26 Haziran 2013 Çarşamba

ASEAN Siyasetinde Kalkınma ve Çevre İkilemi

Mehmet Özay                                                                                                              24 Haziran 2013

Malaka Boğazı’nın kuzey ve güneyini günlerdir etkisi altına alan kesif duman bulutları bölge ülkelerini yoğun bir şekilde etkilemeye devam ediyor. Özellikle çıkartılan orman yangınları nedeniyle son onaltı yılın en yoğun duman emisyonuna maruz kalan Singapur, Malezya ve Sumatra Endonezya’nın Sumatra Adası Riau Eyaleti’ndeki yerleşim yerlerinde yaşayan halk günlerdir maskelerle gündelik yaşamlarını idame ettirmeye çalışırken, astım ve solunum yolu şikâyetleri nedeniyle hastanelere başvuran hasta sayısında artış yaşanıyor. Yagınlara konu olan Riau bağlantılı kimi uçuşlar yapılamazken, Malaka Boğazı’nın her iki yakasında balıkçılar faaliyetlerine ara vermiş durumda. Öte yandan, öğrencilerin daha fazla sağlık problemlerine maruz kalmamaları adına çeşitli eyaletlerde ve şehirlerde öğretime ara verildi. Coğrafi yakınlığı ve hava koşullarına bağlı olarak önce Singapur’u etkisi altına alan yoğun duman emisyonu yaklaşık beş milyon nüfuslu Ada ülkesinde koruyucu maskelerin tükenmesine yol açtı. Singapur’a bir adım mesafedeki komşu Cohor ardından, Malaka, Selangor, Kuala Lumpur, Pahang Eyaletleri olmak üzere Malezya’nın Batı ve Doğu sahillerine doğru olan tüm yerleşim yerlerinde benzer problem kendini gösterdi.

Duman emisyonundaki artış nedeniyle görüş mesafesi yüzlerle ifade edilecek düzeye düşerken, yetkililer zorunlu olmadıkça dışarı çıkılmaması uyarılarını tekrarlıyorlar. Hava Kirliliği İndeksi’nde ‘sağlıksız’ seviyesini gösteren 101-200 katsayısı geçileli çok oldu. Öyle ki, Singapur’da 400’u bulan skala, bugünlerde kimi bölgelerde, örneğin Malaka şehir merkezinde ve Cohor’a bağlı Muar, Bukit Rambai’de bu katsayının 400-750’ler arasında seyrettiğini söylediğimizde geniş kitlelerin nasıl bir çevre sorunuyla karşı karşıya olduğu anlaşılacaktır.

Her yıl tekrarlanmasına rağmen kalıcı çözüm bulunamaması ve bu yıl çok daha etkileyici bir şekilde gündeme gelen bu çevre sorunu, aynı zamanda bölge ülkeleri arasında zaten var olan diplomatik sorunlara bir yenisinin eklenmesine neden oluyor. Hava kirliliği konusunda önceki yıllardan ‘tecrübeli’ olan Singapur halkı ilk günlerden itibaren sorunun çözümü için yöneticilerden talepte bulunurken, Singapur makamlarının Cakarta ziyaretlerinden sonuç alabildiklerini söylemek güç.

Çevre katliamı konusunda kimsenin masum olmadığı bölge ülkeleri içerisinde tek başına Endonezya’yı suçlamak adalet ölçüsüyle bağdaşmayacaktır. Aşağıda değinileceği üzere sorunun kökeninin, Batılılar eliyle birkaç yüzyıl öncesinde başlatılan kapitalist kalkınmacı yönetim biçimleriyle bağlantılı olduğu dikkate alındığında, ne tek tek ülke yönetimlerinin, ne de bu ülkelerde özellikle tarım sektöründe faaliyet gösteren ulusal ve uluslararası şirketlerin etkinlikleri göz ardı edilebilir.

Doğu Sumatra’da, Malaka Boğazı’na komşu Riau Eyaleti’nde çiftçilerin hasat sonrası kalıntıları yakmaları ve orman köylülerinin tarım arazisi açma adına yaktıkları küçük çaplı orman yangınlarının neden olduğu hava kirliliği bir yana, bugünlerde yaşanan tehlikenin arkasında bir kez daha uluslararası şirketlerin olduğu ortaya çıktı. Sumatra Adası’nın kuzey ve doğu eyaletlerinde geniş orman arazileri, özellikle orman ürünleri ve palmiye yağı üretimi yapan uluslararası şirket yöneticilerinin ellerini oğuşturmalarına neden oluyor. İşin tuhafı aralarında Singapur ve Malezya gibi ülkelerde kayıtlı şirketlerin olması ve söz konusu şirketlerin tamamı üretim merkezlerinde hiçbir şekilde yakım izin vermediklerini ifade etmesi, ortada kimin suçlu kimin suçsuz olduğunu tespit etmeninde mümkün olmadığı sonucunu doğuruyor. Öte yandan, söz konusu sorunun on yıllara yayılmış olması dikkate alındığında Endonezya makamları bugünlerde ilgili kuruluşlardan birkaçının adını zikrederek “gerekli yaptırımlara” gidileceğini açıklamasını samimiyet ifadesi olarak algılamak mümkün değil.

Sumatra Adası’nın özellikle orta kesimlerinde görece kurak geçen Haziran ayında tekrarlanan bu çevre ve sağlık sorununun siyasi bir soruna yol açtığı görülüyor. Bugünlerde kimi medya organlarında Sumatra Adası’nda faaliyet gösteren kimi uluslararası şirketlerin Singapur ve Malezya bağlantılı olduğunun yer bulması karşısında Singapur Başbakanı Lee Hsien Loong, Endonezya makamlarından “kanıt” istemesi sorunun bir tür siyasi dalaşa sürükleneceği izlenimi veriyor. Bunun ilk ibareleri, önceki yılların aksine Endonezya makamlarının Singapur ve Malezya makamları ve halkından bir özür bile dilelemiş olması. Üstüne üstlük faturayı bu iki ülkede kayıtlı şirketlere kesmesi...

Bugünlerde Malezya Başbakanı Necib’in Cakarta’ya yapacağı ziyaretin de nasıl karşılık bulacağı meçhul. Nedeni ise basit. Çünkü ASEAN nezdinde 2002 yılında imzaya açılan “Sınırötesi Hava Kirliliği Anlaşması”na Endonezya’nın henüz imza atmamış olması. ASEAN Sekreterliği’ne Cakarta’da ev sahipliği yapan Endonezya’nın bu önemli anlaşmayı ‘es geçmeyi’ yeğlemesinin nedeni de söz konusu çevre kirliliğine yaptığı %70’lik katkı (!) olmasın sakın?

Bu nedenle, bu sorunun önümüzdeki dönemde ASEAN içerisinde yüksek sesle dile getirileceğine kesin gözüyle bakılabilir. Siyasi restleşmeler bir yana, ‘Birlik’ ruhunu diriltme uğraşı verildiği bu dönemde ASEAN üye ülkelerinin başta doğaya ardından da hem kendi halklarına hem de sınır ötesinde komşu halklara saygıyı temel alan bir yaklaşımın teorisini kurma ve bunu pratiğe geçirmede nasıl bir politika izleyecekleri merak konusu.

Tabii burada üzerine gidilmesi gereken sadece ne Singapur ve Malezya tarım şirketleri ne de Endonezyalı sıradan çiftçiler. On yıllarca Güneydoğu Asya’nın yağmur ormanlarını kemiren ve en büyük doğa kıyımlarının yaşandığı Kalimantan/Borneo ve Filipinlerdeki ormanların arkasında uluslararası ekonomi güç merkezlerinin olduğu unutulmamalı. Kalimantan/Borneo Adası’nda 1997 yılında benzer nedenlerle ortaya çıkan yangınlarla duman emisyonu 860 katsayısını gösteriyordu. Benedict Anderson’un 1998 yılında yayımlanan bir eserinde değindiği üzere, daha o zamanlar, en büyük çevre felâketine konu olan ülkenin Filipinler olduğunu, ardından illegal orman kesimleri nedeniyle Tayland’ın ikinci sırada geldiğini belirtiyordu.

İçlerinde Myanmar, Laos gibi bölge ülkelerindeki siyasi istikrarsızlıkların, çatışmaların ve yönetim beceriksizliklerinin çevre felâketlerinin, özellikle geniş ve zengin ormanların tarım arazileri dönüştürülmesine ve illegal kesimlere neden olduğu da biliniyor. Uluslararası piyasalara mal tedariki bağlamında gündeme gelen yolsuzluklar alanında değerlendirilen bu ‘illegal uğraşların’ aktörleri arasında yerel yöneticiler, siyasiler kadar ordu ve polisin hatta ve hatta ülke yönetiminin üst düzeyinde yer alan elitlerin yakın çevrelerinin varlığının yanı sıra, bu doğal zenginlikleri başta Batılı ülkeler ve zenginleşme yarışındaki gelişmekte olan ülke üst ve orta sınıflarının maddi açlığını tatmine yönelik tüketimci ruhu körükleyen çokuluslu şirketler bulunuyor.

Daha geçen ayki seçimler öncesinde Malezya’da Saravak Eyaleti’ndeki yaşanan yoğun orman kesimlerinin gündeme getirilmesinin ardından, Eyalet Başbakanı’nın çevreci grupları karşısına alacak şekilde imza attığı yeni projeler için “ekonomik kalkınma için bunu yapmak zorundayız” tarzındaki demeci aslında tüm bölge ülkelerinde görülen ‘progresif kalkınmacılık’ savusunda en son örneğini teşkil ediyordu. Aksine, sömürgecilik döneminden başlayarak bölge ormanlarının dev plântasyonlara evrilmesinde birincil rolü oynayan Hollanda, İngiliz sömürge yönetimleri ve onlarla işbirlikleri kuran Avrupalı tarım ve madencilik yatırımcılarından başlamak gerekiyor. Sömürgecilik sona erse de yerine, yeni ulus-devletlerde eski sömürgeci efendilerin torunlarının başını çektiği çok uluslu şirketlerin ‘danışmanlığında’ modern kalkınmacı ekonomilere geçilmesi orkan kesimlerinden barajlara, plântasyonlardan konut sahalarına ve sağlıksız şehirleşmeye kadar pek çok farklı doğa sorunlarına kapı aralıyordu. Üstüne üstlük Avrupa’daki kimi “gelişmiş ülkeler” teknoloji atıklarının zehirinden kendi halklarını uzak tutacak şekilde gemilerle Endonezya’nın ücra adalarının yolunu tutarken, Japonya ve Güney Kore gibi Doğu Asya’nın ‘öncü ekonomilerinin’ yüksek teknoloji donanımlı balıkçı filolalarının gene bölge  sularındaki deniz yaşamını heder edecek girişimlerine dair haberler güncelliğini koruyor.

Yerli halkların tarihin erken dönemlerinden itibaren inanç geleneklerinin bir ürünü olarak doğayla içiçe yaşayan, doğaya saygılı ve bu doğal zenginliği önemseyen perspektiflerinden günümüze ne kaldığı; bu halk kitlelerini çevrelerindeki tüm varlıklara duyarlılıktan “çevre sömürgeciliğine” indirgeyecek düşünce ve eylemlere nasıl soyunduruldukları sorgulanmalıdır. Bölge halklarının inanç sistemlerinde yer alan yerli animist dinleri kadar, Hinduizm, Budizm ve nihayetinde İslamiyetin şu veya bu ölçekte doğaya duyarlı yaklaşımlarının modern devletlerin kalkınma politikalarından yerel yöneticilerin uygulamalarına ne denli sirayet ettiği ve yaptırım gücüne sahip olduğu da üzerinde düşünülmeyi hak ediyor. Değişen üretim biçimleri ve ekonomik yapılanmaların yaşam biçimleri ve de inanç dizgelerindeki dönüştürücülüğü bugün bu halklarda sekülerleşmiş bir doğa algısına tekabül ettiğine kuşku yok. Kalkınmacılık adına Ada şehrine tek doğal canlı hayvanın varlığına tahammül edemeyen Singapur yönetiminden, işgal ettikleri kamu makamlarını kendi şahsi zenginlikleri adına yolsuzluklar için aracı kılarak ormanların katline ve illegal madenciliğe cevaz veren bölgedeki diğer ülkelere kadar her siyasi yapı gelişmelerden sorumlu olsa gerek.  


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder