9 Mart 2025 Pazar

Müslüman dünyasında ‘yeniden dirilişçi’ olgusuna dair / On the phenomenon of ‘revivalism’ in the Muslim world

Mehmet Özay                                                                                                                             08.03.2025

Bu yazıda, Müslüman toplumların yeniden dirilişcilik (revivalism) konusuna, büyük bir istek ve arzu duymaları ile bunun, toplumsal gerçekliğe tekabül eden yönlerine dair bazı görüşleri paylaşacağım.

Bu görüşleri, iki temel eksende ele almanın, mümkün olduğunu söyleyebilirim.

İlki, yeniden-dirilişçilik çabalarının, 19. yüzyıl ikinci yarısı ile, o dönem ortaya çıkan iki temel ve meşhur aktörle ilintili bağlamıdır.

İkincisi, yeniden dirilişçilik talepleri ve arzularına rağmenile, böylesi bir dirilişçiliğe elverecek toplumsal gerçekliğin var olup olmadığı meselesidir.

Süreklilik

Doğu’dan Batı’ya, Müslüman toplumlarda ortaya konulan yeniden dirilişçilik olgusu, içerdiği tüm unsurlarıyla beraber, bir kurtuluş reçetesi olarak sunulan, -veya, belki de, tekrarlanır bir şekilde (recurring) halen sunulmayı bekleyen- bir sürece tekabül ediyor.

Burada, şu hususa açıklık getirmekte yarar var.

Söz konusu yeniden dirilişçilik kavramı, İslam tarihinin  bir anında, bir döneminde ortaya çıkıp sonrasında unutulmuş ve önemini yitirmiş bir olgu değildir.

Buna ilâve olarak, dirilişçilik olgusunu 19. yüzyıl yüksek sömürgeciliğine temellendirmenin de önemli bir yanlışa tekabül ettiğini söylemek gerekiyor.

Aksine, yeniden dirilişçilik olgusu ve bu olgu üzerine geliştirilen düşüncelerin, her dönemin kendine özgü toplumsallaşmanın getirdiği değişimler nedeniyle, İslam tarihinin neredeyse her önemli döneminde, her daim güncel ve gündemde olduğuna kuşku yok.

19. yüzyıl saplantısı

Bununla birlikte, bu olgunun ortaya çıkışını 19. yüzyıl ikinci yarısı koşullarına bağlayıp, o dönemin ilgili aktörlerini de, Cemaleddin Afgani ve öğrencisi ve ardından, -ve bir şekilde muhalifi diyebileceğimiz, en azından metodolojik olarak ondan ayrıştığına kuşku olmayan-, Muhammed Abduh üzerinden temellendirmenin bizatihi kendisi, yeniden ele alınıp değerlendirmeyi gerektiriyor.

Bu iki ismin yanı sıra, aynı dönemde, farklı coğrafyalarda da, dini dirilişçilik olgusu farklı sosyolojik ve dini olgularla ortaya koyan isimler olduğu görülür.

Afgani ve Abduh -ve de diğerlerinin oluşturduğu, dini-siyasi aktörlerin yeniden dirilişçilik bağlamında ortaya koydukları çabaları, yaşadıkları dönemin açmazları, bunalımları ve de sorunları karşısında, ürettikleri görüşler olarak kabul edilebileceği ilk elden dikkate almak mümkün.

Ancak, Müslüman toplumların hem, coğrafi hem de, kültürel farklılaşmaları karşısında özellikle, salt Afgani ve Abduh gibi iki dini-siyasi aktör üzerinden, yeniden dirilişçiliği temellendirme çabalarının, birbirinden ayrışan toplumsal gerçekliklerle belirgin bir çatışmayı da beraberinde getirdiğine kuşku yok.

Bu noktada, ‘sömürgeciliği’ merkez bir gelişme olarak ele alıp, buna yönelik üretilen çabalarda benzerlik kurma çabası bile kanımca yanlış bir bakış açısının ürünüdür.

Bununla söylemek istediğim, sömürgecilik süreçlerinin farklı Müslüman coğrafyalarda farklılaşan şekillerde kendini ortaya koyduğudur.

Genellemecilik

Bu iki aktörün, büyük bir genelleştirmeciliğe yönelmek suretiyle-, dönemlerindeki tüm Müslüman toplumların sorunlarını anladıkları, bu sorunlara yol açan nedenleri gözlemleyip analiz ettikleri, ilgili toplumlarda yer alan siyasi, dini ve entellektüel aktörlerle ortak bir akıl üzerinden bir anlaşmaya vardıkları vb. süreçlerin oluştuğunu söylemenin ne kadar mümkün olduğu hususu tartışmaya açıktır.

Böylesi bir konsensustan bahsetmek yerine, aksine, bu iki aktörün dönemlerinde öne çıkan ve kendini, ‘yüksek sömürgecilik’ olarak ifşa eden toplumsal ve siyasal gerçeklik üzerine geliştirdikleri düşüncelerinin, birkaç aşamada veya süreçte yaygınlaştığına tanık olunur.

Bunlardan ilki, yakın çevrelerindeki bağlıları, müridleri vs.’dir.

İkincisi, dönemin elverdiği ve Batı’dan devşirilme ve hatta, Batı modernleşmesinin kalbi olan Paris’te -çok kısa bir süre- yayınlanma olanağı bulan gazetelerinin (urvat’ul vuska) ulaştığı coğraflarda oluşturduğu kabul ve reaksiyondur. 

Bu iki aktörün, ele aldıkları, söz konusu bu toplumsal ve siyasal gerçekliği de seçmeci (elective) bir yaklaşımlar yaptıklarını da vurgulamak gerekir.

Özellikle de, Afgani bağlamında genişlemekte olan sömürgecilik sürecini karşılamaya matuf bir tür Pan-İslamcı tutumun geliştirilmesidir.

Abduh özelinde ise, Müslüman toplumların geri kalmışlıkları, -ki bunun sömürgeciliğe neden olan önemli bir neden olarak ortaya çıktığını yabana atmamak gerekir-, karşısında ‘eğitim’ süreçleriyle her şeyin yerli yerine oturtulacağı kanaatidir.

Buradaki ‘eğitim’den kasıt da, içinde -yeniden ele alınabilirlikleri noktasında, klasik İslami bilimlerin de olduğunu göz ardı etmemekle birlikte, ağırlıklı olarak İslam ile bilim ile Müslüman toplumlarda eğitim özellikle de, ‘modern’ eğitim olgusununbaşat bir yere sahip olduğu hususudur.

Toplumsal gerçeklik

Buradan, konunun diğer vechesine bakmakta yarar var...

Öncelikle şunu hatırlamak gerekir ki, ‘toplumsal gerçeklik’ kavramının, belirli kesimler nezdinde rahatsız edici bir yönü olduğuna kuşku yok.

Ancak, din’in kendisine yöneldiği insan toplumlarının içinde bulundukları koşulları oluşturan tüm şartları dikkate almak kaydıyla, ‘toplumsal gerçekliğin’ yabana atılır bir yönü olmadığı anlaşılacaktır.

Diğer vecheden kasıt...

Giriş’te bahsettiğim hususlardan ikincisine yani, yeniden dirilişçilik talepleri ve arzuları ile, olası bir dirilişçiliğe elverecek bir toplumsal gerçekliğin olup olmadığı hususu...

Bu durum, temelde yukarıda ilk bölümde, Afgani ve Abduh çerçevesinde dikkat çekmeye çalıştığım hususla yakından bağlantılıdır.

Bu hususu, hipotetik bir yaklaşımla, soru formunda gündeme getirebiliriz.

Diyelim ki, 19. yüzyılda ‘yüksek sömürgecilik’ şartları gelişmemiş olsaydı ve bu sömürgecilik vasıtasıyla da, Müslüman toplumların ‘sömürgecilik modernleşmesiyle’ karşılaşması gündeme gelmeseydi, ilgili Müslüman toplumların ‘dirilişçiliğe’ ihtiyaç duymayacakları söylenebilir mi?

Bu soruyla -ve buna eklemlenebilecek bir dizi soruyla- kasıt, Müslüman toplumların dirilişçiliğinin önündeki engelin bizatihi dış bir faktöre, örneğimizde görüldüğü üzere sömürgeciliğe tekabül etmesinin dışında başka, -örneğin iç nedenler gibi, olguların olup olmadığı düşünülemez mi?

Kanımca, elimizde, bunun sağlamasını yapmaya elverecek epeyce malzeme bulunuyor...

19. yüzyıl toplumsal gerçekliğini tecrübe eden ulema sınıfı içerisinden şahısların dile getirdiği “İslamın terakki ve ıslahına mani’ olmadığı yönündeki görüşleri ve hatta iddialarınına karşılık, Afgani ve de özellikle, Abduh’un model almak istediği Batı modernleşmesi karşısında, Müslüman toplumların bugüne kadar niçin benzeri bir çaba ve sonucu ortaya koyamadıkları sorunu halen gündemimizde önemli bir yer işgal ediyor.

Öyle ki, 19. yüzyıl ‘yüksek sömürgecilik’ dönemi sona ermesine, milli bağımsızlıkların kazanılmasına, İslam’ın siyasi, ekonomik, kültürel birliğini tesise yarayacak araçların, kurumların varlığına vb. rağmen, Batı modernleşmesine benzer bir sürecin hasıl olmamasının nedenlerini, sadece 19. yüzyıl söylemlerine dönerek değil, daha önceki süreçleri yeniden ciddi bir şekilde ele almakla anlaşılabileceğini söylemek gerekiyor.

Dönemin İslam Dünyası dergisi, “... Mısır uleması İslamiyyesinden Merhum Şeyh Muhammed Abduh ve Kasım Emin Efendiler hayli işler yaptılar. Mısır’ın terakki perveri matbuatı bütün alem-i islamda rehber rolü oynamaktadır” söylemine ... ve de buna ilâve olarak, Rusya Müslümanları arasında önemli bir yeri olan bir düşünürün, “... İslam ve Terakki namında Rusça yazdığı risalesinde, din-i islamın terakkiye fünuna mani olmadığını ayet kerimeler ile isbat etmiştir”[1] yaklaşımlarına rağmen, karşımızda bir yandan, karşı çıkılan öte yandan, ulaşılmak istenen Batı modernleşmesinin Müslüman toplumlarda gerçekleşmemesi önemli bir araştırma sorusudur.

https://guneydoguasyacalismalari.com/musluman-dunyasinda-yeniden-dirilisci-olgusuna-dair-on-the-phenomenon-of-revivalism-in-the-muslim-world/



[1] “İslam aleminde yeni Cereyan”. (1913). İslam Dünyası, 6 Rebiul Ahir 1331, Cumartesi, Aded 1, s. 15

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder