Mehmet Özay 11.07.2025
Yazının girişinde yaşanan güncellik konuya sıcak bir
giriş anlamı taşımasıyla anlamlı kabul edilebilir. Bu hususa ilerleyen
bölümlerde kısaca değineceğim.
Ancak, temel amaç daha çok orta ve uzun dönemli bir
analitik çalışma ortaka koymak olduğu görülüyor.
Yazar, İslamcılık ve sekülerizm, -buna laiklik (laic/ism)
demesi gerekirken, yine hata yapmış-, herhalde Kuzey Amerika’da yaşıyor
olmasından kaynaklanan zorunlu bir alışkanlık sonucu olsa gerek-, Cumhurbaşkanı
Recep Tayyip Erdoğan ve Cumhuriyet’in kurucu figürlerinden Mustafa Kemal
karşılaştırması üzerinden ele alıyor...
Ancak, çalışmanın gidişatı, gelişimi, analizin yoğunluğu
daha çok Müslümanlar arasında temel ayrışma olarak Batı’da sunulan ve Doğu’da,
gayet kabule şayan bir şekilde takdir ve ilgi toplayarak kullanıma sokulan
‘İslamcı’, ‘ılımlı Müslüman’ (moderate) bağlamında biri siyasi ve diğeri
cemaat lideri olan iki kişinin ve bu iki kişinin içinde yer aldıkları siyasi ve
cemaat hareketlerinin bağlamında dikkat çekiliyor.
Bunlar, önce belediye başkanı, ardından başbakan ve
nihayet Cumhurbaşkanı olan Erdoğan ile cemaat liderine tekabül ediyor.
Çalışmanın geneline hakim olacak şekilde, ülkenin son
otuz yılı gerçeğine dikkat çekilmesinden ötürü, Erdoğan ile azımsanmayacak bir
süre gizli/açık iktidar ortaklığı yapan bir cemaatin lideri, analitik bir
yordama alınarak değerlendirilmeye çalışılmış...
Yazarın, bu orta ve uzun dönemli Türkiye okumasında, çalışmanın
akışından -anlaşıldığı kadarıyla-, görece azınlık bir kitleyi kapsayacak
şekilde İslamcılık vurgusu Erdoğan üzerinden aktarılırken, aynı siyasiyle uzun
süre şartların zorlamasıyla, tarihsel şanslarla, hedef birlikteliği denmeyecek
ancak, arzu edilir bazı toplumsal yapılar adına girilen ve sürdürülen ittifakda
yer alan cemaatin lideri ‘ılım’ (moderate) olmasıyla kabule şayan bir form ve
yapı şeklinde sunuluyor.
Yukarda ‘azınlık’ sıfatını bilerek ve kasıtlı olarak
kullandım...
Çünkü siyasi bir terminoloji olarak ‘İslamcılık’ ile
mevcut iktidarı yapısının -diyelim ki, kadrolarının bir bölümünün kendilerini
mensup hissettikleri siyasal bir ideal ile, iktidarı destekleyen geniş seçmen
kitlelerinin siyasal yaklaşımlarının birbiriyle örtüştüğünü söylemek güç.
Bu husus, bu kısa yazının dışına taşan ve hususi olarak
ele alınması gereken bir konu. Bu nedenle, bu kısa hatırlatmayla yetinmekte
yarar var.
İslamcı – ılımlı Müslüman/oluşum/cemaat vb. yaklaşımına
dönersek... Bunda yazarın, içerken (insider) olmaklığının getirdiği
sübjektiflik veya içerden olmanın getirdiği bir tür avantajla, konumunu
belirleme ve de ötekinin konumunu belirlemede bir araçsallık ortaya çıktığı
anlaşılıyor...
Siyaset ve hedefler
Çalışma, hem bu iki temel aktör/hareket/yapı üzerinden ve
hem de bu ikilinin birbirleriyle yakın geçmişte örtüştürülebilecek
yapılaşmaları ile Cumhuriyet’in kurucu temelleri ve politik serüveninin temelde
bir ‘güç’ (power) mücadelesine oturduğunu gizli/açık ortaya koyuyor.
Bununla birlikte, yazar, modern Türkiye Cumhuriyeti’nin
-öncesi bir yana- kuruluşundan itibaren var olan iktidar mücadelelerinin,
ilgili taraflarca -her kimse bunlar- devleti ele geçirme nosyonu ile
tanımlanmasının ortaya çıkardığı sorunsalı tartışma konusu yapmıyor. Belki de,
çalışmanın doğası gereği buna ihtiyaç duymamış. Ya da, bu olguyu kendine
sorunsal edinmemiş de diyebiliriz.
Ancak, çalışmada ortaya konulan argümanlar birbiriyle
çeliştiği kadar, bu yaklaşım bağlamında aslında, ülkenin dinamiklerinin her
daim bozulmasına, olumsuza evrilmesine, yükselme eğilimi gösterirken aslında,
sürekli aşağıya doğru yönelen bir yapılaşmaya sahip olduğunu sezinliyor ve
kanıtlarını görüyor okuyucu.
Bu anlamda, yazar tarafından dikkat çekilmeyen ancak,
satırların akışı içerisinde kendini ortaya koyan durum, İslamcı olarak
tanımlanan ile ılımlı olarak tanımlananın birleştiği alan olan ve adına, ‘Müslüman’
denilen kesimlerin ortaya konulan tüm ‘güç’ mücadelelerinde kendilerine
dini-ideoloji değil, dini-inanç olarak belirledikleri kitabi ve sözlü geleneğin
hangi boyutlarından hareketle güç mücadelesini verdiklerini anlamak mümkün
olmuyor.
Böylesi bir ayrımın yapılmamış olması, temeller
noktasında çelişkileri de beraberinde getiriyor.
Bu nedenledir ki, siyasi figür temsilinde
göstergeleştirilen ‘İslamcılık’ ile cemaat lideri özelinde kurgulanan ‘ılımlı
Müslüman’ kavramsallaştırmasında manipüle edici epeyce husus gündeme geliyor.
Bırakın, yazarın kullanmaktan kaçındığı laik sistemle
mücadelelerini, Müslüman olma ortaklığını bünyesinde barındıran bu iki kesimin,
kendi aralarında azımsanmayacak süre var olan ittifakın çıkarcı, manipüle
edici, faydacı yayılımından başlayan ve yine, azımsanmayacak süre var olan ve
yıkıcı hususiyetleri ile bugüne kadar devam eden çatışmacı evrelerinin sadece,
‘Ötekiler’, diyelim ki, laik sistem ve temsilcileri üzerinde değil, bizatihi
sıradan Müslüman ile bu iki temel yapı yani, İslamcılar ve Ilımlı müslümanlığı
temsil eden yapıya aidiyetleriyle beliren toplum kesimleri üzerinde de,
bağlılık sergilendiği belirtilen ‘din’le ilişkilerini hasara uğratan gelişmeler
olduklarını tartışması gerekiyordu yazarın.
Belki de, mazur görülebilecek tarafı, yazarın ikamet
ettiği Kuzey Amerika toplumunu bilgilendirici mahiyette bir çalışmaya imza atma
arzusundan kaynaklanıyor olabilir.
Ya da, yukarıda kısaca değindiğim üzere, ülkenin
kuruluşundan itibaren var olan ‘devleti ele geçirme’ nosyonunun bizatihi yazar
tarafından içselleştirilmiş olmasından kaynaklanan ve bunun devamı mahiyetinde
olacak şekilde, yazının girişinde ve sonucunda gizli/açık ortaya konulan güncel
meselenin aktarılış biçimidir.
Bir başka ifadeyle söylemek gerekirse, ‘sosyolojik’ bir
tespit yapma eğilimi sergilerken, temelde, bu sosyolojiyi analizin dışında ve
ötesinde ‘devleti ele geçirme’ sürecinin kasıtlı ve istendik bir şekilde
devamlılığı yaklaşımı sergileniyor.
Şu hususu tekrarda yarar var...
Yazar sanki, yukarıda dikkat çekilen iki temel yapıdan
birine, zamanında mensubiyet sergilemiş olduğu yönünde bir hissiyatın doğmasına
neden olacak yaklaşımlarla, kimi meseleleri derin bilgi mahiyetinde ortaya
koyuyor.
Şayet yazar, ilgili cemaat bünyesinde yer almış, onun
menbaından beslenmiş ise, nasıl bir dini yani, İslam anlayışının var olduğunu
ve bu dini anlayışın niçin ve neden toplumu oluşturan temel yapılar üzerinde
gizli-açık hegemonya kurma girişiminde bulunduğunu analiz etmeliydi.
Siyasi ilkeler bütünü çerçevesinde siyasi hareketlerin,
partilerin varlık nedeninin yeni siyasal bağlamlar üretme ve geliştirme
olmasına rağmen, sivilliğine vurgu yapılan cemaat yapılaşmalarının siyasi
alanın derininde varlık gösterme eğilimi sergilemelerinin de tartışma dışı
kaldığı görülüyor.
Burada anahtar kavramın, ‘devleti ele geçirme’ nosyonu
olduğunu bir kez daha tekrar etmekte yarar var.
Öyle ki, yazar Cumhuriyet’in farklı süreçlerinde koruma
ve kollama vazifesiyle tanımlanan ‘resmi’ kurumların bu vazifelerini icra için
ürettikleri kurumsal yapılan, insan kaynakları üretimi ve geliştiriminin
aynısının ve tıpkısının adına, ‘cemaat’ denilen yapı tarafından tasarlanıp
uygulamaya konulduğunu “parallel and clandestine network” demek
suretiyle açıkça denilebilecek şekilde ortaya koyuyor.
İlgili yazının argümanı, Cumhuriyet’in değişik tarihi
dönemlerini dikkate alarak düşündüğünüzde ve aktörleri değiştirdiğinizde
önümüze çıkacak temel olgunun ‘devleti ele geçirme’ ile sınırlılık arz ettiği
anlaşılıyor.
Bu ve benzeri çalışmaların bilinenin ilân edilişi yerine,
din, dini cemaat, lider, alim vb. kavramlar üzerinden din’i yapı, din ve
toplum, din ve devlet vb. kavramların analizini gündeme getirmelerinin çok daha
anlamlı katkılar sağlayacağını ifade etmekte yarar var.
https://guneydoguasyacalismalari.com/din-devlet-kuru-siki-ifadeler/

Hiç yorum yok:
Yorum Gönder