9 Ağustos 2019 Cuma

Değişen Toplumda Aile


Mehmet Özay                                                                                                              15 Ağustos 2019

“Aile Krizde” başlığı, Batılı endüstrileşmiş toplumlarda gündeme gelse de, zamanla ekonomik modernleşmeye konu olan diğer toplumlarda da benzer bir sürecin ortaya çıktığına kuşku yok. Aile kurumundaki değişime vurgu yapan kriz olgusu, toplumsal dinamikleri harekete geçirici bir neden teşkil ediyor.

Bu noktada, Batılı toplumlar modernleşmeden taviz vermeden, modernite içerisinde bu sorunu çözümleme gayreti gösteriyorlar. Ancak Batı, çözüm arayışlarında geleneğe yaslanmak yerine, ki böyle bir yaslanmaya olanak tanıyacak mekanizmaları çoktan ortadan kaldırmış olması nedeniyle, yeni tür aile yapıları icad etmeye yöneldi. Bugün tek ebeveynli ve ayrı yaşayan ebeveynler, kadar, evlilik dışı birliktelikler ve aynı cinsiyetin birarada yaşaması gibi çoğulcu aile manzaraları ortaya çıkıyor.

Bu çerçevede, “Biz de mi o yöne doğru gidiyoruz?” türünden sorular akla gelmiyor değil. Hatta bu soruyu sormanın kimi çevrelerde, neredeyse abesle iştigal kabul edilecek şekilde kabul edilerek, hızla hüküm süren toplumsal değişim ve dönüşümün meşrulaştırıldığını söylemek mümkün.

Modernleşme ve Batılılaşma tecrübelerimiz kırmızı çizgilerimizin ne denli solgunlaştığını ortaya koyarken, bugün aile sorunları ile yüz yüze kaldığımızda gücümüzün kırıldığını hissediyoruz. Her işin başı eğitim derken, eğitimin kurumsallaşması ve nicelikselleşmesi bağlamında önemli “başarılar!” yakalanmasına rağmen, aile kurumundaki sorunlarda bir azalmadan söz edilemiyor.

Uzun bir dönem siyasal elitlerin yönlendirdiği devlet politikalarının ve medya unsurlarının dejenerasyon yönelimli çabalarıyla aile kurumunun zedelenmesi arasındaki doğrudan bağa dikkat çekilirdi. Öte yandan, muhafazakâr çevrelerin yönetimdeki varlıklarına rağmen, ailede yaşanan sorunların aşılması bir yana, artış göstermesi çözüm konusunda kısırlaşmayı ortaya koyması açısından dikkat çekici.

Yakın tarihi süreç bağlamında aşındırılan bir Müslüman kimlik olgusunun varlığı inkâr edilemez. Bu sürecin Müslüman kitleler üzerinde bıraktığı içselleştirme olgusu ile aşındırıcı unsurların gizli ve açık araçlarla hedef belirleme mekanizmalarındaki varlığı, Müslüman kitleyi kısır bir döngüye sürüklüyor. Red ve kabul arasında gidip gelen ilişkiler bireylerin gündelik yaşamları kadar, üst politik söylem ve eylemlere kadar sirayet ediyor.

Aile kurumundaki çözülmeler İslami hassasiyetlerin dejenerasyonu olarak değerlendirilebileceği gibi, “göreceliliğin monopolleşmesi” ile de kavramsallaştırılabilir. Modernleşme süreçlerinde karşımıza çıkan eğitim, şehirleşme, kapitalist ekonomik model ve bireyselcilik gibi olgular çerçevesinde yaşanan süreçlerin göreceliliği ön şart kabul etmesi neredeyse her birey tarafından içselleştiriliyor. 

Hayata bu perspektiften bakmaya alıştırılan Müslüman birey, kasıtlı/kasıtsız eylemleri ile alışkanlıklarını yapıcı unsurlara dönüştürerek hayata intibak çabası sergiliyor. Müslüman bireyin ikilemlerinin başında da bu husus geliyor. Bir yandan kendi eliyle alışkanlıklarını inşa ederken, öte yandan bu alışkanlıkların üstesinden gelmek için çaba harcamak zorunda kalıyor.

Öyle gözüküyor ki, geniş kitleler bu iki yönlü süreçten rahatsız oldukları izlenimi verseler de, ailede krizin çözülmek yerine giderek kronik bir hâl alması, Müslüman kitlenin modern kurumlar çerçevesinde toplumsallaşma süreçlerini, bir tezat teşkil etmekle birlikte, meşrulaştırma süreçleriyle birlikte ortaya çıkıyor.

Açık Medeniyet. Ağustos 2019, Yıl 2 - Sayı 16, s. 44.  Ibn Haldun Üniversitesi Aylık Gazetesi.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder