19 Haziran 2012 Salı

Yüzyılların Ötesinden Günümüze Bir Yerli Kabile: Semailer (II)


Mehmet Özay                                                                                                      18 Haziran 2012

Semai kabilesine dair gözlem ve tecrübelerimizi aktarmaya devam ediyoruz. UTM Mimarlık Fakültesi’nin (Alam Bina) sıra dışı hocası Dr. Ahmad Saifuddin ve öğrencilerinin saha çalışmaları çerçevesinde konuk olduğumuz Perak-Pahang sınırındaki Pos Bersih köyü ve çevresinde gerçekleşen bu serüvende, Malay toplumu içerisinde olduğu kadar, dışında da yer alan bir toplumsal grupla doğrudan temas kurma şansı yakaladık. Şans dememin elbette anlaşılır nedenleri var. Öyle herkesin kolay kolay giremediği yerli kabilelerinin yaşam alanlarına kısa süreliğine de olsa nüfuz edebilmek için resmi makamlardan izin almak gerekiyor.

Konakladığımız kamp sadece nehirlerle değil, dört yandan ufku çevreleyen Lyang ve Badak adı verilen dağlarla ve sıcak su kaynağıyla da çevrili . Toplam beş yerli köyüne ev sahipliği yapan bu dağlık bölgede toplam iki bin civarında orang asli yaşam sürüyor. Önceki bölümde yer verdiğimiz üzere, bu bölge sadece iki önemli İngiliz sömürge yöneticisinin keşif gezisinin merkezi olmakla kalmıyor, aynı zamanda, Japon İşgali döneminde, Badak Dağı pek çok Japon askerinin konuşlandığı bir merkez olmasıyla da hatırlanıyor.

Semailer’in Malay Yarımadası’ndaki ondokuz yerli “orang asli” kabilesinden biri olduğunu ifade etmiştik. Yaşam alanları Perak, Pahang ve bir ölçüde de Kedah Eyaletleri ve bir ölçüde bu eyaletleri kesen sınır boylarında, yani ülkenin orta ve kuzey bölgesinde yoğunlaşıyor. Bununla birlikte, Semailer, bir süredir modernleştirici güçlerin tesiri altında çok-ırklı bir toplumsal yapının unsurun parçası olma sürecindeler. Bir yandan, doğal yaşam alanlarını korumak ve dolayısıyla ataları ile olan bağlarını devam ettirmek, öte yandan, yabancısı oldukları bir “dünyaya” ayak basmak gibi ikircikli bir durumla iç içeler. Yani, Semailer “kültür şokunu” derinden yaşayan bir toplumsal grup özelliği taşıyor. Bu kültür şokunun somut ifadesini ise bu grupların yaşadıkları mekânlarda bulmak mümkün. Ne şehrin içindeler ne de tastamam ormanın... Bu “iki kimlikliliğin” bugünkü nesiller üzerindeki baskısını ölçebilmek mümkün değil. Yazılı bir toplum olmadıklarından ötürü de ‘hallerini’ aktaracak araçlardan, en azından bizim bildiğimiz anlamıyla yoksunlar. Belki de, hâlâ üzerlerinde taşıdıkları çekingenliktir ki, onları dışarlıklılar nezdinde algınamaz kılıyor.

Bu girişin ardından, Pos Bersih orang asli köyündeki icraatlarımızdan bazı enstanteneleri paylaşmanın yeridir. Kampın en önemli etabını yağmur ormanlarındaki "derin yürüyüşümüz” oluşturuyordu. Sekiz kilometreyi bulan, ancak yamaç ve sığ orman yapısı içerisindeki bu yürüyüş neredeyse yarım günü buluyor. İki kayaya bağlanan halatlar yardımıyla yaptığımız iki nehir geçişinin ardından, hedefteki Lyang Dağı eteklerindeki Lata Brenbun Şelale’sinde soluklanıyoruz. Coğrafyayı çevreleyen dağlar, “evsahiplerinin” yani orang aslilerin yerli dillerinde verilmiş adlarla anılıyorlar hâlâ. Bu yürüyüş boyunca sürekli su şırıltısının envani türden hayvan sesinin eksik olmadığı ve yukarılara doğru tırmandıkça şırıltıdan uğultuya doğru evrilmesi ister istemez bundan yaklaşık 150 yıl önce aynı güzergâhda yol alan Hugh Clifford’un yazıya döktüğü “Bu coğrafyada yarım mil yol almayasınız ki, herhangi bir ırmakla karşılaşmayasınız”[1] sözünü akla getiriyordu. Bir diğer yürüyüş ise, köyün bir ucundan, yani dağ eteğinden, öteki ucuna yani yamaca doğru gerçekleşen gece yürüyüşüydü. Tek sıra askeri nizam yürüyüşte köy içerisinden geçerken, televizyon ekranı karşısında kurulmuş yerliler kadar, uçsuz bucaksız gökyüzünde asılı yıldızlar altında kapı önünde öbekleşen gruplarla karşılaşmak mümkün. Sıra raftinge geldiğinde ise anlatmak değil, tecrübe etmek gerekir demekle yetineyim...  



Bu toplumlarla şu veya bu şekilde iletişim kurmuş olan kimi Batılı unsurların bu yerli kabilelere dair dile getirdikleri “modern yoksulluk” olgusunu Semailer bağlamında görmedik. Yedi yüz kişiye ev sahipliği yapan Pos Bersih köyü’ndeki ‘batin’ adı verilen kabile lideri ormanın kendilerine yeter maddi olanaklar sağladığını söylemesi bunun kanıtıydı.




Yerli Gerillalar
Yerlilerle sohbetimizde ilginç bir tarihi refaransa da şahitlik ettik. Yakın geçmişte, yani yerleşik hayata evrilmeye başlanmadan önce, Malay Yarımadası’nda neşet eden komünist gerilla hareketine (1948-1960) karşı İngilizlerin baş etmede zorlandıkları anda akıllarına ormanda yaşayan yerli kabileleri gelmiş. Bunun üzerine bu gruplar arasından askeri birimler teşkil edilerek Çinli komünist avına çıkarılmaları belki de tarihleri boyunca “sıcak çatışma” olgusuna yabancı kalmış bu toplumlar, ilk kez “modern vahşiler” haline getirildikleri söylenebilir. İşin öte yanında duran gerçek ise, Çinli komünistleri “defetmekle” yerlilerin belki bilincinde olmadıkları şekilde Malay ve diğer azınlıkları “büyük bir tehlikeden” kurtarmada aracı oldukları. Yani ülkenin “asli” unsurları olarak bir modern sürece aktif olarak yer aldılar.

Semailer’e Japon işgali döneminde verilen bir de takma isim var: Sakai. Japonca bir kelime olsa da artık Malaycaya yerleşmiş ve kimilerince halen kullanılıyor. Ancak Semailerin, “köle” anlamına gelen bu kelimenin kullanılmasından pek de hoşnut oldukları söylenemez. Bu kelimenin dayandığı bir gerçeklik var elbette. O da, 19. yüzyılda yağmur ormanlarının uzak köşelerinde yaşayıp zaman zaman Malay köylüleri ile mal değiş tokuşu yapan yerlilerin, yakalanma ve köleleştirilme riski taşımalarından kaynaklanıyor.

Toplumsal Yapı
Aile değerlerine bağlılıkları ile dikkat çeken Semai toplumunda baba eşine ve çocuklarına ilgide kusur etmezken, aile üyeleri arasında duyguların içe saklandığı da bir gerçek. Yerli kültürlerin -en azından bir bölümünde- görülebilecek geniş aile yapısının aksine, çekirdek aile yapısının özelliklerini görmek mümkün. Ortalama çocuk sayısının beş civarında olduğu ailelerde, karı-koca iş bölümünü bağlı olarak farklı ekonomik aktivitelerle meşgul. Evlenme çağına gelen gençler, iki taraflardan birinin kabile reisine başvurusu üzerine gerçekleşiyor. Batin liderliğindeki görüşmelerde her iki taraf razı olması halinde evlilik gerçekleşiyor. Her toplumda olduğu üzere, evlilik önemli bir törene ve de dolayısıyla birlikteliğe konu oluyor. Kabilenin hemen hemen tüm üyeleri törene katkıda bulunarak toplumsal paylaşımda rol alarak bir bütünün parçası olduklarını yakinen tecrübe ediyorlar.

Geniş aile yapısının olmamasının nedenleri arasında, evlenme yaşına gelen gençlerin kendi evlerini kurmaları önemli olduğu söylenebilir. Yerlilerin ekonomik üretim araçlarının, bu model üzerinde etkisi de göz ardı edilemez elbette. Yani, Semai halkının, orman ürünlerine dayalı temel ekonomik aktivitelerinin kendine yeter ve hatta zenginliği kadar, ebeveynlerinden aldıkları görece güçlü kültürel dokunun da katkısından söz etmek mümkün.

Kızgınlık olgusuna karşı kültürel donanımlı olan Semai kabilesi ne kendi aralarıda ne de dışarlılıklara karşı şiddet eğiliminde değillerdir. Bu bağlamda, kendi aralarında çatışma olgusunun yer almadığı Semailerin elbette anlaşmazlıklardan ari olduğunu söylemiyoruz. Ancak, her türlü sosyal anlaşmazlık çözümünü kabile lideri önderliğinde yapılan toplantılarda ulaşılan sonuçlarda buluyor. Kendisiyle görüştüğümüz kabile liderinin ifade ettiği üzere, gerek bu yöndeki gerekse düğün ve cenaze merasimlerinde kendisine “yaşlılar heyetinin” yardımcı olduğunu ve toplumsal barışın ve rutinlerin bu kurumsal yapı çerçevesinde hayata geçiriliyor.

Semai halkının toplumsal yaşamı kabile liderinin, yani ‘Batin’in önderliğinde gerçekleştiği ifade edilse de, günümüzde kabilenin maruz kaldığı dışardan modernleşmeci müdahalelerle bu ilişkinin bir başka boyuta evrildiğini de söylemek mümkün. Babadan oğula geçen liderlik bugün farklı bir role tabi. Yani, batin, resmi kurumlarla işbirliği yapan ve bu anlamda kabilenin toplumsal dönüşümünde kilit rol oynayan bir figür konumunda. Kabile lideri, bu anlamda, hem kabilesince, hem de resmi makamlarca tanınırlığı olan bir lider. Yukarıda dile getirdiğimiz kültür şokunu belki de en çok üzerinde hisseden batin olsa gerek.

Din
Doğa yapılan vurgu, bu insanların dini inançlarına dair bir fikir vermeye kafidir. Diğer “aborjin” toplumlarında görüldüğü üzere, atalar dini veya ruhlara tapınan bu topluluk, üzerinde yaşadıkları doğal toprakların, korunduğuna inanıyorlar ve kendilerinin de bu korunmuşluk duygusu ile sosyal yaşamlarını devam ediyorlar. Bununla birlikte dinlerine herhangi bir isimle adlandırmıyorlar.

Kutsal obje olarak, kabile reisinin ataların ruhuyla kurduğu ilişki sonucu tespit edilen bir ağaç kutsal obje kabul ediliyor. Bu anlamda elbette reisin yani “şaman”ın doğa üstü gücü öne çıkıyor. Ve yılın belli zamanlarında -ki, bu günümüzde iki veya üç farklı tarihden ibaret- bu kutsal obje çevresinde bir gün ve bir gece süren bir dizi ritüel gerçekleştiriyorlar. Kabilenin her üyesinin iştirak ettiği bu ritüeller, hayvan kurban edilmesi ile başlıyor. Dans olmasa bile, ortamı ayin niteliğine dönüştürecek şekilde yerli müzik ortalığı kaplıyor. Tüm kabile fertlerinin birlikteliği, toplumsal birliğin göstergesi olurken, aynı zamanda, topluluğun kabile reisinin aracılığı ile ataları ile kurdukları bağ sayesinde varoluşsal bir değer kazanıyor.

Yukarıda değindiğimiz üzere, çocukların erken yaşlarından itibaren içerisinde oyun anlamı da taşımakla birlikte, ormana keşfe gitmeleri, temelde ebeveynlerinden öğrendikleri atalarına saygının ve onlara yönelik “dini boyuta” varan ilginin somut göstergelerinden biri. Bu ziyaretlerle, atalarının ruhlarının dolaştığına inandıkları ormana giderek, bir anlamda kendilerini gözleyen atalarıyla birlikteliği tecrübe ediyorlar. Yani orman çocuklar için salt karınlarını doyuran bir mekândan öte, varoluşsal bir anlamla dolu...

Peki bu yerli dini karşısında, yerleşik hayata geçmiş ve de hükümetin kimi politikaları nedeniyle İslam inancıyla şu veya bu şekilde temasta olmaları dikkate alındığında İslamiyeti seçtikleri söylenebilir mi? Bu sorunun cevabını, ilk etapta, köyde gözlemlediğimiz üzere bir mescidin olmamasından çıkarsamak mümkün. Mülâkatlarımızdaysa sadece birkaç kişinin Müslüman olduğunu, diğerlerinin kendi asli animist inancını devam ettirdiklerini öğrendik. Kabilenin lideri, mensuplarının İslami veya bir başka dini seçmelerine olumlu baktıklarını söylese de, yüzlerde bir kuşkunun olmadığını söyleyemeyiz.

Ekonomik Yapı
Burada şu hususa değinmenin yeridir. Kendisiyle görüştüğümüz, Jakun kabilesine mensup Bay adındaki yerli dostumuzun ifadesiyle Semailerin toplumsal ilişklieri modern insanın “para ve maddiyat eksenli” ilişkilerinden farklılık arz ediyor. Yukarıda kısaca değinmiştik, yerli toplumları ekonomik anlamda kendine yeter toplumlar. Bu Semai köyünün de ekonomik yaşamı, ormana bağımlılık arz ediyor. Semailer, gerek kendi gündelik yiyecekleri, gerekse adapte olmaya çalıştıkları para ekonomisi çerçevesinde iletişimde oldukları şehirlilerin talepleri bağlamında tüm ihtiyaçlarını ormandan karşılıyorlar.

Günümüzde özellikle ahşap unsurlar olarak kullanılan ve bölgenin en önemli orman ürünleri kabul edilen rotan, bambu, brembang, clarai, sandal gibi ağaçlarının yanı sıra, alternatif tıbta kullanılan çok çeşitli bitki, bitki kökü, bal gibi ürünleri de, sezonuna bağlı olarak, ormanın derinliklerinden toplayarak köye gelen şehirli aracılara satan Semailer, kendi yiyeceklerini de ormanda ve nehirde yaptıkları avcılıkla temin ediyorlar. Ancak özellikle avcılık bağlamındaki faaliyetlerini ekonomik bir aktivite olarak değerlendirmekpek de doğru değil. Öyle ki, avdan elde edilen ürünler komşuyla veya köyle paylaşmaya açık.

Bu arada hangi hayvanları avladıklarını sorduğumuzda geyik, ceylan, yaban domuzu, MOUS EDEER türü hayvanların yanı sıra, maymunu çok sevdiklerini öğreniyoruz. Yerlilerin bu ve benzeri hayvanları nasıl avladıklarını ise, kampın üçüncü gününde, ormanda hayatta kalmanın sırlarından birkaçını aktardıkları pratik eğitim sırasında öğreniyoruz. Tuzak kurmanın künhüne varırken, elbette iş tuzak kurmakla bitmiyor. hayvanların yaşam alanlarını ve periyodik olarak geçiş güzergâhlarını bilmenin yanı sıra, her hayvan için farklı “güç sistemine” göre ayarlanmış tuzak şekilleri olduğu da bir gerçek. Merakımızı gidermek için sorduğumuz, hayvanları çiğ mi yedikleri yolundaki sorumuza “Biz Afrikalı yerliler gibi değiliz” cevabını alıyoruz.

Bu ekonomik faaliyetin sosyal yapı içerisinde “iş bölümünü” ortaya koyan yanına da bakalım. Erkekler ormanda ve nehirde avcılıkla meşgulken, kadınlar ormana gitmiyorlar. Ancak, toplanan özellikle rotan, clarai gibi orman ürünlerinden gerek kendi gündelik yaşamlarında işlevsel olan eşyalar kadar, şehirli insanların günümüzde “ihtiyaç” haline getirdikleri süs eşyası yapımını evlerinde sürdürüyorlar. Günümüz yerleşik hayatı içerisinde, erkekler ormana ava çıkarken, kadınlar ise ya köyde diğer işlerle meşgul veya köy yakınındaki çeltik tarlaları veya Çinlilerin mülkiyetindeki sebze bahçelerinde gündelikçi işçi olarak çalışıyorlar. Köy çevresindeki tepelik arazideki ormanlık sahada muz ağacı ekimi yapılmasıyla görece yeni bir tür ekonomik aktivitenin köy yaşamına girdiği gözleniyor.

Köyün yerleşik hale geçişi kadar, oldukça stratejik ve tarihi bir mevkide oluşu, özellikle köy gençlerinin “dışarlıklıların” sözde doğa sevdası karşısında yeni bir ekonomik gerçeklikle karşılaşmalarına yol açıyor. Kamp ve çevresindeki çeşitli faaliyetlerde bu gençlerin rehberlikleri kaçınılmaz bir önem arz ediyor.

Dönüşümün Aracı: Okul
Köydeki ilkokul, sadece Semai kabilesine mensup çocukların değil, buradan iki saat mesafedeki diğer iki köydeki çocuklar için de bir eğitim kurumu işlevini yürütüyor. Hükümetin, yerli çocuklarının eğitimine önem verdiği, diğer iki köydeki çocukları her gün taşımalı sistemle “eğitim” olanağına kavuşturduğu gibi, okulda görev yapan öğretmenleri de özellikle seçtiği ve bu anlamda kimi maddi teşviklerde bulunuyor. Peki Semaililer okul eğitimen nasıl bakıyorlar? Öyle anlaşılıyor ki, kız çocukları eğitime daha çok yatkın. İlkokulu bitirenler, en yakın yerleşim yeri Ulu Slim’deki yatılı ortaokula gönderiliyor. Ülkenin 2020 Hedefi’ne kilitlendiği bu günlerde elbette vatanın “Orang Aslileri” olarak kendilerine düşen “refah”dan pay alacaklarına kuşku yok.

Ziyaret gerçekleştirdiğimiz yerli toplum, gerek yaşadığı toprak parçası gerekse Güneydoğu Asya toplumlarında yaşayan adına “yabanıl” denilen insan gruplarından birini oluşturuyor. Öte yandan 1970’lerden itibaren ortaya konulan hükümet politikaları çerçevesinde dışardan “modernleştirici” etkilere maruz kalan Semaililerin bugüne değin nasıl bir dönüşüm geçirdikleri ve devam eden modernleştirici süreçlerle nasıl bir toplum yapısına evrilecekleri üzerinde düşünmeyi gerektiriyor. Orang asli topluluklarının kabaca söylemek gerekirse, bir anlamda zorunlu modernleşme süreci ile birlikte ulus-devletin bir parçası olacak yapılanmaya tabi oldukları görülür.

http://www.dunyabulteni.net/?aType=haber&ArticleID=214577


[1]Gullick, J. M. (1993). They Came To Malaya: A Travellers’ Anthology, Singapore: Oxford University Press, s. 13. 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder