Mehmet Özay 20.10.2025
Bu kısa yazıda, Filistin-Yahudi yerleşimciler ve Osmanlı,
ile -belki de pek çok kişi tarafından ilgiyle ele alınacağını umduğum- ‘Açe’ arasında,
bir ekonomi politik ilişkisini gündeme getireceğim.
Nabka ve Açe
Yaklaşık on yıl önce bir yüksek öğretim kurumunda görev
yaparken, Açe’den gelen birkaç genç misafir ve İstanbul’daki öğrencilerle, “Açe’de
gazetecilik ve entellektüalism” başlıklı küçük bir konuşma tertip etmiştik.
15 Mayıs’a denk gelen o gün, bulunduğumuz salonun bitişiğine
ise, Filistin’de “Nabka” günü dolayısıyla bir başka etkinlik vardı.
Konuşmaya başlarken, öteki salondaki etkinliğe atıfta
bulunarak, “Şayet, Osmanlı Açe’deki gelişmeleri anlamış olsaydı, bugün Filistin
sorunu ile karşılaşmazdık” demiştim.
Elbette, salonda bulunan az sayıdaki izleyiciden, cevap
gelmesini beklemiyordum, gelmedi de.
Kastım, tabii ki, öteki salonda tertip edilen konuşmanın
anlamsızlığını ortaya koyma değildi...
Ancak, o tür konuşmaların bitmek tükenmek bilmeyen hamasetle
dolu yönelimlerinin ne bize, ne Filistinlilere bir katkısı olduğu konusunda
beslediğim şüpheyi bir şekilde ortaya koymaktı.
Bunun ötesinde, sergilediğim bu yaklaşımla, aynı zaman
diliminde/aynı mekânda, yan yana bulunan iki salondaki etkinliklerin irtibatını
kurmaktı.
Biz, Filistin konusu da biliyorduk, ancak, ötekiler Açe’yi
ve Malay dünyasını bilmiyorlardı... Kanımca, temel ayrım bu ve hatta, bunun
ötesindeydi.
Malum olduğu üzere, Nabka günü, Filistinlilerin kendi
topraklarından sürgün edildikleri 15 Mayıs 1948 tarihine referans yapıyor.
Oysa, Filistin olgusu ve içinde bulunduğu durum, Nabka’dan
ötedir...
Benim, Açe-Osmanlı bağlamındaki sorgulamam ve argümanım
ise, tarihin erken dönemlerinden başlayarak 19. yüzyılın son çeyreğine değin
uzanan ve uzun aralıklarla ve de Açelilerin öncülüğüyle gerçekleşen iletişim
kurma çabasına yönelik ciddi bir hatırlatmaydı...
Son günlerde kaleme aldığım yazıların devamı olarak, aşağıda dikkat çekeceğim Yahudi ekonomi-politiğinin Osmanlı üzerinde oluşturduğu ekonomik ve siyasal baskının ‘Tanzimat’ın bir devamı olduğuna kuşku yok.
Doğu Avrupa ve Pogrom
Geçen gün kaleme aldığım yazıda, 1881 yılından başlayarak
1897’de Zionist Teşkilat’ın kurulduğu 1897 yılına kadar Osmanlı’ya bağlı bir
eyalet bünyesindeki özellikle de, Küdus Mutasarrıflığı’ndaki Yahudi
yerleşimcilere dair gelişmeleri, birkaç önemli yayın üzerinden ortaya koymaya
çalıştım.
Dört temel madde üzerinden açıklamaya çalıştığım hususla,
bugün Filistin’de olan biteni, acaba dün, yani Yahudi yerleşimcilerin bağlamı
dikkate alındığında, görece erken denilebilecek dönemde ne tür gelişmeler
olduğunu kısaca ortaya koyarak açıklık getirmekti.
Öyle ki, Osmanlı devleti’nce, Rusya’da ‘pogrom üzerinden
ve Doğu Avrupa bölgesinden başlayarak, çeşitli Avrupa ülkelerinde maruz
kaldıkları ‘dışlamacılık’ üzerine göç süreçleri başladı.[1]
Yahudi toplumunun Filistin topraklarında toprak satın
almaları yasaklanmış olmakla birlikte, mevcut açıklardan, yönetici karakteristiğinin
yolsuzlukla ilgili yönelimlerinden, ilgili Batılı devletlerin elçi ve konsoloslarının
siyasal baskılarından hareketle, Küdus ve çevresinde giderek artan sayıda
yerleşmeleri söz konusu oldu.
İlginçtir, Rusya’dan Yahudi akınının Osmanlı’nın yerine
kurulan Türkiye Cumhuriyeti’nin ilk yıllarında da, örneğin 1927, Anadolu
üzerinden devam ettiği görülüyor.[2]
Yahudilerin uyguladıkları yöntemlerden biri hac
maksadıyla en azından üç aylığına Küdus’e giriş yapmaları; karşılaşılan
zorlukları Batılı ülkelerin bölgedeki konsolosları ve İstanbul’daki elçileri
vasıtasıyla çözüme kavuşturmaları; bölgede yerleşik olan Yahudiler üzerinden
toprak satın almaları; vatandaşlık talebinde bulunmaları gibi gelişmeler dikkat
çekicidir.
Bu gelişmelerde, iç ve dış olmaka üzere iki temel husus
olduğu aşikâr. Bu husus, önceki yazılarda olduğu gibi burada da, kısaca dikkat
çekiyorum.
Osmanlı idaresi ve Tanzimat’ın yetersizliği
İç faktör ise Osmanlı idari sistemi, memur kadrolarının
yolsuzlukları, ki, örneğin Küdus mutassarrıflarından Reşid Bey’in, “yasadışı
yollardan Yahudilere toprak satışıyla ilgili suçlamalara maruz kalması ve
ardından, Manastır’a atanması”,[3]
taşra eyaletlerinin temel sorumluluğunun merkeze vergi taşıma yükü ile
belirlenmişliği gibi olguları yok saymak mümkün gözükmüyor.
Yahudi yerleşimciler belki de, dönemin küresel
sermayesinin bir bölümünü oluşturan veya bu kurumların desteğin ialan
yapılaşmalarıyla Küdus ve çevresinde ekonomik faaliyetlere de girişmiş olmaları
sorunun, salt yerleşimci sorunu olmaktan öte bir boyuta evrildiğini ortaya
koyuyor.
Kaynaklara dikkatle bakıldığında mutassarrıf Ali Ekrem
Bey’in Yahudi yerleşimcilerin, salt dini saiklerle sınırlı olmayan bunun
dışında ve ötesinde ekonomik nedenleri de içeren boyutlarıyla bölgede nüfus ve teritoryal
hakimiyet hedeflerini gördüğü anlaşılıyor.[4]
Mutasarrıfların, merkeze yani, İstanbul’a vergi sağlama gibi
birincil ve öncelikle sorunla yüzleşmeleri, “hem davet ve hem icab”
koşullarıyla Yahudi kurumlarından edinilen borçların[5]
ekonomik bir borç olmaktan çıkıp, siyasal sorun ve -kimileri için- siyasal
çözüme evrilme eğilimi güç kazandığına kuşku yok.
Bu durum, Osmanlı idaresinin ve siyasetinin gündemine ister
istemez, Yahudi ekonomi-politiğinin girdiğine işarettir.
Örneğin, adını önceki yazıda zikrettiğim, Filistin Keşif
Fon’u (Palestine Exploration Fund) Yahudi Koloni Birliği (Jewish
Colonization Association-JCA) gibi kurumsal yapıların ilerleyen süreçte yatırımcı
rolü üstlenmesi Yahudi yerleşimciler konusunda gelinen noktayı açıkça ortaya
koyuyor.
Bu noktada, Osmanlı arşivlerinde yer aldığı üzere,
örneğin “Yafa-Küdus Hattı üzerinde Bi’ru-Abad bölgesinde hafriyat çalışmaları
için ilgili kurumlardan ruhsat alarak faaliyete geçmesi” gibi gelişmeler
özellikle ele alınmayı ve dikkatle incelenmeyi hak ediyor.[6]
Tanzimat ve sonrası
Bu gelişme, Osmanlı’da, ‘Tanzimat’la başlayan ve Avrupa
ülkelerine giderek artan ekonomik bağımlılığın, Küdus ve Yahudi yerleşimciler gelişmesinde
bir başka vecheden yaklaşık yarım yüzyıl sonra benzer ve de paralel bir süreç
olarak içine sürüklendiği durumu göstermesi açısından gayet önemlidir.
Bu durum, temelde Osmanlı sisteminde var olan hem,
ekonomik ve hem de, bürokratik yolsuzlaşmanın varlığına gönderme yapıyor.
Herhalde, burada durup bir kez daha, Cevdet Paşa’dan
Mithat Paşa’ya değin dönemin siyasi fotoğrafını çeken isimlere ve görüşlerini
dikkatlice incelemek gerekiyor...
Nihayetinde, adına ‘Tanzimat’ denilen sürecin var olan bu
iki temel problemli alanı kontrole, yeniden inşaya ve hatta baştan başa
değiştirmeye matuf olduğu hatırlandığında ve aynı sürecin, çeşitli vesilelerle
akamete uğramasının Küdus ve Yahudi yerleşimciler meselesi kadar belki de, yeni
yüzyılla, yani 20. yüzyılın başıyla birlikte, diğer bazı yeni gelişmelerde de,
Osmanlı’nın gayet önemli baş ağrısı haline gelmiştir.
Açe’yle ilgisi!
Gerek, Tanzimat ve gerekse, onun doğrudan uzantısı
olduğunu ileri sürdüğüm Yahudi yerleşimciler meselesinde temel etken
ekonomi-politik bağlamda karşımıza çıkıyor.
Bazılarının, “Osmanlı maliyesi” olarak ele alıp
değerlendirmeyi tercih ettikleri meselenin, ekonomi-politik olarak ana bir
başlık altında değerlendirilmesi, ilgili dönemleri ve gelişmeleri anlama
açısından gayet önemlidir.
Osmanlı maliyesi yani, gelir ve giderler hususu malum
uzmanlarınca ele alındığını biliyoruz.
Ancak, ele alınmayan husus, Osmanlı’nın
ekonomi-politiğinin nasıl ve ne şekilde geliştiği, hangi koşullarda durakladığı
ve gerilediği ve kasıtlı ve bilinçli olarak ekonomi politik alana niçin ilgi
gösterilmediği gibi bir dizi soruya kayda değer, tatminkar cevaplar üretilip
üretilmediğiyle alakalıdır.
Osmanlı maliyesi konusu önce ekonomi-politik erçevede ele
alıp ardından küresel gelişmeler üzerinden değerlendirdiğimizde, karşımıza Hint
Okyanusu gelişmeleri ve Sumatra’da Açe faktörünü küresel gelişmelere paralel
olarak ele almak gerektiğini bir akademik öneri olarak öne sürüyorum.
Sorunu diğer bazı yazılarımda kısmen ele aldığım için
burada bu olgunun detaylarını ortaya gerek olmadığı kanaatindeyim.
Ancak, kısaca söylemek istediğim Osmanlı’nın son yüz elli
yılında karşı karşıya kaldığı ekonomi-politik dar boğazların ortaya çıkışı ve
gelişimini, Osmanlı idaresinin ondan birkaç yüzyıl önce, diyelim ki, 16. yüzyıl
ilk yarısında- Hint Okyanusu merkezli gelişme gösteren küresel ekonomi-politik
gelişmelere tutum ve refleksinden bağımsız ele almak mümkün değildir.
Ve söz konusu küresel ekonomi-politiğin, kimi yazarlara
emperyal dönem olarak da anılan, bizim ise ‘yüksek sömürgecilik’ olarak
adlandırdığımız, 19. yüzyıl ilk yarısından itibaren görülmesine karşın, Osmanlı’nın
yine, genelde Hint Okyanusu ve özelde Sumatra’da Açe odaklı gelişmelere yönelik
politik yaklaşımlar hiç kuşku yok ki, Osmanlı ekonomi-politiğinin 19. yüzyılın sonunda
düştüğü duruma neden olmuş gözükmektedir.
Bugün Filistin topraklarında karşı karşıya kalınan
gelişmelerin salt dini (fundamentalist evanjelist), Yahudi milliyetçiliği (siyonizm),
küresel güçlerin oyun alanı vb. tanımlamalarla anlamlandırmak mümkün değildir.
En azından, Osmanlı devleti söz konusu olduğunda, Yahudi
yerleşimciler meselesi ile toprak kayıplarının sürgit devam etmesinin başta
Osmanlı devleti olmak üzele Müslüman toplumların ekonomi-politik süreçlerde ne
yapıp ettikleriyle ya da ne yapıp etmedikleriyle de bağlantısı bulunmaktadır.
Belki, tüm yaşananları Nabka’nın dışında ve ötesinde, yeniden
ve farklı bir bakış açısıyla ele almakta yarar var.
[1] Kushner,
David. (1996). “Ali Ekrem Bey, Governor of Jerusalem, 1906-1908”, International
Journal of Middle East Studies, Vol. 28, No. 3, (August), s. 351. (349-362);
Mandel, Neville J. (1974). “Ottoman Policy and Restrictions on Jewish
Settlement in Palestine: 1881-1908-Part I”, Middle Eastern Studies, Vol.
10, No. 3, (October), s. 312. (312-332).
[2] BOA,
571.35995.141854.89.1927.9.22.
[3] Mandel,
Neville J. (1975). “Ottoman Practice as Regards Jewish Settlement in Palestine:
1881-1908”, Middle Eastern Studies, Vol. 11, No. 1, (January), s. 39.
(33-46).
[4] Kushner, David. (1996). A.g.e., s. 354.
[5] Mandel, Neville J. (1975). A.g.e., s. 39.
[6] Mandel, Neville
J. (1975). A.g.e., s. 37; BOA, BEO.3744.280775.24.04.1328.(5 Mayıs 1910).

Hiç yorum yok:
Yorum Gönder