Mehmet Özay 22.07.2025
İki meclisli sistemin hakim olduğu Japonya’da, üst meclis
için yapılan seçimlerde iktidardaki Liberal Demokrat Parti (Liberal Democrat
Party-LDP) önemli bir yenilgiye uğradı.
248 sandalyeli üst meclis seçimlerinde iktidar 122,
muhalefet ise 126 sandalye kazandı...
Bu durumda, başbakan Shigeru Ishida’nın görev süresini
sonuna kadar sürdürüp sürdürmeyeceği tartışmaya açıldığını söylemek mümkün.
Sanseito Partisi
“Seçimin galibi kim?” diye sorulacak olursa, politik
gözlemciler ‘ultra muhafazakâr’ sıfatıyla anılan Sanseito Partisi’ni işaret
ediyor...
Ana akım diyebileceğimiz iki temel partinin Japon
siyasetinde egemenliğine bugün sürpriz bir şekilde üçüncü bir parti yani,
Santeiso Parti’si girmiş bulunuyor.
İktidardaki LPD seçimlerin mağlubu olurken, ana muhalefet
partisi sol eğilimli Demokrat Parti yerini korudu.
LPD’yi vuran seçim
Japonya’da meclis seçimlerini iktidar partisi LDP ve
ittifak yaptığı Komeito’nun yaşadığı kayıp, son dönemde başbakanların ve
hükümetlerin zaafiyetlerinin devam ettiğini ortaya koyuyor.
Gözlemciler, 2008 yılındaki Asya ekonomik krizi ardından,
LDP’nin iktidarını kaybetmesine benzer bir durumla karşı karşıya olunduğuna
dikkat çekiyor.
Seçim sonuçları, gözlemcilerin yakın geçmişe yönelik iki
tecrübeyi yeniden gündeme getirmelerine neden oluyor.
İlki, 2024 yılında parti içi yolsuzluk söylemlerinin
ardından yapılan parti içi seçimleri bir anlamda, Ishida’nın umulmadık sekilde
kazanmasıydı.
Parti içerisinde popülaritesi olmayan bir ismin parti
başkanlığı ve ardından, başbakanlık koltuğuna oturması öyle anlaşılıyor ki,
Japon seçmenin süreçe ‘değişim’ için hazırlandığını ortaya koyuyor.
İkincisi, bölge ülkeleri gibi, Japonya’yı da vuran 2008
yılı ekonomi krizinin ardından, 2009’da yapılan seçimleri LPD’nin
kaybetmesiydi.
Benzeri bir seçim sonucu, bugün tekerrür etmiş olduğu
görülüyor.
Seçmen ve aşırı muhafazakârlık
Seçimlerin süpriz galibi olaran nitelendirilen Sanseito
Partisi kendisini, “sıradan Japon vatandaşının partisi” olarak tanımlıyor...
Bu durum, gayet standart bir algının Japonya’da da var
olduğunu ya da, bugün seçim sonuçları itibarıyla, daha net bir şekilde gündeme
geldiğine işaret ediyor.
Aşırı veya ultra muhafazakâr ya da aşırı sağ kavramları, son
dönemde siyaset terminolojisine Avrupa’daki gelişmeler neticesinde hızla ve
köklü bir şekilde girerken, bu eğilimin küresel temsilcisi ise ABD başkanı Donald
Trump özelinde gündeme geliyor.
Küresel karşıtı olarak tanımlanan Sanseito Parti’sinin
bir yönüyle de, ‘önce Japonya’ söyleminin de temsilcisi olduğu anlaşılıyor...
20 Temmuz’da, Japonya’da yapılan seçimlerde muhalefet
partileri arasında süpriz olarak öne çıkan Sanseito Partisi olması, benzer
söylemin Doğu Asya’ya kadar ulaştığını ortaya koyuyor.
2020 yılında muhafazakâr politikacı Shoe Amia tarafından
kurulan Sanseito’nun kısa sürede, ülkenin köklü partilerine meydan okur hale
gelmesinin, ülke içi nedenleri kadar küresel gelişmelerin de rolü olduğu
görülüyor.
Parti başkanı Saime’nin başta ABD’de Cumhuriyetçiler
olmak üzere, Avrupa’da aşırı sağı temsil eden bazısı iktidardaki siyasi
hareketlere sempati ile yaklaşmasına şaşırmamak gerekir.
Bu noktada, küreset karşıtlığı söylemine karşın, aşırı
sağcılığın küreselleşmekte olduğu gibi bir tezatın da Japon ulusal siyasetinde
gözlemlendiğini söylemek mümkün.
Sorunlar ve seçim
Ekonomik gidişat kadar, Sanseito Partisi’nin kamuoyun
açıklamaları ve kampanya süreçlerinde üzerinde durduğu konulardan biri göçmen
karşıtlığı konusu oldu.
Kendine özgü toplumsal yapısıyla dikkat çeken Japon
toplumunda ‘göçmenlere’ yönelik hissatın sadece belirli kesimlerle değil, genel
bir eğilim olduğu aşikâr.
Bununla birlikte, başta nüfusun kayda değer bir şekilde
yaşlanma eğilimi göstermesi, evlilik ve aile kurumunun zaafiyeti gibi
nedenlerle, “Acaba göçmenleri kabul etme zamanımız gelmedi mi?” Sorusunun güçlü
bir şekilde sorulmasını da gündeme getirmiş durumda.
Bu tartışmanın kapsamlı bir politika sürecine
evrilmemesine rağmen, siyasal bir alet olarak Sanseito Parti’si tarafından
işlenmesi, öyle anlaşılıyor ki, 20 Haziran seçimlerinde etkisi ortaya koymuş
durumda.
ABD ile ilişkiler
Genel bir söyleme tekabül eden ‘küresel gelişmelerin’
özellikle, Japonya-ABD ilişkilerinin 2 Nisan’dan bu yana gizli/açık gergin bir
nitelik taşımanın rolünü yabana atmamak gerekir.
Trump’ın, 20 Ocak’ta başkanlık koltuğuna oturması
ardından kabul ettiği ilk yabancı konuklardan biri Japon başbakanı Ishida’ydı.
Ishida, Trump’la basın açıklamasına çıktığı gün gayet
olumlu görüşlerle gündemin, iki ülkenin yakın ittifak ilişkilerinin ekonomi
boyutunda da devam edeceği öngörüsünü dile getiriyordu.
Ancak, yine Trump’ın 2 Nisan’da özgürlük günü olarak
anılan küresel ticareti belirleyen kararlarının, Japonya ile olan bölümünde,
bugüne kadar arzu edilen yakın işbirliğinin ortaya çıkmamış olması bugün
başbakan Ishida’nın koltuğunun sallanmasında kayda değer bir önemi bulunuyor.
Bu bağlamda, son dönemde özellikle ekonomik sorunlarla
boğuşan Japonya’da, ABD’den gelen tarih rüzgârı mevcut durumu daha da olumsuz
bir yöne süreklediği ortada.
Bunun en açık göstergesi, tarif görüşmeleri sürerken
yapılan üst meclis seçimlerinde, görüşmelerde öncü isim olarak öne çıkan
başbakan Ishida’nın ve partisi LDP’nin önemli yara alması oldu.
Seçim sonuçları, Japon seçmenin ABD ile yapılmakta olan
ticaret görüşmelerinin sonuçlarını beklemeden, iktidara önemli bir mesaj
vermeyi tercih ettiğini ortaya koyuyor.
Geçtiğimiz Ekim ayında yapılan halk meclisi seçimlerinde
çoğunluğunu kaybeden LDP, şimdi de üst mecliste çoğunluğu muhalefete kaptırmış
durumda.
Başbakanlık kolduğuna dokuz ay önce oturan Başbakan
Ishida’nın ve LDP’nin bugünlerde önemli bir karar aşamasında olduğunu söylemek
yanlış olmayacaktır.

Hiç yorum yok:
Yorum Gönder