14 Eylül 2025 Pazar

İkinci Dünya Savaşı ya da Pasifik Savaşı: Kazanan herkes, kaybeden yok! / World War II or the Pacific War: All winners, no losers!

Mehmet Özay                                                                                                                             14.09.2025

Bugünlerde, Asya-Pasifik bölgesinde, 80 yıl önce sona eren bir savaşın üzerinden siyasiler tarafından yapılan açıklamaların, ilginç bir boyuta ulaştığını söylemek gerekiyor.

Neredeyse, ilgili tarafların her birinin, “savaşı biz kazandık!” söylemiyle, yeni bir tarih algısı oluşturmaya çalıştıklarına tanık olunuyor.

Çin’in 80. Yıl kutlamalarıyla başlayan ve ardından, ABD’den başkan Donald Trump’ın gelişigüzel de olsa, müdahil olduğu gelişmelerin bir diğer boyutunda, Singapur’un ortaya çıktığı görülüyor.

Çin ve zafer

80 yıl kutmalarında gönderme yapılan olgu, 1945 yılında Japonların, Çin topraklarından çıkartılmasıydı.

Çin devlet başkanı Şi Chinping, bu gelişmeyi ulusal bir başarı, dönemin ‘faşist’ gücüne -yani, Japonlara- karşı alınan galibiyet, Çin ulusunun onur ve şerefi gibi bağlamları ile ortaya koyuyordu.

Bölgeyi ve bölge siyasetini ve tarihini bilmeyenler, için bugünün dünyasında ikinci süper güç konumundaki Çin’den gelen bu mesaj anlamlı gelebilir.

Ya da, dikkate alınmayacak denli sıradan bir yaklaşım kabul edilebilirdi.

Ancak, bu noktada, söylemleri bilimsel ve tarihsel gerçeklikleriyle ortaya koymakta yarar var...

Söz konusu tarihi gelişmeyi 2. Dünya Savaşı olarak adlandırmak suretiyle bölgede olan biteni farklı ya da yanlış bir yorumlamaya tabi tutan Çin devlet başkanı Şi Chinping’i kısmen doğrulama çabası, dolaylı olarak Trump’dan geldi.

Trump’ın, “bizi unuttular galiba!” anlamına gelecek ifadesinde, Avrupa sürecinde ortaya çıkıp gelişen ve adına, 2. Dünya Savaşı denilen süreçte, Batı için Avrupa’da, Almanya’nın bir muadili olarak Asya-Pasifik’de gelişen Japon tehdidinin önlenmesinde, ABD’nin bölge ülkelerine askeri, siyasi, lojistik vb. katkısı yadsınamaz.

Ne yazık ki, Trump bu sefer haklıydı!

Dünkü tehdit, bugünkü tehdit

Ancak, Çin devlet başkanı Şi Chinping’in 80 yıl önce olan bitenle tüm başarıyı Çin hanesine yazmasının sadece, tarihe gönderme yapmakla sınırlı olmadığını anlamak gerekiyordu...

Çin’in tarihin bir evresinde karşı karşıya kaldığı ‘faşizan’ tehdit, orman kanunları, Çin toplumunun onur ve haysiyeti gibi olgular ve kavramlar bugün, Çin’in yine benzer bir tehdit karşısında olduğuna ve Çin toplumunun ve de ordusunun gerektiğinde -dün olduğu gibi, bugün de aynı tepkiyi vermekten çekinmeyeceği yönündeydi...

Şi Chinping’in konuşmasında yer alan bu ikinci önemli husus, hiç kuşku yok ki, yeni bir tehdit unsuru olan ABD’ye gönderme yapıyor...

Batılı değerler

Amerikan toplumunun pek de girmeye niyetli olmadığı bu savaş öyle bir boyuta gelmişti ki, Batı’nın bugün kendine “değerler olarak biçtiği ve geliştirdiği” söylemlerin benzerlerinin korunması ve kollanması adına, bu değerlerin Avrupa’daki zayıf temsilcilerinin yanında ABD’nin yer alması bir zorunluluk arz etmişti.

Bu durumda, ABD’de yine söz konusu değerler içerisinde yer alan ‘demokrasi’ yani, halkın karar süreçlerindeki rolü, Batı yönetim erki için, bundan çok daha ulvi olduğuna kuşku olmayan diğer değerler yani, kapitalizm ve ilintili olgularını koruma ve kollamak temel bir alanı oluşturuyordu.

Çin’de, başkan Şi Chinping’in durup dururken, 80 yıl kutlamalarını gündeme taşıması ve bu kutlamaları hem, politik epistemolojik bağlamda hem de, küresel popülarite anlamında ortaya koyması karşımıza yeni bir tarih algısı teşkili olarak çıkıyordu.

Japonların, 1930’ların başlarında Çin’e yönelik başlayan ‘işgal’ süreçlerinin Avrupa’da 1936’da ilk sürecin ortaya konduğu ve ardından, 1939’da resmi bir nitelik kazanan 2. Dünya Savaşı’nın başlamasının ardından, Asya-Pasifik bölgesinde Japonya ordusunun, Çin’le sınırlı kalmayacağını gösterecek şekilde, tüm bölgeye askeri olarak nüfuz etme çabaları nihayetinde, Batı için kaçınılmaz olarak yeni bir savaş cephesinin açılması anlamına geliyordu.

Bunun tek sebebi vardı... Batı’nın değerlerini korumak...

Dolayısıyla, bu açılan cephe daha önce ‘birinci’ savaşa tanık olan Avrupa’nın aksine, Asya-Pasifik bölgesi ilk defa bu boyutta bir küresel savaşa konu oluyordu.

Bu nedenle, bölgedeki savaşı ve gelişmeleri Pasifik Savaşı’ olarak adlandırmak, siyasal ve bilimsel açıdan gayet yerindedir.

Singapur

Singapur başbakanı Lawrence Wong, Şi Chinping’le başlayan kısmen Trump ile devam eden sürece 12 Eylül’de yaptığı açıklamada ile katkıda bulundu.

Haberi ilk gördüğümde, pek inanasım gelmedi.

Wong gibi ciddi olduğuna inandığım bir devlet adamının, Pasifik Savaşı ile ilgili olarak “ülkemizi savunanlar” bağlamında bir açıklamayı ortaya koyması, tarihsel ve siyasal olarak önemli aksaklıklara tekabül eden bir boyuta sahip...

Şununla başlamak yerinde olur...

80 yıl önce ‘Singapur’ adıyla bir ulus-devlet ve böylesi bir teritori bulunmuyordu.

Singapur, başta Penang ve Malacca gibi bugün siyasi ve toplumsal varlıkları devam eden Malay Yarımadası’ndaki Sultanlıklara doğrudan / dolaylı müdahalelerinde olduğu gibi, bir başka deyişle ‘soft’ ve ‘hard’ sömürgecilik süreçlerini yöneten İngilizlerin siyasi, ekonomik, kültürel egemenliğindeydi.

Hatta, diğerleri arasında Singapur’un, İngilizler için çok daha özel bir konumu olduğunu söylemek yanlış olmayacaktır...

Savaşan kim?

İkincisi, Malay Yarımadası’na -Tayland’ın güneyinden- Patani ve Kelantan üzerinden deniz yoluyla giriş yapan Japonların, kısa sürede Malay Yarımada’sını kuzeyden güneye inmeleri karşısında Ada’da yani, Singapur’da neredeyse, tek kurşun atmadan, tabiri caizse sıvışan yine İngilizlerdi.

İngilizler, aynı ‘askeri politikayı’ Penang’daki askeri birliklerini de, Sri Lanka’ya çekerek göstermiş ve bölgedeki özellikle, Çin toplumunu üyük bir sukütu hayale uğratmıştı.

Ancak, Singapur başbakanı Wong’un açıklamasında, tıpkı Çin devlet başkanı Şi Chinping’in açıklamasında olduğu gibi mesaj dünle ilintili olmaktan ziyade, bugüne bir mesaj niteliğindeydi.

Wong, açıklamasında bugünün mamur Singapur’unun öyle sıradan bir gelişme olmadığını, büyük eza ve cefalar sonucu gerçekleştiğini halkına yani, Singapur halkına söyleyerek birlik beraberlik içinde olmanın önemine dikkat çekiyordu...

Aslında Başbakan Wong, açıklamasında “Japonların, İttifak güçleri Güneydoğu Asya komutanı Lord Louis Mountbatten’e teslim olmalarıyla...” demek suretiyle, 80 yıl önce yaşanan gerçekliğe bir şekilde gönderme yapıyordu...

Louis Mountbatten, yukarıda dile getirdiğim üzere 1942 yılında bölgeden kaçan İngiliz ordusuna mensup üst düzey bir subaydı. Ancak, Japonların ona teslim olmasındaki temel amil, İngilizlerin ya da bölgede o dönem nüfusça ağırlıklı olan Çinlilerin verdikleri kesif mücadelenin bir sonucu değildi...

Doğru, Çinliler ilk başta direnmiştiler, çünkü başka şansları yoktu...

Çünkü İngilizler onları yalnız bırakmıştı... Japonlar da, Singapur’daki Çinlilere epeyce ‘zaiyat’ vermekten geri kalmamışlardı...

80 yıl öncesine dair Çin, ABD ve Singapur’dan gelen bu açıklamalar hiç kuşku yok ki, bugünün ulusal, bölgesel ve küresel siyasetine yönelik güçlü mesajlar içeriyordu.

Ancak, bölgedeki Batılı sömürgeci güçlerin varlığı karşısında, Japonların işgal değil bir kurtarıcı olarak geldiğini ve hatta, süreçte Japonlara kapılarını açan ve davet eden toplumların ve bu toplumların siyasi liderlerinin, akademik ve entellektüel şahsiyetlerinin bugünlerde niçin suskun kaldıklarını anlamak mümkün değil...

Yeri geldiğinde, tarihi yazanın, yorumlayanın Batılılar olduğunu eleştirel olarak ortaya koyan bu çevreler, bugün kendi tarihlerini yazma, anlama, yorumlama konusunda sessiz kalmaları yine eleştirdikleri Batı’nın ve de bugün Çin’in tarih yazmada öncü olduklarını bize gösteriyor...

https://guneydoguasyacalismalari.com/tr_tr/ikinci-dunya-savasi-ya-da-pasifik-savasi-kazanan-herkes-kaybeden-yok-world-war-ii-or-the-pacific-war-all-winners-no-losers/

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder