Mehmet Özay 29.04.2025
Bugün, ABD’de başkan Trump’ın ikinci başkanlık sürecinin yüzüncü günü...
‘Yüz gün’
olgusu, ABD’yi yöneten başkan Donald Trump’ın, iç ve dış politikalarının
uzmanlarca kapsamlı olarak ele alınmasına vesile oluyor.
Geçen süre
zarfında, ABD iç ve dış politikası önemli gelişmeler konu olsa da, herhalde
Trump’ın uygulamaya koyduğu politikalarla, daha çok küresel çapta oluşturduğu tepkilerin,
başta ekonomi ve ticaret alanını ilgilendiren -yani, gümrük vergilerinin
artırılmasına yönelik- politikaları olduğunu söylemek yanlış olmayacaktır.
Radikal
sıfatıyla anılmayı hak eden bu ticaret politikası, Doğu’dan Batı’ya dünya
genelinde sadece, ekonomi ve ticaret alanında değil, bunların dışında, tek tek ulus-devletlere
ve küresel siyasete etkileri, bugüne kadar görülmemiş denilebilecek bir boyutta
karşılık buluyor.
Yüz gün ve
devr-i alem!
Bu durum, bize
“yüz günde devr-i alem” adlı ‘seyahat’ kitabını hatırlatırken, Trump
politikalarının yüz günlük performansında dünyanın ucu bucağını birbirine katan
bir küresel etkiyle anılmayı hak ediyor.
Yaşanan küresel
ekonomi ve siyaset yönetimi, hiç kuşku yok ki, birkaç on yıldır gündemde olan
ve toplumun daha çok akademi, entellektüel, iş dünyası vb. gibi alan ve
ilgililerini ilgilendiren post-modern dönemin belirsizliklerinin giderek günlük
yaşama içkin olacak bir yapı kazandığını ortaya koyuyor.
Trump
politikalarının belki de, -şu ana kadar oluşan- en acımasız sonuçları, sıradan
bireylerin gündelik yaşamlarında “belirsizlik” olgusuyla çokça yüzleşmelerinde
kaçınılmaz bir gerçeklik halini almış gözüküyor.
Hizaya çekmek
Trump’ın, başkanlık
koltuğuna oturduğu 20 Ocak’ta Meksika ve Kanada’yı hedef alan gümrük
tariflerinin yenilenmesinden başlayan ve giderek, müttefik ve ‘rakip’ ayrımı
gözetmeksizin, dünyanın belli başlı ulus-deletlerini hedef alan benzer
politikasını sadece, ekonomi ve ticaret alanını etkileyen ve bununla sınırlı
bir gelişme kabul etmek mümkün değildir.
Trump, zaten
geçen yıl Kasım ayı seçimleri öncesinde, böylesi bir politika yürüteceğini
zaten beyan etmişti. Ancak, seçimi kazanmama ihtimalini yüksek gören kesimler
için, seçim sonrası gelişmelere hiç kuşku yok ki, büyük bir sürpriz anlamına
geliyordu.
Trump ve
yönetiminin hedefinde, “Önce Amerika” olmasının anlaşılabilir yanı olduğunu,
daha önce kaleme aldığım yazılarda dile getirmiştim...
Bu yaklaşımı,
Amerika’da çokça dillendirilen ve kullanılan ifadesiyle, ‘yurtsever (patriotic)
bir tutumun doğrudan yansıması kabul edip Amerikan kamuoyuna yönelik psikolojik
güven tesisi olarak da yorumlamak mümkün.
Yeni bir
ekonomi-politik
Trump
yönetiminin ilk yüz günlük icraatlarının, Amerikan toplumunu yeniden varsıl
kılmanın dışında ve ötesinde bir gelişmeyle küresel toplumun yüz yüze kaldığı
anlaşılıyor.
Trump
yönetiminin küreseli şok’a uğratan ticaret politikasının, bir tür Trump’a özgü
delişken politikalar diye küçümsemez ve sıradanlaştırmazsak, olan bitenin, 21.
yüzyılın ilk çeyreğinin bitmekte olduğu bir dönemde, yeni bir ekonomi-politik
sistemin kurulmakta olduğuna yönelik bir işaret kabul etmek abartı
olmayacaktır.
Ve bu
yönelimde, Trump büyük bir özgüvenle tarihte ortaya çıkan ‘büyük devlet
adamları’ profilini kendinde gördüğünü her haliyle ortaya koyuyor...
Trump’un bu
tutumunu, aşağılık kompleksinden neşet eden ve bir süreliğine varlık sürecek
bir gelişme olarak görmek mümkün.
Ancak,
önümüzdeki süreçte Trump politikalarının ivme kazanarak güçlü bir zemin tutması
karşısında ve de genel bir küresel kabulün oluşmasıyla kalıcı ve belirleyici
bir gerçeklik halini alacak ekonomi politik yapılaşmayla karşılaşılması halinde
Trump adı, tarihteki ‘büyük devlet adamları’ sınıflamasına dahil edilecektir.
Bir
benzerlik!
Trump ve
yönetiminin yüz günlük icraatıyla ortaya koyduğu gelişme, 2001 Eylül’ünde
sadece, Amerikan devleti ve toplumunu değil, küresel sistemi ve toplumu sarsan
gelişmelerin ardından, “dünyanın eskisi gibi olmayacağını” dillendiren oğul
Bush’un politikalarının oluşturduğu siyasal tutum ve eylemleriyle
karşılaştırmak mümkün.
O dönem,
güvenlik eksenli hareket eden Amerikan yönetimi, bugün güvenliği de içine
alacak şekilde, çok daha büyük bir platformda ekonomi-politiği yeniden inşa
etmeye girişmiş durumda.
Bush
politikaları ‘bizdensiniz ya da değilsiniz’ kutupluluğuyla küresel etkisini
açık seçik ortaya koymuştu...
Aradan geçen 24
yıllık süre sonrasında, o gün ‘radikal’ kabul edilen Bush politikalarının
-hedefine aldığı, -dini-kültürel-medeniyetsel toplumların bugün geldiği nokta
dikkate alınacak olursa- sonuçlarının bugün alınmış olduğunu söylemek yanlış
olmayacaktır...
Bugün ise...
Beyaz Saray’da
oturan Trump’ın ticaret politikaları hususunda, ABD’nin açık müttefiki veya
ABD’nin başını çektiği Batı kapitalist sisteme kasıtlı ve bilinçli olarak akredite
olmuş Japonya ve Singapur gibi ülkelerin siyasal temsilcileri ve siyasal akıllarının
ortaya koyduğu üzere, yeni bir ekonomi ve de politik yapılanma kendini ortaya
koyuyor.
Bu ülkeleri,
Trump yönetiminin ticaret politikalarının özellikle, 2 Nisan’da güncellenen
boyutuyla sadece, piyasaların tedirginliği vs. gibisinden bugünden yarına
değişebilecek gelişmeler yerine, çok daha köklü değişimlerin gelmekte olduğu
düşüncesinin yerleştiğini söylemek abartı olmayacaktır.
Japonya ve
Singapur’u örnek vermemiz sıradan kabul edilmemelidir...
Bir tekrar
olmak üzere, küresel kapitalizmin Asya-Pasifik bölgesindeki en önemli
temsilcileri ve katılımcıları olan bu iki ülkenin, -ve bunlara eklemlenebilecek
diğer bölge ülkelerinin-, ABD’den bağımsız oluşması -en azından bu günkü
koşullarda, pek de mümkün olmayan gelişmelerini algılamları, bu algıların
pratiğe geçmeye başlayan boyutları üzerinde fikir jimnastiğinde bulunmaları,
temelde siyasal bir varoluşsal sorunun ortada olduğunu gösteriyor.





