Mehmet Özay 27.06.2025
Müslüman dünyanın yeni yılı, 1447 bugün başladı... Hayırlı olsun...
Bu gelişme üzerine, Hicret’in 1447. yılının sadece, Müslüman
toplumlara hayırlı ve berekli olmasını temenni etmekle yetinmeyip, ayrım
gözetmeksizin tüm dünya toplumlarına aynı his ve dua ile yaklaşmak gerekiyor.
Nihayetinde karşımızda, Hz. Peygamber’in (s.a.v.)
şahsında ve eyleminde 1447 yıl önce sadece, belli bir topluma, diyelim ki,
Arabistan Yarımadası’nda yaşam süren farklı kabilevi yapılarla şekillenen geniş
Arap toplumuna hitap eden ve onları merkeze alan bir hicret süreci yaşanmamıştır.
Fiziki olarak böylesi bir ‘gerçeklik’ten bahsetmek mümkünse
de, Hicret’i ortaya çıkaran toplumsal koşulların ve buna verilen cevabın, hiç
kuşku yok ki, dünya insanlığını ilgilendiren daha geniş, daha büyük ve daha anlamlı
bir boyutu bulunmaktadır.
Geçen yılki yazımda dile getirdiğim üzere, ‘Alemlere
Rahmet Olarak Gönderilen’ (Rahmat’al li’l alamin) ifadesine muhatap olan
bir Peygamber var.
Ve Hz. Muhammed (s.a.v.)’in şahsıyla örtüşen bu kavramın,
hiç kuşku yok ki, Hicret’le doğrudan ilintili bir yanı bulunuyor.
Yukarıdaki giriş cümlelerini dikkate aldığımızda, Hicret
olgusunun, Müslümanlar kadar diğer toplumlara, Müslüman olmayan geniş kitlelere
yönelik bir mesajı olduğuna kuşku bulunmuyor.
Muhatap
Bununla birlikte, bu gelişmenin yani, Hicretin birincil
hedefi ve muhatabı olan Müslüman toplumların, bugün içinde bulundukları durum, yukarıda
dile getirdiğim dua ve temennilerin varlığı kadar, bunları da içine alacak
şekilde maddi oluşumları, durumları ve gelişmeleriyle kayda değer bir şekilde
ele alınmayı gerektiriyor.
Yeni yıl, bir mutluluk, yeni bir başlangıç, yeni bir heyecan
anlamı taşırken veya taşıması beklenirken, Müslüman toplumların bugün, Doğu’dan
Batı’ya içinde bulundukları durum, maalesef buna el vermiyor.
Aksine, Müslüman toplumlar hiç de iç açıcı mahiyet arz
etmeyen koşullar içerisinde bulunuyorlar...
Kimileri belki de, bir kısım kitle ve hatta çoğunluk
tarafından Müslüman toplumların içinde bulundukları tüm açmazların nedeni
olarak, Müslümanların yanı başlarında ve/ya öte coğrafyalarda bulunan ve ‘düşman’
sıfatıyla anılan oluşumların, yapıların, devletlerin çabaları, marifetleri ile karşı
karşıya kalınan bir dizi siyasi, ekonomik, askeri manipülasyonlar, programlar,
politikalar neticesi ortaya çıkmış çelişkiler, yakımlar, mağduriyetler,
yenilgiler görülebilir.
Böylesi bir gerçeklikten bahsedilebilmesi için, elde
yeterince malzeme bulunuyor...
Sorumluluk
Ancak, yaşananları tümüyle buna bağlamak gerçekliğin öte
yanını göz ardı etmek anlamı taşır.
Öyle ki, sorunun bu dış etkenler, faktörler, aktörlerle
sınırlı olmadığını ortaya koyacak diğer bir dizi malzemenin de gözümüzün önünde
bulunduğunu, yer aldığını söylemek gerekiyor.
Aslında, tüm bu olup biten günümüz toplumsal gerçekliğini
teşil eden, yakın ve orta vade gelecek için hiç de ümit vaad etmeyen bu
gelişmelerin ortaya çıkmasına neden olan olguları anlamadan, analiz etmeden,
üzerine ısrarla gitmeden olan bitene çözüm bulmanın ve değiştirmenin de, pek
mümkün olmadığını samimi olarak yüksek sesle dile getirilmelidir.
Günümüz Müslüman toplumlarının özellikle de, ‘halkının
kahir ekseriyeti Müslümanlardan oluşan ulus-devlet yapıları’ içinde varlık
sürenler açısından gözle görünmekle kalmayan, göze batan, vicdanı yaralayan,
aklı ve düşünceyi dumura uğratan gelişmeler, yaklaşımlar, pratikler bize
sorunun nerede olduğunu bir kez daha sormamızı gerekli kılıyor.
Evet, ‘sorun nerede?’ basit bir soru cümlesi değildir,
Müslüman toplumlar için.
Belki de, Müslüman toplumlar sorunun büyüklüğü ve sorumluluğun
öylesine ağırlığına muhataplar ki, bunu şu veya bu şekilde fark etmiş olmalılar
ki, hiç oralı olmayarak sorunların üzerine set çekebilmeyi bir sorun çözme
yöntemi olarak addediyorlar.
Nasıl bir sorunla sorunlar yumağıyla karşı karşıya
olduğumuzu hem, genelden özele giderek hem de, özelden genele doğru yelpazeyi
genişletmek suretiyle anlamak, anlamlandırmak mümkün.
Oysa, diyelim ki, özelden baktığımızda en küçük sosyal
grup olan aileden başlayarak sorunun nerede, nasıl var olduğunu, nereden nereye
evrildiğini, ipin ucunu nerede kaçırdığımız sorgulamamız gerekiyor.
Bu en küçük sosyal birimden veya üniteden başlayan ve
giderek bunu çevreleyen yaşadığımız birincil çevreye, diyelim ki, sokağımıza, mahallemize;
iş ortamımıza; kasabamıza ve şehrimize; akademimize; ekonomimize; siyasetimize
ve geniş toplumu oluşturan adına ulus-devlet denilen devasa yapıya doğru
genişleyen bir bakış açısı geliştirmek ve
bunda, samimi olarak süreklilik göstermek gerekiyor.
Tüm bu sayılan ve sayılmayan alanlarda bilgimiz,
becerimiz, iş yapma tarzımız, ahlâkımız, ciddiyetimiz, anlam yüklü eylemler
sergilememiz ele alınmayı, dikkatle incelenmeyi, kritik yapılmayı belkiyor.
Bu süreçleri kimin ve nasıl yöneteceğini birilerine
havale etmeden, işlerin yerli yerinde makuliyetine uygun bir şekilde
sergilenebilmesinin imkânlarını ve araçlarını, ortaya koymak ve yaygınlaştırmak
gerekiyor.

Hiç yorum yok:
Yorum Gönder