kurma düşüncesi burada da uygulama koyulduğu görülür. Portekizli komutan Jorge De Albuquerque, 1514 yılında Pasai’deki iç politik mücadelelerden yararlanarak, rakip güçlerden birini destekleyerek tahta çıkmasına yardımcı oldu. (Mark Dion, ”Sumatra Through Portuguese Eyes: Excerpts From Joao de Barros’ Decadas Da Asia”, Decada I, Livro IV, Capitulos iii, iv, s. 139, 145.)
[41]Sevinç, Necdet, Osmanlı’nın Yükselişi ve Çöküşü, s. 251.
[42]William Marsden, The History of Sumatra, (A Reprint of the Third Edition), Oxford University Press, Kuala Lumpur, 1966, s. iii, iv.
[43]Öztuna, Yılmaz, Büyük Türkiye Tarihi, s. 76.
* İspanya’da katoliklerce 15. yüzyıl sonunda başlatılan ve bir yüzyıl devam eden Müslüman soy kırımının bir benzeri, Portekizliler Güneydoğu Asya’da plânladılar. Bu amaçla, Mekke ve Medine’ye girmeyi hedefleyen Portekiz güçleri Cidde’ye saldırma cesaretini gösterdiler. (Bkz.: Gerarld de Gaury, Rulers of Mecca, George G. Harrap&Co Ltd., London, 1951, s. 121).
[44]Portekizliler, 30 adet gemi ile 25 Mart 1515 tarihinde Cidde limanına saldırdı ve buradaki altı kadırga, iki kayık ve barcaları yaktı. (Tekindağ, Şahabeddin, “Süveyş’de Türkler ve Selman Reis’in Arızası”, Belgelerle Türk Tarihi Dergisi, Cilt 2, Sayı 9, Haziran, 1969, s. 78-9). 
[45]Hadi, Amirul, Response Islam Terhadap Hegemoni Barat -Aceh vs. Portugis- (1500-1579)-, s. 119.
*Albequerque 2 Mayıs 1511 tarihinde Malaka’ya gitmek üzere 18 gemi ve 800 Portekizli denizci ile -300 veya 600 kişilik Malabar’lı ile birlikte Kocin’den ayrıldı. Bu saldırı sonrasında Malaka Portekizlilerin en önemli limanı haline geldi. Ancak burada sadece 600 kişilik bir portekiz gücü bulunuyordu. Albuquerque, Malaka’ya gelen ilk Avrupalı değildi. Ondan önce, Diago Lopez 5 gemi ile birlikte 11 Eylül 1509’da gelmişti. (Bkz.: Amirul Hadi, Response Islam Terhadap Hegemoni Barat -Aceh vs. Portugis- (1500-1579)-, s. 63, 66.)
[46]Ahmed Daudy, Syeikh Nuruddin Ar-Raniry -Sejarah Hidup, Karya dan Pemikiran-, Diterbitkan Oleh Pusat Penelitian dan Pengkajian Kebudayaan Islam (P3KI), IAIN Ar-Raniry, Banda Aceh, 2006, s. 15.
[47]H. M. Ali Muhammad, “Bagaimana Cara Masuk dan Berkembangnya Islam di Aceh”, Seminar Sejarah Masuk dan Berkembangnya Islam di Aceh dan Nusantara, di Aceh Timur Tanggal 25-30 September 1980, s. 2.
*Açe Darusselam Sultanlığı’nın kurucusu Ali Mughayat Şah’ın devletin temellerini atarken koyduğu prensiplerden biri, “Türklerle sıkı ilişkiler kurma”yı öngörüyordu. Söz konusu bu ilkeden hareketle Açe Sultanlığı’nın tarihinin dönüm noktalarında Osmanlı Türkleri ile kurulan ilişkiler kurulmuştur. (Bkz. Ali Hasjmy, “Banda Aceh Darussalam Pusat Kegiatan Ilmu Dan Kebudayaan”, Seminar Sejarah Masuk Dan Berkembangnya Islam Di Aceh Dan Nusantara, Di Aceh Timur, 25-30 September 1980, s. 5.)
[48]Uka Tjandrasasmita, “The Indonesian Harbour Cities and the Coming of the Portuguese”, Indonesia-Portugal: Five Hundred Years of Historical Relationship, CEPESA, Lizbon, 2001, s. 59.
[49]Arum Komar Das Gupta, “Iskandar Muda and The Europeans”, (Ed.), Ali Hasjmy, Sejarah Masuk Dan Berkembangnay Islam di Indonesia, Üçüncü Baskı, Ptalmaarif, 1993, s. 44-5.
[50]Ali Hasjmy, 50 Tahun Aceh Membangun, Majelis Ulama Indonesia, 1. Baskı, Bali Medan, 1995, s. 9.
[51]Luthfi Auni, The Decline of the Islamic Empire in Aceh (1641-1699), Institute of Islamic Studies McGill University, Montreal, 1993, s. 21.
[52]Uka Tjandrasasmita, “The Indonesian Harbour Cities and the Coming of the Portuguese”, s. 60.
[53]Ali Hasjmy, 50 Tahun Aceh Membangun, s. 9.
[54]Francis E. Peters, “The Early Empires: Umayyads, Abbasids, Fatimids”, Ed. Marjorie Kelley, Islam -The Religious and Political Life of A World Community-, Praeger, New York, 1984, s. 89.
[55]Arum Komar Das Gupta, “Iskandar Muda and The Europeans”, (Ed.), Ali Hasjmy, Sejarah Masuk Dan Berkembangnay Islam di Indonesia, Üçüncü Baskı, Ptalmaarif, 1993, s. 45.
[56]D. J. M. Tate, The Making of Modern South-East Asia, s. 223. 
[57]1521 yılında Portekizlilere karşı kazanılan deniz zaferi Açe ile Portekiz arasında 120 yıl sürecek mücadelede Açe’nin kazandığı tek zafer olarak tarihe geçti. Mughayat Şah’ın ardından tahta çıkan Alaaddin Riayat Şah el-Kahhar ve Hüseyin Şah dönemlerinde Malaka şehrindeki Portekizlileri bölgeden çıkarmak amacıyla toplam beş büyük sefer düzenlendi: 1537, 1547, 1568, 1573 ve 1575. Portekizlilere karşı girişilen ve büyük mali kayıplara yol açan bu seferlerin sonuncusu mali krizin yanı sıra, siyasi krizi de beraberinde getirdi. (Bkz.: Rodolphe De Koninck, Aceh In The Time of Iskandar Muda, Pusat Dokumentasi Dan Informasi Aceh, Banda Aceh, 1977, s. 15.)
[58]İnalcık, Halil; Quataert, Donald, Osmanlı İmparatorluğu’nun Ekonomik ve Sosyal Tarihi ­, s. 388.
[59]Sevinç, Necdet, Osmanlı’nın Yükseliş ve Çöküşü, Birharf Yayınları, s. 243.
[60]Özbaran, Salih, “Osmanlı İmparatorluğu ve Hindistan Yolu”, s. 83.
[61]Özbaran, Salih, “Osmanlı İmparatorluğu ve Hindistan Yolu”, s. 80; Öztuna, Yılmaz, Yavuz Sultan Selim, Babıali Kültür Yayınları, İstanbul, 2006, s. 103; Tekindağ, Şahabettin, “Seydi Ali Reis Hakkında Düşünceler”, Tarihten Sesler, Cilt II, S. 13-4, Şubat 1944, s. 22.
[62]Özbaran, Salih, “Expansion In The Southern Seas”, (Ed), Süleyman The Second And His Time, İnalcık ve Kafadar, s. 214; Sevinç, Necdet, Osmanlı’nın Yükselişi ve Çöküşü, s. 249.
[63]İhsanoğlu, Ekmeleddin, (Ed.), Osmanlı Devleti ve Medeniyeti Tarihi, IRCICA (İslam Tarih, Sanat ve Kültür Araştırma Merkezi), İstanbul, 1994, s. 30.
*Selman Reis’in yerine geçen yeğeni Mustafa Reis (1530-31) gibi Osmanlı başkentine danışmaksızın Diu’daki Portekiz güçlerine saldıran Osmanlı denizcilerinin bireysel insiyatifleri, yani gaza kültürünü bu sefer denizlerde gerçekleştirmeleri ile, Hint dünyasında Osmanlı denizcilerinin ünü duyulmasına yol açtı. Bu bireysel insiyatifler Osmanlı’nın kuruluşundaki gaza olgusunun 16. yüzyılda bu sefer Hint Okyanusu’nda tekrarı olarak dikkat çekiyordu. Asya ve Afrika ülkelerinde sömürge yönetimlerine karşı İslam referansından başka alternatifi olmayan Müslüman topluluklarını Osmanlı’yı bir kurtuluş umudu olarak görmesine yol açtı. Örneğin, Hint Okyanusu faaliyetlerinde önemli bir kilometre taşı olan Hürmüz’ün veziri Şerafeddin, Kanuni’den yardım talebinde bulunarak, burada askeri kuvvet gönderilmesi halinde Portekizlilerin barınamayacağı bildirilir. Ancak bu mektup Portekizlilerce ele geçirildi. (Özbaran, Salih, “Osmanlı İmparatorluğu ve Hindistan Yolu”, s. 94).
[64]Gücerat, Hindistan’ın okyanusa açılan önemli liman şehirlerinden biriydi ve burada bir krallık bulunuyordu. Portekizliler, tıpkı Doğu Afrika kıyı bölgesindeki bazı liman şehirlerinde kaleler inşa ettikleri gibi Hindistan’da önemli ticaret liman şehirleri olan Gücerat ve Diu’da kaleler inşa ederek iki koldan Kızıldeniz girişini kontrol altına almaya çalıştılar. (Özbaran, Salih, “Osmanlı İmparatorluğu ve Hindistan Yolu”, s. 98; Stripling, G. W. Frederick, The Ottoman Turks and The Arabs (1511-1574), s. 25-6).
[65]Öztuna, Yılmaz, Büyük Türkiye Tarihi, s. 76. (Not: Gerek Gücerat, gerekse de diğer devletlerdeki Osmanlı askeri varlığının kökeni Memlüklüler vasıtasıyla olması muhtemeldir. Bu konuda Osmanlı arşivlerinde belgelere bakılmasında fayda var. Kaldı ki, yukarıda bahsi geçen Hüseyin Bey, Osmanlı amirallerinden olup, Memluk Sultanı Sultan Kansu tarafından kaptan-ı derya tayin etti. Hüseyin Bey, 1507 yılında Yemen’in başkenti Sana’yı zaptetti. Hüseyin Bey, 1511 yılında Gücerat’tan Mısır’a geri döndü ve Cidde valisi olması Memluk bağlantısı göstermesi açısından da önemlidir. Hüseyin Bey, Selman Reis’le geçinememesi üzerine onun tarafından öldürüldü. (Bkz. Öztuna, Yılmaz, Büyük Türkiye Tarihi, s. 77). Krş.: Mısır’ın 923’de (1517) fethi ile Hicaz (6 Temmuz 1517) ve Yemen (1571) Osmanlıya katıldı.( Öztuna, Yılmaz, Yavuz Sultan Selim, s. 99). On beş yirmi yıl kadar devlet buralara bakamadı, bakmadı. Rumlar kendi hesaplarına çalışıyorlar, biri ötekini öldürerek Yemen’e vali oluyorlardı. Bunlardan Bayram oğlu Mustafa ve Sefer-i hevace gibiler Gücerat kıyılarında Rumi Han, Hüdavendi Han adlarıyla birer emir oldular. O yıllarda Bahreyn hakimlerinden birinin adının Murad Şah (Reis) (1554 tarihi) olduğunu görüyoruz. Araplarda Murad adı pek kullanılmadığından bunun da bir Rumi olduğu sanılır. Eğer bu serseri Rumilerin aralarına bir Hızır, Turgut, Aydın, Salih gibisi girse idi daha çok ileri giderlerdi. Çünkü aralarda meydan daha geniş, iş becermek daha kolay idi. (Saffet Bey, “Bir Osmanlı Filosunun Sumatra Seferi”, s. 611; Krş. Cengiz Orhonlu, “Seydi Ali Reis”, s. 633).
*Batılı ülkelerin Güneydoğu Asya’daki sömürgecilik tarihi Portekiz (1511) Hollanda (1598), İngiltere (1600) ve Fransa (1602) tarafından yazıldı.
[66]Afyoncu, Erhan, “Osmanlı’nın Denizlerdeki Gücü”, Prof. Dr. İdris Bostan’la yapılan mülakat, Popüler Tarih, Ağustos, 2005, s. 55.
[67]Memlük Sultanı Kansuh el-Guri, 1508 yılında Portekizliler karşısındaki mağlubiyeti üzerine Osmanlı hükümdarı II. Bayezıd’dan yardım talebinde bulundu. (Şehabeddin Tekindağ, “Süveyş’de Türkler ve Selman Reis’in Arızası”, Belgelerle Türk Tarihi Dergisi, Cilt 2, Sayı 9, Haziran, 1969, s. 77); Öztuna, Yılmaz, Yavuz Sultan Selim, Babıali Kültür Yayınları, İstanbul, 2006, s. 103
*Kemal Reis, Batı Akdeniz’de faaliyet gösteren Türk denizcilerinden olup, Endülüs’teki Müslümanlara yardım konusunda önemli yararlıklar gösterdi. (Osmanlı Devlet ve Medeniyeti Tarihi, IRCICA, s. 28.). Kemal Reis, yanında götürdüğü Selman ve Hüseyin Reisleri Süveyş’te bıraktı (Öztuna, Yılmaz, Yavuz Sultan Selim, Babıali Kültür Yayınları, İstanbul, 2006, s. 104).
[68]Öztuna, Yılmaz, s. 77; İhsanoğlu, Ekmeleddin, (Ed.), Osmanlı Devleti ve Medeniyeti Tarihi, s. 30.
[69]Özbaran, Salih, “Osmanlı İmparatorluğu ve Hindistan Yolu”, s. 84.
[70]İhsanoğlu, Ekmeleddin, (Ed.), Osmanlı Devleti ve Medeniyeti Tarihi, s. 32. (Not: Yavuz’un Mısır’ı alması üzerine, Mekke Şerifi Ebu’l Barakat oğlu Şerif Ebu Nomay’ı göndererek, gerçekleştirdiği zaferden ötürü Yavuz’u kutlamış, bağlılığını bildirmiş ve Kabe’nin anahtarları ile bazı manevi emanetleri Mısır’a gönderdi. Kısa bir süre sonra, hutbenin Osmanlı sultanı adına okunmasını emretti. (Ahmet Uğur, Yavuz Sultan Selim, Erciyes Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Yayınları, Kayseri, 1989, s. 105; Gaury de Gerarld, Rulers of Mecca, George G. Harrap&Co Ltd., London, 1951, s. 124.). Yavuz, bu tebriği memnuniyetle karşılayarak, Mekke Şerifi’ne kıymetli hediyeler göndermiştir. Bu hediyeler arasında Mekke ve Medine’deki fakirlere dağıtılmak üzere 200.000 Dinar da bulunuyordu. Bu tarihten itibaren (30 Ocak 1517) Osmanlı padişahları, Hadim’ül-Harameyni Şerifeyn unvanını aldılar. (Türk Silahlı Kuvvetleri Tarihi, III. Cilt 2. Kısım (1451-1566), Ankara, Genelkurmay Basımevi, 1977, s. 618).
[71]Uğur, Ahmet, Yavuz Sultan Selim, Erciyes Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Yayınları, Kayseri, 1989, s. 106.
[72]Gücerat Devleti, 14. yüzyılın sonlarında kuruldu. 16. yüzyıl ilk yarısında denizden Portekizliler, karadan da Hindistan Moğol devleti olan Timurilerin saldırılarına maruz kaldı. Bu gelişmeler üzerine, dönemin sultanı Bahadır Şah, Kanuni’den askeri yardım talebinde bulundu. Bahadır Şah, herhangi bir saldırıya karşı hazinesini Mekke’ye gönderdi. Portekizlilerce öldürülmesinin ardından hazinesi Kanuni tarafından İstanbul’a getirtildi. (Tezel, Hayati, Anadolu Türklerinin Deniz Tarihi, Cilt I., T. C. Genelkurmay Başkanlığı Deniz Kuvvetleri Komutanlığı, T.C. Deniz Basımevi, İstanbul, 1973, s. 159).
[73]Küçükdağ, Yusuf, Vezir-i Azam Piri Mehmed Paşa (1463-1532), Konya, 1994, s. 45-6.
[74]Özbaran, Salih, “Osmanlı İmparatorluğu ve Hindistan Yolu”, s. 84; Sevinç, Necdet, Osmanlı’nın Yükseliş ve Çöküşü, s. 250.
[75]Sevinç, Necdet, Osmanlı’nın Yükseliş ve Çöküşü, s. 251.
[76]Sevinç, Necdet, Osmanlı’nın Yükseliş ve Çöküşü, s. 253. (Not: Bu dönemde, Kızıldeniz’deki Memlük donanmasına Osmanlı Türklerinden Selman Reis kumanda ediyordu. Süveyş böylece Hint Okyanusu, Basra Körfezi, Kızıldeniz, Umman Denizi ve Aden Körfezi’ndeki Türk donanmasının merkezi oldu. Kaptan-ı Derya, mali meselelerde Mısır Beylerbeyi’ne, askeri meselelerde ise doğrudan Divan-ı Humayun’a mesuldü (Bkz.: Öztuna, Yılmaz, Büyük Türkiye Tarihi, s. 77).
[77]Türk Silahlı Kuvvetler Tarihi, III. Cilt 2. Kısım (1451-1566), s. 100, 218.
[78]Tekindağ, Şehabeddin, “Süveyş’de Türkler ve Selman Reis’in Arızası”, s. 78. Not: Metnin orijinali için bkz.: Topkapı Saray Müzesi Arşivi No. 8337.
[79]Osmanlıların Hint Okyanusu’ndaki çıkarlarının korunması adına Akdeniz donanmasından ayrı olarak Hint Okyanusu’nda ikinci bir donanma ihtiyacı üzerine Selman Reis, Mısır Kaptanı veya ‘Hint Kaptanı’ unvanıyla atandı (Pitcher, Donald Edgar, Osmanlı İmparatorluğu’nun Tarihsel Coğrafyası, Çev. Bahar Tırnakçı, I. Baskı, YKY, İstanbul, 1999, s. 171.)
[80]Tezel, Hayati, Anadolu Türklerinin Deniz Tarihi, Cilt I., s. 157-8. Not: Selman Reis, (Selman er-Rumi), II. Bayezıd zamanında Süveyş’e gönderilen donanmanın başında bulunuyordu. 1515 yılında, Hüseyin Reis’le birlikte, yirmi gemiden ibaret donanma ile Hint Okyanusu’nda Portekizlilere karşı sefere çıktı. 1516 yılında ise Aden’i kuşatmasına rağmen alma başarısını gösteremedi. (Şehabeddin, Tekindağ, “Süveyş’de Türkler ve Selman Reis’in Arızası”, s. 77; Işıksal, Turgut, “Arşivlerimizde Osmanlıların Süveyş Tersanesi ve Güney Denizleri Politikasına İlişkin En Eski Belgeler”, s. 54).
[81]Öztuna, Yılmaz, Büyük Türkiye Tarihi, s. 79. (Not: Selman Reis, Hint Okyanusu’na kıyısı olması dolayısıyla öncelikle Yemen  coğrafyasında icraatlarda bulundu. Kendisine tahsis edilen birlikler sayesinde 1523 yılında Portekizlileri, Yemen’in Batı kıyılarındaki Kamaran Adaları’ndan kovdu ve Hoca Sefer Reis’i buraya yerleştirdi. 1527 yılında da Hüseyin Bey’le birlikte Yemen’in büyük bir bölümünü ele geçirdi. (Bkz. Öztuna, Yılmaz, Büyük Türkiye Tarihi, s. 79). Selman Reis’in yerine geçen yeğeni Mustafa Reis, önce Aden’de (1530-31), daha sonra da Gücerat’taki Diu Adası’nda Portekizlilere karşı başarı kazandı (1531). Gücerat’la Osmanlı arasında gelişen bu ittifak girişimi, Portekizlilerle mücadelenin Kızıldeniz’den Hint Okyanusu içlerine taşınmasında önemli rol oynadı. Babür Devleti’nin Türk-Moğol İmparatoru Humayun’un Gücerat’a saldırması üzerine, Gücerat Sultanı Portekizlilerle işbirliğine girdi. Portekizliler bu gelişmeden istifade ederek, Diu’ya bir kale inşa ettiler. Ancak Portekizlilerin Gücerat aleyhine dönmeleri, Gücerat’ın yeniden Osmanlı’dan yardım istemesini sağladı. İran seferleri nedeniyle Osmanlı’nın yardım gönderememesi üzerine, 1536’da Bahadır Şah bir kez daha yardım talebinde bulundu. Bunun üzerine, Hadım Süleyman Paşa’nın 1538 yılındaki meşhur seferi hazırlıklarına karar verildi. Osmanlı birliklerinden haberdar olan Portekiz, Bahadır’ı öldürdü. Diu’ya varan donanma, yerel yönetimden gerekli yardımı göremediğinden ve de Portekiz destek birliklerinin geldiği haberi üzerine geri dönmek zorunda kaldı. (İnalcık; Quataert, Osmanlı İmparatorluğu’nun Ekonomik ve Sosyal Tarihi, s. 384-5; Özbaran, Salih, Osmanlı İmparatorluğu ve Hindistan Yolu, s. 99). Bahadır’ın Portekizliler tarafından öldürülmesinin ardından yerine geçen oğlu Mahmud Şah, Osmanlı donanmasına yardımcı olmadı. Dolayısıyla Osmanlı Hindistan’daki müttefikleriyle işbirliği yapamadı. Bunun üzerine Süleyman Paşa Aden’e geri döndü. Gücerat Veziri’ne bir mektup yazarak, ‘kışı geçirecekleri bir yer ayarlanmaması’ dolayısıyla şikayetini bildirdi (Özbaran, Salih, “Osmanlı İmparatorluğu ve Hindistan Yolu”, s. 100). Bu sefere 72 adet gemi (Gemi adedi konusunda çelişkili rakamlar ileri sürülür. Örneğin, Işıksal gemi sayısını 80, (bkz. dipnot 83), Stripling ise 74 olarak verir (Bkz.: Striplin G. W. Frederick, a.g.e. s. 90.) ile çıkan Süleyman Paşa, Aden’i ele geçirdi ve Hint Okyanusu’na açıldı. Ancak, Akdeniz şartlarına göre inşa edilmiş olan Osmanlı gemileri ile okyanusa uygun inşa edilen Portekiz gemileri karşı karşıya gelmedi. Okyanus’ta Portekizlilere karşı arzu edilen başarı elde edilemese de, Osmanlı toplarından bir bölümünün Hindistan’daki Müslüman sultanlıklara bırakılmış olması bile Portekiz’liler nezdinde bir endişenin doğmasına yol açtı. Bu sefer vesilesiyle Yemen’in alınması ise Osmanlı’nın güney siyaseti açısından önemli bir dönüm noktası oldu. (Özbaran, Salih, “Expansion in the Southern Seas”, in İnalcık-Kafadar, s. 215-6). Bununla birlikte bu sefer, Aden’in Osmanlı topraklarına katılması ve Osmanlı’nın Hint Okyanusu’na açılması bakımından son derece anlamlıdır. Ancak seferin temel amacı olan Portekizlilerin saf dışı bırakılması gerçekleştirilemedi. (Özbaran, Salih, “Osmanlı İmparatorluğu ve Hindistan Yolu”, s. 101).
[82]Pitcher, Donald Edgar, Osmanlı İmparatorluğu’nun Tarihsel Coğrafyası, s. 169, 170.
[83]Hadım Süleyman Paşa, Şam Beylerbeyi olduğu sırada Kanuni tarafından Mısır Valiliği’ne atandı. (Tezel, Hayati, Anadolu Türklerinin Deniz Tarihi, s. 158).
*Kanuni’nin tahta çıkmasıyla, Osmanlı Devleti’nin Avrupa’daki ilerleyişi ivme kazandı. Bu süreçte Balkanlar ve Macaristan’a düzenlenen fetih seferleri 1534’e kadar devam etti.
[84]Özbaran, Salih, “Osmanlı İmparatorluğu ve Hindistan Yolu”, s. 92.
[85]Türk Silahlı Kuvvetler Tarihi, s. 220; Tezel, Hayati, Anadolu Türklerinin Deniz Tarihi, s. 159.
[86]Saffet Bey, “Bir Osmanlı Filosunun Sumatra Seferi”, Tarihi Osmani Encümeni Mecmuası, İstanbul, 1912, s. 613.
*Bu amaçla Nil Nehri ve Kızıldeniz arasında binlerce işçinin çalıştığı ve inşaatın 1532 yılında da devam ettiği belirtilir. (Sevinç, Necdet, Osmanlı’nın Yükselişi ve Çöküşü, s. 260 (Alıntı: Godinho’dan.Vitorino Magalheas Godinho, Os Descobrimentos e a Economia Mundial, Bisboa, 1965, 68 II, s. 154; Zik. Salih Özbaran, Osmanlı İmparatorluğu ve Hint Yolu, İÜEFTD, Sayı 31, İstanbul, 1977, s. 96)..
[87]İnalcık, Halil; Quataert, Donald, İnalcık, Halil; Quataert, Donald, Osmanlı İmparatorluğu’nun Ekonomik ve Sosyal Tarihi, s. 385.
[88]Bu sefer, Kanuni’nin Hint Okyanusu’nda hangi amaçlar için bulunulduğunu ortaya koyması bakımından önemlidir. Kanuni, Süleyman Paşa’ya, “Gerekli donanımı ve donanmayı sağlayarak Süveyş’te kutsal bir savaş için hazırlıklar yapacaksın. Mekke’den Medine’ye uzanan yolu keserek Portekizli imansızların günahkâr eylemlerini başka yöne çevirip bayraklarını denizden kaldıracaksın” emrini verdi. Bu emir, Portekizlilerle girilen mücadelenin dini boyutunu ortaya koymaktadır. (Pitcher, Donald Edgar, Pitcher, Donald Edgar, Osmanlı İmparatorluğu’nun Tarihsel Coğrafyası, s. 170.) Müslümanların elindeki ticarete ve hicaz yollarına zarar veren Portekizlilerin Hint ve Arap denizlerinden uzaklaştırılması kadar, Gücerat sultanının yardım çağrısına cevap olduğu da bilinmektedir. (Tezel, Hayati, Anadolu Türklerinin Deniz Tarihi, s. 159).
[89]Gücerat sultanının bu talebinden ilham alan Açe Sultanı Alaaddin Riayat Şah el-Kahhar da Osmanlı Devleti’ne elçiler göndererek Portekizliler karşısında yardım talebinde bulundu. (Rızaulhak Şah, “Aci Padişahı Sultan Alaaddin’in Kanuni Sultan Süleyman’a Mektubu”, Tarih Araştırmaları Dergisi, AÜDTCF Tarih Araştırmaları Enstitüsü, Vol. V, No. 8-9, Ankara University Publishing House, 1967, s. 373).
[90]Hadım Süleyman Paşa’nın Hint Seferi 13 Haziran 1538 tarihinde başladı. (Tezel, Hayati, Anadolu Türklerinin Deniz Tarihi, s. 158); Stripling, G. W. Frederick, The Ottoman Turks and The Arabs (1511-1574), Porcupine Press, Philadelphia, Pennsylvania, 1977, s. 90. (Not. 74 gemiden ibaret donanmada 20.000 mürettebat bulunuyordu. Bu sayının 2300’ünü Hıristiyan kürek mahkumları oluşturuyordu. (Bkz. Stripling, a.g.e, s. 90-1.)
[91]İnalcık; Quataert, Osmanlı İmparatorluğu’nun Ekonomik ve Sosyal Tarihi, s. 386.
[92]Stripling, G. W. Frederick, The Ottoman Turks and The Arabs (1511-1574), Porcupine Press, Philadelphia, Pennsylvania, 1977, s. 93.
[93]Hadım Süleyman Paşa, bu sefere 80 parça gemiden oluşan bir donanma ile çıktı. Ancak Osmanlıları yardıma çağıran Hintli Müslümanlar Türklere yardım etmediler. Bu sefer için büyük toplar da götürülmesine rağmen Diu kalesi alınamadı. İklim koşulları ve Portekizlilerin yardım birliklerinin yola çıktığı haberi, Osmanlı donanmasının dönmesine yol açtı. (Işıksal, Turgut, “Arşivlerimizde Osmanlıların Süveyş Tersanesi ve Güney Denizleri Politikasına İlişkin En Eski Belgeler”, Belgelerle Türk Tarihi Dergisi, Cilt 3, S. 18,  Mart, 1969, s. 55).
[94]Stripling, G. W. Frederick, The Ottoman Turks and The Arabs (1511-1574), s. 93.
[95]Anthony Reid, An Indonesian Frontier -Acehnese and Other Histories of Sumatra-, s. 6.
[96]Rodolphe De Koninck, Aceh In The Time of Iskandar Muda, s. 19. 
[97]Özbaran, Salih, “Expansion in the Southern Seas”, s. 217-8.
[98]Özbaran, Salih, “Expansion in the Southern Seas”, s. 217; Stripling, G. W. Frederick, The Ottoman Turks and The Arabs (1511-1574), s. 93.
[99]Türk Silahlı Kuvvetler Tarihi, s. 153; Stripling, G. W. Frederick, The Ottoman Turks and The Arabs (1511-1574), s. 94.
Not: Piri Reis, I. Selim’e ünlü dünya haritasını sundu. I. Süleyman için 1525’de Kitab-ı Bahriyye adı altında Ege ve Akdeniz’in haritalarını içeren el kitaplarını yazdı. 1554’de Portekizlilere karşı düzenlediği seferin başarsızlıkla sonuçlanmasının ardından idam edildi (ö. 1554). (Pitcher, Donald Edgar, Osmanlı İmparatorluğu’nun Tarihsel Coğrafyası, s. 172; Svat Soucek, “Piri Reis”, in Halil İnalcık and Cemal Kafadar, Süleyman The Second And His Time, The Isis Pres, İstanbul, 1993, s. 343).
[100]Bir ay süren Hürmüz kuşatması dünya tarihine, ilk büyük deniz kuşatması olarak geçti. (Bkz.: Stripling, G. W. Frederick, The Ottoman Turks and The Arabs (1511-1574), s. 94). Özbaran bu donanmada 25 kadırga, 4 kalyon ve 850 asker bulunduğunu ifade eder.  (Bkz.: Özbaran, Salih, “Expansion in the Southern Seas”, s. 217.
[101]Stripling, G. W. Frederick, The Ottoman Turks and The Arabs (1511-1574), s. 94.
[102]Türk Silahlı Kuvvetler Tarihi, s. 713; Stripling, G. W. Frederick, The Ottoman Turks and The Arabs (1511-1574), s. 94-5.
[103]Orhonlu, Cengiz, “Seydi Ali Reis”, Türkler, 9. Cilt, Yeni Türkiye Yayınları, Ankara, 2002, s. 633.
[104]Özbaran, Salih, “A Review of Portuguese and Turkish Sources For The Ottomans In Arabia and The Indian Ocean In The 16th Century”, TTK Belleten, S. 193, Cilt XLIX, Nisan, 1985, s. 72; Tekindağ, Şahabettin, “Seydi Ali Reis Hakkında Düşünceler”, Tarihten Sesler, Cilt II, S. 13-4, Şubat 1944, s. 22.
[105]Türk Silahlı Kuvvetler Tarihi, s. 714; Stripling, G. W. Frederick, The Ottoman Turks and The Arabs (1511-1574), s. 95; Tekindağ, Şahabettin, “Seydi Ali Reis Hakkında Düşünceler”, s. 22.
Not: Seydi Ali Reis, Süveyş Donanması’nın başına amiral olarak atanıp Portekizlilerle mücadeleye girdi. Bu mücadele sırasında Süveyş’e dönemedi ve 1555 Ocak ayında, Hindistan üzerinden karayolu ile İstanbul’a döndü. Kaleme aldığı Mir’at’ül Memalik adlı eserinde bu seyahatini konu edinir. (Cengiz Orhonlu, “Seydi Ali Reis”, s. 632.). Daha fazla bilgi için Bkz.: Aynı adlı eser.
*Seydi Ali Reis’in “Mir’at’ül Memalik” adlı eser  “The Travels and Adventures of the Turkish Admiral Sidi Ali Reis” adıyla 1899 yılında Londra’da İngilizce olarak yayınlanmıştır. (Bkz.: Tekindağ, Şahabettin, “Seydi Ali Reis Hakkında Düşünceler”, s. 24).
[106]Anthony Reid, An Indonesian Frontier -Acehnese and Other Histories of Sumatra-, s. 88.
[107]D. J. M. Tate, The Making of Modern South-East Asia, s. 223.
[108]Uka Tjandrasasmita, “The Indonesian Harbour Cities and the Coming of the Portuguese”, s. 61-2.
[109]Arum Komar Das Gupta, “Iskandar Muda and The Europeans”, (Ed.), Ali Hasjmy, Sejarah Masuk Dan Berkembangnay Islam di Indonesia, Üçüncü Baskı, Ptalmaarif, 1993, s. 44. 
[110]Louis Fischer, The Story of Indonesia, Harper&Brothers, New York, 1959, s. 5. 
[111]Luc Nagtegaal, Riding The Dutch Tiger -The Ducth East Indies Company and The Northeast Coast of Java 1680-1743-, Çev.: Beverley Jackson, KITLV Press, Leiden, 1996, s. 16-7.
[112]R. J. Wilkinson, (Ed.), Papers on Malay Subjects, Oxford University Press, Kuala Lumpur, 1971, s. 50; William Marsden, The History of Sumatra, (A Reprint of the Third Edition), Oxford University Press, Kuala Lumpur, 1966, s. 438.
[113]J. E. Hoffman, “Early Policies in the Malacca Jurisdiction of the United East India Company: The Malay Peninsula and Netherlands East Indies Attachment”, Journal Of Southeast Asian Studies, Vol. III, No. 1, March, McGraw Hill, 1972, Singapore, s. 7.
[114]J. E. Hoffman, “Early Policies in the Malacca Jurisdiction of the United East India Company: The Malay Peninsula and Netherlands East Indies Attachment”, s. 16.
[115]Çiçek, Rahmi, Kanuni Sultan Süleyman Paneli, Center for Research on the Reign of Süleyman The Magnificient, T. C. Karadeniz Teknik Üniversitesi Kanuni Sultan Süleyman Uygulama ve Araştırma Merkezi, Genel Yayın No. 180, Trabzon, 1995, s. 22.
[116]İnalcık,; Quataert, Osmanlı İmparatorluğu’nun Ekonomik ve Sosyal Tarihi, s. 388.
[117]Öztuna, Yılmaz, Büyük Türkiye Tarihi, s. 291.
[118]Özbaran, Salih, “Expansion in the Southern Seas”, s. 217.
[119]Özbaran, Salih, “A Review of Portuguese and Turkish Sources For The Ottomans In Arabia and The Indian Ocean In The 16th Century”, s. 67-8.