Mehmet Özay 31.05.2025
Oryantalizm karşıtı!
Öncelikle, şunu vurgulamakta yarar var ki, Massignon ‘sıradan bir
oryantalist’ değildir...
Ya da bir başka ifadeyle söylemek gerekirse, -C. S. Hurgronje
örneğinde olduğu gibi,- oryantalistler ve de çalışlamaları dikkate alındığında,
Massignon’u oryantalist olarak değerlendirmenin bile yanlış olduğunu ileri
sürebiliriz.
Massignon’u için ‘gnostik’ demek, daha doğru olacaktır...
Bu noktada, Massignon’un ortaya koyduğu akademik, bilimsel, entellektüel düşünce
ve pratikleri ile bizatihi, toplum içerisinde var olan ve sosyal yapıyı onarmaya
matuf eylemliliği ile mevcut standart oryantalist tutumlarla çelişen ve onlara,
gizli/açık karşı çıkan bir yönelimi olduğunu söylemek yanlış olmayacaktır.
Hayatının önemli bir bölümünde, Doğu ve çokça da, İslam mistisizmi üzerine ve
özellikle de, Hüseyin ibn Mansur el-Hallac yaşamı ve eserleri üzerine çalışmalarıyla
tanınan ancak, bunun yanı sıra, ulusal ve uluslararası siyasal gelişmeler
çerçevesinde, eylemciliğiyle gündeme gelen bir kişi olan Massignon’un
özellikle, Müslüman toplumlar için -ve adına- ortaya koyduğu bir tür yenilikten
bahsetmek mümkün.
Mansur el-Hallac’ın sahip olduğu düşünce ve inancının bir
yansıması olarak, döneminin kamusal alanında sergilediği yaklaşımlar hatırlandığında,
Massignon’un -yukarıda dikkat çekilen eylemcilik yönünün
çalıştığı, anlamaya çalıştığı, içselleştirdiği el-Hallac’ın, 20. yüzyıldaki tezahürü
olarak yorumlamak abartı sayılmamalıdır.
Bunun yanı sıra, Massignon’un eserlerinde ortaya koyduğu düşünceleri ile
bir yandan, Müslüman topluma öte yandan, Batı toplumlarına mesajlar verirken, eylemci
yönüyle de, yaşadığı dönemin ‘küresel vicdanı’ olmayı bir tür içselleştirilmiş sorumluluk
addetmiştir.
Tevhid ve ‘gerçek’lik normu
Massignon’un içinden çıktığı Batı toplumuna ve bu toplumu şekillendiren
değerlere, düşüncelere yönelik eleştirisi, ‘doğru’ (truth), ‘hakikat’ (haqiqa)
kavramlarını merkeze alan, bir bireysel inşa süreci olarak anılmayı hak eder.
Bu noktada, Massignon’u tek, yalnız kalmış bir birey olarak görmek mümkün
değildir.
Aksine, onun, kendisinden önce gelen ve bizzat tanıdığı, teşrik-i mesaide bulunduğu,
-örneğin, Charles de Foucauld gibi- birkaç öncü ismin ışığında ve izinde
gitmesine ve bu isimler üzerinden, köklü dini-tarihi bir serüveni kat etmesine yol
açmıştır.
Bu sürecin önemli bir bölümünde, çokça kendini -Doğu toplumlarının yozlaşmasına,
dejenere olmasına, kadük kalmasına rağmen-, bir şekilde Doğu’da genel itibarıyla
da, İslam düşüncesinde -çokça kitâbi olarak ve kısmen fiili olarak- varlığını
sürdüren bir felsefi-dini boyutu bir cazibe merkezi olmuştur.
Sıradan, kendi halinde Müslümanlarla ilişkisi ve iletişimi Massignon’un Doğu’yu,
Doğu düşüncesini araştırma, öğrenme sürecinde pratik bir değeri olduğu görülür.
Bu süreç, gayet anlamlı bir boyutu oluştururken, bu sürece eklemlenen kitâbi
bilgiye dair araştırma ve bilgi edinme sürecinin, tarihi-arkeolojik bir boyuta
tekabül etmesiyle bizatihi, kendini inşanın ve yaşadığı döneme vermek istediği
cevabın şekillenmesinde de rol oynamıştır.
Bu yenilik, küresel anlamda, çokça da Batı ile irtibatlı gelişmelere konu
olmuş, Batılılaşmayı tedirden yaşamış ve hatta, gizli/açık içselleştirmiş Müslüman
toplumların unuttuğu ya da kendisine unutturulan ‘Tevhid’ (tawhid) anlayışının
ve bunun pratiklerinin neler olduğu konusundaki düşünceleridir.
Bir başka ifadeyle söylemek gerekirse, Massignon, Doğu mistisizminin
özellikle de, İslam mistisizmi üzerine derinlikli çalışmasıyla, 20. yüzyılın
ilk yarısının siyasal dinamikleri ve toplumsal çalkantıları nedeniyle belki
yakından hissedilmeyen, ancak ardından özellikle de, 20. yüzyılın sonlarında
kendini giderek daha net bir şekilde ortaya koyan yaklaşımının anlaşılmaya
değer bir yönü bulunuyor.
Hanif’lik
Massignon’un Müslüman olup olmadığı meselesi popüler bir nitelik taşıdığı
kadar, çalışmaları dikkate alındığında, böylesine kayda değer bir entellektüel
çaba ortaya koymuş ve bu çabasını yaşamına içselleştirmiş bir kişinin Müslüman
olduğu kanatinin bazı çevrelerde olduğu biliniyor.
Bununla birlikte, yaşamının çeşitli evreleri ve özellikle, son dönemi
dikkate alındığı düşünce ve eylem biçimlerinin onu Müslüman kılmaya matuf
epeyce yönü içermekle birlikte, sözlü ve kaydi olarak Massignon’dan Müslüman olduğuna
dair bir yaklaşım sadır olmaması bizim, onu ‘Müslüman’ olarak değerlendirmemize
olanak tanımıyor.
Bu yaklaşımı, eleştiri bağlamında değerlendirmemek gerekir...
Ancak tam da, bu nokta, Massignon’un sistematik kitâbi, ilmi ve manevi (spiritual)
boyutuyla bizatihi tecrübe ettiği, fiiliyatıyla yani, çalışmaları, konuşmaları,
düşünceleriyle kamuoyuyla paylaşmasında ortaya çıktığı üzere din olgusunu
anlama ve yaşama pratiğinin bir sonucu olarak görmek gerekir.
Bu bağlamda, söylenmesi gereken belki de bir diğer husus, Massignon’un dini
bütün bir Katolik olması, bu anlamda köklü bir tarihi-dini geçmişin ruhunda,
düşüncesinde yer ettiğini söylemek gerekir.
Massignon’un ‘modernitenin krizinin’ yoğunlaştığı bir dönemde yaşadığı
dikkate alındığında, Protestanlık yerine Katoliklik üzerine eğilmesi ve bu
mezhep bağlamında ‘otantik dini algıyı, düşünceyi, pratiği ortaya koyması
üzerinde düşünülmeye değer bir konudur.
Bu çerçevede, Katolikliği kadim ‘hanif’ dinine bağlılığıyla anlamlandıran
bir Massignon ile karşı karşıya olduğumuzu söylemek mümkündür.







