16 Aralık 2024 Pazartesi

Osmanlı reform sürecinde Suriye / Syria during the reform era in the Ottomans

Mehmet Özay                                                                                                                            16.12.2024

Suriye’de, bugün yaşanmakta olan gelişmeler, bize tarihin önemli dönüm noktalarından biri olan, 19. yüzyıl ikinci yarısında, aynı coğrafyada, ne tür gelişmelerin olduğuna bakmamızı gerekli kılıyor.

Nihayetinde, karşımızda istikrarsızlığıyla dikkat çeken bir coğrafya, siyasal bilincini oluşturmada zorlanan bir toplum, farklı etnik ve dini yapıların biraradalığını kabul ve birlikte yaşama konusunda zaafları olan bir sosyal ve siyasal gerçeklik bulunuyor.

Bu noktada, bir önceki yazıda dile getirdiği, kısa dönemli gözlem ve tecrübeleri göz önüne almak kadar, aynı bölgeyi ve toplumu uzun dönemli olarak ele almanın da kaçınılmaz olarak önem arz ediyor.

Osmanlı Devleti’nin merkezinde başlatılan ve ardından, Batı Avrupa güçlerinin siyasal, toplumsal ve dini gerekçelerle Osmanlı’yı, Avrupa sistemine tabi olmaya veya ‘davete’ yönelik talepleri olduğu gerçeği karşısında, söz konusu reform sürecinin nereye evrildiği veya evrilmediği kadar, bu uzun dönemli reform sürecinin 20. yüzyıl ikinci yarısından bugüne kadar geçen süreçte Suriye örneği gibi ülkelerde nasıl bir sonuç doğurduğu da önemle ele alınması gerekir.

1839 ve 1856

19. yüzyılda, Osmanlı Devleti sınırları içerisinde, görece dış/uzak bir eyalet olarak yer aldığı söylenebilecek olan Suriye’ye yönelik merkezin yani, Pay-i Taht’ın siyasi ilgisi, 1839 yılında başlayan, 1856’da güçlendirilme iddiasıyla devam ettirilmeye çalışılan Osmanlı Tanzimat/Reform sürecinin doğrudan bir etkisidir.

Temelde, bu iki reform sürecinin, Osmanlı siyasi ve bürokratik elitinin ‘değişim’ yönündeki istek ve arzuları olsa da, bu değişim belirli kurumsal alanlarla sınırlılık taşır.

Bu nedenledir ki, süreçte ortaya konulmak istenen ve içerden yönetilmek istenen değişim veya böylesi bir değişimin ortaya konulması hususunda, dış aktörlerin ve faktörlerin söz konusu bu değişimi yönlendirme, hatta yönetme işinin, Batı Avrupalı devletlerin güdümüne girmesine yol açtığı Cevdet’in “Tevarih’in de açık bir şekilde ortaya konur.

1839 ve 1856 reform süreçlerinde, Batı Avrupa güçlerinin siyasal, toplumsal ve dini gerekçelerle Osmanlı’yı Avrupa sistemine tabi olmaya yönelik talepleri -veya ısrarları, hatta zorlamaları-, kayda değer ölçüde, adına azınlıklar denilen ve ‘seküler Avrupa’nın dini ve humanist söylemleriyle şekillenen bir kamuoyu bilincinin de talepleriyle şekillendiğini söylemek gerekir.

Bununla birlikte, söz konusu reform sürecinin sesi güçlü çıkan iç yani, Osmanlı bürokrasi elitinin ve de yeni yeni ortaya çıkmakta olan entellektüelleşme yolundaki sivil okur-yazar çevrelerin ve bunların Suriye coğrafyasında var olan benzerlerinin rolünü yadsımadığımızı belirtelim.

Değişim: iç kaynaklı mı dış kaynaklı mı?

Osmanlı merkezinde yani, başkentte ortaya çıkan, resmi ve sivil değişim taleplerinin bir benzerinin, içinde Suriye’nin de olduğu Arap topraklarında da gündeme gelmesini yukarıda dikkat çekilen iç ve dış bağlamlarıyla birlikte ela almakta fayda var.

Söz konusu reform sürecinin yönetilmesinin ve yönlendirilmesinin araçlarından biri, ilgili bölgelere atanan valiler başta olmak üzere, bürokratik erkan olurken, diğer bir bölümünü, başta yerel eşraf olmak üzere, bölgedeki okur-yazar, sivil, dini ve seküler çevrelerin katkısı oluşturuyordu.

Suriye’de reform sürecinin, kısmen 1839 ancak, daha çok 1856 sonrasına tekabül eden yönelimleri olduğunu söyleyebiliriz. En azından, elimizdeki veriler bize bunu söylemeyi olanaklı kılıyor.

Bu çerçevede, 1864 yılında yapılan Eyalet Reform Yasası, merkez dışında Eyaletler’deki idari sistemin işlerliğine yönelikti ve bu süreç, Suriye’de 1866 yılında başladı.[1]

Benzeri dış/öteki eyaletler içerisinde diyelim ki, Libya Hicaz, Arap Yarımadası, Yemen gibi bölgelerden ziyade, reform çalışmalarında önceliğin Suriye’ye verilmiş olmasının anlaşılır maddi nedenleri bulunuyor.

Bu durum, Anadolu sınırları dışındaki ilk eyaletin Suriye olması kadar, Suriye’nin Mısır ve Arap Yarımadası’na geçişi sağlayan önemli bir coğrafi ve toplumsal aktarma organı olma rolünü göz ardı etmemek gerekir.

İslam hukuku, Avrupa hukuku

Osmanlı’da reform çabalarının doğası dikkate alındığında, İslam Hukuku (Şeriat) temelli yaklaşım yerine, Batı Avrupa siyasal sisteminin -ki, bunu Avrupa medeniyet süreçlerine eklemlenen ve bu bütünden bir parça olarak kabul etmek gerekir-, unsurlarını güçlü bir şekilde içinde barındırıyordu.

Bir başka ifadeyle söylemek gerekirse,  Eyalet kamu idaresini yeniden şekillendirecek unsurlar, temeller itibarıyla, “modern devlet aparatının normlarını” benimsiyordu.[2]

Bu siyasal girişimde, ne kadar başarılı olunup olunmadığı konusu bir yana, Suriye’de uygulamaya konulmak istenen değişimde, hiyerarşik bir yaklaşımın benimsenmiş olmasının getirdiği zorluklar kendini ortaya koyuyor.

Hiyerarşik diyoruz, nihayetinde, ‘merkez eksenli’ bir değişim süreci kendini ortaya koyması, aslında Osmanlı siyasi ve bürokrasi elitinin ‘reform’dan kastının ne olduğunu açıkça ortaya koyuyor.

Nedir bu zorluklar?

Bu ‘zorlukların’, iki temel noktada neşet ettiği görülüyor. İlki, merkez-çevre ilişkisindeki kopukluk, zayıflık, sürdürülemezliktir.

İkincisi, Batı’dan alınan kamu idaresi yönetim şekillerinin yerel toplumun siyasal, toplumsal ve dini nitelikleriyle uyuşmamasıdır.

Toplumsal kesimleri yakından ilgilendiren ve onların günledik yaşamlarını çekip çevirecek böylesine önemli bir idari reform sürecine yönelik tepkilerin ve ardından gelen belli ölçülerdeki başarısızlıkların, aslında değişim taleplerinin toplumun/toplumların kendilerinden gelmek yerine, dışarıdan dikte ettirilmesi gibi gayet normal ve insani bir yönü bulunuyor.

Burada durup düşünüldüğünde, Osmanlı reform sürecini ortaya koyan başkent İstanbul’daki siyasi ve bürokratin elitin, sivil unsurları, bilinci, mekanizmaları ne ölçüde mobilize ettiği konusu gündeme geliyor.

Eyalet İdare Reformu’nun belirleyici özelliklerinden ilki, idari mekanizmanın işlerliğinin yerel parlamenter uygulamayla pekiştirilmesidir.

Salt ve mutlak bir vali kontrolü yerine danışma süreçlerini yürürlüğe koyacak bir sisteme işlerlik kazandırılmasının hedeflenmesi görünürde, makul ve rasyonel bir tutum olarak gözüküyor.

Nihayetinde, o döneme kadar Eyalet İdaresi’nden maksadın sivil vali, askeri komutan veya sivil ve askeri sorumluluğu üstlenen bir tek valinin görev ve sorumluluğunun temelde ‘vergi toplama’ ve ‘güvenliği’ tesis merkezinde gerçekleşmiş olmasını aşan bir boyutun eyalet sistemine bir dış müdahale olarak getirildiğini ortaya koyuyor.

Ancak, Suriye ve benzeri bölgelerde toplumsal yapının aşiret, etnik gruplar, dini gruplar vb. yapılanmalarla şekillenmiş olması, arzu edilen reform sürecinin ne yönde sürdürüleceği konusunda kafa karışıklığının temellerini oluşturduğu da ortadadır.

Nihayetinde, bir din olarak İslam’ın öngördüğü yönetim biçimini, Müslüman olsun veya olmasın tüm toplum kesimlerini içerecek şekilde ortaya koyamamış olmanın doğurduğu sorun büyüktü(r).

Bunun ötesinde, böylesi bir dini/siyasal kaynağın dışından yani, Avrupa’dan gelen siyasal talepler ve hatta baskılar ile gerçekleştirilmek istenen değişimin ise -tüm çabalara rağmen- ne, merkez’de ne de, -Suriye örneğinde olduğu gibi- çevrede kabul edilebilirliği gayet kuşkuluydu.

Hem iç ve hem de dış bağalmlarıyla bugün Suriye’de toplumsal ve siyasal göstergeler dikkate alındığında 19. yüzyıl son on yıllarında yaşanmış olanlardan ne tür farklılıkları veya benzerlikleri içerdiğini yeniden düşünmek gerekiyor.

https://guneydoguasyacalismalari.com/osmanli-reform-surecinde-suriye-syria-during-the-reform-era-in-the-ottomans/



[1] Rogan, Eugene L. (1999). Frontiers of the State in the Late Ottoman Empire, Cambridge: Cambridge University Press, s. 12.

[2]  A.g.e., s. 12.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder