5 Haziran 2023 Pazartesi

Kamusal alanın yapılaşması: özgürlük ve sorumluluk / The structuration of public space: freedom and responsibility

Mehmet Özay                                                                                                                           05.06.2023  

Kamusal alan ile özel alan tartışmaları modern dönemin en önemli olgularından biri olarak gündemde yer işgal etmeye devam ediyor.

Özellikle sömürgeleşme, modernleşme/Batılılaşma süreçlerinde kamusal alan-özel alan kavramlarını ithal etmek durumunda kalan toplumlar açısından durum incelenmeye değer.

Kamusal alan-özel alan tartışmalarının popüler yanı dikkate alındığında, bazı çevreler kamusal alanı sözde pür “özgürlükler alanı” olarak sunmakla geniş kesimler nezdinde bir kazanım elde etme uğraşındalar.

Diğer bazı çevreler ise, kamusal alanda nasıl var olunacağı konusunda muğlaklıklarıyla dikkat çekiyorlar.

Özgürlük ve sorumluluk

Bu noktada, kamusal alanın özgürlükler alanına tekabül eden yönü kadar, belki de daha çok sorumluluklarla biçimlenen yapılaşmasına vurgu yapmakta yarar var. Bu noktada, Jürgen Habermas düşüncesinde karşılaşılan, ‘kamusal alan’ olgusuna eşlik eden diğer kavramın ‘hukukun varlığı’/‘hukukun üstünlüğü’ (rule of law)[1] olması şaşırtıcı değil.

Temelde, Batı’nın kendine özgü toplumsal koşullarının ürünü olarak ortaya çıkan kamusal alanın, bir dizi sorumluluk ve yükümlülükler üzerine inşa edildiğini inkâr etmek mümkün değil.

Bununla birlikte, söz konusu dönüşüm sürecinde belirleyici olanın dini alandan ayrışma olduğu görülür...

Modern döneme damgasını vuran kamusal alan (public space) - özel alan (private space) dikotomisinde, kamusal alanın yapılandırılmasında dini alanın tam anlamıyla devre dışı bırakıldığını söylemek mümkün değilse de, sekülerleşme (secularization) ve laikleşme (laicization) (bunların iki farklı kavram olduğunu unutmamak gerekir) süreçlerine paralel olarak dini alana özgü kurumsal ve bireysel eylemlerin, -nitelik ve niceliksel olarak- kamusal alanda temsiliyetinin gerilediği söylenebilir.

Liberal demokrasi ve kamusallık

Bunun yanı sıra, Batı’da geliştiği haliyle dikkate alındığında, liberal-demokratik yöntem ile buna uygun tutum ve davranışların kamusal alandaki belirleyiciliğinden söz edilebilir.

Bu noktada, genel itibarıyla ve idealize edilmiş haliyle ele alındığında demokrasi, soyut bir bağlama tekabül etmek yerine, toplumdaki bireylerin ve çıkar gruplarının çeşitli düzeylerdeki etkileşimlerine bağlı olarak somut bir karşılığa sahiptir.

Öte yandan, diğer bazı ülkelerin ise bu toplumsal dönüşümü doğrudan tecrübe etmek yerine, daha sonraki dönemlerde örneğin, sömürgecilik, modernleşme/Batılılaşma gibi bazı süreçler üzerinden, Batı’da oluşan devlet ile kamusal alan-özel alan bağlamlarını adapte etmeye çalıştıkları görülür.

Bununla birlikte, söz konusu bu adaptasyon, bu alanları kendi tarihsel süreçlerinde inşa edenlerin modernleşmeye biçtikleri, “tarihsel ve coğrafi bağlamı dışlayarak simetrik ve düz gelişim çizgileri”ne[2] tekabül etmemektedir.

Bu durum, Batı Avrupa ülkeleri özelinde gündeme gelen kamusal alan ve buna dair tüm kavramsallaştırmaların, diğer toplumlar diyelim ki, Doğu ve Müslüman toplumlar açısından ne denli anlamlı olup olmadığı tartışmaya açık hale getirmektedir.

Bu noktada, demokratik değerleri ithal etmek durumunda kalan Doğu / Müslüman toplumlarda, kamusal alanla ilgili tecrübeler farklı boyutlarda kendini ortaya koyduğuna kuşku yok.

Söz konusu bu boyutlar, -özellikle belli coğrafyalarda- çatışmanın kendini iyiden iyiye hissettirdiği bir yönelim sergilemesiyle Batı’da var olan yapısından ayrışır. Bu durum bize, modernleşmenin kamusal alan üzerinden tecrübe edildiğini hatırlatırken, yaşanan çatışmalar, kayda değer bir tartışmanın gündeme taşınmasını gerekli kılıyor.

Bireysel ve toplumsal paylaşım

Tek tek bireyler ve bu bireylerin sosyal, kültürel, etnik, dini ve ekonomik gibi çeşitli bağlamlara göre sınıflandırıldıkları gruplar, kendilerini ifade edebilecekleri alanı yani, kamusal alanı devlet ve/ya otorite ile belirli paylaşım süreçlerine göre belirlemelerindeki rolleriyle önem taşırlar.

Bununla birlikte, Avrupa’da geç dönem Ortaçağ ile erken modern dönemde ortaya çıkmaya başlamasından bu yana, hangi değerlerin kamusal alanda başat olacağına dair tartışmanın sonuçlandırılması bir yana, aradan geçen süre zarfında oldukça karmaşıklaşan bir ilişkiler ağı ortaya çıkmıştır.

Hemen burada dikkat çeken bir ikileme vurgu yapmakta yarar var. O da, kamusal alan olgusunun, her bireyin ve toplumsal grubun katılımcılığına imkân tanıyan yapısına karşılık, devlete ait alanla yani, kamu (public) ile birey ve toplumsal gruplara ait geniş paylaşım alanının aynı değil aksine, birbirinden önemli ölçüde ayrışan alanlar (space) olduğudur.

Bu noktada, -Habermas’tan alıntıyla- kamu binası / kamu otoritesi kavramlarının içkin olduğu, ‘özel nitelikli şahısların’ -diyelim ki, çalışanlar noktasında devlet memurları ile ilgili kamu otoritesinden hizmet alma durumundaki vatandaş gruplarının- kullanımına matuf alanları birbirinden ayırmak gerekiyor.[3] 

Bu çerçevede, diyelim ki, ev, özel iş yeri vb. gibi kendi özel alanlarının dışında, tek tek bireyler ve bunların birleşmesinden neşet eden büyük toplumsal grup yani kamu, kendini kamusal alanda ifade etmek suretiyle temsiliyet niteliği kazanır.

Öte yandan, bu kamusal alanın oluşumunda söz konusu bireylerin ve çıkar gruplarının öncülüğü kadar, belki de devlet’in/otorite’nin bilerek ve isteyerek böylesi bir alanı oluşturmadaki karar mekanizmalarının da rolü olduğunu unutmamak gerekir.  

Bu noktada, ilk durum bize demokratik alanın oluşumu, genişlemesi ve kendini ifadesi düşüncelerini hatırlatırken; ikinci durum, devletin/otoritenin kendine rakip olabilecek böylesi bir alanı inşa etmedeki amacının neye tekabül ettiğini sorgulatmayı gerektirir.

Bunu söylerken, dünya üzerinde var olan devletlerin tek bir kamusal alan biçimselliği sergilemediğini aksine, kamusal alan temsiliyetinde çeşitlilikler olduğunu göz önüne aldığımızı ifade edelim.

Öyle ki, liberal demokrasilerin özellikle, geç Ortaçağ ve pre-modern dönemde, kendilerini ifade etmede ortaya çıkmaya başlayan kamusal alandan aldıkları güçlerle devleti yapılandırdıkları görülür.

Zihniyet ve toplumsal yapılaşma

Nihayetinde, kamusal alanı oluşturma noktasında toplumsal dönüşümü tetikleyen bireylerin, belirli bir zihniyet ve tutum ile bunların pratiğe yansıtma şekillerinin ‘doğallığı’ ile bu süreci taklidi, yapay ve/ya zorlamacı usüllerle edinen ve uygulamaya koymaya çalışan toplumlar arasında belirgin bir farkın olması beklenir ve doğal bir durumdur.

Bu çerçevede, örneğin, Habermas’ın dile getirdiği üzere belirli bir dönemin ürünü olan ‘sivil toplum’un, “diğer tarihsel koşullara transferi” mümkün gözükmemektedir.[4] Bunun oldukça iddialı bir söylem olduğuna kuşku yok…

Öte yandan, sivil toplum kavramına içkin özelliklerin diğer toplumlarda yer almadığını söylemek de pek olası değil.

Bu durum, bize Batı Avrupa özelinde ortaya çıkan ve Habermas’ın “burjuva kamusal alanının liberal modeli”nde (liberal model of the bourgeious public sphere), ‘liberal’ sıfatını uygun gördüğü ‘sivil toplum’un yerine, farklı ‘sivil toplum’ örneklerinin çıkabileceğini intibaı uyandırıyor.[5]

Bununla birlikte, kamusal alanın pür eşitlikçi bir yönelimi olmadığını da söylemek gerekir…

Nihayetinde tek tek bireylerin ve bunların oluşturduğu çeşitli çıkar gruplarının niçin ve neden kamusal alanda var olacakları sorunu temelde, kamusal alanın kimler ve hangi gruplar tarafından doldurulacağı veya kamusal alanda kimlerin ve hangi grupların temsil edileceği yaklaşımıyla yakından bağlantılıdır.

https://guneydoguasyacalismalari.com/kamusal-alanin-yapilasmasi-ozgurluk-ve-sorumluluk-the-structuration-of-public-space-freedom-and-responsibility/

 



[1] Specter, Matthew G. (2010). Habermas: An Intellectual Biography, Cambridge: Cambridge University Press, s. 3.

[2] Nilüfer Göle. (2010). “Modernleşme Bağlamında İslami Kimlik Arayışı”, Türkiye’de Modernleşme ve Ulusal Kimlik, (ed.), Sibel Bozdoğan, Reşat Kasaba.4. Baskı, İstanbul: Tarih Vakfı Yurt Yayınları, s. 83. (83-95).

[5] A.g.e., s. xviii.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder