10 Mayıs 2012 Perşembe

İNSAN HAKLARI İHLÂLLERİ


Endonezya, onyıllarca insan hakları ihlalleri konusunda uluslararası camiada sürekli sorunlu bir ülke olarak dikkat çekti. Sukarno ve özellikle 32 yıllık iktidarı döneminde Suharto’nun icraatları ülkenin böylesine kötü bir ünle anılmasında baş rol oynadı.[1] Bu gelişmeler, Endonezya’da siyasal sistemin askerlerin gölgesinde yeşermesi ve yüzyılın sonuna kadar da asker vesayesetinde gerçekleştirilen siyasal sisteminden kaynaklandı.[2]
Bu bölüme konu olan insan hakları ihlâlleri, büyük ölçüde Endonezya Hükümeti’nin, Açe’nin bağımsızlığını tanımaması nedeniyle gerçekleştirdiği askeri operasyonlardan kaynaklandı. Açe tarihinde ihlâller Endonezya Hükümeti tarafından gerçekleştirildi, bu yüzden “Açe’de İnsan Hakları İhlâlleri” Endonezya Hükümeti’nin icraatları açısından ele alındı. Endonezya Hükümeti’nin kurulmasıyla başlayan Açe Bağımsızlık Mücadelesi ve Endonezya’nın Açe’ye uyguladığı baskı politikası bu açıdan değerlendirilir.
Konumuzun Açe olması dolayısıyla Endonezya Cumhuriyeti sınırları içerisinde yer alan diğer bağımsızlık yanlısı hareketlere ve bu bağlamda merkezi hükümet tarafından işlenen diğer ihlâllere değinmemiz söz konusu olmayacak. Sadece şu kadarını söylemek gerekir ki, 20. yüzyıl boyunca Endonezya Cumhuriyeti sınırları içerisinde Doğu Timor, Batı Papua, Ambon gibi bölgelerde de bağımsızlık mücadeleleri görüldü.[3]

ENDONEZYA CUMHURİYETİ TARİHİNDE GERÇEKLEŞEN İHLÂLLER
17 Ağustos 1945 yılında bağımsızlığını ilân ederek beş bin kilometre genişliğinde bir alanda, bütün farklı etnik yapıları içine almayı sağlayacak şekilde kurgulanan Endonezya Cumhuriyeti’nde, Panca Sila İlkeleri[4] insan haklarını ve özgürlükleri garanti altına alan bir düşünce sistemi olarak görülür. Ancak, Panca Sila İlkeleri’nin toplumda, hoşgörü ve özgürlük ortamını tesis etmesi beklentisinin aksine, Endonezya Cumhuriyeti tarihi önemli insan hakları ihlâllerinin sebebi oldu.[5] Nitekim, cumhuriyetin kurulmasından kısa bir süre sonra, sömürgecilere karşı Endonezya’nın mücadelesini desteklemiş olan Açe Eyaleti, zorla Endonezya Cumhuriyeti sınırlarına dahil edilmeye çalışıldı.[6]
İhlâllerde ilk elden sorumlu olan ordu, cumhuriyetin kuruluşundaki işlevinden ötürü, kendisini Endonezya halkının koruyucusu olarak kabul ederek, 20. yüzyıl boyunca siyasetle içli dışlı olmaktan geri durmadı.[7] Bununla birlikte, Endonezya Cumhuriyeti tarafından işlenen insan hakları ihlâllerini sadece Endonezya Ordusu’na (TNI) atfetmek makul değildir. Çünkü, sivil otoriteyi temsil eden Sukarno ve Suharto gibi devlet başkanları da ordunun bu tavrından birinci elden sorumludur. Öyle ki, bağımsızlık ilânından kısa bir süre sonra Sukarno, ordunun desteğini alarak[8] 21 Şubat 1957 tarihinde Batılı anlamda demokratik rejimden vazgeçti ve 1967 yılına kadar muvafakat ve müşavere’ye dayalı geleneksel otoritenin hakim olduğu bir yönetim olan Denetimli Demokrasi (Guided Democracy) uygulamasına başladı.[9]  Suharto ise 32 yıl süren iktidarını, bir yandan ordu öte yandan kurucusu olduğu devlet partisi Golkar desteğine borçludur. Suharto böylece Endonezya siyasal yaşamına “Golkarizasyon” kavramını hediye eden lider olarak geçti.
1957 yılında çıkartılan ‘Ordu Yasası’ kanıt gösterilerek Hollandalılardan devralınan Batı Irian’daki Hollanda şirketlerine ait varlıklar ordunun hesabına geçirildi. Bu varlıklar arasında ülkenin en önemli gelir kaynaklarını oluşturan petrol ve çeşitli maden işletmeleri, tarım ve bankacılık sektörleri bulunmaktadır. Daha sonra bu işletmeler ordu ile ortak iş yapan Çinli işadamlarının yardımıyla devlet teşekküllerine dönüştürüldü.[10]
Özellikle 1965 yılında gerçekleştirilen ve Komünist Partisi’ne atfedilen darbe gerekçesi ile ülkede estirilen terör havası sonucunda bir milyon civarında insanın katledildiği ifade edilir. Suharto, 1966 yılında Komünist darbe girişimini engelleyerek devlet başkanı olmuş, takip ettiği anti-komünist politika dahilinde özellikle Cava Adası’nda kimi kaynaklara göre birkaç yüz bin kişi,[11] kimi kaynaklara göre de yaklaşık bir milyon kişinin komünistlerle ilişkisi olduğu gerekçesi ile katledilmesine sebep oldu.[12] Bu süreçte büyük bir kaos ortaya çıkmış; sivil halk çatışma ortamına sürüklenmiş, şehirlerde ve köylerde insanlar komşularını “komünist” damgasıyla öldürmekten geri durmadı. Ayrıca, bu partinin önde gelen kadrolarının yakınlarının da yıllar boyunca belli haklardan istifade ettirilmedikleri ifade edilir.
1965’te komünist darbe bahanesiyle devlet başkanlığını devralan Suharto’nun “Yeni Düzen”i, silahlı kuvvetlerin daha fazla güç kullanmasından aldığı destekle Sukarno’nun “Eski Düzen”inden daha da otoriter bir yönetim anlayışının sergilenmesine yol açtı.[13]
Endonezya Cumhuriyeti’nde ülke demokrasisi ordunun ‘güvencesi’ altında varlığını sürdürdü. Ordunun ekonomi ile içli dışlı olması imtiyazlarının ve statülerinin devamını sağladığı gibi kendilerine karşı gösterilen sadakati de besledi. “Ekonomi generalleri” adı layık görülebilecek olan bu kesim, aynı zamanda, son derece karlı ithalat ve ihracat işlerinde, orman ürünlerinin yurt dışına kaçırılmasında ve ülkenin en değerli kaynağı olan petrol endüstrisinde de söz sahibidirler.[14]

Bağımsızlık Sonrasında Açe: İnsan Hakları İhlâli mi – Terörle Savaş mı?
Bağımsız olduğu takdirde Açe’ye otonom bir yapı tanıyacağını vaat eden Endonezya’nın sözünde durmaması üzerine, Açeli liderler direnişe geçti. Endonezya Hükümeti’nin direnişi kırmak için bölgeye gönderdiği ordu sivil halkı sömürmeye başladı. 1953 yılında gelen ordunun bölgedeki varlığı, 1956 yılında bizzat ordu yetkililerince Açe bağımsızlık yanlılarına sunulan görüşme çağrısına kadar devam etti. 1959 yılında Açe’ye özel bir statü verilmiş ve bu 1961’de imzalanan anlaşma ile yürürlüğe girdi.[15]
Açe Özgürlük Hareketi (GAM) lideri Hasan Di Tiro’nun, “Biz kendi geleceğimizi kendimiz sağlamak ve anavatanımızın tarihsel mülkiyet hakkını korumak için mücadele eden Açe Sumatra halkı, bu vesile ile, Cakarta rejimi ve Cava Adası’nın yabancı halkının tüm siyasal kontrolünden kendimizi özgür ve bağımsız ilân ediyoruz.”[16] diyerek 4 Aralık 1976 tarihinde başlattığı özgürlük mücadelesine, Endonezya Hükümeti’nin karşılığı bölgede insan hakları ihlâllerine sebep oldu. Öyle ki Suharto dönemi, Açe halkına yönelik baskıcı uygulamalara başvurulduğu dönemler olarak tarihe geçti. 1998 yılında devlet başkanlığına atanan B. J. Habibie barış yönünde önemli açıklamalar yapsa da kalıcı 1999 yılı Ocak ayında Operasi Wibawa adıyla yeni bir askeri operasyon başlatıldı.[17]
Uluslararası gazetecilerin, STK’ların, insan hakları gözlemcilerinin raporları Açe’de gerçekleşen insan hakları ihlâlleri konusunda yeterli fikir vermektedir. Öyle ki, kimi araştırmacılar Endonezya’nın insan hakları ihlâlleri konusunda Saddam döneminin Irak’ını aratmadığı görüşündedirler.[18]
GAM ile sürdürülen silahlı çatışmalarda, bölgedeki şehir, kasaba ve köyleri abluka altına alan Endonezya Ordusu, Açe halkına büyük acılar çektirdiği gibi bu bölgeyi ekonomik olarak da sömürmekten geri durmadı. Zorla para alma konusunda halk üzerinde büyük baskılar kuruldu. Bu konuda gerekenleri yerine getirmeyenler ise çeşitli şekillerde cezalandırıldı. Açe’deki baskı Suharto’nun son dönemlerinde dayanılmaz boyutlara varmış, Cava’dan ve özellikle tarihsel olarak Açelilerle mücadele içinde olan Minangkabau ve Batak askerlerden oluşan getirilen çok sayıda Hıristiyan asker Açe Eyaleti’nde konuşlandırıldı.[19]
Suharto sonrası dönemin devlet başkanlarından Gusdur lakabıyla anılan Abdurrahman Vahid Açe Eyaleti’ndeki siyasal sorunun çözümü konusunda bir gayret içerisine girdi ve bu anlamda muhtelif zamanlarda Açe delegeleri ile bir araya gelmişse de kalıcı başarılar elde edemedi.[20]

2003 yılı 19 Mayıs’ında başlatılan ve Cakarta Hükümeti’ne yaklaşık üçyüz milyon Dolara mal olan askeri operasyonlar 13 Mayıs 2004’de sonlandırıldı. Bu süreçte Ordu bu dönem içerisinde 1963 GAM savaşçısının öldürüldüğünü, 2100’ünün de tutuklandığını açıkladı. Ancak basın ve STK’lar bu insanların büyük bir çoğunluğunu Açeli sivillerin oluşturduğu yönünde kanaat belirttiler.[21]

Ordunun Açe Eyaleti’ndeki faaliyetleri memurların ve askerlerin kendi çıkarları doğrultusunda fiillerde bulunmalarına fırsat verdi. Öyle ki, ordu ve polis teşkilatı bünyesinde bulunan rakip gruplar ile yönetimdekiler arasındaki çekişmelerin bütün faturası halka kesildi. Ayrıca, bu birimlerin ülkede yasa dışı olarak kabul edilen, uyuşturucu kaçakçılığına ve ülkenin son derece zengin orman ürünlerinin satışı gibi faaliyetlere de karıştıkları ifade edilir.[22]

 

Yasal Gösterilere Engelleme
Açe’de yaşanan ihlal, işkence vb. uygulamaların sona erdirilmesi adına Açe’de kurulan sivil toplum örgütü Açe Referandum Enformasyon Merkezi’nce (SIRA) zaman zaman düzenlenen gösterilere bütün engellemelere rağmen yüz binlerce insan katıldı. Örneğin 11 Kasım 2000 tarihinde Banda Açe’de yapılan gösteriye bir milyon kişi iştirak etti. Dönemin Koordinasyon Bakanı ve bugünkü Devlet Başkanı Susilo Bambang Yudhoyono, başkent Cakarta’da yaptığı açıklamalarda Açe halkının gösteri özgürlüğü olduğunu ifade ederken, bölgede bulunan ordu yönetimi gösterileri engelleme girişimlerinde bulundu. Açe’nin değişik bölgelerinden gösterilerin yapılacağı başkente giden yollar barikatlarla kapatılarak halkın Banda Açe’ye girişleri engellendi. Bu yolları aşmaya çalışanlardan hayatlarını kaybedenler oldu.[23]


Yakın Geçmişte Yaşananlar: Tsunamiyi mi Ordunun İcraatlarını mı Tercih Edersiniz?

Tsunami felâketinin ardından Açeli vatandaşlardan edinilen bilgilere göre, tsunami öncesinde Endonezya Ordusu’nun icraatları dayanılmaz boyutlara vardı. Öyle ki, bu insan hakları ihlâllerine tanık olanlar veya bizzat yaşayanlar tsunamiyi bir kurtuluş olarak gördüklerini ifade ettiler. Bölge halkının tsunami felâketinden ziyade, uzun yıllardır yaşanan mağduriyetler ve baskılar nedeniyle psiko-sosyal tedavilere daha çok ihtiyaç duyduğu dile getirildi.
Yirmili yaşlarda olup da Endonezya Ordusu’nun Açe’deki birliklerince ölesiye dövülmekten kurtulabilen olmadığını ifade edilir. Havanın kararmasıyla insanların sokağa çıkamaz hale geldiği, kadınların ırzına geçildiği, kendilerine saldırılacağından korkan Endonezya askerlerinin rasgele etrafa ateş açarak insanların yaralanmalarına ve ölümlerine neden oldukları dile getirildi. Sözlü olarak dile getirilen bu iddialar elbette kayıtlara geçti.

SONSÖZ
Bu bölümde yer verdiğimiz insan hakları ihlâllerinin önlenmesine dair birtakım sivil toplum kuruluşları, insan hakları dernekleri çaba göstermiş olsalar da, bu gruplar arasında herhangi bir İslami teşkilatın olmaması da dikkat çekicidir. Bütün bunların ötesinde son derece zengin yer altı ve yer üstü zenginliklerine sahip Açe’de halk onyıllarca bu zenginliklerden istifade edemedi. Özellikle petrol ve doğal gaz gibi dünyanın önemli enerji kaynaklarının bulunduğu bu coğrafyada elde edilen gelirlere yabancı şirketler ve Cakarta Hükümetlerince el konuldu.
 Yüzyıllarca İslam’ın Güneydoğu Asya’da yayılmasına öncülük etmiş olan Mekke Kapısı unvanıyla tanınan Açe’de, halkın maruz kaldığı insan hakları ihlâlerine karşı dünya Müslümanlarının çok daha duyarlı olması beklenirdi. Ancak tsunamiden sonra ortaya çıkan gelişmeler, Açe halkının geleceğe umutla bakmasını sağladı. Tsunaminin ardından 15 Ağustos 2005 tarihinde GAM ve Endonezya Devleti arasında varılan barış anlaşmasının, Açe halkının on yıllarca süren maddi ve manevi kayıplarını ne şekilde tazmin edeceği merak konusu. Bunu zaman gösterecek. Ancak bu gelişmeler karşısında, uluslararası İslami kuruluşların söz konusu anlaşma sürecinde yer almamaları bir handikap olarak dikkat çekmektedir. Umulur ki, hiç değilse Açe halkının maddi manevi kayıplarının telafi edilmesinde Müslümanların bir çabası söz konusu olur.


[1]Suharto siyasetini konu alan makale için bkz.: Adil Yurtkuran, www.timeturk.com/yorum.
[2]P. J. Suwarno, “The Military In the Political System in Indonesia”, International Association of Historians of Asia, The Directorate General for Culture, Department of Education and Culture, August 27th-September 1st 1998, Jakarta, s. 1.
[3]Greg Barton, Islam and Politics in the New Indonesia, Jason F. Isaacson – Colin Rubenstein, Islam In Asia -Changing Political Realities, USA, New Brunswick: Transaction Publishers, 2002, s. 52.
[4] Pancasila ilkeleri şunlardır: Tek Tanrı inancı, ulusalcılık, hümanizm, demokrasi ve sosyal refah.
[5]R. J. Michael Vatikiotis,  Indonesian Politics Under Suharto -Order, Development and Pressure for Change-, London: Routledge, 1997, s. 191.
[6]Hem Exxon-Mobil hem de Endonezya Ordusunun icraatları ile ilgili bilgiye ulaşmak için bkz. www.preventconflict.org.
[7]B. Nawaz Mody, Indonesia Under Suharto, New Delhi: Sterling Publishers Private Limited, 1987, s. 1.
[8] Effendy, a.g.e., s. 43.
[9] Juwono Sudarsono, “Political Changes and Development in Indonesia”, (Ed), Leo Suryadinata ve Sharon Siddique, Trends in Indonesia II, Singapore University Press, (Tarihsiz), s. 58; Pluvier 1998: 338; Mody, s. 1-2.
[10] Vatikiotis, s. 71.
[11] Barton, s. 8.
[12] Vatikiotis, s. 2.
[13] Mody, s. 7.
[14] Vatikiotis., s. 72.
[15] Martinkus, s. 53-54.
[16] Hasan Di Tiro, Özgürlüğün Bedeli -Bitmemiş Savaş Günlükleri-, Çev. Halil Hasanalioğlu, İstanbul: Nehir Yayınları, 1989, s. 35
[17] Barton, s. 55; Hasjim Djalal ve Dini Sari Djalal, Seeking Lasting Peace in Aceh, s. 48.  
[18] Kristen, s. 26.
[19] Barton, a.g.e., s. 54.
[20] Barton, a.g.e., s. 84.
[21]Edward Aspinall, The Helsinki Agreement: A More Promising Basis for Peace in Aceh?”, s. 1; Human Rights Watch, “Aceh Under Martial Law: Problems Faced by Acehnese Refugees in Malaysia”, April 2004, Vol. 16, No. 5 (C), s. 6; Martinkus, s. 322.
[23]Martinkus, a.g.e., s. 8-9.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder