Mehmet Özay 25.11.2025
Ve, Japonya ve Çin arasında Tayvan üzerinden süren söz dalaşına nihayet,
ABD başkanı Donald Trump da dahil oldu...
Uluslararası düzenin tesisi
Trump, dün bir yandan, Çin devlet başkanı Şi Chinping ile telefon görüşmesi
yaparken, benzer bir telefon görüşmesini Japon başbakanı Sanae Takaichi ile
yapması sürecin kanımca, ne denli ciddi bir evreye geldiğinin göstergesidir.
Dün yapılan, Trump-Şi Chinping görüşmesinin anahtar
cümlesi olarak değerlendirdiğim husus, yayın organlarında yerini aldı.
Buna göre, Çin devlet başkanı, Tayvan’ın Çin’e devrini,
Pasifik Savaşı sonrası oluşan ve Çinli yetkililerce, Çin’in aleyhine olduğu
giderek daha güçlü bir şekilde dile getirilen ‘sistemik hata’nın onarılması
olarak dile getiriyor.
Trump müdahil (mi?)
Donald Trump’ın, 7 Kasım’dan bu yana, Japonya ve Çin
arasında devam eden söz dalaşında yerini
almasını nasıl yorumlamalıyız?
Takaichi’nin Japon parlamentosunda yaptığı konuşmadan
birkaç gün sonra kaleme aldığım yazıda, onun, Çin’le olası bir çatışma sürecini
gündeme taşıyan ifadesinin ardında, salt bir başbakan görüşünü beyan etmediğine gizli/açık dikkat
çekmiştim.
Ve bu anlamda, Trump’ın Japonya’ya yaptığı resmi ziyarete
atıfta bulunmuştum.
Trump’ın hem, Takaichi hem de, Şi Chinping ile görüşmesinin
bazı basın organlarında ele alınışı, sanki onun arabulucu rolü oynuyormuş
hissini uyandırmıyor değil.
Şayet böyle bir açılım söz konusu ise, Trump’ın yine
pragmatik bir yaklaşım sergileyerek, önümüzdeki yıl Nobel Barış Ödülü sürecine potansiyel
destek anlamı taşıyan bir siyasi çıkış yapmakta olduğunu düşünmek mümkün.
Bununla birlikte, Trump’ın Ukranya, Filistin, Kamboçya
çatışma bölgelerine nüfuzunda ne kadar başarılı olduğu sorgulaması, akıllara
Japonya-Çin arasındaki dalaşta onun, ne denli etkin ve etkili olabileceğine
dair şüpheleri akla getiriyor.
Trump’ın bu tür söz düellolarını sevdiğini söylemek
mümkün...
Çiçeği burnunda Japon başbakanı Takaichi’nin, bizatihi
saip olduğu ‘ultra milliyetçi’ tutumunun etki gücünü göz ardı etmemekle
birlikte, Trump’la yapılan görüşmelerin onun, Çin’i doğrudan hedef alacak ve de
Pekin’deki Çin yetkililerini kızdıracak boyutta bir açıklamasında bir etkisi
olduğunu varsaymak yanlış olmayacaktır.
Kim, ne diyor?
Nihayetinde, Japonya-Çin çatışmasında sorunu tespit etmek
ve tarafların tutumlarını doğru değerlendirmek gerekiyor.
Çin, Tayvan’ı kendisine bağlı bir coğrafya kabul ediyor
ve bunun Pasifik Savaşı sonrası ‘kendisi açısından oluşan’ uluslararası bir
dengesizlik kabul ediyor.
Tayvan, 1911’de Sun Yat Sen’le başlayan Çin
milliyetçiliğinin 1949’da, Ana-Kıta Çin’inin Komünistlere devretmesiyle,
‘Ada’da kurduğu yapıyı, deklare etmese de, bir ulus-devlet bağlamında
yorumluyor.
Japonya’nın ve ABD’nin Tayvan konusundaki tutumlarını
ise, Tayvan siyasi yönetiminin ve de halkının tüm Asya-Pasifik bölgesinde sahip
olduğu demokrasi pratikleriyle Batılı liberal demokrasilerin belki de, yegâne
örneği ve sembolünü teşkil ediyor.
Bu kısa izah, bize Japon başbakanının, 7 Kasım’da yaptığı
açıklaması karşısında Çin’in, geri adım attırma çabalarına olumlu cevap
vermeyişinin temel nedeni olarak anlamak gerekiyor.
Japonya, sınırlarına 110 kilometre yakınlığındaki bir
coğrafyada, Çin varlığını tahammül edemeyeceği ortada.
Bunun yanı sıra, ABD ise, sahip olduğu ekonomi-politik
değerler açısından, Tayvan’ı yalnız bırakmama eğilimini bugüne kadar devam
ettirdi.
Ve bununla kalmayıp, resmi olarak Tayvan’ı tanıdığını
ilân etmese de, Tayvan’ın en büyük ticaret ortağı ve en büyük silah tedarikçisi
olmayı sürdürüyor...
Bu çerçevede, Tayvan’ın jeo-stratejik konumunu da, yabana
atmamak gerekiyor...
Doğu Asya ile Güneydoğu Asya’yı birbirine bağlayan Güney
Çin Denizi’nin girişinde bulunması, Doğu Asya kalkınmış ülkelerin neredeyse tüm
enerji ihtiyaçlarının sağlandığı suyolları güzergahının vazgeçilmez bir
bölümünde yer alması; Çin komünizminin belki de, ilk etapta kontrol kapısı
olması gibi özellikleri Tayvan’ın, sadece Japonya için değil, kanımca Güney
Kore ve ABD için de Çin’e terk edilemeyecek denli önemli bir Ada olduğuna
işaret ediyor.
Haberlerde, en azından gördüğüm kadarıyla, Trump’ın, Şi
Chinping’in bu yaklaşımına ses çıkartmamış olması, son iki haftadır yükselen
gerilimi daha da artırmama adına olsa gerek.
Yoksa, Çin liderinin bu siyasal açıklamasının dünya
düzeni normlarının farklı alanlarını da içine alacak şekilde yorumlanmasına
sebep olur ki, bu hiç kuşku yok ki, ABD’nin üzerinde yükseldiği zeminin önemli
ölçüde kayganlaşması anlamına gelir.
Japonya ve Çin arasında giderek yükselen gerilimin nasıl
durdurulacağı konusu şimdilik belirsiz. Arabulucu olarak sunulan Trump’ın ise yaşanan
sözlü düelloyu sona erdirme konusunda elinde pek fazla bir argüman
bulunmuyor...
Krizin sonununun nereye varacağını, biraz daha bekleyip
görelim.

Hiç yorum yok:
Yorum Gönder