16 Ağustos 2025 Cumartesi

Açe’de barış niçin tatmin etmiyor? / Why peace in Aceh does not satisfy?

Mehmet Özay                                                                                                                             16.08.2025

Açe’de yüzyılın barışı olarak adlandırdığım gelişmenin 20 yılı. Yirmi yıl önce, 15 Agustos 2005 tarihinde Finlandiya’nın başkenti Helsinki’de Endonezya merkezi hükümeti ile Açe Özgürlük Hareketi arasında yapılan görüşmelerin barış anlaşmasıyla sonuçlandı.

1976 yılında başlayan Açe’yi özgürleştirme hareketinin, aradan geçen on yıllar sonra barışa evrilmesinde temel faktörün 26 Aralık 2004 tarihindeki deprem ve tsunami olduğu konusunda kimsenin şüphesi yok.

Ancak sürecin niçin Açe ve Endonezya merkezi hükümeti ve toplumu için kangren hale geldiğini kısaca hatırlamak gerekiyor. Ve bunun ardından, niçin aradan geen yirmi yıla karşın, barıştan beklenen hedeflerin ortaya konulamadığına değineceğim.

Reform umudu ve çalkantı

Açe’de süren savaşın özellikle, 13 Mayıs 1998 tarihinde Suharto’nun iktidarını yitirmesinin ardından geldiği nokta önemliydi.

Dönemin küreselleşmeye tekabül eden yönü, tedrici olarak artarak dünya kamuoyu gündemine gelen Açe konusunun, hiç kuşku yok ki, Endonezya merkezi yönetimi içinde adı kayıplarla anılabilecek süreçler anlamına geliyordu.

Bu noktada, Batılı ülkelerin uyguladığı çeşitli ambargolar ve zaman içerisinde bunların artma eğilimi aynı dönemde reform çabalarının önünde en büyük engellerden biri olarak çıkıyordu.

Açe toplumu açısından bakıldığında ise, her ne kadar toplumun yüzde yüzü, Açe’de siyasal hareket noktasında lokomotif işlevi gören Açe Özgürlük Hareketi’ne (Gerakan Aceh Merdeka-GAM) bağlı ve bağımlılık hissetmeseler de, en azından son yüz elli yıllık tarihinin onlara öğrettiği ‘direniş’ ruhunu bir şekilde içselleştirdiklerini söylemek mümkün.

Ve bunun bir ifadesi olarak GAM’ın yanı sıra, örneğin SIRA (Soliditas Independen Rakyat Aceh) gibi sivil siyasal hareketlerin doğuşu, gelişimi ve halk tabakalarında karşılık buluşu, hiç kuşku yok ki, yine dönemin Endonezya reform süreci ile genel itibarıyla dünyayı saran küreselleşme süreçlerinden uzak ele alınamaz.

Endonezya’da 1998 Mayıs’ından itibaren ortaya çıkan yeni siyasal belirsizlik, değişim, reform ve totaliterliğe geriye dönüş gibi birbirini takip eden, ya da birbiriyle aynı zemini ve zamanı paylaşan süreçlerin, Açe toplumunda doğurduğu rahatlama, ümit, gerilim ve savruluşları doğru değerlendirmek gerekir.

Ulusal başkent Cakarta’da reform söylemi her biri farklı ideolojik temelleer yaslanan siyasi partiler ve hareketlerce yönetilmeye çalışılırken, ülkenin en batısında Sumatra Adası’nın kuzeyindeki Açe Eyaleti’nde reformun adı otonom yönetim ve/ya bağımsızlık olarak karşılık buluyordu.

Merkezi yönetim ve ulusal siyaset çevrelerindeki reform Açe’yi ve Açe toplumunu getirdiği yer, 1999 yılında eyalet başkenti Banda Açe’de meşhur Beytürrahman Camii meydanında yüzbinlerce Açeli’nin, referandum için bir araya gelmesiydi.

Bu çağrıyla gündeme getirilen siyasal talepler sadece, dönemin Endonezya merkezi hükümetine yönelik değildi. Aksine, çağrının bir bölümü uluslararası toplumaydı...

İşin uluslararası boyutunu, dönemin küreselleşme sürecinin kaçınılmaz bir açılımı olarak kabul etmek gerekir.

Öyle ki, söz konusu dev gösteride açılan pankartlarda, ‘NATO bizi de gör’ ifadeleri, 1990’ların ortalarında Bosna, Kosova gibi bölgelerde olan biten karşısında Açelilerin, içinde bulundukları siyasal ve toplumsal açmazı, onlara göre benzeri olduğu düşünülen süreçlere verilen yanıtın aynısının gösterilmesi konusunda bir çağrı niteliğindeydi.

Helsinki’den bugüne

Aradan geçen yirmi yıl, Endonezya’nın özerk statüsüne sahip bir eyaleti olan Açe’de değil genel itibarıyla hem, bir ulus-devlet olan Endonezya hem de, farklı bağlamlarıyla küresel sistem açısından önemli bir gelişme olarak anılmayı hak ediyor.

Aradan geçen yirmi yılda Endonezya kadar, küresel sistemde de önemli değişiklikler oldu.

Özellikle, küresel sistemin güvenlik konusunda bugün ulaştığı belirsizlik ve öngörüsüzlük, Açe gibi bölgelerde barışın ne denli kıymetli olduğunu bir kez daha ortaya koyuyor.

Her sene olduğu gibi bu sene de, barış anlaşması vesilesiyle kısa bir yazı yazmanın yerinde olduğunu düşünüyorum.

Ve bu kısa yazıda, barış anlaşmasından kısa bir süre sonra Açe’ye gelmiş ve yaşamış biri olarak, bazı izlenimlerimi paylaşacağım.

Bu izlenimlerimin bir kerelik gerçekleşmiş basit gözlemler olmadığı, temel ve süreklilik arz eden yapısal bir nitelik taşıdığı ve bunun yanı sıra, dönemin ve sürecin içerisinde yer almış kişilerle görüşmelerin, konuyla ilgili yapılan yayınlarla desteklendiğine vurgu yapmalıyım.

Barış ve gerilim

Açe barışının temel dinamiklerini ekonomik ağırlıklı olduğu yolundaki söylem yeni değil. ancak bu söylemin eksik olduğunu daha önceki yazılarda dile getirdim.

Barış antlaşmasının silahların bırakılması dışında ve ötesinde bunun bir daha olmaması için Açe’nin ekonomi, kültür ve din alanında özerk yapısının anlaşma maddelerine pararel olarak hayata geçirilmesiyle mümkün olduğu yine işin uzmanların sürekli ortaya kondu ve 14 Ağustos 2025 tarihinde Hermes Palace otelde yapılan resmi içeriği ile dikkat çeken etkinlikte de, ilgili konuşmacılarla bir kez daha vurgulandı.

Temel vurgu şu: Açe, son yirmi yılda tecrübe ettiği barış sürecinde hedeflenen ekonomik kalkınmayı yakalayamamıştır. Bunun nedenlerini burada tartışmayacağım.

Kontra söylem

Diğer bazı yaklaşımlar öncesinde kontra bir yaklaşımla ilgilileri şaşırtmak isterim. Açe toplumunun ekonomik varsıllık talebinin gerçekleşebilmesi için benzer bir yönelimin Endonezya’nın farklı bölgelerinde olup olmadığının sorgulanması gerekir.

Evet, son yirmi yıldaki istatistiler, Endonezya’da gayri safi milli hasıla, tüketici endeksi vb. gibi kalkınmayı veya toplumda refahı ortaya koyan veriler olarak sunulabilir.

Ancak, kahir ekseriyetiyle merkezin tam ortasında yer alan Cakarta’dan başlayarak çeperlere kadar Endonezya toplumunun yoksulluk-kalkınma ikileminde nerede durduğunun cevabının verilebilmesi gerekir.

Evet, Endonezya toplumunda merkezden çepere zenginliğe kapılan bireyler, toplum kesimleri var. Bunların bireysel çabaları, iş ahlakı, iş bilirlikleri kadar farklı süreçlerin de bu zenginleşmede payı olduğunu unutmamak gerekir. aynı sürecin Açe Eyaleti’nde gözlemlenmediğini kim ileri sürebilir?

Bir diğer husus, Açeliler ekonomik varsıllık beklentilerinin gerçekleşebilmesinin diyelim ki, en azından son on yılda küresel ekonomi sisteminde olan bitenden bağımsız olmadığını göz ardı ediyor olabilirler mi?

Bu bakış açısı, Açelilerin Helsinki Barış Antlaşması’nın temel hedefleri kabul edilen ekonomik kalkınma süreçlerinden henüz pay almadıkları eleştirisini herhalde haklı çıkarmıyor...

Soruna cevap bulmak

O zaman, “sorun nerede?” diye bir kez daha dönüp ciddi ve mantıklı bir araştırma yapmak gerekiyor.

Bu çerçevede, bakılacak alanlardan ilki, Helsinki Barış Antlaşması metninin bizatihi kendisidir. Acaba taraflar yazılı maddeleri, veya yazılı maddelerin çok önemli inceliklerini içinde barındıran kritik maddeleri aynı şekilde mi anlıyorlar? Yoksa ‘söz cambazlığı’ ile hayır öyle değil, böyle sürtüşmesine mi dalıyorlar?

İkincisi, Açe toplumunu yöneten, yönettiğini ileri süren çevrelerin ekonomi-politik konusundaki görüşleri ve yaklaşımlarıdır. Açe’nin son yirmi yıldır nasıl yönetildiğinin hesabını kurumsal olarak ortaya koymak gerekiyor. Aksi halde, suçlayıcı ya da haklı kılıcı tüm tepkiler, boşa kürek sallamak anlamına gelecektir.

Üçüncüsü, yaşadığımız dönemin -tüm eleştirilere karşın, halen geçerli olduğunu ileri sürdüğüm- modern yönetim biçimlerinin diyelim ki, rasyonal yönetim, bürokratikleşme, şeffaflık, hesap verebilirlik, çalışma ahlakı vb. gibi tek tek bireyden kurumlara doğru yansıtılabilecek ve sadece kualitatif olarak değil, kuantitatif olarak da tüm verileri ortaya koyabilmemiz gerekir.

Nihayetinde Açe, Endonezya Cumhuriyeti’nin 34 eyaletinden biri. Ve bu Eyalet, Helsinki Barış Antlaşması’nda ortaya konulan ya da konulmayan hususları ve içerikleriyle Endonezya merkezi hükümetine bağlı. Bununla kastım, Açe’yi yönetem tüm bakanlıkların bölge/eyalet temsilciliklerinin/müdürlüklerinin aynı şart ve koşullara tabi olarak ele alınıp değerlendirilmesidir.

Açe’de barışın yirminci yılında, patırtısız, gürültüsüz bir toplumsal ortamdan herkesin memnun olduğuna kuşku yok. Ancak, bu memnuniyeti, söz konusu barış antlaşması metnini manipüle ederek ortaya koymanın doğurduğu içten içe bir memnuniyetsizliğin olmadığı da aşikar... Uzmanlar buna işaret ediyorlar.

Açe barışının yirmici yılı, herkese kutlu olsun...

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder