Mehmet Özay 21.06.2025
Dosyalarım arasında rast geldiğim bir makale üzerinden,
kısa bir görüş yazısı ortaya koyacağım. Konu, Dr. Tamimi Hoca’nın ‘İslam ve
Demokrasi’ konulu bir makalesi.
Yaşadığımız bugünlerde, konunun güncelliğine kuşku
olmadığı gibi en azından gelecek yüz yıl için de Müslüman toplumlar için
güncelliğini koruyacağına kuşku bulunmuyor...
Bugün, ‘bizim demokrasiye ihtiyacımız yok’ diyen doktora öğrencilerimiz
ile Dr. Tamimi Hoca’nın yazısının odağında da yer aldığı üzere, -en azından
1950’lerden itibaren- teorik söylemlerinde demokrasiye gayet önemli bir yer açan
ancak, pratikleri ile bu açılımı daraltan ve nihayetinde, demokratik
olmadıklarını her halükârda topluma gösteren siyasilerin var olduğu Müslüman
toplumlarla karşı karşıyayız.
Batı’yla karşılaşma: İslam ve Demokrasi
Ele aldığım makalenin yazarı Dr. Azzam S. Tamimi...
Tamimi Hoca, “İslam Siyaset Düşüncesinde Demokrasi”
başlığını taşıyan çalışmasını, 1997 yılında İrlanda’nın başkenti Belfast’da,
aynı adla anılan camide düzenlenen bir etkinlikte sunmuş.
Geçtiğimiz yüzyılın sonlarında gayet güncel olan ‘İslam
ve Demokrasi’ konusunun, dinleyicilerinin, ‘Hicrette olan’ Müslüman topluma ve
muhtemelen, ihtida etmiş olan Avrupalı Müslümanlara yönelik olduğunu düşünmek
mümkün.
Hemen hatırlatalım ki, -o dönem itibarıyla-, ‘İslam ve
Demokrasi’ konusunun ele elınması bir rastlantı değil...
Dr. Tamimi Hoca’nın bu kısa makalesinde de zikrettiği,
değindiği Malik bin Nebi, Seyyid Kutup gibi isimlerden bazılarının da zamanında,
Batı’da gelişen ideolojiler ile İslam hakkında, karşılaştırma temelli olarak
kaleme aldığı, söylem geliştirdiğine tanık olunmuştu.
İslam ile Demokrasi kavramlarının birlikte ele alınmasın
bir rastlantı olmadığı, temelde Müslüman toplumların -daha doğru söylemek
gerekirse, aşağıda değinileceği üzere Tahtawi örneğindeki gibi, Müslüman ilim
adamlarının- kiminle, nerede, nasıl, ne şekilde karşılaştıklarının tastamam
yansıması olarak karşımıza çıktığını bize bir kez daha gösteriyor.
Tıpkı, -kabaca ortaya koymak gerekirse-, 1950’lerden
başlayarak Milliyetçilik, 1960’lardan itibaren Sosyalizm, 1970’lerden itibaren
modernite, 1980’lerden itibaren post-modernite vb. süreçler bize, en azından
20. yüzyıl ortalarından itibaren, ‘Ortadoğu ve Kuzey Afrika eksenli’ siyasal ve
sosyal değişimlerin içerisindeki kafa karışıklığı, nereye evrilmek istediği,
neyi öğrenmek istediği gibi bir dizi soruya karşılık gelecek bir yönelimi
bulunuyor.
Bu yaklaşım temelde, 20. yüzyıl ortalarından itibaren bağımsızlıklarını
kazandığı ileri sürülen Ortadoğu ve Kuzey Afrika ülkelerindeki Müslüman
toplumların Batı’da, -en azından- 17. yüzyıldan itibaren gelişme kaydeden,
devlet ve yönetim, toplum ve ekonomi, siyaset ve toplum gibi konulara karşılık
gelecek, bir dizi paradigmatik yaklaşımlara verdikleri ve kendi içlerinden,
büyük ölçüde kendi tarihlerinden çıkarsadıkları anlamları bütünlüklü hale
getirme çabalarıyla yani, siyasal ideolojilerle karşılaşmalarının bir
sonucudur.
Arap toplumu ve demokrasi
Dr. Tamimi Hoca’nın makalesinin başlığı, ‘İslam Siyaset
Düşüncesi’ bölümü gayet geniş bir perspektifi yansıtıyor.
Ancak, hem konuyu ele alan Tamimi Hoca, hem eserinde
zikrettiği isimler Ortadoğu ve Kuzey Afrikalı...
Bu noktada, İslam coğrafyasının ne demografik yapısı, ne
coğrafi büyüklüğü gibi istatistiki verilerde öne çıkartılabilecek ve
genelleştirilebilecek bir bölümünü teşkil etmiyor.
Bu durumu, Dr. Tamimi Hoca hemen makalenin başında açık
seçik ortaya koyarak, Demokrasi’nin “Arap siyaset düşünürleri” ve “Arap İslam literatürü” demek suretiyle
ortaya koyuyor.
Benzer hususu, ‘Demokrasi’ kavramı için de söylemek
mümkün...
Müslüman zihinlerin kafa karışıklığında gayet önemli bir
yeri teşkil eden, ‘demokrasi’ kavramının Batı’da monolitik, tek düze vb. bir
bağlama oturduğu varsayımı bize doğru adresi, doğru toplumsal süreci, anlamlı
değişimleri aktarmaktan yoksun gözüküyor.
Başlıkta ortaya konulan ve bir tür gizli/açık kafa
karışıklığına yol açan durumun yazar yani, Dr. Tamimi Hoca tarafından kasıtlı
olarak yapıldığını belki söyleyemeyiz.
Ancak, okuyucular açısından böyle bir tehdit olduğuna
Hoca’nın en azından, konuşmasının bir yerlerinde değindiğini varsayabiliriz.
Aksi halde, sorunun Müslüman toplumlar genellemesi kadar
Batı Demokrasisi kavramı genellemesinin de önümüze hayli sorunlar açacağını
söylemek mümkün.
Tahtawi, Fransa ve Demokrasi...
Tam da bu noktada, Dr. Tamimi Hoca’nın Batı
demokrasisinin etkisine dair gündeme getirdiği Arap siyaset literatüründe
Rifa’a Tahtawi’nin, Paris ziyareti sonrası 1834 yılında Arapça kaleme aldığı
çalışmasında Fransa başkentinde gözlemlediği, bir ölçüde tanık olduğu
gelişmeleri aktarmasını örnek vermesi tam da, yukarıda dile getirmeye
çalıştığım, ‘Batı’da demokrasi’nin neye tekabül ettiğine dair önemli bir örnek
teşkil ediyor.
Tahtawi’nin Paris ziyareti denilince aklıma ister
istemez, ondan bir yüzyılı aşkın süre önce aynı mekana yani, Paris’e benzer bir
ziyarette bulunmuş olan 28. Çelebi Mehmed ve oğlu Said Ağa geliyor...
İlgiçtir ki, Fransa demokrasisi Kuzey Afrika’da Tahtawi
marifetiyle giderek yankı bulacak bir siyasal ideoloji olarak belirirken,
Fransız Alex Tocquivelle’nin -aşağı yukarı benzer dönemde- ABD ziyareti
sırasında yaptığı gözlemler, Atlantik Okyasunu’nun öte yakasında, farklı bir
demokrasi pratiğinin nasıl uyglanmakta olduğunu başta Fransa olmak üzere Avrupa
toplumlarına göstermeyi hedefliyordu.
Dr. Tamimi Hoca, Tahtawi’nin Arapça kaleme aldığı eserinde
Fransa’daki -çoğuluculuk ilkesini içkin olan- demokrasi uygulamasının, İslam
hukukuyla -bu, “ideolojik ve hukuki çoğulculuk” olarak okunmalıdır-
uyumluluğuna vurgu yaptığını dile getiriyor.
Tahtawi’nin, Fransa Devrimi (1789) sonrasındaki dur durak
bilmeyen siyasal ve toplumsal gelişmelerin 1830 yılındaki boyutunu gözlediği ve
bu anlamda, dönemin Fransa Kralı 10. Charles’a karşı gerçekleştirilen ve
demokratik yönetimi pekiştirmeye matuf ‘devrimi’ örnek veriyor.
Tahtawi’nin, dört beş yıl Fransa’da kaldığı biliniyor...
Dr. Tamimi, tarafından yukarıda dikkat çekilen görüşünün
demokrasi kavramının, siyasal boyutu ile ortaya konduğu gözden
kaçırılmamalıdır...
Tahtawi’nin, Fransa toplumunda demokrasinin temsili gücü
elinde bulunduranlar yani, siyasi partiler/gruplar arasındaki ilişkileri ve
siyasi kurumların işlerliğindeki önemi dışında nasıl bir toplumsal süreçte
ortaya çıktığı, nasıl bir toplumsal süreç ürettiği gibi alanlarda ne
söylediğini kanımca dönüp eserine bakıp aramakta yarar var.
Bununla söylemek istediğimiz, Dr. Tamimi Hoca’nın makalesi
özelinde, 20. yüzyılın ikinci yarısı boyunca Kuzey Afrika ve Ortadoğu’daki
halkının çoğunluğu Müslüman olan ülkelerde ‘demokrasi’den ne anlaşıldığına dair
bir yaklaşım ortaya koymaktır.
Siyaset ve toplum ilişki/siz/liği
Bu toplumların, ilgili ulus-devletlerinde yönetim erkiyle
olan ilişkileri, ilişkisizlikleri, Müslüman siyaset bilimcileri ‘demokrasi’
konusuna eğilmeye sevk ettiğine kuşku yok.
Şunu söylemekte yarar var ki, demokrasi kavramının
‘siyasal sınırlarıyla’ ortaya konulma çabası anlamlı olmakla birlikte, bunun
önemli bir yaklaşım eksikliğini de beraberinde getirdiğine kuşku yok.
Bu nedenle, yukarıda kısaca Fransız Alex Tocquivelle’nin
Amerika’ya yaptığı geziye gönderme yaptım...
Yani, Alex Tocquivelle, Amerika’da demokrasiyi toplumsal
yapılarıyla birlikte değerlendirirken, Tahtawi öyle anlaşılıyor ki,
gözlemlerini ‘siyasal sistem ve kurumlar’ üzerine odaklamış...
Batı’da, hem Avrupa’da hem de Kuzey Amerika’da toplumsal
gelişmeler, değişmeler, değişimler sonrası ortaya konulan bir siyasal sistem
olduğunu, 19. yüzyıl Müslüman gözlemcileri ile 20. yüzyıl İslam siyasal
düşünürlerinin kayda değer bir şekilde göz ardı ettiklerini söylemek yanlış
olmayacaktır.
Tahtawi’ye referansla Batı siyasal sistemine yönelik
olumlu yaklaşım ve bunun, -Dr. Tamimi Hoca’nın makalesini sunduğu dönemi
dikkate alarak söylemek gerekirse-, aradan geçen yüz elli yıla varan süreye
rağmen, Kuzey Afrika ve Ortadoğu toplumlarında karşılığının ortaya çıkmamış
olması üzerinde durulmaya değer bir konudur.
Dr. Tamimi Hoca, biraz alelacele yazıldığı anlaşılan
çalışmasında sırasıyla, diğer bazı 19. yüzyıl Arap düşünürlerinin çalışmalarına
atıfla, kısaca ‘Demokrasi ve İslam’ konusundaki görüşlerini yorumluyor.
Arap düşünürler ve despotizm tıkanıklığı
Bu isimler arasında, Tunuslu Hayrettin (Khairuddin
al-Tunisi), Cemaleddin Afgani (Jamal ad-Din Al-Afgani), Muhammed Abduh,
Abdurrahman al-Kawakibi gibi isimler de birbiri ardına ve ortaya koydukları
önemli kavramlarla gayet kısa olarak ele alınmış.
Belki de, ortak görüş şu diyebiliriz: Adı geçen isimler
sorunu İslam’da bulmuyor...
Bununla birlikte, hedefe dönemlerinin Müslüman
toplumlarını yönettiği iddiasındaki yöneticilerini koyuyorlar.
Peki, Müslüman toplumlara, toplumsal gerçekliklerine dair
bir söylem var mı? Evet, konuya daha derinlikli bakmakta yarar var...
Görünen o ki, adı geçen düşünürlerin Batı toplumlarında
ortaya çıkan siyasal sistemi ve kendi toplumlarındaki siyasal yapıları
analizlerinde büyük ölçüde gözden kaçırdıkları husus, toplumsal yapının teşkili
üzerinde durmamalarıdır.
Bu yaklaşımın tipik örneklerinden birinin Tahtawi
olduğunu Fransa ziyareti görüşleri üzerinde kısaca belirttim.
Bir diğer örnek, Abdurrahman el-Kavakibi...
El-Kavakibi, teorik olarak “Müslüman toplumun başlarına
seçtikleri yöneticilerin niteliklerinden sorumlu olduklarını” teorik olarak
gayet güzel açıklıyor.
Ancak, 19. yüzyılda hangi Müslüman toplumun hangi
yöneticisini, nasıl seçtiği konusuna dair örnekler -en azından, Dr. Tamimi Hoca
tarafından makalesinde yer verilmiyor... Yine dönüp el-Kavakibi’nin
çalışmalarına göz atmakta yarar var.
Belki burada, el-Kavakibi’nin neyi söylemediğini,
Cemaleddin Afgani’nin ileri sürdüğü bir görüşle ortaya koymak mümkün.
Afgani’nin “Despotik Yönetim” başlıklı yazısına gönderme
yapan Dr. Tamimi Hoca, onun Müslüman toplumlarda -burada yine, Kuzey Afrika ve
Ortadoğu’yu düşünmemiz gerekiyor- siyasal yönetimlerin “despotizme” düçar
olmalarına sebebi, “Doğu’da (Müslüman toplumlarda) düşünürlerin kamuoyunu/halkı
‘Cumhuriyetçi yönetim’in değerleri hakkında aydınlatmamış olmasına” bağlıyor.
Soruna neden bulma çabalarında süreç bitmiyor...
Afgani’nin -uzaktan- öğrencisi Reşid Rıza’ya da değinen
Dr. Tamimi Hoca, 20. yüzyılın başlarında çıkardığı uzun erimli dergisi al-Manar’la
belirleyici olan Rıza’nın Müslüman toplumların siyasal geriliklerine sebep
olarak, bu toplumların dinlerinin gerçekliğini (the truth of their religion)
kaybetmelerine bağlıyor.
Hocasıyla öğrencisi arasında sanki gizli/açık bir düşünce
yarığı var gibi...
İlki, düşünürlerin halkı siyasal olarak eğitmemesine
vurgu yaparken ikincisi, geniş toplum kesimlerinin dinle ilişkilerine bağlıyor.
Müslüman toplumların, Din’nin hangi boyutuyla
ilişkilerinde problem olduğunu anlamak için, herhalde yine dönüp Reşid Rıza’nın
ne söylemek istediğine bakmak gerekiyor...
Dr. Tamimi Hoca’nın alıntılamasıyla “Gerçek İslam iki
hususu içeririr: İlki Yaratıcı’nın birliği (ikincisi devlet işlerinde danışma
(consultation). Despotik yöneticiler, Müslüman toplumun ilk ilkeyi terk
etmelerini teşvik ederek, ikinci hususu unutmalarını sağladılar”.
Gayet ağır bir ifade... Değil mi?
Dr. Tamimi Hoca, -çalışmanın buraya kadar olan bölümünde-
dikkat çekitği 19. yüzyıl Arap düşünürlerinin kendi bireysel eğitimleri,
gözlemleri, seyahatleri, tecrübeleri ve düşünceleriyle şekillenen Demokrasi ve
İslam olgusunu ele alıyor.
Öyle anlaşılıyor ki, bu düşünürler dönemleri itibarıyla
önemli bir işlev yerine getirmiş olsalar da, görüşlerinin oluşmasında Batı’da
ne tür toplumsal değişimlerin ortaya çıktığını anlama çabasında zaafiyet
göstermiş gözüküyorlar.
Bunun anlaşılabilir yönleri var...
Örneğin, Kuzey Afrika ve Ortadoğu bağlamında o dönem
itibarıyla Müslüman toplumun başındaki yöneticilerin ve onların yönetim
yapılarının oluşturduğu ağır baskıdan kurtulmanın yollarını arama gibi
acelecilik işin başında geliyor düşüncesindeyim.
Dr. Tamimi Hoca, makalesini 19. yüzyıl başlarından
itibaren ele aldığı Kuzey Afria ve Ortadoğu toplum ve siyaset sorusunun
‘demokrasi’ olgusuna odaklayarak geliştirmesinin de pratik bir yönü bulunuyor.
O da, bizatihi Dr. Tamimi’nin kendi yaşadığı bireysel
tarihinin ona öğrettiği açmazların üzerinden gelebilme çabasıdır.
Ancak ne, 19. yüzyılın ilk yarısından itibaren gelişme
gösteren Batı’da demokrasi yönetimine duyulan ilgi ne de, 20. yüzyıl
ortalarından itibaren ortaya çıkan sözde ulus-devletlerin varlığı Kuzey Afrika
ve Ortadoğu Müslüman toplumlarının uygun bir siyasal rejimle karşılaşmalarına
olanak tanımış gözüküyor.
Ortada, kısır bir döngünün varlığı kendini ağır bir
şekilde hissettiriyor...
Bugün, bizim öğrencilerin ‘demokrasi istemeyiz’ söylemi,
Batı’da yaşananların sonucu gibi algılanabilir.
Ancak bu durum, Müslüman toplumlarda ‘yönetim’ sorusunu
çözmeye kafi gelmiyor.
Çünkü demokrasi istemeyiz diyen öğrenciler, ‘diktatörlük
istiyoruz’ diyerek sözde kendilerine çözümü sunmuş oluyorlar.
Dr. Tamimi Hoca’nın makalesini ele almaya devam
edeceğim...
https://guneydoguasyacalismalari.com/musluman-toplumlar-ve-demokrasi-ihtiyaci-muslim-societies-and-a-need-for-democracy/