30 Aralık 2011 Cuma

Myanmar Seçimleri ve Rohingyalı Müslümanlar

Mehmet Özay                                                                                                                   11.10.2010


Myanmar’da 7 Kasım Pazar günü son yirmi yılın ilk siyasal seçimleri yapıldı. Seçim öncesinde uluslararası çevrelerin tahmin ettiği gibi adı ‘demokratik’ olan bu girişim, özgür ve adil bir seçim olmaktan çok uzak. Dünya kamuoyuna seçimlerin adil ve eşit şartlarda gerçekleşmediğini ilân eden ise ABD Devlet Başkanı Obama oldu. 



Batı’nın özellikle de ABD’nin tanımadığı ve bu nedenle Myanmar yerine eski adı Burma ile andığı Güneydoğu Asya’nın budist askeri junta rejiminin siyasi hakimiyeti altında son yirmi yılın ilk seçimi, söz konusu rejimin politik uzantısı olan partinin oyların büyük bölümünü kazanması ile sonuçlanacağı tahmin ediliyor.



Mevcut junta rejim ile siyasi mücadele yirmi yıl öncesine dayanıyor. Ülkenin önde gelen demokrasi savaşçısı ve Ulusal Demokrasi Birliği lideri Aung San Suu Kyi, yirmi yıl önceki tecrübesine dayanarak, seçim ertesinde olacakları önceden görerek seçimleri boykot kararı aldı. Aung, 1962 yılından bu yana iktidarda bulunan askeri junta karşısında yılmadan varlığını sürdürse de siyasi anlamda başarı elde edemedi. En son 1990 yılında yapılan seçimlerde parlamentonun çoğunluğunu elde edecek oy aldı, ancak junta sistem değişikliğine izin vermediği gibi o günden bu yana Augn’u göz hapsinde tutuyor. Sözde demokratik seçimlerin ironik yanı ise, önde gelen muhalefet hareketinin seçimleri boykot karanının ardından bu yarışı eski askeri diktatörler ile mevcut rejimin siyasal aracı parti arasında yapılmasıydı. Ulusal Birlik Partisi çatısı altında ve Ne Win liderliğinde biraraya gelen eski diktatörleri, USDP’de temsil edilen yeni diktatör rejim yanlıları ile yarışıyor. 

Öte yandan otuzu aşkın partinin katıldığı ifade edilen seçimlerin ülkeye neler getirip neler götüreceğini ise zaman gösterecek. Ancak uzmanların yaptığı açıklamalar juntanın işi öyle kolay kolay bırakmaya niyetli olmadıkları yönünde. Sivil görünümlü junta destekçilerinin parlamentoda çoğunluğu sağlaması bu yüzden kesin. Bu fotoğrafda Arakanlı Müslümanlar nerede duruyor? Bu çerçevede seçmi sonuçları hakkında doğru bilgiye ulaşmak ve kanaatlerini almak amacıyla Rohingya platformunun önde gelen temsilcisi ve Myanmar’ın Kuzey Arakan/Rakhine Eyaleti’ndeki ve özellikle Bangaldeş’deki mülteci kamplarındaki Arakanlı Müslümanlar üzerinde çalışmalar yapan Chris Lewa ile kısa bir görüşme yaptık. Lewa, Arakanlılara seçimlerde oy verme ve siyasi parti kurma olanağı bulduduğunu, ancak ülke genelinde junta rejimin desteklediği USDP’nin seçimlere hile karıştırdığını ileri sürüyor. Bu konuda batılı sivil toplum kuruluşları ve siyasi gözlemciler de aynı kanaati taşıyor. Lewa, henüz oy sayımları ile ilgili bilgi açıklanmadığını, tüm demokrasi dışı müdahalelere rağmen, Arakan Eyaleti’nde  Arakanlıların kurduğu National Democratic Party for Democracy (NDPD) çoğunluğu kazanacağını söyledi. Bu seçimlerin, en azından yakın gelecekte Arakanlı Müslüman azınlığın kaderini değiştirmesi konusunda iyimser bir görüşe sahip olmayan Lewa, Müslüman azınlığın yeni oluşacak parlamentoda temsil edilebilecek olmalarının bir kazanım olarak değerlendiriyor. 

Myanmar’daki bu seçim neye işaret ediyor? Birincisi, ABD’nin ve ASEAN ülkelerinin günümüz dünyasında Güneydoğu Asya’da böylesi bir junta rejiminin varlığından rahatsızlığı bilinen bir gerçek. Bu konuda Batılı devletlerin ve ASEAN üyesi ülkelerin dikkatini bu ülkeye çevirmelerine yol açan son gelişmeler, 2007 yılı Eylül ayında Saffron Devrimi adı verilen ve binlerce Budist rahibini katılımıyla mevcut iktadara karşı başlatılan gösteriler şiddet kullanılarak bastırılması oldu. Ardından, sayıları binleri bulan Arakanlı Müslümanların önce Myanmar, ardından Tayland yönetimlerince okyanusa bırakılmaları hadisesi yaşandı. Bu hususa aşağıda detaylı olarak değineceğiz. 

Öncelikle, ASEAN bünyesinde yer alan diktatör bir ülkenin bu bölgesel siyasi ve ekonomik oluşumun varoluşuna olumsuz bir etkisi olduğuna kuşku yok. Pek çok araştırmacının ortak kanaati, daha önce diktatörlükle yönetilen ve halen reform sürecini tecrübe eden Endonezya’da 2004 yılından bu yana iktidarda olan Susilo Bambang Yudhoyono, özellikle ikinci dönem başkanlığı sırasında Myanmar konusuna özel bir alâka gösteriyor. ABD’nin ve ASEAN’ın girişimlerinin ardından, gözaltı hapsinde tutulan demokrasi hareketi lideri 65 yaşındaki Aung San Suu Kyi özgürlüğüne kavuşturulması ve ülkede demokratik sürece geçilmesi için bir baskı aracı oldu. Aung’un bu ayın ortalarında serbest bırakılacağı haberinin doğruluğu kanıtlandığı taktirde, çeşitli çevreler doğal olarak yukarıda zikredilen çabaların işe yaradığı sonucu çıkartacaktır. Bunun ülke demokrasisine ve Augn’un yeni oluşacak siyasi aranedaki yerini ne şekilde belirleyeceği ise bir diğer önemli soru. 

Myanmar’daki insan hakları, azınlıklar, demokrasi gibi alanlarda kronikleşen sorunun çözümü juntanın insafına bırakılamayacağı kesin. Bu sorunun halli için bölge ülkelerinin oluşturduğu ASEAN önemli bir işlev yerine getirmesi beklenmekle birlikte, birliğin içindeki ülkelerin “siyasi namus” açısından temizliği tartışma götüren kaç ülkeyi barındırdığını sormak gerekiyor. Öte yandan, dünyaya demokrasi ve özgürlük dağıtan ABD, son on yıldır ambargo uyguladığı Myanmar’ı alt edecek gibi gözükmüyor. Ülkenin kronik toplumsal ve siyasal sorunlarının çözümü öncelikle junta rejiminin “saflarının gevşemesine” bağlanırken, bu konuda en önemli desteğin komşusu ve destekçisi Çin’in katkısı dikkat çekiyor. Yani Çin, Myanmar’ı dize getirebilecek politikayı icraata geçirme potansiyeline sahip. Ancak sorun Çin’in buna niyetinin olup olmaması. Bu bağlamda İslam ülkelerinden care beklenebilir mi? Yazının devamında buna değinme fırsatı bulacağız. 

Bu şartlar altında öyle anlaşılıyor ki, Myanmar’daki junta rejimin sona erdirilmesi küresel bir ittifakın harekete geçirilmesini gerektirecek kadar ciddi boyutlarda. Lider Müslüman ülkelerin uluslararası örgütleri harekete geçirerek bu girişimin en azından öncülüğünü yapabileceği makul geliyor. Özellikle bu çerçevede Avrupa Birliği, BM ve İslam ülkeleri nezdinde önemli bir güvenilirlik katsayısı yakalayan Türkiye’nin Güneydoğu Asya’nın bu köşesindeki Müslümanları onyıllarca maruz kaldıkları insanlıkdışı uygulamalardan kurtaracak girişimlerde bulunmasının zamanıdır. Batı medyasının yanı sıra, siyasi ve akademisyen kimliğine sahip belli çevrelerin İslamcı terör ve Islamophobia konularını dünya gündeminde tuttuğu ve buna karşılık, kimi İslami çevrelerin kontra girişimler için büyük paralar ayırdıkları günümüzde, 21. yüzyılda hâlâ insanlık dışı baskılara maruz kalan topluluklarının varlığı İslam anlayışına sahip insanlar için utanç kaynağı. 

Hangi din ve ırktan olursa olsun diktatör rejimlerin zulmü altında bulunan kitlelerin insanca yaşama haklarına kavuşturulması konusunda öncülüğü Türkiye’den beklenmesi tarihsel bir devamlılığın ifadesi olacaktır. “Türkiye bu güce sahip midir?” sorusuna cevabı iktidar aktörlerine bırakıyoruz. 

Myanmar ve Müslümanlar

İşkence görmüş Arakanlılardan bazıları Açe'de misafir
Myanmar, 53 milyona varan nüfusu ve çoğulcu etnik yapısı ile tanınıyor. Nüfusunun büyük bir bölümü Budist. Ülke 1970’li yıllardan bu yana budist askeri rejimin diktatörlüğünde yönetiliyor. Dünya dinler yelpazesinde bırakın insanları doğayla bütünleşmiş bir din imajına sahip Budizmin böylesine bir diktatör rejim üretmesi başlı başına bir araştırma konusu. 

Myanmar yönetimi 1970’li yıllardan bu yana Budistler dışında ülkede varlığını sürdüren çeşitli dini ve etnik azınlıklara yönelik baskı ve sindirme kampanyasını aralıksız sürdürüyor. Aralarında Müslümanların da bulunduğu dini azınlıklar zorla Budizmi benimsemek ve böylece Burmalılaştırılmakla karşı karşıyalar. Sadece Tayland’da bir milyonu aşkın Arakanlı Müslümanın varlığı bunun en açık göstergesi. Malezya’da ise yirmi bin civarında oldukları tahmin ediliyor. Komşu ülke ve aynı zamanda İslam Konferansı Örgütü üyesi Bengaldeş ise kendi sorunları ile boğuşurken, Arakanlı Müslümanlara kuçak açmıyor. Chris Lewa bu konuda birinci elden gözlemlerini bizimle paylaştı. Bu günlerde Bangaldeş’te bulunan Lewa, özellikle ülkenin güneyinde Cox Bazar denilen bölgedeki geçici mülteci kampını gündeme getirerek şunları söyledi: 

“Buyrun, özellikle kadın ve çocukların halini görmek için gelin ziyaret edin. Ancak bölgeye girmek o kadar kolay değil. Yeryüzünde görebileceğiniz en büyük mağduriyetlerden biri burada yaşanıyor. Bengaldeş hükümeti yardım yapılmasına izin vermiyor. Kayıt altına alınmamış mülteciler kendi başlarının çaresine bakmak zorundalar. Çalışabilecekleri iş olmadığı gibi, sürekli olarak Bengaldeş polisince tutuklanma tehlikesi altındalar. Bunun sonucu bu kitle arasında olarak açlık giderek yaygın bir sorun haline geliyor.”

Myanmar için de ise 500.000 Müslüman evlerinden ve yurtlarından edilmiş olması, özellikle insan tacirlerinin varlığı dikkate alındığında kadın ve çocukların konumu, Lewa’nın tıpkı mülteci kampı için söylediği gibi, hiç de içaçıcı değil. Myanmar yönetiminin bu uygluaması 15. yüzyıl sonlarında İspanya’nın güneyinde Granada’da başlatılan ve yüzyıl boyunca devam eden reconquista harekitinin 21. yüzyıldaki versiyonunu anımsatıyor. Ancak gerçek şu ki, ne o zaman Granada’daki Müslümanlara kapsamlı yapılabilmişti, ne de günümüz gelişmiş dünyasının pek çok imkânına rağmen, bugün Arakanlı Müslümanlara ve diğer azınlıkların haklarının korunması konusunda girişimler yapılabiliyor. Oysa günümüzde ülkenin batısında yaşam mücadelesi veren Arakanlı Müslümanların geçmişi 7. yüzyıla kadar geri gidiyor ve tarihte Arakan Sultanlığı olarak var oldular. Bölgenin asli unsurlarından olmalarına rağmen, mevcut yönetim bu kitleyi sosyal, siyasal ve ekonomik ayrımcılığa tabi tutuyor. Arakanlılar ait oldukları dini ve etnik gruptan olduklarını ifade eden ve bunu toplumsal ortamda ortaya koyan doğum, evlilik ve ölüm gibi her insan ferdinin en doğal haklarından dahi yoksunlar. Vatandaşlık hakları kısıtlanan Müslüman kitle inançlarının gereğini yerine getiremezken, Kur’an-ı Kerim yayın ve dağıtımı ya çok sınırlı veya yasak; hac imkanı kısıtlı; cami ve mescidlerin açılmasına ya izin verilmiyor veya mevcutları kapatılıp yıktırılıyor. Bunun en son örneği, 4 Kasım günü yapılan seçimleri takiben kuzeydeki sınır bölgesinde 20.000’e yakın Müslümanın Bengal sınırına sürülerek mülteci konumuna düşürülmeleri oldu. 

İKÖ’nün Girişimi

Myanmar’ın önemli azınlık gruplarından Arakanlı Müslümanlar, ülkenin batısında Bangeldeş sınırı boyunca uzanan bölgede yaşıyorlar. Tarih boyunca Arakan adıyla anılan bu bölge Müslümanları onyıllardır Myanmar’ın diktatör rejiminden hisselerine düşen payı alıyorlar. Müslümanların maruz kaldıkları baskı ve zulümlerin sonuncusu 2008 yılı Aralık ayında dünya gündemine oturdu. O dönemde olayı yakından izleyenlerce konu Türk kamuoyuna timeturk.com’daki yazı ve görüntülerle taşındı. Bu olayın gündeme gelmesinden ancak bir ay sonra, İKÖ Banda Açe ofisi yetkilisi konudan haberdar olabildi. Bunun üzerine, 27.01.2009 tarihli OIC resmi sitesinde Ekmeleddin İhsanoğlu, Myanmar diktatör rejiminin zulmünden kaçan yüzlerce Arakanlı Müslüman mültecilerin Tayland sahil güvenlik birimlerince ülkeye kabul edilmeyip yiyecek, içecekten yoksun ve yakıtsız bir şekilde açık denize bırakılmaları nedeniyle 2008 yılı Aralık ayı sonlarında kaybolduğu veya okyanusta boğuldukları endişesini dile getirdi. İhsanoğlu, bu açıklamasında BM tarafından 1951 yılında kabul edilen Mültecilerle ilgili sözleşmeye atıfta bulunarak Tayland makamlarının sorumluluklarını yerine getirmediğini ileri sürerek, gerekli işlemleri başlatacağı sözünü veren Tayland başbakanının icraatlarının takipçisi olacağını vurguladı. Buna rağmen, bölgeyi yakından bilenler ve mülteci kamplarını ziyaret edenler, Açe’de önce Weh Adası ardından Kuzey Açe’de Peurlak sahillerinde karaya çıkan beşyüz civarındaki mülteciyle ilgili resmi girişimlerde bulunulmadığı gibi yardımda ulaştırılmadığını söylüyor. 

Genç Arakanlılara yapılan
işkencenin izleri
Öte yandan ne Tayland ne de Myanmar makamlarının bu insanlık dışı eylemleriyle ilgili uluslararası camiada bir girişim başlatılamadı. Öyle ki, mülteciler bir yılı aşkın bir süre Açe resmi makamları ve halkınca misafir edilirken, ne İslam Konferansı Teşkilatı ne de bir başka İslami organizasyon kapsamlı bir yardımda bulundu ne de soruna köklü çare olabilecek girişimler başlatılabildi. İşin dramatik yanı, Açe Valisi İrvandi Yusuf mültecileri Açe’ye seve seve kabul edebileceklerini belirtirken, İKÖ üyesi Endonezya resmi makamları bu görüşe destek vermek bir yana, yaklaşık bir yılı mültecilerin statüleri konusunda çalışmalar yapmakla geçirdiler. İKÖ Genel Sekreteri’nin yukarıda dile getirilen resmi açıklaması göz önünde tutulduğunda, İKÖ’nün Arakanlı Müslümanların maruz kaldıkları sorunlarla mücadelede ne gibi yol haritası olduğunu öğrenmek konuya duyarlı herkesin hakkı. Uzmanlar, yukarıda dile getirilen hususlar dikkate alındığında İKÖ içerisinde koordinasyon eksikliği olduğunu, Bangaldeş ve Endonezya gibi iki önemli üye devletin Müslüman mültecilere sahip çıkma konusunda gerekli hassasiyetten uzak olduklarını ifade ediyorlar. 

Lewa’nın görüşlerini destekleyecek mahiyette şu hususları paylaşmakta fayda var. Bazı batılı kaynaklar, Myanmar’ın kuzeyinde Rakhine Eyaleti’nde Bengaldeş sınırında toplam 730.000 civarında Rohingyalı Müslüman diktatör rejimin baskıları karşısında uluslararası yardım kuruluşları -özellikle de BM Mülteciler Yüksek Komiserliği’nin çabaları ile ayakta kalmaya çalıştığını ifade ediyor. Ancak öte yandan, Myanmar yönetimi UN çalışanlarının ülkeye girişini zorlaştırmaya devam ediyor. İKÖ’nün yapabileceği işler arasında öncelikle Genel Sekreter’in ağzından çıkan sözlerin takipçisi olması. Bunun ardından, Malezya, Bengaldeş, Tayland’daki Arakanlı Müslüman mültecilerin sorunlarının BM’ye havale edilmek yerine doğrudan ilgilenilmesi. Reform süreci yaşadığı söylenen İKÖ’nün bunu yapabilecek kapasitesi var mı? Kurumun önde gelen yetkililerden aldığımız duyumlara bakılırsa böyle bir kapatisenin mevcudiyeti gözükmüyor. Ancak durum ümitsiz de değil. İslam ülkeleri özelinde faaliyet gösteren ciddi yardım kuruluşlarının ve insan hakları örgütlerinin oluşturacağı “konsorsiyum” ciddi plânlamalarla konuya eğilebilir ve eğilmelidir de.  Öte yandan, junta rejiminin banka hesaplarının -en azından- bir bölümünün Dubai bankalarında olması da ekonomik ve siyasal anlamda yapılabilecek birşeylerin olduğuna işaret ediyor.


http://www.dunyabulteni.net/index.php?aType=haber&ArticleID=135942&q=%C3%96ZAY

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder