Mehmet Özay 24.08.2025
Müslümanların içinde bulundukları acınası hallerinin, inanmayan düşmanın düşündükleri ve eylediklerinin bir sonucu olduğu konusunda yaygın kanaate dikkat çekmek ve bunun üzerinde özenli durmak gerekiyor.
Soru şu: Acaba bugün, Doğu’sundan Batı’sına değişik
coğrafyalarda yer alan Müslüman toplumların bugün içinde bulundukları hâl,
bizatihi ve sadece ‘öteki’, ve ‘inanmayan düşman’ın düşündükleri ve
eyledikleriyle mi sınırlıdır?
Müslümanların bu içinde bulundukları halden kendilerini,
‘yapısalcı’ bir norma tabi tutarcasına, dışardan gelen ve kendilerini içine
alan ve tüm düşüncesini, halini, eylemini sarıp sarmalayan ve tüm bunlar
olurken, yine aynı Müslüman toplumundan herhangi bir düşüne, eylem sadır
olmaması mı anlaşılıyor?
Diyelim ki, dışardan gelen onca baskı gerçektir ve
Müslümanlar bunun kurbanıdır...
Bu söylem ve algı, üzerine yaslanılacak ve kendi kendini
geriletmeci bir sürece yol açmamalıdır.
Aksine, tam da bu halde, Müslümanların bir yandan,
kendilerine dönüp öte yandan, ötekini anlama çabası sergilemeleri beklenmez mi?
Ancak, olan bitene baktığımızda, böyle bir çabanın hak ve
doğruluk çerçevesinde gerçekleşmediği anlaşılıyor.
Olan biten... Kalıplaşmış kullanımı tekrar ederek
söylemek gerekirse, mevki ve makam sahibi olmak, dünyalık edinmek süreçleri
Müslüman bireylerin önündeki en büyük engellerden birini oluşturuyor.
Öyle ki, Müslüman bireyler ait oldukları toplumsal ve
ekonomik geri kalmışlığın sosyal ve psikolojik baskısı altında ezilmekten ve bu
süreci aşmaktan kurtulma çareleri aramakla, yüce ve yüksek düşünceler
üretebilmeleri mümkün olmadı ve olmuyor.
Maalesef, bu ayrımı yapamadıkları ortada. Bu nedenledir
ki, ortaya çıka çıka sadece manipülatif süreçler çıkıyor...
Bir başka ifadeyle söylemek gerekirse...
‘Düşünce ve eylem üretmek’ peşinde olduklarını
söyleyenlerin -kahir ekseriyetini- dikkatlice incelediğinizde, ortaya palyatif
denilebilecek süreçler çıktığına tanık oluyoruz.
Bu bireylerin ve grupların kavram, bilgi, söylem vb.
üretimlerinin sahicilikten uzak, sadece ve sadece tribünlere hitap eden söylem
edimleri olduğu gayet aşikar...
Ancak, tribünlere hitap etmenin getirisi olsa olsa,
içinden çıkılması güç bir devinime dönüşerek Müslüman bireyin ve grubun
gizli/açık hapishanesine dönüşüyor.
Bu kişiler, söz konusu üretme çabasını kendine ve ait
olduğu cemaatci yapılara yontmacı bir perspekifle günü kurtarırken, bugünü
kurtarmakla yarınlarını kurtaracağı hesabıyla hareket ediyorlar.
Çünkü en baştan öncelledikleri şey ‘bugünü
kurtarmak’tı...
Yoksa, aramak, araştırmak, bilgi üretmek, bilgiyi
kurumsallaştırmak, bilgiyle yaşamak değil...
Sözde bilgi üretimi sürecine başladıkları iddiasıyla
gündeme çıkarken, aslında dün sahip olamadıkları mevki ve makamları edinmenin
yarışı içerisinde olduklarını kısa bir süre sonra kaçınılmaz olarak ortaya
koyuyorlar.
Yani, kendi kendilerinin kurbanı oluyorlar...
Öte yandan... Üretildiği söylenen bilginin hakikilikten
uzaklığı hem, bu bilgiyi ürettiğini söyleyen kişinin kendisine hem de, mensubu
olduğu büyük Müslüman topluma yapılmış en büyük hakaret olarak anlaşılmayı hak
ediyor.
Eğitimden, devlet yönetimine kadar olan tüm kurumsal
süreçlerde, Müslüman toplumların halinin içler acısı olmasını salt -girişte
değindiğim- dışsal nedene bağlamak mümkün mü?
Kanımca, bu durum pek mümkün gözükmüyor. Bu salt, bugüne
ait, bireysel bir gözlem olarak kabul edilip göz ardı edilebilecek bir durum
değil.
Adına eğitim kurumu denilen yapılardaki ortaya konulan
görüş ve yaklaşımların otantiklikten uzaklığı, kopyala-yapıştır formuna
oturtulmuş anlayış, eğitim kurumlarından arzu edilen kaynağın sadır olamamasına
neden oluyor.
Öte yandan, Müslüman toplumların hadi diyelim ki,
geçmişte ürettiği bilgi birikiminin bugünü anlamaya dair bir ipucu, bir
kışkırtma olamamasını nasıl anlamak gerekir?

Hiç yorum yok:
Yorum Gönder