18 Aralık 2011 Pazar

Myanmar’da Siyasi Özgürlüklere Doğru


Mehmet Özay/Dünyabülteni-Malezya
2 Aralık 2011


Myanmar’da muhalefetin tek ve önemli ismi konumundaki Suu Kyi yeniden ülke gündeminde yer işgal etmeye başladı. Ortadoğu’da bir yıla yaklaşan halk ayaklanmalarına benzer bir süreci daha 1980’lerin ikinci yarısında tecrübe eden Myanmar, arzu edilen rejim değişikliğine konu olmasa da, yıllar sonra asker vesayetinde de olsa yönetimi devr alan sivil yönetimin reform sözleri ile Güneydoğu Asya’da damgasını vuruyor. Asker vesayetinde de olsa sivillerin devraldığı yönetimle dirsek temasına geçen ABD, Hillary Clinton’un ülkeye yaptığı ziyaretle reform sürecine doğrudan müdahil olduğunu gösteriyor. Tabii bu reform sürecinde ilk akla gelen kişi Suu Kyi oluyor.


Modern Myanmar’ın kurucusu olması dolayısıyla ülkede büyük saygı gören Aung San’ın kızı olan Kyi’nin, 1980’li yılların sonunda ülkenin gidişatı ile birlikte kendi kaderi de değişti. O yıllarda neler yaşandığına kısaca değinelim. 1980’li yılların sonuna gelindiğinde ülkede yaşanan yolsuzluk, insan hakları ihlâlleri vb. nedenlerle üniversite öğrencilerinin inisiyatifiyle başlayan sokak gösterileri, giderek toplumun her kesiminin katılımıyla büyük bir ayaklanmaya dönüştü. Bir süredir Ortadoğu’da yaşanan halk ayaklanmalarının bir kopyası niteliğindeki ayaklanmalar, “demir bilek” askeri cuntayı dize getirmeye kafi gelmemişti.


Oxford’da akademi yaşamını sürdüren Suu Kyi, ayaklanmaların başgösterdiği dönemde, annesinin hastalığı nedeniyle Myanmar’da bulunuyordu. Olayların seyri ile birlikte hayatında büyük bir dönüşüm gerçekleşti. Halkın talebi doğrultusunda sivil direnişin öncüsü konumu ile birden dünya gündemine oturan Suu Kyi’nin kurduğu Ulusal Demokrasi Cephesi (NLD) adlı parti 1990’da yapılan seçimlerden büyük bir başarıyla çıksa da, ordu yönetimi devretmediği gibi Kyi’i yirmi yıla varan göz hapsi geçen aylarda sona ermişti. O günden bugüne ülke siyasetindeki gücünden bir şey kaybetmeyen Kyi, giderek artan bir şekilde Batı medyasında, siyatesinde sürekli izlenen bir siyasi figür oldu. Bu süreçte, Kyi’nin önderliğinde niçin büyük bir halk ayaklanması olmadığı sorulabilir. Kyi, “anaç” yanı ağır basan, ve babasının siyasi etiğinden aldığı ilhamla şiddete onay vermeyen bir siyasi kişilik sergiledi. Öyle ki, dev katliamların yaşandığı 1988-89 yılında halk yığınlarının başına geçtiğinde taraftarlarına orduyu kışkırtacak girişimlerden uzak durmaları konusundaki direktifleri kabul bulmuştu.


Batılı devletlerin Myanmar’ı “kara listeye” almasına yol açan sadece askeri dikta rejimi değil, aynı zamanda, hapisteki yüzlerce siyasi mahkum ile ülkenin kuzey ve doğusundaki Karen ve Kachin gibi etnik unsurlarla girilen silahlı mücadelenin de etkisi var. Ülkenin demokratikleşmesi yolunda yapılan iç ve dış baskılar -hem Batılı ülkeler hem de ASEAN içinden yükselen sesler- nihayetinde geçen yıl rejimin gölgesinde yapılan seçimlere konu oldu. Usulsüzlükler dolayısıyla seçimleri boykot eden Suu Kyi’nin partisi kapatılırken, askerlerin desteklediği USDP aradan geçen elli yılın ardından ilk kez sivil yönetimin ülke yönetiminde söz sahibi olmasının yolunu açtı. Bu yıl içerisinde ABD’li yetkililerin yaptığı ziyaretlerle sözde sivil yönetim kimi reform çabalarını ortaya koyarken, aynı zamanda, geçen ay gerçekleştirilen 18. ASEAN toplantısında 2014 yılında dönem başkanlığının Myanmar’a devrine karar verilmesi de reform sürecine bölgeden bir destek olarak okunabilir. Bu çerçevde, Suu Kyi, ASEAN’ın kararının Myanmar’da arzu edilen demokratik gelişmeleri hızlandıracağını düşündüğünü dile getirmiş ve bu karara desteğini göstermişti.


Geçen hafta Myanmar Parlamentosu’nun siyasi partilere katılım ve gösteri özgürlüğüne onay veren yasayı onaylaması muhalefetin elini güçlendirecek adımlar olarak algılanıyor. Bu kararın ardından ABD Dışişleri Bakanı Hillary Clinton ülkeye üç gün süren acil bir ziyaret gerçekleştirdi. Clinton’ın 30 Kasım günü başkent Naypyitaw’ya yaptığı ziyaret, ABD’li üst düzey bir siyasetçinin, öyle böyle değil, elli yılı aşkın bir süre sonra gerçekleştirdiği ilk ziyaret olmasıyla da ayrı bir önem kazanıyor. Bu ziyaret ABD’nin salt Myanmar “sevdalısı” olmasından kaynaklanmıyor elbette. Bundan çok daha öte, ABD’nin Çin’in bölgedeki siyasi egemenliğine karşı bölgede oynamakta olduğu stratejik plânların bir parçası konumunda. Zaten Myanmar yönetiminin Batı’ya bir anlamda kafa tutmasının ardında Çin gibi güçlü bir bölge ülkesine yakınlığının rol oynamadığını da söylemek imkânsız. 


1980’lerin ikinci yarısından itibaren ülke siyasetinde oynadığı rol ile Batı’nın dikkatini çeken Suu Kyi, elbette bu son gelişmeler çerçevesinde de Batı medyası ve siyasetçilerinin kapısını çaldığı yerli bir lider konumunda. Kyi’nin gündeme gelmesi elbette bölge ülkeleri kadar, belki de bundan daha çok Batılı ülkelerin ülkenin demokratikleşme sürecine yaklaşımı açısından önem taşıyor. Bu bağlamda, Kyi’nin geçenlerde yeniden aktif siyasete dönme yönündeki açıklama yapması Myanmar’da sivil çevrelerin bir kez daha meydanlara ineceği anlamı taşıyor.


Batılı bir siyasetçinin böylesi gezileri söz konusu ülkelerdeki siyaseti etkilemeye matuf olduğuna kuşku yok. Clinton’ın bu ziyareti, Amerika başta olmak üzere Batılı ülkelerce yaptırımların uygulandığı, isminin dahi eski adı Burma ile zikredilen Myanmar yönetimini tanıma anlamı geldiğini de ifade edelim. Bunun en önemli göstergelerinden biri Clinton’un Devlet Başkanı Thein Sein, Dışişleri Bakanı ile görüşmesiydi. Görüşmelein odağında, yönetimin reform vaadlerinin samimiyetini ölçmek ve bu yöndemi girişimlerin acilen pratiğe aktarılması talebi oldu. Taleplerin Batı ülkelerinin ekonomik anlamdaki alternatif “desteklerle” pekiştirildiğine ise kuşku yok. Suu Kyi ile başbaşa görüşen Clinton, böylece gelecek seçimlere katılma kararı alan Kyi’e desteklerini açıkça verdiğini de ortaya koydu. Öte yandan, bu ziyaretin ülke içi siyaset kadar, Myanmar’ın ilişkide olduğu Çin ve Kuzey Kore’ye de dolaylı mesajları vardı elbette.

Bu bağlamda, Clinton, yönetimin bu yöndeki açılımına destek verdiği gibi takipçisi olacaklarının da sinyalini veriyordu. Bu siyasi konjonktür elbette Myanmar’a uygulanan ambargonun da tedrici olarak kaldırılacağı anlamına geliyor. Ambargo öyle sanıldığı gibi, salt Amerika başta olmak üzere Batılı ülkelerin ülkeye yardımları şeklinde algılanmamalı. Bölgenin diğer ülkeleri gibi hâlâ zengin kaynaklara sahip olduğu bilinen Myanmar, uluslararası şirketlerin iştahını kabartmaya yetecek bir cazibe merkezi konumunda.


Kyi’nin 1980’lerin ikinci yarısında başlattığı “pasif direniş”, tıpkı Hindistan’ın Gandhi’si gibi sonunda halkın kazanacağı bir sürecin başlatıcısı olmaya adaydı. Gelişmelere bakıldığında bu uzun süreç henüz bitmiş değil. Bugünkü umut vaadeden gelişmeler dikkate alınacak olursa, kısa bir süre sonra Myanmar’da Kyi’nin önderliğinde siyasi bir dönüşüm yaşanırsa bu ülke halkı ve de dünya için hiç de süpriz olmayacaktır. Suu Kyi’nin siyasi mücadelesini konu alan ayrıntılı bir yazıyı yakında sizlerle paylaşacağım. 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder