18 Kasım 2025 Salı

Osmanlı merkezcilik ve dünyayı anlama çabası / Ottoman centrism and the effort to understand the world

Mehmet Özay                                                                                                                             17.11.2025

Osmanlı tarihine yönelik çalışmaların ortaya koymak ve geliştirmek istediği tarihsel gerçekliğin öncelikle, Osmanlı teritoryal sınırları ve siyasal yapısı olduğu ortadadır.

Bu durumun, özellikle Türkiye’de, Osmanlı çalışmalarına katkıda bulunan, -en azından bir bölümünün- bir başka ifadeyle söylemek gerekirse, Türkçe konuşan, düşünen ve araştıran akademi ve araştırmacı çevrelerin, içinde bulundukları sosyo-kültürel ve dini alandan kaynaklanan bir kaçınılmazlığı ve zorunluluğu bulunmaktadır.

Bir başka açıdan değerlendirildiğinde, bu durumun doğallığına da kuşku bulunmamaktadır...

Ancak, adına bilimsel faaliyetler denilen olguların ortaya çıkması ve gelişmesinin bu doğallığın ötesinde, anlamlı bir bütünlük tesisi açısından, ‘öteki’ne yönelik bir açılımı da bünyesinde barındırması gerekmektedir.

Burada dikkat çekilen ‘öteki’, bir coğrafya, bir toplum, bir dini ve kültürel yapı olarak Osmanlı coğrayfasının dışındaki ve ötesindeki alanları kapsamaktadır.

Benzer bir zaafiyet, Osmanlı eksenli ya da Osmanlı teritoryal sınırlarını kendine saha çalışması olan seçmiş olan Türkiye dışındaki yabancı araştırmacılar için de söz konusudur.

Ancak, bu ikinci gruba mensup olanların, sahip olduğu temel aidiyetler -ki, bunları dil, din, milliyet, akademik ve araştırma ortamları gibi parametrelerle ve akademik ve metodolojik farklılaşmalar gibi teknik alanlarla ortaya koymak gerekir,- Osmanlı sınırlarının dışına çıkabilme konusunda daha esnek ve daha kuşatıcı bir yaklaşım sergilemeleri mümkündür.

Bütünlükten yoksunluk

Osmanlı’nın kendi coğrafyasına görece yakın ve uzak denilebilecek teritoryal bölgelerle kurduğu ve geliştirdiği ilişkiler, tarihi süreçlerin yönelimi, tarihsel şans ve tarihsel bilinçlilik gibi faktörlerle açıklanabilecek şekilde, zamana ve dönemin uluslararası ilişkilerine göre belirlendiğini söyleyebiliriz.

Bu noktada, Osmanlı’nın, bir şekilde kendi sınırlarının dışındaki toplumlarla ve devletlerle kısa süreli, orta vadeli ve uzun erimli gibi değişik kategorilerde sürdürdüğü ilişkilere rağmen, söz konusu ilgili toplumlar ve devletlere yönelik olarak, Türkiye’deki akademi ve araştırmacı çevrelerin yaklaşımlarındaki kısırlık meselesi göz ardı edilemeyecek bir husustur.

Osmanlı teritoryal ve siyasal alanlarının dışından kasıt, bizatihi Osmanlı’nın fiziki sınırlarının dışı ile siyasal-kültürel-sosyal bağlamlarıyla öteki toplumlardır.

Bu yazıda dikkat çekmek istediğim husus, Türkiye’de Osmanlı çalışmaları yapan akademisyen ve araştırmacıların, -en azından belirli bir bölümünün- ‘ötekini’, -kasıtlı veya kasıtsız olarak- göz ardı etmekten kaynaklanan sınırlılıklarının kendilerini, nihayetinde, Osmanlı-merkezlilikle konumlandır/ıl/maları anlamına gelen bir döngüye hapsedilmelerine neden olmaktadır.

Bu olgunun sıradan ve göz ardı edilebilecek bir olgu olmadığına işaret ediyorum...

İdeolojik baskılar-tarihsel zorlamalar

Söz konusu bu durum, aynı zamanda hem bunun nedeni ve hem de sonucu olacak şekilde, bu akademi ve araştırmacı çevrelerin yukarıda kısaca değinilen iki olgudan ilkinin varlığına yani, Osmanlı-merkezciliğine rağmen, ikinci alanda yani, Osmanlı teritoryal ve siyasal sınırlarının dışına ve ötesine yönelik ilgisizlikleri ve alâkasızlıkları, akademik bütünlükten yoksunlukla kendini ortaya koyan gayet önemli bir duruma yol açmaktadır.

Bu durumun, modern dönemde Türkiye içerisinde gelişen psikolojik ve ideolojik baskılar ve zorlamaların bir eseri olduğunu söylemek mümkün.

Ancak, bu durumun, aynı zamanda Osmanlı döneminden sirayet eden ve bu anlamda köklü bir yapısallaşmanın ürünü olduğunu ileri sürmek de mümkün.

Örneğin, Osmanlı’nın güçlü olduğu konusunda neredeyse bir konsensüsün oluştuğu 15. yüzyıl ikinci yarısı ve 17. yüzyıl başlarına kadar olan tarihi süreçte, Osmanlı’nın kendi içerisinden çıkardığı devlet adamı ya da dönemin medrese kurumlarında yer alam alimler arasından ya da tekil bağlamda bilim adamı özelliği sergileyen kişilerce, kendi egemenlik bölgesinin dışına çıkıp, yeni alanları, yeni ilişki türlerini, yeni etkileşimleri anlama konusunda bir çaba sergilendiğini söylemek ne kadar mümkündür.

Örneğin, ‘Çelebi’ unvanı taşıyan ve dönemlerinin entellektüelleri sayılabilecek birkaç bireyin kaleme aldıkları eserlerin kendilerince belirlendiği veya başkalarınca devr alındığı söylenebilecek şekilde bir devamlılık taşıdığını söylemek gayet zor.

Bununla birlikte, elde var olan bu birkaç ismin varlığını ve çalışmalarını önemsemiyor değilim...

Ancak, burada dile getirmek istediğim husus, Osmanlı dönemin ötekini tanıma, anlama, sürdürülebilir ilişkiler kurma noktasında, yapısal kurumsal bir ortamın oluşturulamamış olmasıdır.

İlgi düzeyi

Türkiye’nin yaşadığımız dönemde öne çıkan veya tanınan felsefecilerinden biri, “İslam Düşüncesi Geleneğinin Sürekliliği” başlıklı seri başlıklı yazısında, Osmanlı-Türk atıfları ve bu iki olgunun İslam dünyası genelinde oluşturduğu siyasi ve kültürel egemenliğe yaptığı vurgularda, “İslam dünyasının yönetimi bin yıldır Türklerin uhdesindeydi. Bin yıllık iktidar sadece Anadolu, Rumeli, Balkanları, Arap dünyasını İran’ı ve Hindistan’ı etkilemekle kalmadı, aynı zamanda Türklük kavramını da etkiledi, hatta köklü bir şekilde dönüştürdü”,  derken, Osmanlı merkezciliğinin neye yol açabileceğinin gayet güzel bir örneğini sunmaktadır.

Adı geçen coğrafyalar, toplumlar, kültürler, siyasal yapılara dair ne tür verilere sahibiz ki, Osmanlı merkezciliğine tutunarak tüm bu toplumlar üzerinde egemen bir tutumun varlığını ortaya koyma gücünü kendimizde bulabiliyoruz.

Kültürel difizyon, etkileşim, ödünç almalar, zorlamalar gibi mekanizmaları yadsımıyorum ve Osmanlının bu süreçler çerçevesinde ‘öteki’ üzerinde biretki oluşturduğunu kabul ediyorum. Ancak benzer bir durumun öteki’ler açısından görmemenin de gayet temel bir eksiklik ve yanlışlık olduğuna vurgu yapıyorum.

Yukarıda dolaylı olarak zikredilen yazarın dikkat çektiği coğrafyalar, kültürler vb. dışında uzun bir tarihi geçmişe sahip olmakla, İslam dünyasının önemli bir bölümünü teşkil etmekle kalmayan ve aynı zamanda İslamlaşma süreçlerindeki ve sürdürülebilirliğindeki kendine özgü bir yapı sunan Malay Takımadaları coğrafyasını anmaması da oldukça ilginçtir.

Yazar, bu coğrafyayı anmıyor. Çünkü, bu coğrafyaya dair elinde bir veri bulunmuyor...

Bu durum, sadece tekil düzeyde söz konusu yazarın bir hatası, eksikliği olarak görmek yerine, yukarıda dikkat çekmeye çalıştığım üzere, Osmanlı’dan başlayan bir süreçte, Osmanlı Türk düşüncesinin bu coğrafyaya dair temel bilgilerden başlayarak kapsamlı araştırmalar yapamamasının uzantısı olarak görmek gerekir.

Katı döngüsellik

Türkiye’deki ilgili alanlarda faaliyet gösteren akademisyen ve araştırmacıların çalışma evrenlerini, Osmanlı teritoryal ve siyasal alanı ile sınırlandırmalarıyla ilintili olduğu kadar, bunun dışında psikolojik, ideolojik ve hatta, dini ve kültürel nedenlerle, yukarıda kısaca bütüncül anlamıyla ortaya koymaya çalıştığım, ‘öteki’ne yönelik ilgisizliğe yol açmaktadır.

Bu ilgisizlik, Osmanlı teritoryal ve siyasal bağlamını kendine çalışma alanı seçmiş olan akademisyen ve araştırmacıların, sahip oldukları akademik ve araştırmacı olarak sahip oldukları bakış açılarının darlığına işaret etmektedir.

Bu durumun oluşturduğu psikolojik tesir, ister istemez, bu çevreleri Osmanlı-merkezciliğe itmesiyle bir tür kaçınılmaz döngüye neden olmaktadır.

Bu öz eleştirel tutum üzerinde durarak, Osmanlı çalışmaları yaparken, Osmanlı teritoryal ve siyasal çevresinin dışında yer alan bölgeleri, siyasal yapıları, toplumları, kültürleri kendi öz oluşumları ve gelişim süreçleriyle ele almanın, dikkatle incelemenin ve araştırmanın akademik bir zorunluluk olduğunu söylemekte yarar var.

https://guneydoguasyacalismalari.com/tr_tr/osmanli-merkezcilik-ve-dunyayi-anlama-cabasi-ottoman-centrism-and-the-effort-to-understand-the-world/

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder