13 Temmuz 2025 Pazar

Din-devlet: Kuru sıkı ifadeler

Mehmet Özay                                                                                                                             11.07.2025

Türkiye’nin son otuz yılını tahlil ve daha az olacak şekilde, gelecek belki de yirmi yılına dair öngörüyü içeren bir makale, bize içerden bir tanığın gözlemlerinin derinliğiyle gelişmeleri ele aldığını gösteriyor.

Yazının girişinde yaşanan güncellik konuya sıcak bir giriş anlamı taşımasıyla anlamlı kabul edilebilir. Bu hususa ilerleyen bölümlerde kısaca değineceğim.

Ancak, temel amaç daha çok orta ve uzun dönemli bir analitik çalışma ortaka koymak olduğu görülüyor.

Yazar, İslamcılık ve sekülerizm, -buna laiklik (laic/ism) demesi gerekirken, yine hata yapmış-, herhalde Kuzey Amerika’da yaşıyor olmasından kaynaklanan zorunlu bir alışkanlık sonucu olsa gerek-, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan ve Cumhuriyet’in kurucu figürlerinden Mustafa Kemal karşılaştırması üzerinden ele alıyor...

Ancak, çalışmanın gidişatı, gelişimi, analizin yoğunluğu daha çok Müslümanlar arasında temel ayrışma olarak Batı’da sunulan ve Doğu’da, gayet kabule şayan bir şekilde takdir ve ilgi toplayarak kullanıma sokulan ‘İslamcı’, ‘ılımlı Müslüman’ (moderate) bağlamında biri siyasi ve diğeri cemaat lideri olan iki kişinin ve bu iki kişinin içinde yer aldıkları siyasi ve cemaat hareketlerinin bağlamında dikkat çekiliyor.

Bunlar, önce belediye başkanı, ardından başbakan ve nihayet Cumhurbaşkanı olan Erdoğan ile cemaat liderine tekabül ediyor.

Çalışmanın geneline hakim olacak şekilde, ülkenin son otuz yılı gerçeğine dikkat çekilmesinden ötürü, Erdoğan ile azımsanmayacak bir süre gizli/açık iktidar ortaklığı yapan bir cemaatin lideri, analitik bir yordama alınarak değerlendirilmeye çalışılmış...

Yazarın, bu orta ve uzun dönemli Türkiye okumasında, çalışmanın akışından -anlaşıldığı kadarıyla-, görece azınlık bir kitleyi kapsayacak şekilde İslamcılık vurgusu Erdoğan üzerinden aktarılırken, aynı siyasiyle uzun süre şartların zorlamasıyla, tarihsel şanslarla, hedef birlikteliği denmeyecek ancak, arzu edilir bazı toplumsal yapılar adına girilen ve sürdürülen ittifakda yer alan cemaatin lideri ‘ılım’ (moderate) olmasıyla kabule şayan bir form ve yapı şeklinde sunuluyor.

Yukarda ‘azınlık’ sıfatını bilerek ve kasıtlı olarak kullandım...

Çünkü siyasi bir terminoloji olarak ‘İslamcılık’ ile mevcut iktidarı yapısının -diyelim ki, kadrolarının bir bölümünün kendilerini mensup hissettikleri siyasal bir ideal ile, iktidarı destekleyen geniş seçmen kitlelerinin siyasal yaklaşımlarının birbiriyle örtüştüğünü söylemek güç.

Bu husus, bu kısa yazının dışına taşan ve hususi olarak ele alınması gereken bir konu. Bu nedenle, bu kısa hatırlatmayla yetinmekte yarar var.

İslamcı – ılımlı Müslüman/oluşum/cemaat vb. yaklaşımına dönersek... Bunda yazarın, içerken (insider) olmaklığının getirdiği sübjektiflik veya içerden olmanın getirdiği bir tür avantajla, konumunu belirleme ve de ötekinin konumunu belirlemede bir araçsallık ortaya çıktığı anlaşılıyor...

Siyaset ve hedefler

Çalışma, hem bu iki temel aktör/hareket/yapı üzerinden ve hem de bu ikilinin birbirleriyle yakın geçmişte örtüştürülebilecek yapılaşmaları ile Cumhuriyet’in kurucu temelleri ve politik serüveninin temelde bir ‘güç’ (power) mücadelesine oturduğunu gizli/açık ortaya koyuyor.

Bununla birlikte, yazar, modern Türkiye Cumhuriyeti’nin -öncesi bir yana- kuruluşundan itibaren var olan iktidar mücadelelerinin, ilgili taraflarca -her kimse bunlar- devleti ele geçirme nosyonu ile tanımlanmasının ortaya çıkardığı sorunsalı tartışma konusu yapmıyor. Belki de, çalışmanın doğası gereği buna ihtiyaç duymamış. Ya da, bu olguyu kendine sorunsal edinmemiş de diyebiliriz.

Ancak, çalışmada ortaya konulan argümanlar birbiriyle çeliştiği kadar, bu yaklaşım bağlamında aslında, ülkenin dinamiklerinin her daim bozulmasına, olumsuza evrilmesine, yükselme eğilimi gösterirken aslında, sürekli aşağıya doğru yönelen bir yapılaşmaya sahip olduğunu sezinliyor ve kanıtlarını görüyor okuyucu.

Bu anlamda, yazar tarafından dikkat çekilmeyen ancak, satırların akışı içerisinde kendini ortaya koyan durum, İslamcı olarak tanımlanan ile ılımlı olarak tanımlananın birleştiği alan olan ve adına, ‘Müslüman’ denilen kesimlerin ortaya konulan tüm ‘güç’ mücadelelerinde kendilerine dini-ideoloji değil, dini-inanç olarak belirledikleri kitabi ve sözlü geleneğin hangi boyutlarından hareketle güç mücadelesini verdiklerini anlamak mümkün olmuyor.

Böylesi bir ayrımın yapılmamış olması, temeller noktasında çelişkileri de beraberinde getiriyor.

Bu nedenledir ki, siyasi figür temsilinde göstergeleştirilen ‘İslamcılık’ ile cemaat lideri özelinde kurgulanan ‘ılımlı Müslüman’ kavramsallaştırmasında manipüle edici epeyce husus gündeme geliyor.

Bırakın, yazarın kullanmaktan kaçındığı laik sistemle mücadelelerini, Müslüman olma ortaklığını bünyesinde barındıran bu iki kesimin, kendi aralarında azımsanmayacak süre var olan ittifakın çıkarcı, manipüle edici, faydacı yayılımından başlayan ve yine, azımsanmayacak süre var olan ve yıkıcı hususiyetleri ile bugüne kadar devam eden çatışmacı evrelerinin sadece, ‘Ötekiler’, diyelim ki, laik sistem ve temsilcileri üzerinde değil, bizatihi sıradan Müslüman ile bu iki temel yapı yani, İslamcılar ve Ilımlı müslümanlığı temsil eden yapıya aidiyetleriyle beliren toplum kesimleri üzerinde de, bağlılık sergilendiği belirtilen ‘din’le ilişkilerini hasara uğratan gelişmeler olduklarını tartışması gerekiyordu yazarın.

Belki de, mazur görülebilecek tarafı, yazarın ikamet ettiği Kuzey Amerika toplumunu bilgilendirici mahiyette bir çalışmaya imza atma arzusundan kaynaklanıyor olabilir.

Ya da, yukarıda kısaca değindiğim üzere, ülkenin kuruluşundan itibaren var olan ‘devleti ele geçirme’ nosyonunun bizatihi yazar tarafından içselleştirilmiş olmasından kaynaklanan ve bunun devamı mahiyetinde olacak şekilde, yazının girişinde ve sonucunda gizli/açık ortaya konulan güncel meselenin aktarılış biçimidir.

Bir başka ifadeyle söylemek gerekirse, ‘sosyolojik’ bir tespit yapma eğilimi sergilerken, temelde, bu sosyolojiyi analizin dışında ve ötesinde ‘devleti ele geçirme’ sürecinin kasıtlı ve istendik bir şekilde devamlılığı yaklaşımı sergileniyor.

Şu hususu tekrarda yarar var...

Yazar sanki, yukarıda dikkat çekilen iki temel yapıdan birine, zamanında mensubiyet sergilemiş olduğu yönünde bir hissiyatın doğmasına neden olacak yaklaşımlarla, kimi meseleleri derin bilgi mahiyetinde ortaya koyuyor.

Şayet yazar, ilgili cemaat bünyesinde yer almış, onun menbaından beslenmiş ise, nasıl bir dini yani, İslam anlayışının var olduğunu ve bu dini anlayışın niçin ve neden toplumu oluşturan temel yapılar üzerinde gizli-açık hegemonya kurma girişiminde bulunduğunu analiz etmeliydi.

Siyasi ilkeler bütünü çerçevesinde siyasi hareketlerin, partilerin varlık nedeninin yeni siyasal bağlamlar üretme ve geliştirme olmasına rağmen, sivilliğine vurgu yapılan cemaat yapılaşmalarının siyasi alanın derininde varlık gösterme eğilimi sergilemelerinin de tartışma dışı kaldığı görülüyor.

Burada anahtar kavramın, ‘devleti ele geçirme’ nosyonu olduğunu bir kez daha tekrar etmekte yarar var.

Öyle ki, yazar Cumhuriyet’in farklı süreçlerinde koruma ve kollama vazifesiyle tanımlanan ‘resmi’ kurumların bu vazifelerini icra için ürettikleri kurumsal yapılan, insan kaynakları üretimi ve geliştiriminin aynısının ve tıpkısının adına, ‘cemaat’ denilen yapı tarafından tasarlanıp uygulamaya konulduğunu “parallel and clandestine network” demek suretiyle açıkça denilebilecek şekilde ortaya koyuyor.

İlgili yazının argümanı, Cumhuriyet’in değişik tarihi dönemlerini dikkate alarak düşündüğünüzde ve aktörleri değiştirdiğinizde önümüze çıkacak temel olgunun ‘devleti ele geçirme’ ile sınırlılık arz ettiği anlaşılıyor.

Bu ve benzeri çalışmaların bilinenin ilân edilişi yerine, din, dini cemaat, lider, alim vb. kavramlar üzerinden din’i yapı, din ve toplum, din ve devlet vb. kavramların analizini gündeme getirmelerinin çok daha anlamlı katkılar sağlayacağını ifade etmekte yarar var.

https://guneydoguasyacalismalari.com/din-devlet-kuru-siki-ifadeler/

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder