29 Eylül 2021 Çarşamba

Alman politikasında CDU ve Angela Merkel / CDU and Angela Merkel in German Politics

Mehmet Özay                                                                                                                            29.09.2021

Almanya’da hafta sonunda yapılan seçimi, Sosyal Demokratlar Parti’nin (SPD) ilk sırada bitirmesinin ardından, bir koalisyon hükümeti kurulması kapıda. Bununla birlikte, koalisyonun tesisinde farklı denklemler de gündemde.

Bununla birlikte, 2005’den bu yana iktidar koalisyonunu oluşturan Hıristiyan Demokrat Parti (CDU) ve Hıristiyan Sosyal Parti (CSU) kaybı sıradan bir seçim kaybının ötesinde anlam taşıyor. Özellikle de, CDU açısından…

Öte yandan, yeni hükümeti kurma sürecinde ve plânında, şartların zorlamasıyla ve/ya sürpriz gelişmelerle CDU-CSU’nun ilk sırada yer alması bile, seçimin CDU açısından ortaya çıkardığı tarihsel sonucun önemini saklamaya yetmeyecektir. Kaldı ki, böyle bir koalisyon olasılığı partiyi kendine getirme sürecine ne kadar hizmet edeceği de şüphelidir.

CDU-CSU  ile SDP arasındaki oy farkının 1.7 gibi küçük bir oranda olmasına rağmen, büyük bir yenilgi olarak addedilen durum, partinin genel oylarda yüzde 8 gibi bir kayba maruz kalmasıdır.

Bu istatistiki izaha, Alman toplumunda neyin, hangi gelişmenin yansıması olduğu konusu ise üzerinde durulmayı gerektiriyor.

Öncelikle seçim sonucunu, yeni hükümet kurulana kadar görevine devam edecek olan Angela Merkel’in yenilgisi olarak kabul etmek, ne kadar doğru bir yaklaşım olur tartışmaya açıktır.

Bununla birlikte, kendi isteğiyle siyasetten ayrılmaya karar veren Merkel’in yerine parti içinde de popülaritesi olmadığı ifade edilen Armin Laschet’i getirmesi de, hem parti içi hem de kamuoyu gözlemlerinin gayet sığ bir şekilde gerçekleştirildiğine işaret ediyor.

Bir diğer husus olarak, Alman sosyolojisinin vazgeçilmez unsuru kabul edilebilecek aşırı sağ kesim… CDU-CSU’nun kaybettiği belirtilen oyların, göçmen politikaları gibi güncel ve geniş kamuoyunu etkileyen konularla bağlantısı bulunuyor. Bu noktada akıllara, 2013 yılında kurulan hem AB karşıtı hem de genel itibarıyla göçmen karşıtı ‘Almanya için Alternatif’ (Alternative für Deutschland-AfD) partisi geliyor…

Bu itibarla partiyi reaksiyoner veya popülist parti olarak adlandırmak mümkün. Ancak bu durum, partinin bugün federal parlamentoda temsiliyetinin önüne geçmiyor. AfD’nin geçen Pazar günkü seçimde aldığı oy oranı yüzde 10.3…

Bu noktada, CDU-CSU’nun kayıp oylarının, 2013 yılında kurulan ve kısa süre zarfında federal parlamentoda temsil hakkı kazanan AfD gittiği yönünde. Ancak daha önceki seçimde daha yüksek oy alan (yüzde 12.6) AfD faktörü dışında bazı diğer makul açıklamalara da gerek olduğunu söylemek gerekiyor. AfD ile ilgili söylenebilecek bir diğer husus, oylarını özellikle eski Doğu Almanya bölgesindeki az gelişmiş bölgelerde toplaması…

Merkel’li yıllara dair kısa bir değerlendirmeden önce, temelde onun dönemini de anlamlı kılacak olan CDU’nın 20. yüzyılın oluşumu diyebileceğimiz 2. Dünya Savaşı sonrasından itibaren nerede durduğuna kısaca bakmakta yarar var.

CDU ve tarihsel köken

Genel itibarıyla, CDU’nun başarısını özellikle, kapitalist ekonominin kuralları ile refah toplumu oluşturma arasında bulduğu denge olduğunu söylemek mümkün.

Uzun 20. yüzyılda, 2. Dünya Savaşı sonrasının şansölyesi -ve bugün adını kültür ve akademi dünyasında gayet önemli işlere imza atan adına kurul vakıfla tanıdığımız- Konrad Adeneur’un (1949-1963) Almanya’yı ABD ile birleştiren siyaseti, Almanya’yı sadece dönemin küresel ekonomisine eklemlemekle kalmadı, kalkınmacı ekonomiler arasında kendine giderek güçlü bir yer de edindi.

Adeneur’un ardından, 80’li yıllarda Helmuth Kohl’lü dönem (1982-1998) açıkçası, Soğuk Savaş döneminin büyük evrimlere gebe olduğu bir döneme rast gelmesi, yeni ve farklı bir siyasal tarihsel tecrübenin ortaya çıkacağı izlenimi uyandırıyordu.

Bu noktada, bugün Helmuth Kohl’u adını hâlâ hatırlatan ise, Doğu Bloku’nun çöküşünün hiç kuşku yok ki en önemli siyasal sonuçlarından biri olarak, bölünmüş Almanya’nın birleştirilmesindeki rolü oldu. Yani Batı Almanya ile Doğu Almanya’nın birleşmesi…

Türkiye’de aynı dönemde, Turgut Özal’lı yılların getirdiği neo-liberal politikalar, Avrupa Birliği ile ilişkilerin geliştirilmesi sürecinde, Türkiye-Almanya ilişkilerinde adı sık sık gündeme gelen liderli Kohl…

Ardından bu yüzyılın başında, CDU’nun görünür yüzü ve Kohl’un yetiştirmesi denilen Angela Merker, giderek popüler bir lider olarak sadece Almanya’da değil, Avrupa’da ismini duyurmaya başladı.

Yukarıda kısaca dikkat çekilen üç liderin, siyasetçi olarak bireysel karakteristiklerinin yanı sıra, yaşadıkları dönemlerin özellikleriyle belirlenmiş bir politika yapma becerisi geliştirdikleri söylenebilir.

Adeneur’un, ABD’nin savaş sonrasının ‘siyasi ehlileştirme’ dediğimiz politikalarını, Almanya’nın çıkarlarına matuf olacak şekilde kullanması; erken dönemlerde ismi pek de duyulmamış olan Kohl’un Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği’ndeki (SSCB) değişimi doğru okuyarak, bu blok içerisindeki Doğu Almanya ile birleşmenin mimarı olması bu anlamda kayda değer gelişmelerdir.

Marksizmin hangi etkisi?

Endüstrileşmiş bir ülke olarak Almanya aslında ‘teori’de, Marksizmin gelişip serpilmesine matuf gayet münbit bir zemine sahip olduğunu söylemek mümkün. Oysa, Marksizm Almanya’da zemin bulmak bir yana, hem bu ideolojiye yakın olanların kendilerini dönüştürmeleri, hem de CDU örneğinde olduğu gibi, bu ideolojinin argümanlarından istifade ile liberal politikaları şekillendirme becerisi sergilemesine konu oldu.

Bu noktada, klasik Marksizmin etkisinde olmakla birlikte değişim geçiren sosyal demokratların, uzun 20. yüzyılda toplamda 15 yıl gibi bir süre ülkeyi yönetebilmeleri, aslında Hıristiyan Demokratlar ve bunlara eklemlenen diğer bazı siyasi yapıların kapitalizm ile refah devleti arasındaki bağı kurabildiklerinin doğrudan bir ifadesidir.

İngiliz tarihçi Eric Hobsbawm, 20. yüzyıl ilk yarısındaki savaş dönemlerine dair anlatısında bu durumu gayet açık bir şekilde ortaya koyuyor!

Bunun son örneği de Merkel’di. Ancak, siyaseti Marksist veya Marksist eğilimli partilere terk etmeme yönünde atılan adımlarında bir şekilde Marksizmin, belki de hiç de beklemediği ve istemediği niyetlenilmemiş sonuç (unintended consequence) olarak görmek mümkün.

CDU içerisinde, söz konusu bu üç ana damarı oluşturan liderler döneminin belki de en dikkat çekici özellikleri, güvenlik, yenilikçi kalkınma ve refah olgusunun varlığıdır. Bu durum, ülkede sorunlar olmadığı anlamına gelmiyor.

Özellikle, AB bünyesinde ve küresel ekonomi krizlerinin doğurduğu sorunlar, dışardan sürekli göç alan bir ülke olması, özellikle Doğu Almanya gibi bir bölgenin ulus-devlete katılımıyla oluşan ağır yükün altından kalkan bir Almanya var karşımızda.

https://guneydoguasyacalismalari.com/2021/09/29/alman-politikasinda-cdu-ve-angela-merkel-cdu-and-angela-merkel-in-german-politics/

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder