9 Kasım 2025 Pazar

Müslümanların ‘güney-güney’ algısının temelleri / The foundations of Muslims' 'south-south' perception

Mehmet Özay                                                                                                                             09.11.2025

Uluslararası ilişkilerde bir süredir gündeme getirilen kavramsallaştırmalardan biri olan ‘güney-güney’ ilişkisi, bize bir şeyler söyleme istidadı gösteriyor...

Bununla birlikte, bu kavramsallaştırmayla ortaya konulmak istenen toplumsal, siyasal ve ekonomik gerçekliği anlamlandırabilmek için sadece bugün, yaşanmakta olanlara bakmanın yetersizliği de ortada.

Bu yazıda, halkının kahir ekseriyeti Müslüman olan toplumların ürettiği ulus-devletlerin kısa tarihlerinde, kalkınma süreçlerini ana hatlarıyla ortaya koymaya çalışacağım.

Temel sorun: ekonomik kalkınma?

Halkının kahir ekseriyetinin Müslüman olduğu ulus-devletlerin, -kahir ekseriyeti itibarıyla-, 20. yüzyılın ortalarından başlayan bağımsızlıklarından bugüne kadar geçen süre zarfından, ekonomi-politik ve bir ölçüde medeniyet söylemlerinde geçirdikleri belli başlı evreler bulunmaktadır.

Bu uzun evrelerin erken dönemlerinde, bağımsızlık ruhunun ve dinamizminin hakimiyetinin oluşturduğu bir tür özgüvenin varlığının yerini hızla, kalkınma süreçlerinin özellikle de, ‘ekonomik kalkınmanın’ ‘nasıl?’, ‘ne tür?, ‘kimle?’ vb. olacağıyla başlayan sorgulamaya bıraktığı görülür.

Sorun, var olan manevi özgüvene eklemlenecek maddi boyutların yani, modern kalkınma süreçlerinin nasıl gerçekleştirileceğiyle ilgiliydi.

Bu durum, sadece ulus-devlet bağımsızlığı ile sınırlı olmadığı, aksine bunun yanı sıra, sürecin ‘medeniyet’ boyutuyla da doğrudan ilintili bir yönelimi olduğu aradan geçen süre zarfında dikkat çekilmeye başlandı.

Ancak, bunun anlaşılabilmesi için acı tecrübelerin yaşanması gerekiyordu...

Batı Avrupa ve ABD ile olan bağların güncellenmesi hiç kuşku yok ki, kalkınma süreçlerinin ve bunların uzantısı olan, her nevinden ithâl olgusunun gündeme gelmesine işaret eder.

Başta bilimsel alan olmak üzere -ki, bunun için evrensel eğitim ve yüksek eğitim süreçlerine kayda değer yatırımlar yapılması gerekiyordu, ve bunun kendini pratik alana yansıması olan teknoloji ve sanayi bağlamları, halkının kahir ekseriyeti Müslüman olan ulus-devletler yönetimlerinin, kaçınılmaz olarak merkezi süreçlerini teşkil ediyordu.

Ve nihayetinde, bu alanların pratik alet, araç-gereç gibi gündelik yaşamda temelde zorunluluklar ve ardından, kabullenilen zorunluluklara bıraktığına tanık olundu.

Temelde yaşanan bu süreç/ler ve varsa sorgulama/lar, bittiği varsayılan sömürgeciliğin etkisinin ne denli devamlılık gösterdiğinin bir ifadesi olarak da okunabilir.

Evrilme

Bağımsızlık süreçlerinin başlarında ekonomi-politik anlamda kendindelik ‘tam bağımsızlık’ sloganıyla gündeme getirilirken, bunun entellektüel alandaki karşılığı ‘de-colonization’ kavramsallaştırması oldu.

Ancak, bir süre sonra, aynı dönemin  oluşan yeni dönemin koşullarında güncellendiği anlamına gelecek şekilde, ‘re-colonization’ veya ‘new-colonization’ kavramlarıyla anlaşılmaya el verecek şekilde, geçmişin tüm olumsuz anılarının güncellenmesi gündeme geldi.

Entellektüel alanda bu kavramlar gündeme gelirken, bunun akademi dünyasının sınırları dışına çıkmasının ve etkisini göstermesinin mümkün olmadığı da, yaşanan tüm süreçlerle kendini ortaya koyuyor.

Bunu söylerken, bugün de devam ettiği gözlemlenen ve birkaç ülke temelli olarak gelişme gösteren ve diğer bazılarınca taklit etme eğilimlerine tanık olunan bazı yapılaşmaları, ‘medeniyet’ çevresinin ve de ‘alternatif kalkınma süreçlerinin’ örneği olarak ele almanın, ne kadar kendinde ve bağımsız olduğu da, anlaşılmaya muhtaç bir durumdadır.

Başarı/sız/lık olgusu

Kalkınma süreçlerine hem, yerli ve ulus-devletçi boyut ile hem de, uluslararası ya da Batılı çevrelerin katkılarıyla adına, ‘hiyerarşik modernleşmeci’ yapılaşmanın hakimiyeti ilgili ulus devletlerin kendi başlarına hareket edemediklerini ortaya koyuyor.

Öyle ki, Birinci Dünya Ülkeleri, İkinci Dünya Ülkeleri ve Üçüncü Dünyü Ülkeleri kavramsallaştırmaları bu kavramları ve tanımlamaları ortaya koyanlarca belirlenirken, halkının kahir ekseriyeti Müslüman olan toplumlar yani, bugün ‘güney’i teşkil eden toplumlar -1950 ve 1990’lı yıllar arasındaki küresel ideolojik ayrıştırmalardaki yerleri ne olursa olsun, genel itibarıyla üçüncü alanda yer alıyordu.

Eski sömürgeci güçlerin devamı mahiyetindeki Batı’lı ulus devletler ve bunların kurucusu ve hegemonu oldukları küresel kurumların öncülüğündeki kalkınma hamleleri, Müslümanların çoğunlukta olduğu ulus-devletlerde merkez ve merkeze yakın alanlarla sınırlı olacak şekilde, “göreceli kalkınma” adını verdiğim süreçlerin yaşanmasına yol açtı.

“Göreceli kalkınma” seçilmiş ya da kendini seçmiş bürokratik, sivil ve askeri elitlerin omuzlarında yükselirken, bu gelişmenin ilgili ulus devletlerde geniş halk katmanları ve özellikle de, entellektüel çevrelerde kafa karışıklığına yol açmasıyla, yeni ve alternatif söylemlerin gündeme gelmesine neden oldu.

Kafa karışıklığı yaşamayan çevrelerde ise yaşanan süreçler, ‘tam teslimiyetle’ kendini ortaya koydu...

Bu bağlamda, yönetim erki çevresinde bir tür uyanışın olup olmadığı ise, ayrıca incelenmeye değer bir konudur.

‘Ötekiyle’ kalkınma

Ekonomik kalkınmaya dair girişte dikkat çektiğim sorulara verilebilecek ‘yerli’ cevapların sınırlılığı, ekonomik kalkınmanın olsa olsa, Batı ile yeniden birleşmeye ve barışmaya evrilen çabalarla olacağına dair kanaat ve hatta inanç, bir tür ekonomi-psikolojik boyutun ortaya çıkmasına neden oldu.

Kapısı çalınan eski sömürge güçlerinin oluşturduğu Batılı ulus-devletler veya onların muadili, Batılı ve/ya Batılılaşmış doğulu birkaç ulusun sahip olduğu kalkınma unsurları ve süreçleri, ‘ekonomik kurtuluşun’ çaresi olarak gündeme geldi.

Burada bir an için durup, eski sömürgeci güçler gerçekte ve fiili olarak eski sömürge topraklarının ekonomi-politik süreçlerinden, ne ölçüde ayrıldıkları ve ayrıştırıldıklarını sorgulamayı da gerektiriyor.

Kanımca, fiziki anlamda bir ayrışma olsa da, ki bunu ‘bağımsızlık’ ilânlarıyla paralel görmek mümkün, başta ekonomi-politik ve bir ölçüde, entellektüel ve medeniyet bağlamında kopuştan söz etmek mümkün değil.

Tarihi yük

Bağımsızlığını yeni kazanmış, halkının çoğunluğu Müslüman olan ulus-devletlerin ekonomik kalkınmayla ilgili bağlamları, araçları, kurumları kendi başlarına üretememiş olmasının yükünün, sömürge dönemine doğrudan yansıtılması, bir tür geri dönüş ve tarihsel hesaplaşmaları gündeme getirdi. 

Burada açık bir sorgulama olarak, halkının kahir ekseriyeti Müslüman olan toplumların, kendilerini ait hisssettikleri bir medeniyet olup olmadığı; böylesi bir bağlam varsa, bunun neye tekabül ettiği, ya da kabul edilen medeniyet unsurunun sadece, ‘manevi’ alanları kapsayıp kapsamadığı ya da medeniyeti sadece, bu ‘manevi’ alanlarıyla ele almanın mümkün olup olmadığı gibi bir dizi ciddi soruları da gündeme almak gerekiyor.

Bununla birlikte, bu yazıda söz konusu bu sorulara cevap vermenin mümkün olmadığını, ancak bunu başka bir yazıya havale etmek gerektiğini belirtmek isterim.

Bir süredir gündeme getirilmekte olan “güney-güney” kavramsallaştırması, bünyesinde halkının kahir ekseriyeti Müslüman olmayan ulus-devletleri içerse de, bizim açımızdan algılanan boyutu güneyin büyük ölçüde halkının kahir ekseriyetinin Müslümanolan toplumlar anlamına geldiğidir.

Bu noktada, yaşanmakta olan gelişmeleri tarihsel süreçler ile birlikte ele alarak yapılan hataları onarmanın yolu, konunun ekonomi-politikle ilgili boyutu kadar, bunu aşan boyutlarının da olduğunu görmekte yattığını söylemek gerekiyor.

https://guneydoguasyacalismalari.com/tr_tr/muslumanlarin-guney-guney-algisinin-temelleri-the-foundations-of-muslims-south-south-perception/

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder