13 Haziran 2023 Salı

İslamcı siyaset: eleştiriler ve açmazlar / Islamic politics: criticism and dilemmas

Mehmet Özay                                                                                                                            13.06.2023

Halkının büyük çoğunluğunu Müslümanların oluşturduğu ulus-devletlerde (nation-states), 2000’li yılların başlarından bu yana gündeme gelen konuların başında, siyasal sistemin doğası ve pratiği ile buna yönelik görüşler, kanaatler ve eleştiriler yer alıyor.

Bu alandaki yaklaşımlar, dini yenilenmecilik (religious revivalism), epistemeloji, siyaset felsefesi gibi alanlarda da ele alınmakla birlikte, işin temelde sosyolojik boyutuna (sociological scope) bakmakta yarar var.

Söz konusu olgunun sosyolojisini anlamak suretiyle, yukarıda vurgulanan diğer alanlarda birşeyler söylemeye sıra geleceği kanaatindeyim.

Yeni/likçi ulus-devletler

Müslüman halkın çoğunluğu oluşturduğu ulus devletler… 

Biraz daha açıklıkla ifade etmek gerekirse, ilgili ulus-devletlerin ki, örneğin, Nijerya, Fas, Tunus, Mısır, Malezya, Endonezya, Bangladeş, Pakistan vb. ülkelerde şu veya bu şekilde siyaset alanının merkezinde yer alan İslamcı hareketler ve/ya İslamcı partiler eleştiri objesi olarak gündemde yer işgal ediyor. 

Tartışmaların odağında, sekülerleşmenin-modernleşmenin (secularization-modernization) başat bir olgu olduğu dönemde, söz konusu İslamcı siyasi hareketlerin, neye karşılık geldikleri yaklaşımı ve eleştirisi yer alıyor.

Tam da bu noktada, sekülerleşmenin veya çoğunluğun bildiği haliyle modernleşmenin var olduğu bir dönemde, “İslamcı siyaset olmaz” diyerek sorunu/konuyu bir kenara atmak olmaz…

Öyle ki, 20. yüzyıl ikinci yarısında yapılan en büyük hatalardan biri buydu!

Sekülerleşme-modernleşme tartışmalarının bugün geldiği noktaya göz attığımızda, (dini)/İslamcı hareketlerin, partilerin varlık nedenleri ne olursa olsun, sosyolojik olarak bir karşılığı olduğu kabul bulmuştur.

Bir dönem, klasik sekülerleşmenin savunucularından Steve Bruce’un bugün ‘alaycılığı da’ içine katmaktan geri durmayarak söylediği gerçek budur.[1]

Bu noktada, tartışılması gereken başka hususlar vardır ve olmalıdır...

(İslamcı) Siyaset dünyası ve sekülerleşme-modernleşme olgusu

Yukarıda zikredilen ülkeler ve benzerlerindeki gelişmelere dair ortaya konulan görüş, kanaat ve eleştiriler, ilgili ülke toplumlarının iç toplumsal bünyelerinin ürünü olduğu gibi, dışardan öteki toplumlardan gelen boyutları da içeriyor.

İç toplumsal bünyeyi, kendi başına çağdaş, gelişmiş, yeni formlar olduğunu düşünmeyelim…

Aksine, bunların neredeyse tümünün kökenlerinin, 19. yüzyıl ikinci yarısına dayanan Batı felsefesi ve ideolojileriyle tanışmanın ürünü ve aradan geçen uzun dönemli yapılaşmaların sonucu olduğunu hatırlatmak gerekir.

Burada iki durumdan bahsedebiliriz: i) İslamcı siyasi hareketlere yönelik tepkiler; ii) İslamcı siyasi hareketlerin/partilerin mevcut sosyal ve siyasal system içerisinde konumlanmaları.

İlki yani, ilgili (İslamcı) siyasi hareketlere yönelik hem içerden, hem dışardan ancak, her ikisi de sekülerleşme-modernleşme eksenli tepkilerdir.

‘İçerden’ ile kastımız, yerli Batılılaşmacılar... İçeriyi yani, iç toplumsal bünyeyi oluşturanların öyle kendi başına çağdaş, gelişmiş, yeni formlar olduğunu düşünmeyelim.

Bunların neredeyse tümünün kökleri, 19. yüzyıl ikinci yarısına dayanan Batı felsefesi ve ideolojileriyle tanışmanın ürünü ve aradan geçen uzun dönemli yapılaşmaların sonucu olduğunu söylememiz gerekir. Tıpkı bir önceki durumda olduğu gibi!

Dışardan kastımız ise, Batı’nın ürettiği sekülerleşme-modernleşme sisteminin devam ettiricisi olan Batılı akademisyenler, entellektüeller ve siyaset çevreleridir.

İkincisi ise, İslamcı yapılarla ilgilidir...

Bu anlamda, halkının çoğunluğu Müslüman olan toplumlarda ortaya çıkan ‘İslamcı’ siyasi partileri özellikle, 19. yüzyıl ortalarından itibaren gündeme gelmeye başlayan, Müslüman düşünürlerin katkılarıyla gelişme gösteren reform hareket/ler/inin uzantıları olarak görmek mümkündür.

Bu ilgili (İslamcı) siyasi hareketlerin kendilerini, içinde buldukları sekülerleşme-modernleşme durumunda nasıl tanımladıkları; bu alanı -şayet aşılması gerekiyorsa nasıl aşmaya çalıştıkları veya aştıkları; ve bu noktada, İslami ve uzun tarihsel geçmişten neşet eden prensiplerin ilgili toplumlardaki tüm kesimleri kapsayacak politikalara dönüştürülüp dönüştürülmediği ve bunların hayata geçirilip geçirmedikleri vb. sorular gayet önemlidir.

Aslında burada, İslamcı çevreler için var olan sorun gayet çarpıcıdır…

Öyle ki, -tüm tarihi geçmişiyle-, siyasetin ’tıpkı’ Batı Avrupa sekülerleşmesi-modernleşmesinde yapılandırıldığı haliyle, bir mücadele ve çatışma alanı şeklinde algılanıp algılanmadığı mı ve pratize edilip edilmediği mi yoksa, var olduğu iddia edilen İslami değerlerle yeni bir siyaset formunun ve anlayışının oluşturulup oluşturulmadığı mı sorunsalıdır...

Tekrar etmekte yarar var… Sekülerleşme-modernleşmenin, Müslüman toplumlar ve bu siyasi oluşumlarca -yani, İslamcı hareket ve siyasi partilerce- nasıl algılandığı; içinde yaşanılan seküler-modern dönemin eksikliklerinin ne ölçüde fark edilip tanımlandığı ve alternatif olarak ortaya ne türden kavramlar, politikalar, uygulamalar konulduğu üzerinde ciddiyetle durulmayı hak ediyor.

Niçin Müslüman dünya ve İslamcı siyaset?

Öncelikle, küresel anlamda akademi dünyasının ve entellektüel çevrelerin ilgili gelişmeler karşısındaki tutumuna değinmek gerekir.

Bu noktada, Sosyoloji, Siyaset Sosyolojisi ve özellikle de, Din Sosyolojisi gibi alanlardaki çalışmalarda başta, Batılı araştırmacılar olmak üzere, klasik sekülerleşme-modernleşme paradigmalarına meydan okuyan yaklaşımların önemli bir bölümünün kaynağını, Müslümanların çoğunlukta olduğu ülkelerdeki dini inanışların, yapıların, kurumların toplumsal ve siyasal temsiliyet noktasında gündeme gelmesi oluşturuyor.

Bunun, hiç kuşku yok ki, halkının büyük bölümünü Müslümanların oluşturduğu ulus-devletlerin küresel demografik yapıdaki yerleri, jeo-politik konumları veya konumlandırılmaları, eski-yeni sömürgecilik süreçleri gibi bağlamlarla ilintili yönleri bulunuyor.  

İslamcı siyaset neye tekabül ediyor?

Bu noktada, tarihsel olarak biraz geriye gittiğimizde, var olan tartışmaların önemli bir yanını, sekülerleşmenin başat bir olgu olduğu modern dönemde, söz konusu İslamcı siyasi hareketlerin, neye karşılık geldikleri konusu oluşturuyordu.

Aslında bu durum, Batı’da diyelim ki, -en azından- 18. ve 19. yüzyıllarda hızla sürüp giden din-devlet tartışmalarının ardından oluşan sekülerleşme süreçlerinin benimsenmiş, kanıksanmış halinin aksine, Doğu’da ve Müslüman toplumlarda Batı modernleşmesine karşı, muhalif siyasal yaklaşımların ortaya çıkmasıyla alâkalıdır. 

Bu durumun aşıldığını yani, artık dini-İslami siyaset algısının ve pratiğinin ilgili toplumlarda karşılık bulduğunun -dikkate değer bir şekilde- kabul edildiğini söyleyebiliriz.

Tartışmaların diğer yanında ise, ilgili ülkelerde iktidar olma imkânını elde eden İslamcı siyasi partilerin, özellikle ulus-devlet yapıları içerisinde toplumsal bütünlüğü tesis (social cohesion), refah toplumu (welfare society) oluşturma vb. (tipik modern kavramlar ve söylemler) çerçevesinde, ne türden süreçler ortaya koydukları da gündemde dikkat çekici boyutta yer alıyor.

İkilemi aşmak mümkün mü?

Aslında bu durum, İslamcı hareketler ve partiler açısından tastamam bir ikileme tekabül ediyor...

İlki, sekülerleşme-modernleşme süreçlerine rağmen, ortaya çıkmalarının oluşturduğu durum. Yani, bir diğer alanın içine doğmuş olmanın getirdiği zorluk…

İkincisi ise, bu ilgili ülkelerin kendi dini-toplumsal varoluşsal şartları dışında, yeni ve ötekinin alanı içinde yani, sekülerleşme-modernleşme durumunda ortaya çıkmalarıyla, bu ortamda oluşan siyasal zeminde kendilerini nasıl ifade ettikleridir.

Bir başka şekilde söylemek gerekirse, İslam’ın dini-tarihsel kaynakları ile ortaya koyduğu toplum, siyaset, ahlâk, değerler vb. yapıların siyaset alanından başlayarak toplumsal alanın diğer kurumlarına doğru nasıl bir genişleme ve yayılma gösterip göstermediğiyle alâkalıdır.

Burada akla, yaklaşık bin yıl öncesinde teorisi yapılan ‘Şeriat’in Hedefleri’ (Maqasıd al-Sharia’) olgusu geliyor.

Önyargıya kapılmadan, Maqasıd al-Sharia’ üzerinde durup düşünmek gerekiyor. Bu bağlamda, dinin, dini yasal kuralların “teokratik” (theocracy) kavramına yüklenen olumsuzlamanın dışına çıkmakta fayda var.

Ancak yaşanan tartışmalara bakıldığında, Maqasıd al-Sharia’nın toplumsala karşılık gelen ve -en azından teorik olarak-, her daim yenilikçi olduğuna dair görüşlerle zenginleştirilebilen bir durumdan bahsedebiliriz.



[1] Steve Bruce. (2003). Politics and Religion, Cambridge: Polity, s. 2.

https://guneydoguasyacalismalari.com/islamci-siyaset-elestiriler-ve-acmazlar-islamic-politics-criticism-and-dilemmas/



Hiç yorum yok:

Yorum Gönder