8 Ağustos 2019 Perşembe

Hong Kong, gösteriler ve kararlılık / Hong Kong, demonstrations and determination


Mehmet Özay                                                                                                                            8.6.2019

foto:channelnewsasia.com
Hong Kong’da gösteriler geniş kitlelerin katılımıyla devamlılık arz ederek ve hatta çeşitli bağlamlarda yaygınlaşarak sürüyor. Ada’da olup bitenler liseli ve üniversiteli delikanlı kitlesinin bir hevesle kapıldıkları geçici bir toplumsal hareketliliğin ötesinde bir anlam ifade ediyor.

Ada halkı siyasi egemenliğin İngiltere’den Çin’e geçtiği 1997 yılından itibaren, daha önce sahip olduğu özgürlüklerinin giderek elinden kaybolmakta olduğuna tanıklık etmenin sancısıyla Pekin yönetimine kafa tutuyor.

Ada yönetiminin başında bulunan Chien Lam’ın bir süre önce gündeme gelen, suçluların Çin’e iadesini öngören kanun tasarısının mecliste görüşülmesi süreciyle birlikte başlayan gösteriler, bağımsızlık yanlısı olduğu ileri sürülen Demosisto Partisi ve destekçilerinin katılımıyla sınırlı değil. Aksine, gösteriler sayısı milyona varan aktif katılımcılarca gerçekleştiriliyor.

Bu durum, Ada’nın Çin’in siyasi egemenliğine geçmesinden bu yana yaşanan en önemli toplumsal ve siyasal hareket olarak dikkat çekerken, Ada'da bir şeylerin kayda değer bir şekilde değişmekte olduğunu ortaya koyuyor.

Gelecek kaygısı

Bununla birlikte, Ada’da çocuklarının geleceğini düşünen ebeveynlerin aile fertleriyle birlikte geniş meydanları doldurmaları Pekin yönetimine karşı tepkinin hiç de küçümsenir bir yanı olmadığını ortaya koyuyor.

Hong Kong’daki gösterilerin, öyle sıradan bir gelişme olmadığına daha önceki yazılarımızda değinmiştik. Son birkaç aylık gelişmeler bunu kanıtlamaya yetecek mikyasta. Ada halkı, kendilerini Çin Halk Cumhuriyeti vatandaşı olarak görmüyor. Ve bu ulus-devlet ile herhangi bir aidiyet bağının olmadığını da açık seçik gösteriyor.

Aynı ırka mensup olmakla birlikte, Hong Kongluların niçin Çin’le aynı ulus-devlet çatısı altında bir arada olamayacaklarını anlamak için, bugün yaşanan gelişmelere günübirlik bakışların yeterli değil, aksine sömürgecilik dönemiyle bağlantılı uzun bir siyasi serüveni hesaba katmak gerekiyor.

Asker harekete geçer mi?

Hong Kong polisi son dönemde göstericilere karşı, Batı’daki gösterilerde uygulanan ve standart kabul edilebilecek yöntemlere başvuruyor.

Bu durum, bir yandan da giderek artan ve süreklilik arz eden gösteriler karşısında “Acaba Pekin yönetimi ordu birliklerini harekete geçirecek mi?” sorusunu da beraberinde getiriyor. Ordunun 1989 Tiananmen Meydanı girişiminin canlılığını koruduğu dikkate alınarak böylesi bir soruda haklılık payı aranabilir.

Çin ordusuna bağlı bir birlik Hong Kong’da süreklilik arz edecek şekilde var. Ancak şu ana kadar, Ada yönetimi orduyu göreve çağırmış değil. Aslında bu görev verilecekse de bu makamın Ada yönetiminin değil, Pekin olacağına kuşku yok.

Tek devlet, iki sistem

İçinde bulunulan şartlarda böylesi bir gelişmenin olmamasında, 1997 sürecinden itibaren var olan “tek devlet iki sistem” adı verilen bir yönetim biçiminde saklı.

1997-2047 arasında, yani yarım yüzyıl boyunca Ada yönetiminin ‘özerk’ yapısının korunacağı yolunda Çin yönetiminin İngilizlere verdiği siyasi sözün bir gereği olarak gelişmeler karşısında Çin’in güvenlik gücünü -en azından- bugüne kadar ortaya koymamasının nedeni kabul edilebilir.

Hedef havalimanı

Bugüne kadar bastırıl/a/mayan gösterilerin hem mekânsal anlamda, hem de katılımcılar noktasında farklılaşarak gelişmesi, Hong Kong yönetiminin ötesinde, bu yönetimin ardındaki asıl güç olan Pekin yönetiminin önemli bir siyasi tepkiyle karşı karşıya olduğuna işaret ediyor.

Küresel sermayenin ve ulus-aşırı iş çevrelerinin bölgedeki temsilcisi konumundaki Hong Kong’da gösteriler tam da bu merkezlerin bulunduğu geniş bulvarlarda gerçekleştirilmekle kalmıyor. Aksine, göstericiler polis merkezine giriş çıkışları engelleyecek ve meclis binasına girecek denli gözü kara işlere giriştiğine tanık olunuyor.

Bu yöndeki bir başka gelişme yarın, yani Cuma günü yaşanacak. Göstericilerin yarından itibaren üç gün süreyle havalimanı ve çevresinde konuşlanacak olması, stratejik bir gelişme olarak okunmalıdır. Mekânsal anlamda bu farklılaşma göstericilerin bir anlamda süreci kendilerinin yönetebildiklerini ortaya koyması açısından dikkat çekici.

Böylece, tepkilerin uluslararası arenaya daha çok ulaştırılmasına ve de göstericilerin Hong Kong yönetimi karşısında gücünü bir kez daha test etmeye matuf bir yön içeriyor.

Sorunun başlangıcı

Çin yönetiminin böylesi bir süreci nasıl başlattığını, pek o kadar da eskilere gitmeden 2014 seçimleriyle ilişkilendirmek mümkün.

Hong Konglular, seslerini küresel kamuoyuna 2014 yılındaki genel seçimler sürecinde Çin yönetiminin seçme hakkı konusunda verdiği sözü yerine getirmemesi üzerine başlayan ve Şemsiye Hareketi olarak literatüre geçen demokrasi yanlısı gösterilerle duyurmuştu.

O dönem Pekin iktidarı, Ada halkının seçme özgürlüğünü reddederken, yönetime getirilecek isimler mecliste kendisine destek veren çoğunluğu oluşturan üyelerin oylarıyla belirlenmişti.

Böylece Çin bu çoğunluk üzerinden Ada’da siyasi kontrolü devam ettiriyor. Bu gelişme, işte bugün toplumun her kesiminden katılımlarla gerçekleşen gösterilerle somutlaştığı üzere, Hong Konglularda giderek artan derin şüphenin oluşmasına neden oldu.

Ancak Pekin siyasi elitlerinin, Ada yönetimine dolaylı atamalar yapmakla Ada’yı yönetebilecekleri zannına kapılmalarının yanlış bir hesap olduğu, gösterilerle kendini açık seçik ortaya koyuyor.

Bugün gelinen noktada, gösterilerin sadece Ada yönetiminin meclisten geçirmek istediği bir yasaya tepkiyle sınırlı olmadığı artık ortada. Ada halkında Pekin yönetimine karşı siyasi bilinç gelişmeye ve keskinleşmeye yol açmakla kalmıyor, bu toplumsal ve siyasal tepkinin ana kıta Çin’de de tetikleme gibi bir potansiyeli de içinde barındırıyor.

Bu durum, Pekin yönetiminin gösteriler karşısında yaptığı açıklamalarda Amerika Birleşik Devletleri’ni hedef almasında da dikkat çekiyor. Pekin’den bugün yapılan açıklamada Amerikalı diplomatların gösterilerden ellerini çekmeleri konusundaki uyarı bu konuda gelişmelerin nasıl ve nereye evrilmekte olduğuna işaret ediyor.

Bu anlamda, Ada’da olup bitenler, Hong Kong halkının alışık olduğu Batılı değerler ve yaşam standartlarının devam edip etmemesi ile doğrudan irtibatlıdır. Bunların başında, hiç kuşku yok ki siyasal özgürlükler geliyor. Ada’nın sıradan bir Çin eyaletine dönüşeceği 2047 yılından itibaren bu yöndeki kısıtlamaların toplumsal ve siyasal yaşamın bir normu haline geleceği konusu Hong Kongluları endişelendiriyor.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder