27 Eylül 2021 Pazartesi

Almanya’da seçim ve ideolojiler / Election in Germany and ideologies

Mehmet Özay                                                                                                                            25.09.2021

Almanya yarın seçime gidiyor… Bu, sıradan bir seçim değil, aksine son on altı yıldır ülkeyi yönetmiş olan bir liderin yani, Angela Merkel’in ve bu lider etrafında örüntülenmiş politik idealar ve pratiklerin de sonu anlamına geliyor.

Bu politik temellerin devam ettirilip ettirilmeyeceğini ise, Pazartesi günü sonuçlar açıklandığında tanık olacağız…

Gelişmiş ülkeler seviyesinin üst katlarında yer alan bir ülke olsa da, Alman siyasetinde ve toplumunda da ayrışmalar, çatışmalar, koalisyon arayışları, belirsizlikler mevcut.

Post-modern ve ideolojiler

Bununla birlikte, post-modern dönemle birlikte ideolojiler çağının bittiğini haber veren sosyal bilimcilere inat, Batı’nın bu gelişmiş ‘post-modern’ ülkesinde sadece ideolojiler değil, din/imsi yapılar da gayet başat bir rol üstlenmiş halde siyasi arenada boy gösteriyor.

Almanya denildiğinde, tarihin 1. ve 2. Dünya savaşı arasına sıkışıp kalmış bölümünde olan biten hadise ile anılan ve karışımıza sadece aşırı sağcı Nasyonel Sosyalizmi (Nazizmi) çıkaran medyatik propagandaya rağmen, Almanya Hıristiyan, sosyalist, çevreci, aşırı sağcı ideolojileriyle bugün seçime gitmesi gayet manidardır.

Bu durum, Almanya’nın (Prussia) doğurduğu iktisatçı Max Weber’in aşırı rasyonalizmden ve bunun toplumsal yaşamdaki karşılığı olan bürokrasinin varlığından ötürü, yaşanan modern dönemi “demir kafes”le (iron cage) izahın bizzat onda yarattığı kasvetli halden, -ki bunda Nieztche’nin ‘hiçliğini’ bulmak bile mümkün, kurtulmanın vasıtaları olarak yenilenmiş halleriyle ideolojilere sığınıldığını ortaya koyuyor.

Gelişmiş ülkeye yeni dertler

Alman seçmeninin yüksek okur-yazarlık oranı ve buna paralel olarak artan bireysellikleri, ekonomik çıkarların öne alındığı bir görünüm kazanmakla birlikte, diğer ülkelerle kıyaslandığında ekonomik varsıllık oranının yüksekliği, seçmen kitlelerinin ‘dert edindiği’ başka alanların da olduğunu ortaya koyuyor.

Bu çerçevede, Alman iç siyasetini aşan bölgesel yani, Avrupa Birliği ve küresel çapta politikaları ortaya koyan yaklaşımlara da rastlamak mümkün gözüküyor. Bu anlamda, tüm zaaflarına karşın Avrupalılık ve birlik ruhunun yerinden bahsedilebilir. Öte yandan, kalkınmış ülke olmanın getirdiği yeni dertlerden biri olarak iklim değişikliği benzer ülkeler dışında rastlanmayacak ölçüde gündemde…

Bu noktada, 1970’lerin kriz ortamında gelişmeye başlayan çevreci eğilimlerin bir tür dinimsi/pagan ve muhalif-sol karışımı nosyonu ile bugün ulusal siyasette bir güç merkezi haline geldiği görülüyor.

Bu çerçevede, Almanya’nın siyasal rolü bağlamında, dikkat çeken küresel olgulardan en azından dikkatle ele alınmayı gerektirenle şunlar: AB’de direksiyonda oturan ve küresel ekonomide ABD, Çin ve Japonya’nın ardında 4. sırada yer alan ülke, ABD ve Çin arasındaki ilişkilerde AB’nin rolünü ve yönelimini belirleme çabasıyla siyasal tavır geliştirme konumunda.

Öte yandan, hem kendi sınırlarını hem de AB bölgesel yapılaşmasını tehlikeye sokabilecek olan ve son yirmi yılda tedrici olarak AB için bir tehdit unsuru olmayı gerçekleştiren Rusya’ya karşı kolları sıvayan bir ülke, Almanya.

Son on altı yıllık başbakanlığı döneminde Merkel, tüm bu süreçlere tanık oldu, yaşadı, yönetti… Pasifik’teki gelişmeler kayıtsız kalmayan, ABD’nin sabık başkanı Barack Obama yönetiminin küresel eksene (pivot) yerleştirdiği Asya-Pasifik’e özel bir ilgiyle yaklaşan Almanya… Öyle ki, Merkel iktidarda olduğu dönem boyunca 12 kez Çin’i ziyaret etmiş olması salt ABD ile aynı blokta olmaklığın getirdiği bir olgu olarak algılanamaz…

Merkez sağ Hıristiyan Demokrat’lar, Merkel’in siyasi mirasını devralabilecek mi yoksa, sosyal demokratlar uzun bir aradan sonra Almanya siyasetinde yeni politikalar uygulama fırsatı bulabilecekler mi?

Almanya küresel ekonominin sadece 4. büyük ülkesi olarak kalmıyor, AB’nin lokomotifi konumunda bir ülke olmayı sürdürüyor. Fransa’yı da yanına alarak 27 üyeli birliği hem kendi standartları ve formülasyonu içinde tutmayı, hem de bir yandan Atlantik öte yandan, giderek ses getirmekte olan Asya/Hint-Pasifik politikalarında geride kalmayan bir konuma getirmeye çalışıyor.

İdeolojilerle Alman siyaseti

Bu noktada, Almanya’da iktidar ve lider değişikliği yerleşik kanunlar ve kurallar çerçevesinde büyük değişiklikler getirmesi beklenmemekle birlikte, Avrupa siyasetinin büyük ölçüde, halen ideolojilere dayandığını unutmamak gerekiyor.

Temelde göçmen kitlelerine yönelik bir Avrupa klasiği olan dışlamacılık ve bunu doğuran bugünün getirdiği ekonomik rekabetçi ekonomik ortam değil, aynı zamanda köklü Alman milliyetçiliğinin varlığıdır. Farklı bağlamlarda gelişme gösteren ve bir noktada buluşan sağ siyasal tutum, toplumsal ilişkilerde hedefine ‘öteki’ni koyarken, ekonomik ilişkilerde de içe kapanmacı bir yönelim sergiliyor.

Merkel’in siyasi mirasçısı konumundaki merkez sağ Hıristiyan Demokratlar Birliği, popülaritesi tartışmalı Armin Laschet etrafında kenetlenmiş görünüyor. Merkel de zaten siyasi halefliği ona devretmiş durumda. Sağ koalisyonun hedef aldığı kesim ise sol…

Kampanya sürecinin son günlerinde seçmene, ‘Aman Sol’a dikkat!’ anlamına gelecek sloganla yaklaşırken, içinde gizli/açık bir tehditi barındırmadığı söylenemez.

Bu noktada elde edilen ekonomik kazanımlar kadar hiç kuşku yok ki, değerler manzumesi olan unsurlara da gönderme yapıyor bu slogan... Tabii Hıristiyanlar gibi, sol unsuru da tekil bir bütünlük olarak görmemek gerekiyor. Orada da ayrışma var…

Dolayısıyla Laschet’in hedef gösterdiği, sınıfsal parçalanmışlıktan ziyade, siyasal parçalanmış haliyle Sosyal Demokratlar (SPD), Sosyalist Sol ve de post-modern dönemin küresel dense de, gelişmiş/kapitalist Batı’nın doğurduğu sorunlarının sonucu olarak zuhur eden Yeşiller bulunuyor.

Laschet’in seçmenleri gelişi konusunda uyardığı Sosyal Demokratlar’ın lideri Olaf Scholz, küresel ekonomide söz sahibi Almanya’nın dar gelirlilerine yönelik vaatleri bulunuyor ve yoksulluk içinde yaşayan azımsanmayacak sayıda çocuğa işaret ediyor. Tıpkı oğul George W. Bush’un kampanya döneminde eğitim hedef alınarak hazırlanmış sloganda kimse geride kalmamalı (no child left behind) gibi…  Tabii burada bir Alman komünizminden bahsetmek mümkün gözükmese de, ideolojiler haritasında sosyal demokratların kendilerine buldukları yer Marksizm oluyor.

Her ne kadar, Almanya’dan ziyade İngiltere’nin yetiştirdiği bir çocuk desek de, Karl Marx sergilediği pür sosyologluğunun ötesinde, siyasal aktivizmiyle ve bu yöndeki kararlı istenciyle devrimi öncelleyen duruşuyla, Batı Avrupa’da hakiki bir devrime yol açmamış olsa da, diyalektiği evrimleşerek var olmaya devam ediyor. 

Olaf Scholz, yoksulluk çemberini kıramayanlardan bahsetmiyor, “var olan ekonomi pastasından daha fazla ne kadar alırız”ın hesabını yapıyor. Bu durumda, Scholz’un, Marx’ın devrimin gerçekleşmemesine kendisinin de tanık olduğu üzere kapitalist çevrelerin işçi ücretlerini artırması gibi gayet temel bir ekonomik açılım sergilediklerini biliyor olmalı…

Yeni bir Hıristiyan blok koalisyonu mu?

AB’de siyasal liderlik, küresel ekonomide dördüncülük gibi belirli kriterlerin ötesinde disiplinli bir toplum, sürdürülebilir politikalar kadar, karşımıza post-modern dönemde dini referansları belirgin partilerin varlığını da ortaya koyması hiç kuşku yok ki, genelde Avrupa özelde Batı için çelişkiler yumağının bir parçası olarak algılanabilir.

Merkel iktidarını sağlayan büyük koalisyonun (grand coalition) iki güçlü partisi, Hıristiyan Demokratlar Birliği (CDU) ve Hıristiyan Toplumsal Birliği’ydi (CSU)… Yanlarında da sosyalist SDU…

Yarın ki seçimin hedefinde hiç kuşku yok ki, CDU ve CSU sosyalistler olmadan hükümet kurma hedefindeler. Hıristiyan Demokratlar Birliği’nin müstakbel koalisyon ortakları arasında da neoliberal Özgür Demokratlar (Free-Democrats) bulunuyor. 

Ancak kamuoyu yoklamaları SDU ve Yeşillerin oylarını artırdığını ortaya koyması herhalde Alman siyasetinde bir sürprizin kapıda olduğunun da habercisi…

Her türlü koalisyona açık bir seçimin olduğu bir atmosferde herhalde en rahat isim Merkel olmalı… Merkel’in on altı yıl gibi uzun bir süre ülkeyi yönetmesi, Avrupa demokrasilerinin sıhhat derecesi dikkate alındığında, herhalde iyi bir sınav verdiği şeklinde yorumlanmalıdır.

https://guneydoguasyacalismalari.com/2021/09/25/almanyada-secim-ve-ideolojiler-election-in-germany-and-ideologies/

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder