Mehmet Özay 07.09.2025
Bu cümlenin bize söylediği iki durum var...
İlki, son iki yüz ya da iki yüz elli yıldır Müslümanların
kendilerini değiştirme konusunda bir çaba içerisinde oldukları yönündedir.
İkincisi ise, aradan geçen bunca zamana rağmen, arzu
edildiği şekilde bir sonucun hasıl olmamasıdır...
Değişim konusundaki çabaların, bugüne değin ‘arzu edilen
sonuçları’ ortaya çıkarmadığını iddia etmek, herhalde yeni bir şey
olmayacaktır.
Bununla birlikte, bu değişimin niçin, nasıl, ne yönde,
kiminle veya kimlerle olduğu ve olacağı gibi bir dizi sorunun gündeme gelmesi
de, en az konunun kendisi kadar dikkat çekicidir.
Değişim talebi
Müslüman toplumların, sosyolojik olarak devlet gibi
siyasi yapılar ile sosyo-dini gruplar yani, cemaatler gibi toplumsal unsurlar
içerisinde ve bünyesinde var olmaları, onların değişim konusunda bir tür çaba
içerisinde olduklarını ve bunun yapısal niteliklere matuf yönleri olduğunu da ortaya
koyuyor.
Yazıya konu olan sorunu, bir kez daha ortaya koymak
gerekirse, “bugüne değin arzu edilen ve bünyesinde siyasal ve toplumsal unsurları
da barındırması beklenen değişimin gerçekleşmemiş olmasının nedenleri” üzerinde
durulmaya değerdir.
Buradan bir adım öteye geçip, kışkırtıcı bir yaklaşımla,
yakın ve orta vade geçmişte olan bitenlere göz atıp, bizatihi ‘değişim’in
tanımlanmasından başlayan bir yanlışlığın olduğunu ileri sürmek de mümkün.
Bu durumda, ‘yanlışla’ başlanan bir değişim durumun bizi,
arzu edilen başarılı, mutlu, olumlu vs. bir takım sistemik yapılara getirmemiş
olmasının, gayet mantıklı olduğu ortaya çıkıyor.
Güç yapılaşması
Bu birkaç sorunun dışında, Müslüman toplumlarda talep
edilen değişim olgusunun gerçekleşmeme halini, ‘güç’ ilişkisi ile izahının
mümkün olup olmadığını da tartışmaya açmak gerekir.
Burada dikkat çekilmek istenen ‘güç’ veya ‘güç ilişkisi’,
Müslüman toplumların ötekilerle ilişkisinden neşet eden bir güç değil...
Bugüne kadar yapılan büyük ölçüde bu...
Bunun ürettiği savunmacılığın, değişimin yönü, niteliği
üzerinde belirleyiciliğini ve de arzu edilen değişimin gerçekleşmemesindeki
rolünü göz ardı etmemek gerekiyor.
Bu noktada, değişim talebiyle ulaşılmak istenilen ancak,
ulaşılamayan durumun nedenlerinden birinin, ‘güç’ ilişkisini dışarıya bağımlı
kılarak açıklamanın bugün içinde yaşadığımız dönemde, ne denli yanlışlara
tekabül ettiğini bir kez daha dikkatlice ele almakta yarar var.
Müslümanlar ve güç
“Müslümanlar ve güç” ilişkisi bizatihi değişimi öngörür,
algılatır, talep eder bir yaklaşımmış gibi ortaya çıkmış olsa da, aslında,
Müslümanların değiş/e/memesi önündeki en büyük engeli oluşturmasıyla dikkat
çekiyor.
Maddi ve manevi bağlamlarıyla ‘güç’ olgusunun, Müslüman
toplumların diyelim ki, 18. yüzyıl ikinci yarısından itibaren, yapısal ve
kurumsal anlamda, kayda değer bir şekilde nüfuzu altına girmeye başladıkları Batı ile karşılaşmalarından neşet eden, onları
taklitle veya çok az bir bölümle de olsa anlamayla sergilenen değişim çabaları
sürecinde edinilmiş olduğunu ileri sürebiliriz.
Bu durum, bize Müslüman toplumların -Batı’dan bağımsız
olarak- sosyal ilişkilerinde -nihayetinde elimizde buna dair kapsamlı, tutarlı,
tarihi veriler ne kadar var olduğu sorgulanabilir- ve de bundan daha çok,
siyasal ilişkilerinde ‘güç’ eksenli yaklaşımlar sergilemedikleri, güç
olgusundan haberdar olmadıkları, güç’ü yeri ve zamanı geldiğinde -veya
gelmediğinde uygulamaktan kaçınmadıkları- anlamına gelmiyor.
İç-güç olgusu sorunu
Aksine, Müslüman toplumlarda, tarihsel olarak son iki yüz
ya da iki yüz elli yıl önce ortaya çıktığı varsayılan değişim talebinden önce
bizatihi, Müslüman toplumların kendi bünyelerinde var olan ve gayet problematik
bir nitelik arz eden ‘güç yapılaşması’ sorununu dikkatlere sunmak bir
zorunluluk arz ediyor.
Bu sorunun, talep edilen değişimin gerekliliklerini
ortaya koymada, bir engel teşkil etmesi yönündeki argümanı yabana atmamak
gerekir.
Bir başka ifadeyle söylemek gerekirse, söz konusu ‘güç
yapılaşması’nın, şu veya bu şekilde, tekil veya kurumsal bağlamda, bugüne kadar
ortaya çıkan ve kimilerince, ‘başarılı’ kabul edilebilecek değişim süreçlerinin
ortaya çıkışında ve gelişiminde belirleyici olduğunu söylenebilir.
‘Güç’ü merkeze alan böylesi bir değişimin, -ki, Müslüman
coğrafyasında ortaya çıkan ya da devamlılık arz eden siyasal sistemlerden,
Müslüman toplumlara yön verme kabiliyetine sahip sosyo-dini kurumlar olan
cemaatlere değin, tüm yapılara sirayet etmesinin doğurduğu bir yanılgı ve
yanlışlık olduğu yönünde bir yaklaşımı ortaya koymamız mümkündür.
Bu noktada, son iki yüz ya da iki yüz elli yıllık
süreçte, Müslüman toplumların ve bunların içinde gelişip yeşerdiği siyasi
yapılar yani, devletler ile kimi ölçülerde siyasi bütünlükler olan devletler
kadar belirleyici niteliklere sahip toplumsal unsurları teşkil eden cemaatlerin,
‘güç olgusuyla’ ilişkilerinden kaynaklanan temel bir sorun bulunduğu gayet
aşikârdır.
Bu olgu, yani ‘güç’, Müslümanların son iki yüzyıldır -yüzeysel,
anlamsız, palyatif sıfatlarıyla anılmayı hak eden değişimle yüzleşmelerini ya
da niçin hakkıyla değişemediklerini ve bugün değişme konusunda istekli ve
arzulu olsalar dahi -ki, bu konuda gayet önemli bir belirsizlik ve
iştiyaksizlik olduğuna kuşku yok- bu konuda niçin sağlıklı, mantıklı,
sürdürülebilir adımlar atamadıklarını izah ediyor.

Hiç yorum yok:
Yorum Gönder