10 Aralık 2011 Cumartesi

Padang Depremi’nin Geride Bıraktıkları


Mehmet Özay – Dünyabülteni/Malezya
       29.09.2011



30 Eylül, Padang Depremi’nin ikinci yıl dönümü. Kimi yıldönümleri sürekli bahsedilmeyi hak ediyor. Padang Depremi de kanaatimizce böylesi bir yıldönümü. Söz konusu depremle ilgili olarak, iki yıl önce o dönem yazı faaliyetimizi sürdürdüğümüz haber sitesinde müstear isimle iki yazı kaleme almış ve Padang Depremi’ni o gün itibarıyla enine boyuna değerlendirmiştik. Bu yazılar, doğal afetler bağlamında yardım olgusuna ulusal ve küresel ölçekte nasıl yaklaşıldığına kritik niteliktedir. Söz konusu bu yazılar vasıtasıyla Padang Depremi’nden hareketle gerek Türk gerekse yabancı kuruluşların kimi yaklaşımlarına eleştirel nitelik taşımaktadır. Bugün yıldönümü vesilesiyle Padang’ı, doğal afetleri ve bu afetlere yönelik adına ‘sivil’ denilen oluşumların icraatlarını bir kez daha ele almanın anlamlı olduğunu düşünüyoruz. Aslında, böylesi yıldönümlerini, özellikle de tsunami bağlamındaki yazılarımızı geleneksel hale getirdiğimizi okuyucular biliyor. Altıncı yılında da tsunamiyi yazdık ve her 26 Aralık yazmaya devam edeceğiz.
Bu bağlamda, 30 Eylül Çarşamba günü saat 17.16 sularında Sumatra Adası’nın batısındaki Batı Sumatra Eyaleti başkenti Padang ve çevresini vuran depremle ilgili olarak daha önce yazdığımız iki yazıya devam etmiş oluyoruz. Hemen burada bir detayı hatırlatayım. Depremin olduğu tarihlerde Açe’de yaşıyorduk ve Türk yardım kuruluşlarından birinin Açe’deki çalışmalarının başında bulunan arkadaşımızla, “gönüllü olarak” -kimilerinin bu kavrama yüklediğimiz anlamı kavramada epeyce zorlandıklarını biliyoruz- aynı gün yola çıkarak depremin ertesi günü, 24 saat dolmadan Padang’a varmıştık. Padang’a hareket etmek için Medan havalimanında beklerken, “dünyabülteni”nden bir yetkili telefonla bize ulaşmış ve gelişmeler hakkında o ana kadar edindiğimiz bilgileri paylaşmıştık. 
Padang Depremi sonrasında yazdığımız metinlerde başta Birleşmiş Milletler’e bağlı kuruluşlar olmak üzere uluslararası yardım kuruluşlarının bölgeye akın etmesinin gerekliliği üzerinde durmuş ve kimi kuruluşların yardımın ötesinde amaçlarla bölgeye ulaştıklarını gündeme getirmiştik. Buna ilâve olarak BM yetkililerinin ölü sayısı hakkındaki tahminlerindeki abartıya yer vermiştik. O günlerde BM sözcüleri ölü sayısının 1100 olarak dünyaya duyurmuş ve hatta daha da artabileceği tahmininde bulunmuştu. Ölü sayısı ile ilgili ’furyaya’ Türkiye’deki kimi çevreler de katılmıştı...
Öyle ki, Padang Depremi’ni 2006 yılı Mayıs ayında Orta Cava’da Cogcakarta’da gerçekleşen depremle kıyaslanarak, Padang’dakinin çok daha yıkıcı olduğunu söyleniyordu. Oysa Cogcakarta’daki depdemde 5782 kişi hayatını kaybetti. Padang Depremi’yle ilgili olarak ilân edilen rakamlarda ölü sayısı  1117 olarak verildi. Oysa depremde hayatını kaybedenlerin sayısı bu sayının altındadır. Ölü sayısının 1117’ye ulaşmasının temel nedeni, depremden birkaç gün sonra Pariaman’ın kırsal bölgesindeki dağlık köylerdeki toprak kaymaları olmuştur. Bunun nedenleri arasında depremin yanı sıra, o günlerde yaşanan yoğun yağışların da etkisi vardı. Yani BM, ölü sayısını dünyaya aktarırken, depremle bir şekilde “alâkasız” yaşanan toprak kayması sonucu hayatını kaybeden yüzlerce kişiyi de listeye eklemiş ve böylece BM sonunda amacına ulaşmıştı! Dünya kamuoyuna duyurulan yüksek ölü rakamları ile çeşitli yardım kuruluşları bölgeye çekilmişti. Ancak bu yardım kuruluşlarının imkân ve kabiliyetlerinin göçük altında ve toprak altında kalanlara ne kadar yansıdığı şüphelidir. Bunu bizatihi Padang şehir merkezindeki çeşitli organizasyonların yetkilileri ile görüşmelerimizde aldığımız bilgiler ve toprak kaymasının yaşandığı Pariaman kırsalına bizzat giderek tanık olmuştuk.
Öyle gözüküyor ki, BM’li yetkiiler Padang’da tahminlere dayalı olarak verilen –belki de Cakarta ve Padang’daki Endonezyalı yetkili kuruluşlarında katkısıyla(!) kayıplarla ilgili edinilen ilk bilgilerin altında kalmak istemediler. Bir anlamda ortaya çıkabilecek güven sorununu da toprak kaymalarındaki kayıplarını da eklemek suretiyle gidermiş oldular. Depremin ardından doğrudan Padang’a giderek bilgi almak yerine, Cakarta’da Dışişleri’nin sunduğu bilgi ile yetinip ülkelerine bilgi geçen Büyükelçilikler ise aynı yanlış üzerine hareket ediyorlardı. Oysa merkezle, çevre arasındaki kopukluk hele Endonezya gibi bir ülkede had safhada olduğu elçilikler kadar, bilgileri elçiliklerden alma yolunu tercih eden kimi yardım kuruluşlarının ilk bilmesi gereken unsurların başında gelmelidir. Öte yandan, kulağı delik bir dosttan işittiğimiz kadarıyla, bir marifet gibi gösterilerek, BM’nin sunduğu tüm bilgileri bulunmaz hint kumaşı gibi raporlar halinde Türkiye’ye sunanlar da sonunda elleri boş dönmemek için soluğu mee (yerel bir yiyecek) satan dükkânlarda alıp, çözümü “en azından gelmişken halka mee verelim bari”de bulmuşlar ve ardından CEO’culuğa kadar yükselmişler. Ancak verdikleri yüzbin dolarlık ‘açık çekler’in Padang halkına gidip gitmediği de bilinmiyormuş...
Özellikle BM gibi şüpheleri epeydir üzerinde taşıyan bir kurumla ve son olarak daha birkaç gün öncesinde Başbakan Erdoğan’ın eleştirilerine konu olan bir kuruma ‘abone’ olmak ve onun benzeri biryapılanma içine girmek, Müslüman toplumlar içinde ortaya çıkan sivil toplum hareketlerinin açmazlarından biri olarak dikkat çekiyor. Daha çok değil, yaklaşık on, on beş yıl önce, Bosna Savaşı ve Irak İşgali bağlamında meşruiyeti epeyce bir sorgulanmış olan BM, bugün Türkiye Başbakanı tarafından açıkça eleştiriliyor. Bu kurumun uzantısı yardım kuruluşlarının hali de  bundan pek farklı değil.
Padang’da yaşanan deprem neticesinde elbette kurbanlar olmuş ve yardıma ihtiyaç duyan insanların varlığı ortaya çıkmıştı. Ancak bu insanlara ulaşmada optimal yardımı sağlamada uluslararası yardım kuruluşlarının ne kadar başarılı oldukları bu deprem örneğinden hareketle sorgulanmayı hak etmektedir. Bu amaçla, örneğin BM’nin, her bir acil kurtarma ekibinin kaç kişiyi enkaz altından çıkartığını açıklaması gerektiğini ifade etmiştik. Ancak böyle bir açıklama bugüne kadar yapılmadı. Yukarıda bahsedildiği üzere bir yardım kuruluşunun yetkilisi ile Padang’a ulaştığımızda ısrarla Padang’a tam teşekküllü “acil kurtarma ekibinin” gönderilmemesini İstanbul’a bildirmiş, ancak ikna olmayan yetkililere, bir kişiyi göndererek durumu kendilerinin bizzat tanık olmasını önermiştik. “Tam teşekküllü” arkadaşı daha havalimanından alıp şehir merkezine götürürken tanık olduğu şehir manzarası karsışında yaptığı değerlendirme, ‘Burada ekibimizin yapacağı hiçbir şey yok. İyi ki ekip gelmemiş, yoksa boşuna masraf yapılacaktı” şeklinde olmuştu.
Aslında yukarıdakine benzer bir tepkiyi arkadaşımız İstanbul’dan gelmeden önce Alman “Zdf Televizyonu” yetkililerince yaptığımız sohbette bizzat teyit edilmişti. Singapur’da konuşlanmış olan bu kanal tüm profesyonel ekip ve ekipmanlarıyla Padang’a ilk gelenlerdendi. İçinde muhabiri, programcısı, sosyal bilimcisi, yöneticisi ile ‘tam bir ekip’. Bu ekip içerisinde yer alan Anne Walkembach’ın itiraf ettiği üzere, Padang’da yaratılan atmosfer ile gerçekliğin örtüşmemesini Alman kamuoyuna nasıl anlatacaklarını kara kara düşünüyorlardı. Yani tam bir ‘hayal kırıklığı’ içerisindeydiler. Alman ekip niçin bu kadar kesin konuşuyordu. Çünkü depremden saatler sonra, helikopterle bölgede yaptıkları uçuş ve akabinde sahayı dolaşmaları onlarda bu kanaatin hasıl olmasına neden olmuştu. Bu nedenle sadece Alman Zdf ve diğer televizyon organları içinde turistlerin de olduğu, enkaza dönüşen birkaç önemli yapıdan biri olan altı katlı ‘Ambacang Hoteli’ önüne konuşlanmışlardı ve tüm ‘hikâye’ ağırlıklı olarak bu otel etrafında dönüyordu.
Kimi yardım kuruluşlarının ‘yardım rekabetinde’ ön sıralarda yer alma arzusu ile anons olarak geçtiği “...Bölgenin acilen gıda, sıcak yemek ve sağlık malzemelerine ihtiyaç var...” çağrısı ise doğal afetlerin doğurduğu kısa süreli ‘şok’, ‘hareket kabiliyetsizliği’ ve ‘organizasyonsuzluk’ kadar, bölgenin görece ekonomik geri kalmışlığının doğal bir uzantısıydı. Yani zaten pek de ‘sıcak yemek’ yemeyen bu insanlara sıcak yemek telaşına gerek yoktu! Bununla birlikte, sembolik bir deyim olarak ‘sıcak yemek’ sitelerde yerini alıyordu. Oysa, bırakın uluslararası çevrelerin yardımlarını, güneyinden kuzeyine Sumatra Adası’ndaki eyaletler, komşu Batı Sumatra Eyaleti’nin başkenti Padang’a yardıma koşmuşlardı. Dünyanın öteki ucundan gelenler de komşu eyaletlerden gelenler de aynı malzemeyi, yani, pirinç, mee, bisküit vb. dağıtma yarışındaydı. Öyle ki, depremden birkaç gün sonra Padang Valilik Binası önünde karşılaştığımız Açe heyeti de, Vali yardımcısı Muhammed Nazar başkanlığında oluşturan çok sayıda kamyondan oluşan konvoy ile Padanglılara yeterli gıda ve ilaç yardımını ulaşmıştı. Valilik depoları ağzına kadar gıda ile doluydu. Oysa, şehir merkezinde dahi üç gün boyunca yemek bulamayan insanlar vardı. Sorun, gıda tedariki değil, gıdanın nasıl dağıtılacağı ile ilgiliydi. Bu da işte yukarıda değindiğimiz ‘rant’ın önemli bir bölümünü oluşturuyor! Öte yandan, merkezi Cidde’de bulunan ve bir süredir adı reformla anılan uluslararası kurumun icraatının da dikkat çekici olduğu; örneğin, ilgili kurumun sitesinde 03.10.2009 tarihinde genel sekreter adıyla yapılan açıklama ve sonuçları üzerinde durulması gerektiği kimi çevrelerde vurgulanıyor. Ancak bu hususu bir başka vesileye saklayalım... Ayrıca, yukarıda dile getirilenlerin tam anlamıyla ne ifade ettiğini görsel malzemelerle desteklemek te mümkün.
Merakları giderme adına, ‘rant’ terimi ile neyi kastettiğimizi bizatihî sahada görev yapan kulağı delik bir dostun ifadesiyle kısaca açıklamakta fayda var. BM özelinde veya ilgili uluslararası kuruluşlar örneğinde ifade etmek gerekirse, çalışanlar bu tür yardım faaliyetlerine katılmaları karşılığında günlük önemli bir harcırah alıyorlarmış. Sivil toplum kisvesi altında faaliyet gösteren, İslam toplumlarıyla ilgili bilgileri paylaşma karşılığında Hıristiyan kuruluşlardan fonlanan ve bu yoldan para kazanıan oluşumları da unutmamak gerekiyormuş. Ulusal kurum ve kuruluşlar bağlamında ele alındığında ise ülkeye giren yabancı kuruluşların şu veya bu şekilde nakdi veya ayni yardım bölgesine yönelik girdilerinden kendilerine de bir pay düşüyormuş. Bu paydan asla ve asla vazgeçmek niyetinde de değillermiş. Yardım kuruluşları açısından ise, toplanacak gelirlerle ve kuruma yönelecek popüler ilgiyle ilintiliymiş. Üstüne üstlük bu rantta kara para aklama işleri kadar, yetimlerin de bir ölçüde payını aldığı da vurgulanıyormuş...
Padang’da nasıl bir yol takip edilmesi gerektiğine dair o dönemde ilgili kişi ve kurumlara görüşlerimizi iletmiştik. Padang’ın çeşitli bölgelerinde depremle gelen imkânlar olarak da değerlendirilebilecek girişimler kalıcı yapılar şeklinde zuhur etmeliydi. Örneğin, kırsalda oturulamayacak haldeki ev sahiplerine “gıda yardımı” yerine, “evlerini yeniden inşasında”, klinik, okul vb. alt yapı eksikliklerinin tamamlanmasında katkı yapılabilirdi. 
Evet gerçeklik bambaşka bir şekilde örüntülenmiş ve yaşanmayan ‘dehşet’ medya organları ve kimi aracı kurumlar vasıtasıyla Padang Depremi kurmaca bir ‘dehşet’ üretimiyle dünya kamuoyuna duyurulmuştu. Depremin etkisi bağlamında ortaya atılanlan, ne havalimanının ulaşılamaz olduğu, Padang’ın %60’ının yerle bir olduğu ne de binlerce kişinin göçük altında olduğu vb. anlatıları gerçeklikle kesinlikle bağdaşmıyordu. Aslında Padang’da bir rant vardı ya da oluşturulmak isteniyordu. Bu rant gerek ulusal gerekse uluslararası kuruluşlarca paylaşılmayı bekliyordu. Yani, birileri Padang’da, Açe’deki tsunamiyi görmek istiyordu ve çabaları da bu yöndeydi.  


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder