Mehmet Özay 05.01.2025
Bu kısa yazıda,
Orang Asli ile Marx’ın gündeme taşıdığı ve toplumu anlamanın bir aracı olarak
sınıflı toplum kavramı arasında bir ilişki olup olmadığı, varsa -ya da yoksa-
bunun neye tekabül ettiğine dair görüş ortaya koyacağım.
Marx’ın
araştırmalarını Avrupa dışında yapmadığı, hele hele Malay coğrafyasına
gitmediği biliniyor.
Bunun yanı
sıra, yine Marx’ın ortaya koyduğu sosyal felfesesini, Malay coğrafyasına ve bu
coğrafyadaki Orang Asli toplumuna yönelik olarak da geliştirmediği açık...
Ancak, Marx’ın
sosyal felsefisinde inceleme konusu yaptığı toplumun yani, Batı Avrupa endüstri
toplumunu, tarihsel evrim süreçleriyle açıklaması ve bu anlamda, ileri sürdüğü
sosyal evrimin ulaşacağı topluma dair öngörüsü, Orang Asli ile bir anlamda
karşılaştırmaya elverir bir durum ortaya koyuyor.
Ne tür bir katkı?
Bu noktada, söz
konusu giriş mahiyetindeki bu incelemenin, temelde bize iki açıdan katkı
sunacağı düşünülebilir.
İlki, Marx’ın
içinde yer aldığı, tecrübe ettiği, anlamaya çalıştığı, önerilerde bulunduğu
toplumu daha sağlıklı bir şekilde yerli yerinde görebilmeyi sağlar.
Nihayetinde,
söz konusu o toplumu yani, Batı Avrupa toplumunu bir başka coğrafyada, bir
başka toplum yapısıyla -en azından bir deneme olarak- karşılaştırıyoruz.
Bu
karşılaştırmanın Marx’ın hem, kendi toplumunun geçmişi ve hem de, geleceğine
yönelik, bir tür çözüm önerisi olarak sunduğu yapıya dair bazı verileri, belki
benzerlikleri görmek mümkün olabilir.
Bu anlamda, “sosyal
evrimci bir görüşün nasıl ortaya çıktığı?” ve aynı zamanda, “bu sosyal felsefi
yaklaşımın Batı Avrupa toplumuna sunulan boyutuna dair de, bir görüş ve algı
geliştirebilir miyiz?” sorularına da kısmen cevap verilebilir.
İkincisi,
Marx’ın tecrübe ettiği toplumsal koşullar ile temelde sadece, coğrafi olarak
farklılaşmakla kalmayan, aynı zamanda antropolojik ve bunun ötesinde,
sosyolojik olarak farklılığı dikkat çeken Orang Asli toplumunu, -ya da
toplumları- anlamayı ve bu bağlamda, Marxist düşünce sistemi bünyesinde ayrışması,
farklılaşması ya da uygunluğu konusunda bazı fikirler verir.
Orang Asli
Bundan önce,
Orang Asli kavramını anlaşılır kılmaya matuf bazı açıklamalar yapmakta yarar
var.
Orang yani,
insan; asli yani, temel, kök anlamlarına gelen iki kelimenin birleşmesinden
hasıl olan ‘orang asli’ yerli insan demektir.
Bu adın
verilmesinin, bu toplumun kendisi dışında, tarihin belirli dönemlerinde Malay
coğrafyasına özellikle de, Malay Yarımadası’na yaşanan göç süreçleriyle
oluştuğu biliniyor.
Orang Asli,
günümüz Güneydoğu Asya sınırları içerisinde yer alan ve tarihte, ‘geniş Malay
dünyası’ olarak anılan coğrafyanın belirli bölgelerinde özellikle de, Malay
Yarımadası’nda yaşam süren toplumlara
verilen isimdir.
Orang Asli’nin,
bu bölgedeki konumu antropolojik olarak, literatürde yaygın bir şekilde
zikredildiği üzere, Proto-Malay ve Deutoro-Malay toplumlarıyla birlikte ele
aldığımızda, en eski toplum kesimi olduğu görülür.
Her ne kadar, Orang
Asli kavramı bize, kendinde bir yapılaşması olan bütüncül bir toplum olduğu
intibaını verse de, temelde aynı coğrafyanın alt bölgelerinde yaşam süren ve
farklı isimlerle anılan bu anlamda, birbirinden ayrışan topluluklarla karşı
karşıya olduğumuz görülür.
Tarihsel
olarak, Malay Yarımadası’nda sayıları yaklaşık 19’u bulan Orang Asli grupları
arasında, Semanglar (Negrito), Semailer (Semoi), Jagunlar vd. orman veya ormanı
çevreleyen bölgelerde, deniz çingeneleri adıyla anılanları ise isminden de
anlaşıldığı üzere, sahil şeridinde yaşam sürüyor.
Antropolojik ve
sosyolojik ayrışma
Tarihsel olarak
Malay dünyasında, en erken dönem insan toplumları olma özelliği gösteren Orang
Asli’nin sömürgecilik dönemiyle birlikte tanınmasına, tasvir edilmesine,
araştırılmasına, anlaşılmasına yönelik faaliyetler bize, antropolojik olarak
benzerlik gösteren ancak, kendi aralarında, -tıpkı diğer toplumlarda olduğu
gibi- ayrışan nitelikleriyle öne çıkan toplumlara işaret ediyor.
Günümüz,
Malezya Federasyonu ulus-devletinin nüfus yapılaşmasındaki yerinin de işaret
ettiği gibi -veya buradan hareketle-, Orang Asli toplumlarının tarihsel olarak
da küçük gruplar halinde yaşam sürdüğü sonucunu çıkarmak mümkün.
Daha önce
akademik bir makalede dile getirdiğim üzere, İngilizlerin 18. yüzyıl sonlarında
Malay Yarımadası’na nüfuzlarıyla birlikte -coğrafyayı, topografyayı, toplumu,
kültürü, dini vb. inceleme konusundaki arzu ve isteklerinden Orang Asli’nin de
aldığı paydaki veriler bize bunu söyletmeye yetiyor.
Buna ilave
olarak, tarihsel olarak bölgede uzun dönemli olarak varlık sürmüş olan,
Müslüman toplumlar ve bunların devletleşmiş yapılarının bugüne aktardığı kayıtlarda,
Orang Asli’ye dair kayda değer pek fazla hususun olmamasını da buna eklemek
mümkün.
Sınıf ve
çatışma
Bu nüfus
yapısı, birbirinden ayrışan ve Marksist düşünce sistemi bağlamında söylemek
gerektiğinde çatışan gruplar olmasından ziyade, birbirine eklemlenmiş küçük
toplumsal grupların varlığı karşımıza çıkar.
Bu noktada,
yapısalcıların Marksizmi tanımlama noktasında gündeme getirdikleri sosyolojik
yaklaşım yani, “Toplum
birbirinden ayrışan hiyerarşik yapılardan oluşmaktadır; toplumsal yapıda
çatışma doğal olarak zaten mevcuttur ve bireyler, bu yapısal çatışmanın
ürünüdürler; çatışma uyumsuz ilişkiler
sonucu ortaya çıkmakta ve bu nedenle, toplumsal değişme gerçekleşmektedir”
yaklaşımını, tek tek Orang Asli toplumlarında görüldüğü söylenemez.
Bunun yanı sıra, Marx’ın temel
eseri Das Capital’da Avrupa toplumuna yönelik analitik açıklamada yer
alan sınıflı toplum olgusuna göz attığımızda temelde, üç yapının yani toprak
sahipleri, sermayedarlar ve ücretli işçilerin varlığına,[1] Orang Asli toplumsal
yapısında rastlanmıyor.
Bunun temel nedeni şudur...
Orang Asli toplumlarının
paylaştıkları mekanın, maddi alanın boyutu, sistemik varlığı, kendi doğallığını
koruyan, insan eli ve düşüncesi vasıtasıyla pek fazla değişmeye uğramamış bir
yapı taşımasındandır.
Dolayısıyla bu durum, Orang Asli
toplumlarında ‘üretim araçları’ veya bunun muadili yapıların / sistemlerin
oluşmadığını işaret ediyor.
Bununla birlikte, bu durumun
toplumsal ayrışma ve farklılaşma yaratmadığı sonucunu çıkartmak mümkün değilse
de, temel hususun Batı Avrupa’da yaşanan değişimlerin hızı ve boyutunun
görülmemiş olmasıdır.
Aynı zamanda, yukarıda değindiğim
üzere nüfus yapısı, nüfusu barındıran mekan ile maddi çevrenin sağladığı temel
ihtiyaçları karşılamaya yönelik doğal kaynak kıtlığının -görece olmaması,
kıtlığın olması halinde yerel/bölgesel göç ile sorunun aşılması gibi alanların
değişim kadar toplumsal farklılaşma veya Marksist terminolojideki ifadesiyle,
sınıflı bir toplumu üretmemiştir.
Bu durum bize, yine Marksist
sosyolojisi açısından değerlendirildiğinde, sosyal evrim sürecinin Orang Asli
toplumunda yer etmediği ya da diğer toplumlar veya örneğimizde olduğu üzere,
Batı Avrupa toplumlarının geçirdiği süreçlere tanık olmadığı, tecrübe etmediği
sonucuna götürür.
Sosyal evrim kavramının
oluşturabileceği duyarlılıktan hareketle, bunu belki ‘sosyal değişme’
kavramıyla değiştirmek mümkün. Ancak, bu kavramsal farklılıkla birlikte, içerik
olarak benzer ve/ya aynı bir durumla karşı karşıya olduğumuz da bir gerçektir.
Peki, Orang Asli toplum yapısı
bize, Marx’ın toplumsal evrimin devamı olarak gelecekte ortaya çıkacağını
öngördüğü sınıfsız toplum’a dair bir şey söylüyor mu? ‘Spekülatif’ olduğuna
kuşku bulunmayan bu sorunun cevabını, tüm açılımlarıyla ortaya koymak mümkün
değil.
Belki, en azından, şu kadarını
söylemekte yarar var ki, Orang Asli toplum yapısı bize, 19. yüzyıl şartlarında
geliştirilen ve Batı Avrupa toplumlarının tecrübe edeceği toplumsal evrim
sonrasında ulaşması düşünülen sınıfsız toplumun neye tekabül edeceğine dair bir
fikir verebilir.
[1] Karl Marx. (2015). “Preface”, Capital:
A Critique of Political Economy, Vol III, Book One: The Process of Production
of Capital, (Tr.: Samuel Moore; Edward Aveling), (ed.: Frederick Engels), p. 3.

Hiç yorum yok:
Yorum Gönder