Mehmet Özay 03.07.2025
NATO zirvesi bu yıl, Hollanda’nın başkenti Den Haag’da yapıldı...
Batı Avrupa’nın teritoryal olarak küçük ancak etki
bakımından, önemi göz ardı edilemeyecek ülkesi Hollanda’da yapılan zirve,
kapsamı giderek genişleyen güvenlik alanının her vechesini ele almasıyla dikkat
çekiyor.
Zirve’ye 32’si üye ülkeler diğerleri ‘partner’
devletlerden olmak üzere toplam 45 devlet ve hükümet başkanları iştirak etmesi,
ortada sadece bölgesel bir birlik olgusundan ziyade, küresel etki gücüne sahip
bir oluşumun gerçekleştirildiğinin göstergesidir.
Kısa bir karşılaştırma yapmak gerekirse, Asya-Pasifik
bölgesinde her yıl düzenlenen Shanrg-la savunma ve güvenlik toplantılarının
dışında ve ötesinde, NATO’yu farklı kılan aktif bir güvenlik yapılanması
olmasıdır.
Bu anlamda, Shargri-la bir düşünce kuruluşu ve ilintili
yapıların katkılarını öne çıkarırken, NATO karar alıcılar bağlamında
belirleyiciliğiyle önem kazanır.
NATO: Neye hizmet eder?
Bu yıl Hollanda’nın ev sahipliğinde yapılan NATO
zirvesinin neye hizmet ettiği veya etmekte olduğu konusu, hiç kuşku yok ki,
gözlemcilerin ve ilgililerin dikkatle izlediği bir konuydu.
Den Haag’daki irili ufaklı toplantılarda önceliğin,
Avrupa’nın ortasında sürmekte olan Rusya’nın işgali ve Ukrayna’nın, kendini
savunması şeklinde tezahür eden savaş ortamına verildiğini söylemek yanlış
olmayacaktır.
Benzer şekilde Avrupa’nın kıyılarını/sınırlarını
oluşturan coğrafyalardaki örneğin, Akdeniz’in Doğu ve Güney bölgelerindeki göç,
çatışma, savaş gerçekliklerinin NATO güvenlik kurullarında gözden geçirilmesi
beklenen önemli unsurlar olduğuna kuşku yok.
Silahlanma ve ‘caydırıcılık’
Ulus devletlerin askeri varlıkları ile bölgesel ve
küresel askeri ittifakların varlık sebebi olarak sürekli öne sürülen husus
‘caydırıcılık’ olgusudur.
Bu olguya, 24-25 Haziran günlerinde, Hollanda’nın
başkenti den Haag’da yapılan NATO zirvesi söylemlerinde de rastlandı.
Caydırıcılık temelde askeri yapılanmaların tüm
vechelerinin örtük bir ifadesidir. Caydırıcı olmak, karşıda tanımlanan veya
tanımlanamayan düşmana yönelik hazırlıklılık anlamı taşır.
Bu kavramın, tümüyle olumsuz bir vurguyu teşkil
etmediğini, ‘caydırıcılığın’ barışa hizmet etmesi söylemi ortaya koymaya
çalışır.
Ancak, örneğin NATO bağlamında ele alındığında,
caydırıcılığın bu olumlu söyleminin pek de, öne çıktığına vesile olduğunu
söylemek güç.
Bununla birlikte, NATO zirvesinideki gelişme bu konuda
bir değişiklik olmadığını ortaya koyuyor.
24 Haziran günü yapılan Savunma Sanayi Forumu sadece
askeri liderleri değil, siyasileri de bir araya getirirken, İttifak bünyesinde
savunma sanayiinin geliştirilmesi konusunda alınan karar yine ‘caydırıcılıkla’
açıklanıyor olsa gerek.
Buna pararlel olarak, gayri safi milli hasılanın yüzde
5’inin askeri harcamalara ayrılması konusundaki karar NATO’da caydırıcılık
olgusunun (!) gayet önemli bir şekilde devam ettiğini ortaya koyuyor...
Belki de, doğru söylem şu...
Önce Batı Avrupa ve ardından tüm Avrupa kıtası, NATO’nun
varlığı sayesinde 2. Dünya Savaşı’ndan bu yana birbirinin gırtlağına sarılmış
değil.
Evet bu durum, hiç kuşku yok ki, Avrupa adına bir
kazanım...
Ancak, Avrupa’nın benzeri ‘barış’ süreçlerini yanı
başındaki coğrafyalara ya da eko-politik ilgisi nedeniyle zorunlu olarak
kendini var etmek istediği bölgelerde gerçekleştirip gerçekleştirmediği
sorgulanması gereken bir husustur.
Avrupa’nın ortasında 3.5 yıldır süren savaş ortamı, NATO’nun
son dönemde sergilediği başarısızlıkların bir örneği olarak karşımızda duruyor.
Ukrayna’yı NATO’ya üye yapıp yapmamak, Rusya istilası
karşısında Ukrayna’nın talep ettiği askeri varlıkları paylaşıp paylaşmama
noktasında NATO’nun kafasının epeyce karışık olduğu ortada...
Yoksa, bu savaş bugüne kadar sürer miydi?
Organizasyonel başarı
NATO’nun kuruluş yılları dikkate alındığında, önce Batı
Avrupa’nın ve 1989 yılının ardından, tüm Avrupa’nın hatta Ortadoğu ve Batı
Asya’ya doğru genişleyecek şekilde giderek büyüyen ve genişleyen bir bölgesel
güvenlik şemsiyesi olduğu vurgusu herkesin malumudur.
NATO’nun sahip olduğu kapsamlı kurumsal yapılaşmasına
karşın başta, Avrupa olmak üzere Avrupa’yı doğrudan ilgilendiren bölgelerde
süren çatışma ve savaş ortamlarının sürgit devam etmesinin, NATO’nun temel
söylemleri arasında yer alan ‘barış ve güvenliğin’ tesisi olgusunun başarılı
girişimlere konu olmadığını ortaya koyuyor...
Küresel çapta etkinliği olduğu düşünülebilecek kurumların
başarı ve başarısızlıkları dikkate alındığında, NATO’nun içinde bulunduğu bu
durumda şaşılacak bir şey olmadığı söylenebilir elbette...
NATO sadece, bugün değil, uzunca bir süredir sorunlu
yapısıyla güvenlik konusunda açıklar veren bir kurum.
ABD’nin öncülüğünde, 1991’den itibaren birinci ve ikinci
Irak saldırıları, Afganistan işgali vb. süreçlerde yer alan bir NATO var
karşımızda.
Bugün Ukrayna özelinde dikkat çekilen Avrupa güvenliği
konusuna yaklaşımda sergilenen ikircikli durumu NATO benzer şekilde, Sırpların
Bosna Hersek topraklarındaki ihlal ve işgal ile 1994-96 yıllarındaki gelişmede
de göstermişti...
Bu süreçlerin her birine, şu veya bu şekilde kurumsal
ve/ya öne çıkan üye devletleriyle iştirak etmesi, NATO’nun güvenlik konseptini
ve buna dair politikalarının ne denli sağlıklı bir şekilde yürütülüp
yürütülemediğini ortaya koyuyor.
Bu noktada, güvensizlik ve belirsizlik olgularıyla
tanımlanan bugünün dünyasına NATO’nun, başta Avrupa olmak üzere verebileceği
olumlu karşılıklar var mıdır sorusunu yüksek sesle sormakta yarar var.
https://guneydoguasyacalismalari.com/nato-caydirilik-ve-baris-nato-deterrence-and-peace/

Hiç yorum yok:
Yorum Gönder