14 Haziran 2025 Cumartesi

İsrail’in İran’a savaşı ya da sistemin alt üst edilişi / Israel’s open war to Iran or upending the system

Mehmet Özay                                                                                                                             14.06.2025

İran, tarihinin bedelini ödüyor

Sadece Ortadoğu değil, tüm dünya büyük bir değişimin eşiğine gelmiş gözüküyor.

İsrail, İran’a savaş açtı... İsrail’in açtığı ilk savaş değil bu...

En sonuncusunu zikretmek gerekirse, İsrail’in, 7 Ekim 2023’den bu yana, Filistin topraklarında sürdürdüğü savaş halen devam ediyor...

İsrail saldırılarını, görünür hedef olan nükleer tesislere yönelik olarak sınırlandırmak mümkün değil...

Öyle ki, İran’a açtığı savaşta kararlı olduğu anlaşılan İsrail’in ve gizli/açık destekçisi konumundaki ülkelerin duruşu, Ortadoğu’da değişim konusundaki keskinliği ortaya koyuyor.

Burada, ‘destekçi’ konumundaki ülkelerden kastın örneğin, ABD ile sınırlı olmadığıdır...

Aksine, özellikle Ortadoğu’daki ve Körfez bölgesindeki ülkeler üzerinden yapılacak analizler, değerlendirmelerle ortada, geniş ilişkiler ağının var olduğunu gösterecektir...

Bu nedenle, böylesi bir değişimin boyutlarının neler olabileceğini, 1979 İran devrimi sonrasında ortaya çıkan gelişmeleri hatırlayarak öngörebilmek mümkün.

Ne olmuştu?

Yakın geçmişe kısaca bir göz atalım...

1979 yılında İran’da gerçekleşen devrim sadece, İran iç siyasetinde Şahlık rejiminin ortadan kalkması ve yerine, yeni bir siyasi rejimin gelmesi anlamına gelmiyordu.

Ancak, bu siyasi rejim, Batılı veya Doğulu versiyonlarıyla bildik, anlaşılır bir dünyevi belki de, ‘seküler’ (secular) bir siyasi varlık değildi.

Aksine, kendini bir dinle yani, İslam’la teolojik olarak bağlantılandıran bir yapıydı.

Bu teolojinin uzantısı, devinimi, yansıması olarak siyasal bir sistem ve bunun, tüm toplumsal olgular bütünüyle uygulanabilirliğine dönüşen, bir sistemik unsur karşımıza çıkmıştı.

Tarihi şartlar ve de ‘şanslar’ (historical chances) yanında olsaydı, devrim girişiminde önemli rol alan komünist partisi ‘yeni İran’ı şekillendiren yapı olacaktı...

Şayet, böylesi bir seçenek üzerinden İran toplumu ve siyaseti yapılandırılmış olsaydı, “1979’dan bu yana İran’a yönelik özellikle, Batı’dan gelen tepkilerde bir azalma olur muydu?” sorusunu yöneltebiliriz.

Evet, spekülatif bir soru... Ancak, böyle bir gelişme olsaydı, pek de bir azalma olmayacağını söylemek mümkün.

1979 ve yansımaları

1979’da İran’da yaşanan devrim, İran ulus-devletinin sınırlarını taşmıştı.

Bu taşmanın en azı, üç türlü görünümü olduğuna tanık olmuştuk.

Bunların ilk ikisi, Müslüman toplumlar ya da bu toplumların nüfus yapısı olarak çoğunluğunu oluşturduğu ulus-devletlerde, üçüncüsü ise Batı ulus devletlerinde, -Doğu’nun halkı Müslüman olmayan toplumlarını göz ardı ederek söylüyorum!- oluşan tepkiler ile ilintilidir.

Birinci görünüm

İlki, Ortadoğu’da yer alan ve adına, halkının kahir ekserisi Müslüman olması dolayısıyla, Müslüman denilen ulus-devletlerin kendilerine çeki düzen vermeye başlamalarıydı.

Bu çeki düzen, söz konusu bu Müslüman ulus-devletlerin İran’la ekonomik, siyasi ve askeri ilişkiler geliştirmelerinden ziyade, devrimin kendi ülkelerine sıçramaması için, dönemin Batılı ittifak güçleriyle ilişkilerini yeniden düzenlemeleri şeklinde ortaya çıkmıştı.

Bu noktada, şunu da eklemekte yarar var ki, 1979 öncesinde Batı ile siyasi, savunma ve nihayetinde ekonomik ilişkileri sınırlı olan veya bu alanlarda hiç de ilişkileri olmayan, halkının çoğunluğu Müslüman olan ulus-devletlerin Batı ile giderek yakınlaşan, daha da yan yana pozisyonlar alan ilişkilere büründüklerine tanık olunmuştu. 

Söz konusu bu ülkeler, kendi iç dinamikleri bağlamında, İran’la ayrışılan teolojik unsurlar (theological elements) üzerinden savunmacı, korumacı bir konum alıyordu. Burada, İran’ın ‘devrim ihracı’ söyleminin gayet başat bir şekilde varlık gösterdiğini hatırlamakta yarar var.

Bunun yanı sıra, bu ülkelerin Batı ile ilişkilerinin rasyonalitesini ise İran’a karşı başta askeri olmak üzere, siyasi ve de ekonomik boyutlarıyla bir savunmacı duruş, bir karşı çıkış, bir reddediş söz konusuydu. 

Bir başka ifadeyle söylemek gerekirse, İran’daki gelişmeye karşı savunmacı bir tavır almak durumunda kalan, halkının kahir ekseriyeti Müslüman olan ulus-devletler bu savunmacılığı, İran’da sadece, 1979’dan itibaren var olan değil, -en azından, resmi bir dini söylem ve pratikler dizgesi olarak ele aldığımızda-, 1501 yılından itibaren kendini ortaya koyan, bir dini-teolojik ve siyasi varlığı üzerinden temellendiriyorlardı.

En azından, 20. yüzyılın son çeyreğinde, söz konusu bu ulus-devletlerin böylesi bir siyasi aklı, hafızası, felsefesi olduğunu varsayarak bunu söylüyorum.

Hiç kuşku yok ki, bu ulus-devletlerden büyükçe bir kısmı, 16. yüzyıl başında varlık süren siyasal yapılar olmamaları dolayısıyla, böylesine uzun bir tarihsel hesaplaşma yapmış olmamaları da gayet doğal...

İkinci görünüm

Halkının kahir ekseriyeti Müslüman olan ulus-devletlerin nüfusunu teşkil eden azımsanmayacak sayıdaki Müslümanlar yani, sivil insanlar, sıradan insanlar, İran’da İslam’ı gündemine alan bir siyasi hareketi, İslam’ı kendine siyasi bir rejim olarak belirleyen bir gelişmeye sıcak bakarak -aradaki gizli/açık, bilinir/bilinmez dini teoloijik ayrışmayı dikkate almayarak İran’da olan bitene sempatisini, ilgisini göstermişti.

Söz konusu bu ülkelerdeki belki de, tabiri yerinde kullanarak söylersek, suya sabuna dokunmayan sıradan Müslümanların, sıradan insanların İran’daki gelişmeye sempatiyle yaklaşırken, yine bu ülkelerde çeşitli adlar altında varlık gösteren ‘cemaat’ yapılaşmaları (sectarian structures), içinde bulundukları dini, kültürel, sosyal ve siyasi konjonktürlere bağlı ve bağımlı olarak kimi açıktan, kimi gizliden, kimi sınırsız, kimi sınırlı/ölçülü/hesaplı bir şekilde, İran’daki gelişmeyi ya onaylamış ya reddetmiş ya da sessiz kalmıştı.

İlginçtir ki, tıpkı yukarıda zikredilen bu ulus devletler gibi cemaat yapılarına sanki, bir network’ın parçasıymış gibi -büyük ölçüde hem, kendi ülkelerindeki siyasal yönetimler ve hem de, -özellikle- Batılı devletlerle ilişkiler noktasında bağımsız karar almak yerine, bağımlı kararlarla hareket eden organlar olmaları nedeniyle ortaya koydukları ‘İran perspektiflerinde’ ne kadar samimiydiler, ne kadar haklıydılar bunun hesabını yapmak için epeyce bir çalışma ortaya koymak gerekir.

Üçüncü görünüm

İran’da 1979’da gerçekleşen devrim, Batı’da uluslararası ilişkiler ve küresel siyaset ile akademi ve bilim dünyasında -bir anlamda-, farklı gelişmelere ve tepkilere neden olmuştu.

Akademide, siyaset biliminden antropolojiye kadar çok çeşitli bilim dallarında araştırmalar başlatılırken, Batılı devletler birer ulus-devlet olarak, uluslararası ilişkiler, küresel sistem ve benzeri alanlarda ‘olağandışı’ bir sistemin varlığıyla karşılaşmış olmanın şaşkınlığını tecrübe ediyordu.

Tekil, grup ve toplumsal olarak Müslümanların varlığı ile, bir sisteme adını veren bir din yani, İslam arasında temel bir ayrışmanın olduğu veya böyle bir ayrışmanın varlığının yeniden nüksettiği her iki alanda yani, akademi ve bilim dünyasında ve de ulus-devlet yönetimlerinde aktif uluslararası siyasette kendini ortaya koyuyordu.

İlginçtir ki, bu durum, temeller itibarıyla, benzer dini/teolojik boyutlara sahip olmakla birlikte, 1948’de ortaya çıkan İsrail devletinden çok farklı sonuçlara yol açmıştı.

Ya da, bir başka ifade ile söylemek gerekirse, İsrail devletinin oluşumu en azından, Batı’da ve de Doğu’nun halkının kahir ekseriyeti Müslüman olmayan ulus-devletlerinde, böylesi bir tepkiye yol açmamıştı...

Bedel ödeyen...

Bugün, İsrail’in İran’a açtığı savaş, hiç kuşku yok ki, İran’da oluşan tarihin bedelinin ödenmesi anlamına geliyor.

Bugün olan biteni ya da en azından, 1979’dan bu yana, olan biten tüm gelişmeleri anlamlandırabilmemiz için İran sınırları kadar, Ortadoğu sınırlarının da dışına çıkmamazı gerekir(di).

Bu kısa yazıda, böylesine derinlikli ber mevzuyu ele almak mümkün değil. Ancak, bir hatırlatma olarak bunu ortaya koymakta yarar var.

Çünkü, bugün Ortadoğu’da yaşananlar, kısa vadenin ya da dünkü bir gelişmenin ürünü değil.

Aksine, hem Müslüman toplumlar ve bu toplumların içinde yer aldıkları ulus-devletlerin hem de, bütüncül anlamıyla ‘Batı’nın siyasal tutumlarının sonuçlarıyla karşı karşıyayız.

Öyle anlaşılıyor ki, Ortadoğu’da birileri gayet önemli bir kayıp verecek...

Bir ulus devlet olarak ortadan kalkma, kaldırma söz konusu olmasa da, önemli bir siyasal değişim olacak.

Bunun belirli bir ulus-devlet ile sınırlı olmayacağını -geçmişte yaşanan benzeri süreçlerde olduğu üzere- yansımaları kendini şu veya bu şekilde gösterecektir.

https://guneydoguasyacalismalari.com/israilin-irana-savasi-ya-da-sistemin-alt-ust-edilisi-israels-open-war-to-iran-or-upending-the-system/

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder