Mehmet Özay 29.07.2025
Pazartesi günü başlayan İsveç’in Stockholm şehrinde
başlayan zirve, iki ülke arasında gümrük vergisi süreçlerinde kalıcı bir
anlaşmaya varılması amaçlanıyor.
Bu çaba, gümrük tarifleri sürecinde ABD’nin Çin’e
tanıdığı sürenin 12 Ağustos’da dolacak olmasından kaynaklanıyor...
Söz konusu zirveden olumlu bir sonuç çıkıp çıkmamasının
sadece, iki ülkeyi etkilemeyeceği kesin...
Benzer bir durumun, iki ülke arasında olası bir ticaret
anlaşmasına varılması halinde de, iki ülke dışında etkileri olacağına kuşku
yok.
Bununla söylemek istediğimiz, küresel ekonominin ilk iki
ismi olan ABD ve Çin’in ikili ticaret ilişkilerinin her halükârda, küresel
yansımalarının olacağı yönünde bir sonuçla karşı karşıyayız.
Diktacı ekonomi
Bununla birlikte, 20 Ocak ve ardından, 2 Nisan
süreçlerinde ABD, genelde küresel ticaret ve özelde, Çin’le olan ticari
ilişkilerde baskıcı ve diktacı bir tutum takınmayı sürdürüyor.
Bu durum, başta Dolar olmak üzere, ABD ekonomisi ve
finansının küresel anlamda halen, kayda değer bir ağırlığı olmasından
kaynaklanıyor.
Bir başka ifadeyle söylemek gerekirse, ABD’yi küresel
toplumu ve özelde Çin’i dikkate alabilecek ve bu anlamda, dostane olarak
adlandırılabilecek bir yaklaşım sergilenmediği aşikâr.
Ancak, Çin örneğinde olduğu gibi, benzer bir durumun
başka bir ülkede gündeme gelmesine tahammülü olmaması da, eko-politiğin
oluşturduğu zihinsel yaklaşımdan kaynaklanıyor.
Bu noktada, ABD bağlı olduğu eko-politik koşulların
kendisine bugüne kadar sağlamış olduğu egemen koşullara dayanmak suretiyle,
çıkarcı ve pragmatik yaklaşımını sürdürüyor.
Açılım Çin’den
Öte tarafdan, Çin, sürecin başından bu yana, yanı
başındaki ülkelerden başlayarak, küresel bağlamda kendisine çok yakın veya orta
mesafadeki ülkelerle, yeni ticaret ilişkileri geliştirme egzersizleri yapıyor.
Bu sürece tanık olan tek tek ulus devletler bir yandan,
ABD’nin ticari baskılarına boyun eğme ile ulus-devlet egemenliğinin vazgeçilmez
unsuru olan kendi normları ve ilkelerine bağlılık ile mümkün olduğunca ‘kafa
tutma’ arasında bir konumda seyreltilmiş bir yaklaşım ve tutum takınmak
durumunda kalıyorlar.
Öte yandan, aynı ülkeler Çin’in açtığı işbirliği çağrısı
ve imkânlarından yararlanmanın peşindeler.
Bu iki temel yaklaşım arasında karar verebilme
yeterliliği ve kabiliyetine sahip olabilen ulus-devlet sayısının gayet nadir
olduğunu söylemek gerekiyor.
Bu durumu salt, küreselleşmenin veya kapitalizmin
küreselleşmesinin (globalization of capitalism) etkisiyle açıklamak kafi
ve mümkün gözükmüyor. Ancak, bu yazının konusu bu olmadığından bu hususa burada
değinmeyeceğim...
Tuhaflık bu ya, yukarıda dile getirdiğim üzere, ABD içe
kapanma kararıyla küresel sistemi yeniden düzenleme (regulation)
siyasetini diktacı bir şekilde sergilerken, Çin’in başta siyasal rejimi olmak
üzere muhalifi olabilecek ülkelerle bile ticaret ve ekonomi ilişkilerinde
yakınlaşma sergilemesine karşın Trump görüşmelerin sürdüğü saatlerde, “Umarım,
Çin kapılarını dünyaya açar!” diyerek, ne denli anlamlı olduğu sorgulanmaya
değer bir açıklama ile gündemi belirlemeye çalışıyor.
Kapanan Amerika
Son on yıldır ABD bağlamında Trump’la ilgili yazılarda üç
aşağı beş yukarı benzer şekilde dile getirdiğim üzere, korumacı politikalarla
ve 20 Ocak’dan bu yana, giderek artan bir şekilde ‘Önce Amerika’ siyasetini
uygulamayı kendine temel ilke edinmiş Trump’ın bizatihi kendisi ABD’yi, başta
Güneydoğu Asya ve ardından, ekonomik faaliyetlerle kürenin dengesini belirleyen
Avrupa Birliği gibi bölgelerle ilişkileri sorunlulaştırma eğilimini güçlü bir
şekilde sürdürüyor.
Stockholm’deki görüşmeler dair görüşlerini paylaşan bazı
uzmanlar, iki ülke arasında bir anlaşmayı olası bulmuyor.
Bununla birlikte, Çin’i görüşme masasına çekebilme adına
taviz verenin ABD olduğuna dair satır aralarında bazı ifadeleri göz ardı
etmemek gerekir.
Bunda da belirleyici olanın, Çin’in pazarlık masasında
elini güçlendiren örneğin, nadir madenler gibi değerlere sahip olması yatıyor.
Görüşmelerden beklenen iki ülke arasında tarif
politikasının doksan gün süreyle yeniden uzatılması olacağı yönündeki eğilim
ağır basıyor. Şayet büyük bir sürpriz olmazsa...
Söz konusu bu doksan gün içerisinde topun Trump ve Şi
Cinping’e atılacağı ve bir iki ay içerisinde, olası bir zirvenin hesapları
yapılıyor...
Bu noktada, durup, acaba Trump’ın diğer gösterişli
söylemlerle küresel nizamı yeniden tesis etme konusunda politikaların kayda
değer boyutlarda geri tepmesi gibi, Çin’le olan ticari görüşmelerde de kaybeden
en azından, kazananı olmayan bir sürecin ortaya çıkmakta olduğunu ve bu
anlamda, en önemli yarayı ABD’nin alacağını söylemek mümkün mü?




