28 Kasım 2025 Cuma

Japonya-Çin: Dünya barışı ve pragmatizm / Japan-China: World peace and pragmatism

Mehmet Özay                                                                                                                             27.11.2025

Japonya-Çin söz düellosunda Trump, kendini sahnede giderek daha çok göstermeye başladı.

ABD başkanı Donald Trump’ın, hafta başında Şi Chinping ve Sanae Takaichi ile yaptığı telefon görüşmelerinin yankısı sürüyor...

Trump’ın bu girişimi, “rollerin değişmekte olduğuna mı işaret ediyor?”, sorusunu da beraberinde getiriyor.

Rollerin değişmesinden kastım, birden fazla rol dağılımı ve bu rolleri üstlenen siyasi aktörlerin farklılaşn söylemleriyle ilintilidir...

Takaichi’den sırrın ifşası

Japonya’da başbakan değişimiyle birlikte, ultra-milliyetçi söylemiyle tanınan Sanae Takaichi’nin, 7 Kasım’da ulusal parlamento yaptığı konuşmasında, Japonya’nın Doğu Asya’daki güvenlik politikalarına dair ‘sırrı açığa vurması’ndan bu yana, Tokyo-Pekin ilişkileri gerginliğini sürdürüyor.

Başbakan Takaichi, bu konuşmasında, önceki başbakanlar döneminde, “stratejik belirsizlik” (strategic ambiguity) kavramıyla belirlenen, ülkesinin Doğu Asya güvenlik paradigmasını ifşa etmiş gözüküyor.

Oysa, düne kadar, Çin konusunda temelde aktif ve agresif rolü ABD başkanı Donald Trump üstlenmişti.

Öyle ki, Trump, daha geçen yıl başkanlık seçimleri kampanya sürecinden başlayarak ve ardından, Beyaz Saray’da yerini aldığı 20 Ocak sonrasından itibaren, bir dönem üzerinde önemle durduğu ‘Çin konusun’da, son birkaç gündür yaptığı açıklamalarla pasif bir konuma yerleşmiş gözüküyor.

Trump sakinliği

Bir önceki yazıda dile getirmiştim, Trump’ın Japonya-Çin çekişmesinde “sakin olun!” uyarısının ardında, önümüzdeki yıl kendisine tevdi edilmesi için çalıştığı barış ödülüne daha da yaklaşma çabası olduğunu söylemek mümkün.

Trump, önce Çin devlet başkanı Şi Chinping ile Pazartesi ve ardından, Japonya başbakanı Sanae Takaichi ile Salı günü telefon görüşmeleriyle, iki ülke arasındaki söz düellosunu sona erdirme konusunda ilk görünür adımı atmıştı.

Uluslararası medyada bu görüşmelerin yankısı sürüyor...

Özellikle Trump’ın, Takaichi ile görüşmesine atıfla, nazikçe, “gerginliği tırmandırma uyarısında bulunduğuna dikkat çekiliyor.

Ve Trump’ın bu girişiminin, yukarıda sunduğum barış ödülü bağlamının dışında, Washington ve Pekin arasında gümrük tarifeleri konusunda varılması beklenen anlaşmaya matuf bir yönü olduğu vurgulanıyor.

Şu veya bu şekilde, Trump’ın Çin’le ilişkileri ‘gerginleştirmeme’ çabasının, büyük ölçüde dönemine göre pragmatik yaklaşımlarla belirlendiğini söylemek mümkün.

Öyle anlaşılıyor ki, Trump nezdinde şimdi sıra, Pekin’le ilişkileri pozitif eğilimle ele alma yönünde.

Doğu Asya ilişkileri

Oysa hatırlanacağı üzere Ocak, Şubat aylarındaki çıkışı karşısında, Mart ayında Doğu Asya’nın üç önemli ülkesi Japonya, Kuzey Kore ve Çin dışişleri ve ardından, ekonomi ve ticaret bakanlarının görüşmelerine tanık olmuştuk.

Bu süreçten amaç, ABD’nin uygulamaya başladığı gümrük tarifeleri konusundaki küresel boyuttaki ‘acımasız’ girişimi karşısında, Doğu Asya’dan başlayan ve küresele doğru gelişmesi beklenen yeni ticaret anlaşmaları kurgusunun ortaya konmasıydı.

Kanımca, söz konusu bu üç ülkenin ikili ve bölgesel ticaret ilişkilerinde vardıkları söylenebilecek konsensustan vazgeçmeleri söz konusu değil.

“Peki o zaman değişen ne?” sorusu akla geliyor.

Sofia Üniversitesi’nden bir uluslararası ilişkiler öğretim görevlisi, Trump’ın önceliği, ABD-Çin ticaret ilişkilerine verdiği kanaatini taşıyor.

Bu kanaatin haklılık payı, Trump’ın, “Japonya, Çin, Güney Kore ve pek çok diğer ülkeyle harika ticaret anlaşmaları imzaladık ve dünya barış içerisinde” söylemiyle kendini ortaya koyuyor.

Trump’ın özellikle, Çin bağlamı kesin bir söylem niteliği taşıdığı intibaı uyandırıyor. Oysa, Çin’le ticaret anlaşmalarında atılması gereken önemli adımlar olduğu da biliniyor...

Dünya barışı ve pragmatizm

Yukarıda atıfta bulunulan ve Trump’ın, Japonya başbakanı Takaichi’den ‘ricası’ tamamen, bu yönde bir girişim.

Başbakan Takaichi’nin, Japonya ulusal güvenliğinin ilk sırasında yer alan Güney Çin Denizi’nde, olası bir sıcak gelişme karşısında ‘sessiz kalmayacağı’ konusundaki açıklamanın, ‘biçimi’ ve ‘zamanlaması’ tartışılabilir.  

Bu açıklamada, ‘askeri tepki’ vurgusunda Japonya’nın yalnız olmadığı unutulmamalıdır.

Başbakan Takaichi’ye böylesi bir siyasi çıkış yapma güvenini sağlayan olgunun, on yılı aşkın bir süredir, Japonya’da ulusal güvenlik ve askeri yapılaşmada yeni bir evreye girilmesi konusunda Obama döneminden başlayan ve özellikle, birinci Trump yönetiminden itibaren ortaya konulan taleplerle gündeme gelen paradigma değişimi olduğunu hatırlamak gerekiyor.

Japonya’da dönemin başbakanı Shinzo Abe’ -ki, Takaichi’nin mentoru olarak da biliniyor- meşhur 9. Madde ile gündeme gelen yasal değişiklikle, ülkenin güvenlik politikalarında, ülke sınırlarının dışında askeri operasyon yapma olanağı tanıyan paradigma değişimi anlamına gelen düzenlemeleri yapan isimdi.

Ülke içinden de tepki çektiği bilinen bu yasal düzenlemeye yönelik bazı çevrelerin yaptığı yorumlarda birkaç alternatif yaklaşım öne çıkıyor.

Bunlardan ilki, “Japonya ulusal sınırlarına doğrudan tehdit içeren durumlara yönelik...” söylemi.

Bir diğeri ise, “Japon kollektif savunmasına imkan tanıması ve hatta, Japonya’nın kendisi doğrudan bir saldırıya maruz kalmasa dahi, bir ittifak gücüne yardımcı olması”. Buradaki, ‘ittifak gücü’ ifadesinden ilk anlaşılansa ABD...

Hiç kuşku yok ki, Japonya’da yaşanan değişimleri en iyi bilen isimlerden biri Trump’ın kendisi...

Trump’ın bir diğer sorumluluğu ise, yeniden büyük Amerika’yı inşa etmek. Şu sıralar Trump ilkinden ziyade ikincisine yönelmiş durumda.

https://guneydoguasyacalismalari.com/tr_tr/japonya-cin-dunya-barisi-ve-pragmatizm-japan-china-world-peace-and-pragmatism/

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder