Mehmet Özay 27.11.2025
Japonya-Çin söz düellosunda Trump, kendini sahnede giderek daha çok göstermeye başladı.
ABD başkanı Donald Trump’ın, hafta başında Şi Chinping ve
Sanae Takaichi ile yaptığı telefon görüşmelerinin yankısı sürüyor...
Trump’ın bu girişimi, “rollerin değişmekte olduğuna mı
işaret ediyor?”, sorusunu da beraberinde getiriyor.
Rollerin değişmesinden kastım, birden fazla rol dağılımı
ve bu rolleri üstlenen siyasi aktörlerin farklılaşn söylemleriyle ilintilidir...
Takaichi’den sırrın ifşası
Japonya’da başbakan değişimiyle birlikte,
ultra-milliyetçi söylemiyle tanınan Sanae Takaichi’nin, 7 Kasım’da ulusal parlamento
yaptığı konuşmasında, Japonya’nın Doğu Asya’daki güvenlik politikalarına dair
‘sırrı açığa vurması’ndan bu yana, Tokyo-Pekin ilişkileri gerginliğini
sürdürüyor.
Başbakan Takaichi, bu konuşmasında, önceki başbakanlar
döneminde, “stratejik belirsizlik” (strategic ambiguity) kavramıyla
belirlenen, ülkesinin Doğu Asya güvenlik paradigmasını ifşa etmiş gözüküyor.
Oysa, düne kadar, Çin konusunda temelde aktif ve agresif
rolü ABD başkanı Donald Trump üstlenmişti.
Öyle ki, Trump, daha geçen yıl başkanlık seçimleri
kampanya sürecinden başlayarak ve ardından, Beyaz Saray’da yerini aldığı 20
Ocak sonrasından itibaren, bir dönem üzerinde önemle durduğu ‘Çin konusun’da,
son birkaç gündür yaptığı açıklamalarla pasif bir konuma yerleşmiş gözüküyor.
Trump sakinliği
Bir önceki yazıda dile getirmiştim, Trump’ın Japonya-Çin
çekişmesinde “sakin olun!” uyarısının ardında, önümüzdeki yıl kendisine tevdi
edilmesi için çalıştığı barış ödülüne daha da yaklaşma çabası olduğunu söylemek
mümkün.
Trump, önce Çin devlet başkanı Şi Chinping ile Pazartesi
ve ardından, Japonya başbakanı Sanae Takaichi ile Salı günü telefon
görüşmeleriyle, iki ülke arasındaki söz düellosunu sona erdirme konusunda ilk
görünür adımı atmıştı.
Uluslararası medyada bu görüşmelerin yankısı sürüyor...
Özellikle Trump’ın, Takaichi ile görüşmesine atıfla,
nazikçe, “gerginliği tırmandırma uyarısında bulunduğuna dikkat çekiliyor.
Ve Trump’ın bu girişiminin, yukarıda sunduğum barış ödülü
bağlamının dışında, Washington ve Pekin arasında gümrük tarifeleri konusunda
varılması beklenen anlaşmaya matuf bir yönü olduğu vurgulanıyor.
Şu veya bu şekilde, Trump’ın Çin’le ilişkileri
‘gerginleştirmeme’ çabasının, büyük ölçüde dönemine göre pragmatik
yaklaşımlarla belirlendiğini söylemek mümkün.
Öyle anlaşılıyor ki, Trump nezdinde şimdi sıra, Pekin’le
ilişkileri pozitif eğilimle ele alma yönünde.
Doğu Asya ilişkileri
Oysa hatırlanacağı üzere Ocak, Şubat aylarındaki çıkışı
karşısında, Mart ayında Doğu Asya’nın üç önemli ülkesi Japonya, Kuzey Kore ve
Çin dışişleri ve ardından, ekonomi ve ticaret bakanlarının görüşmelerine tanık
olmuştuk.
Bu süreçten amaç, ABD’nin uygulamaya başladığı gümrük
tarifeleri konusundaki küresel boyuttaki ‘acımasız’ girişimi karşısında, Doğu
Asya’dan başlayan ve küresele doğru gelişmesi beklenen yeni ticaret anlaşmaları
kurgusunun ortaya konmasıydı.
Kanımca, söz konusu bu üç ülkenin ikili ve bölgesel
ticaret ilişkilerinde vardıkları söylenebilecek konsensustan vazgeçmeleri söz
konusu değil.
“Peki o zaman değişen ne?” sorusu akla geliyor.
Sofia Üniversitesi’nden bir uluslararası ilişkiler
öğretim görevlisi, Trump’ın önceliği, ABD-Çin ticaret ilişkilerine verdiği
kanaatini taşıyor.
Bu kanaatin haklılık payı, Trump’ın, “Japonya, Çin, Güney
Kore ve pek çok diğer ülkeyle harika ticaret anlaşmaları imzaladık ve dünya
barış içerisinde” söylemiyle kendini ortaya koyuyor.
Trump’ın özellikle, Çin bağlamı kesin bir söylem niteliği
taşıdığı intibaı uyandırıyor. Oysa, Çin’le ticaret anlaşmalarında atılması
gereken önemli adımlar olduğu da biliniyor...
Dünya barışı ve pragmatizm
Yukarıda atıfta bulunulan ve Trump’ın, Japonya başbakanı
Takaichi’den ‘ricası’ tamamen, bu yönde bir girişim.
Başbakan Takaichi’nin, Japonya ulusal güvenliğinin ilk
sırasında yer alan Güney Çin Denizi’nde, olası bir sıcak gelişme karşısında
‘sessiz kalmayacağı’ konusundaki açıklamanın, ‘biçimi’ ve ‘zamanlaması’
tartışılabilir.
Bu açıklamada, ‘askeri tepki’ vurgusunda Japonya’nın
yalnız olmadığı unutulmamalıdır.
Başbakan Takaichi’ye böylesi bir siyasi çıkış yapma
güvenini sağlayan olgunun, on yılı aşkın bir süredir, Japonya’da ulusal
güvenlik ve askeri yapılaşmada yeni bir evreye girilmesi konusunda Obama
döneminden başlayan ve özellikle, birinci Trump yönetiminden itibaren ortaya
konulan taleplerle gündeme gelen paradigma değişimi olduğunu hatırlamak
gerekiyor.
Japonya’da dönemin başbakanı Shinzo Abe’ -ki,
Takaichi’nin mentoru olarak da biliniyor- meşhur 9. Madde ile gündeme gelen yasal
değişiklikle, ülkenin güvenlik politikalarında, ülke sınırlarının dışında
askeri operasyon yapma olanağı tanıyan paradigma değişimi anlamına gelen
düzenlemeleri yapan isimdi.
Ülke içinden de tepki çektiği bilinen bu yasal
düzenlemeye yönelik bazı çevrelerin yaptığı yorumlarda birkaç alternatif
yaklaşım öne çıkıyor.
Bunlardan ilki, “Japonya ulusal sınırlarına doğrudan
tehdit içeren durumlara yönelik...” söylemi.
Bir diğeri ise, “Japon kollektif savunmasına imkan
tanıması ve hatta, Japonya’nın kendisi doğrudan bir saldırıya maruz kalmasa
dahi, bir ittifak gücüne yardımcı olması”. Buradaki, ‘ittifak gücü’ ifadesinden
ilk anlaşılansa ABD...
Hiç kuşku yok ki, Japonya’da yaşanan değişimleri en iyi
bilen isimlerden biri Trump’ın kendisi...
Trump’ın bir diğer sorumluluğu ise, yeniden büyük
Amerika’yı inşa etmek. Şu sıralar Trump ilkinden ziyade ikincisine yönelmiş
durumda.

Hiç yorum yok:
Yorum Gönder