Mehmet Özay 24.07.2025
Çin-Avrupa Birliği ilişkilerinde, 50. yıl ne anlama geliyor?
Küresel ekonomide belirsizliğinin hakim olduğu ve ABD’nin
hegemon eğiliminin sürdüğü bir dönemde, Çin-AB ilişkilerinin küresel sistemin
yapılandırılmasına önemli bir katkı yapacağına kuşku yok...
Bununla birlikte, Çin-AB ilişkilerinde yeni bir döneme
girilirken, tarafların süreci nasıl yöneteceklerine dair umutlar kadar bazı
belirsizlikler de yok değil.
Yarım yüzyıl
Çin-AB ilişkilerinde yarım yüzyıllık süreç bugün,
Pekin’de yapılan zirve ile bir anlamda kutlanırken, bu sürecin özellikle, son
on beş yılda ortaya çıkan küresel gelişmelerle, yeni bir evreye doğru yönelimi
konusunda bir tür görüş birliğinden bahsetmek mümkün.
Çin devlet başkanı Şi Cinping ile AB Ursula von der Leyen
liderliğinde yapılan görüşmelerde taraflar arasında, anlaşmazlıkların ve
mağduriyetlerin dile getirilmediğini söylemek mümkün değil...
Özellikle, AB’nin Çin’e yönelik eleştirilerinde ticaret
ve ekonomi alanlarına ve kısmen, insan hakları gibi değerlere yönelik
bağlamlardaki eleştirileri önemini koruyor.
Bunun ötesinde, kimi medya organlarının dikkat çekmeye
çalıştığı gibi, daha önce yapılan iki günlük toplantı yapılacağı ilânına karşın
görüşmelerin bir güne sıkıştırılmış olmasından hareketle, kayda değer bir
gerilimden bahsetmek de mümkün.
Bununla birlikte, -tüm çekincelere rağmen, yukarıda
dikkat çekilen zirvenin taraflarca üst düzeyde gerçekleştirilen toplantılara
konu olmasını yeni bir başlangıç olarak değerlendirmek için elde kafi derecede
veri bulunuyor.
Bu yöndeki iyimserliğin, belki de herşeyden önce, Çin
resmi haber kaynakları tarafından ortaya konulması önemli.
Kopmaz bağ
Çin-AB ilişkileri önemli...
Bunun en belirleyici yönü dış ticaret hacminin 845 milyar
Avro’yu bulmasıyla ilişkisi hiç kuşku yok ki, gayet belirleyicidir.
Böylesine büyük bir ekonomi işbirliğinin, olumlu yönleri
kadar belki de kaçınılmaz olarak gündeme getireceği olumsuzluklar, çelişkiler
ve hatta çatışmalardan bahsedebiliriz.
Olumsuzluğun AB adına, 305 milyar dolarlık açıkta ortaya
çıkması, Avrupa toplumları için oldukça düşündürücü bir durum.
Ancak burada dikkat çeken husus tıpkı, ABD’nin içine
düştüğü açmazda olduğu gibi, Çin’in bir üretim merkezi haline gelmesi ve
küresel ticaret hacminde belirleyici olmasında, Batılı ve özellikle AB merkezli
şirketlerin rolünü ve payını göz ardı etmemek gerekir.
ABD’nin, -en azından son on yılda- karşı karşıya kaldığı
bu ekonomik gerçekliği, Çin’e uygulamakta olduğu dolaylı ve doğrudan
ambargolarla dizginleme arayışındayken, AB’nin bu yönde adım atmaması için
nedenler bulunuyor.
Örneğin, AB, ABD gibi küresel ekonominin motorunu elinde
bulunduran güçlü finans enstrümanından, bu ekonomi alanını doğrudan ve dolaylı
olarak destekleyen askeri gücünden ve de siyasal baskı oluşturma süreçlerinden
şu ya da bu ölçüde uzak bir durumda bulunuyor.
Her halükârda, AB’nin ABD gibi çatışmacı yaklaşımı ortaya
koymak yerine, yukarıda dile getirildiği üzere, “diyalog” sürecini
öncellemesinin iki taraf kazanımı bağlamında sağlıklı bir enstrüman olarak
kabul etmek gerekir.
AB komisyonu başkanı Antonio Costa’nın, “Karşılıklı
çıkara dayalı bir ilişki arzusundayız” söyleminin haklılığı kadar, bunun nasıl
gerçekleştirileceği konusunda da, anlamlı ve rasyonel açılımlara ihtiyaç olduğuna
kuşku yok.
Değerler
Siyasal değerler noktasında, AB’nin görüşmelerde öne
sürdüğü konu Tayvan konusu olmadı...
Ne de, yakın geçmişe kadar AB’li siyasetçilerin
gündeminde yer bulan Hong Kong meselesi konuşuldu...
Aksine, AB kendi bölgesinde Ukrayna’da süren savaş
karşısında Çin’in, Rusya’yı niçin kınamadığını eleştiriyor...
Çin’in bu konuda haksızlığında kuşku olmadığı gibi,
AB’nin bu alanda Çin’e yönelik eleştirel yaklaşma hakkına sahip olamadığını da
söylemek gerekir.
Örneğin, Çin kendisiyle yakın işbirliği içerisindeki bir
ülke yani, Rusya ile ilişkilerini Avrupa için bozması için bir neden bulunuyor
mu?
Kaldı ki, sürecin kınamayla sınırlı kalmayacağı ve
ardından, AB’nin Çin-Rusya ticari, ekonomik ilişkilerinin de yeniden gözden
geçirilmesi talebiyle geleceği dikkate alındığında, Çin’nin böylesi bir
bölgesel ve küresel riski göze alması için kayda değer bir neden bulunmuyor.
Çin-AB arasında, böylesi bir sürecin ortaya çıkmakta
oluşunda, ABD’den gelen kafa karıştıcı ve çelişkili mesajların rolü olduğuna
kuşku yok.
Belirleyici ilişki
Çin-AB ilişkilerinin bugün özellikle, ticaret ve yatırım
alanında gayet önemli bir düzeyde olması kadar, yaşanan küresel belirsizlikleri
alternatif arayışlarına döndürmede iki temel aktör olarak ortaya çıkmaları
mümkün...
Ve aayışın bu yönde olması gerekir...
Özellikle, son dönemde, -aradaki Biden yönetimini
paranteze alarak söylemek gerekirse-, ABD dış siyasetine ve küresel ekonomideki
gelişmelere damgasını vuran Trump politikalarının yol açtığı karmaşada, çeşitli
bölgesel birlikler ve küresel güç olma eğilimindeki tekil ulus-devletlerin
arayışları sürüyor.
Doğu Asya’da üçlü yani, Çin-Japonya-Güney Kore
yakınlaşması, ASEAN eksenli yeni bir ticaret yöneliminin ortaya çıkma eğilimi
gibi bölgesel oluşumların ardından, bugün Çin ile AB ilişkilerinin 50. yılı
vesilesiyle Pekin’de yapılan görüşmelerin, mevcut küresel kaos ortamının aşılmasına
yönelik niyet ve politika üretme sürecinin, kendine yeni bir mecra bulmaya
doğru önemli bir adım olduğunu söyleyebiliriz.
AB’nin, Batılı değerlerin kurucu aktörlerinden biri
olduğunu unutmamakla birlikte, yaşanan gerçeklikler bir süredir AB’yi Çin’e
yaklaştırdığına tanık olunuyor.
Bu yakınlaşmada, öyle anlaşılıyor ki, son dönemde yaşanan
kaotik küresel aktörlür mücadelesinden alınan derslerle Çin ve AB yetkililer,
“açıklık ve eşit diyalog” söylemleriyle birbirlerinin alanlarını genişletme
niyetindeler.

Hiç yorum yok:
Yorum Gönder