31 Ocak 2019 Perşembe

Malezya’da siyaset, gelenek ve değişim / Politics, tradition and change in Malaysia


Mehmet Özay                                                                                                                       31.01.2019

Malezya’da son bir yıl içerisinde iki önemli tarihi gelişme meydana geldi. İlki 9 Mayıs seçimlerinin ardından 61 yıllık iktidar değişti. Ardından, ülkenin 15. Federal sultanı, beş yıllık görev süresini tamamlamadan, daha iki yılı yeni dolmuşken görevinden ayrıldı. Her iki değişiklik sembolik önemleri kadar, Malezya toplumunun siyasi ve sosyal yapısına dair bazı ipuçlarını içinde barındırmaktadır.

Bu iki değişimin, ülkede kemikleşmiş yapıların sarsılması anlamı taşıdığına kuşku yok. Bu bağlamda, yakın geçmişte neler olduğuna kısaca değinmekte yarar var.

1980’li ve 90’lı yıllarda Malezya kalkınma hamleleri ile gündeme gelmişti. Soğuk Savaş yıllarının neredeyse her üçüncü dünya ülkesi için geçerli olan kalkınma söyleminde Malezya bir adım önde olmanın avantajını sürekli yaşadı.

Bunda, İngiliz sömürge dönemindeki siyasal ve sosyal tabakalaşmanın oluşturduğu yapılaşmanın etkisi olduğuna kuşku yok. Bununla birlikte, ‘yerlilik’ ‘Asyalılık’ söylemlerinin de aynı dönemde ortaya çıktığına şahit olunmuştu. Dönemin başbakanı Dr. Mahathir Muhammed, önce Japonya ve ardından Asya Kaplanları ile Doğu ve Güneydoğu Asya’da gerçekleşen ekonomik kalkınma ve endüstrileşme süreçlerini ‘Look East’ adını verdiği politikasıyla fiiliyata geçirdiği üzere bir model olarak alıyordu.

Çok etnikli ve çok dinli toplumsal yapısıyla dikkat çeken Malezya’da ekonomik kalkınmanın, salt maddi kalkınma anlamı taşımadığı, aksine bundan da öte ulus-devlet sürecini gerçekleştirmedeki sorunları ve hatta potansiyel tehlikeleri dikkate alındığında vazgeçilmez bir önem arz ediyordu.

Mahattirli yılların ardından, yani 2003’den 2018 yılına kadar geçen süre zarfında Abdullah Ahmad Badawi ve Necib bin Razzak hükümetlerinin ekonomideki belki kağıt üzerinde olumlu görülen ancak kamu vicdanını zedeleyen gelişmeler ve olumsuzluklar aynı zamanda toplumsal ve siyasal taleplerin artışını da körüklüyordu.

Bu dönem, yukarıda dile getirilen ulusal barışı tehdit edici boyutları örneğin anarşi boyutunda ulaşmak yerine, toplumsal tepkiler bağlamında siyasal ve toplumsal ‘reform’ algısının giderek yükseldiği ve bunun siyasal zemininin muhalefet partilerinin ortak paydada biraraya gelmesi gibi önemli bir sonuç doğurdu.

Bu süreç, 2008 ve 2013 seçimlerinde köklü iktidar kolisyonunun federal mecliste üçte ikilik çoğunluğu yitirmesi ve 13 eyaletten 5’inin -daha sonraki değişiklikler bir yana- muhalefet kaptırılması gibi siyasi sonuçları gündeme getiriyordu.

Bu süreçler dikkate alığınında, 2018 Mayıs’ında yaşanan siyasi tsunaminin geliyorum dediği ortadaydı. Ancak iktidarı altmış yıl gibi uzun süre elinden bırakmayan gücün kontrol edebileceği alanların gücüne rağmen, ‘reform’ çağrısı yirmi yıl gibi bir süre de sürse en azından siyasal iktidar değişimi bağlamında karşılığını buldu.

Elbette bu değişim, Malezya özelinde siyasi iktidarın bir partiden diğerine geçişi anlamı taşımıyor. Aksine, sistemik kurumsal ve bunun toplumsal karşılığı olarak sosyal kesimler nezdinde arzu edilir ve kabul edilebilir değişimleri tetiklemesi gerekiyor.
Yeni iktidar ile ülke artık ‘Yeni Malezya’ olarak adlandırılırken, varsayılan değişimlerin kısa bir sürede ortaya çıkmasını beklemek ise toplumsal gelişmelerin doğasıyla örtüşmüyor. Yeni iktidar yapısını oluşturan kadroların devlet işleyişine adapte olmaları, eskinin kalıntılarının ve kemikleşmiş unsurlarının dayanaklılığının kırılması gibi siyasal ve kurumsal bir nitelik taşıyor. Bu süreçte, deneme yanılma bir metod olarak kullanılabilirse de, bunun yerine sürdürülebilir bir siyasal yapılaşmanın hayata geçirilmesi gerekiyor.

Bunun yanı sıra, halk katmanlarının bu yeni siyasal ortam ve bunun getireceği varsayılan değişimleri öngörme, bu süreçlere adaptasyan ve aktif katılma gibi sosyo-psikolojik gereklilikleri karşılaması gerekiyor.

Bu ve benzeri unsurlar, iktidar yapısının değişmesinin ardından toplumsal değişimin sürdürülebilirliği için gerekli hususlar. Tabii bunun işlerlik kazanabilmesi için farklı toplumsal kesimlerin kendinde, eleştirel ve analitik bir düşünce ve pratiğe sahip olması kaçınılmaz.

Bunun yerine, alışılmış ve bu alışılmışlık içerisinde kazanılmış olan maddi ve manevi olmayan unsurlarla yaşama pratiğini devam ettirmek ise toplumun, en azından belli kesimlerine kolay geldiğini de göz önünde bulundurmak gerekiyor. Bu noktada, akıllara Malay-Müslümanlara yönelik ‘pozitif ayrımcılık’ kavramı ve uygulaması geliyor.

Anayasaca belirlenmiş olan bu hak karşısında geçmişten sirayet eden engellemelerin önüne geçme adına yürürlüğe konmuş bu yapının, günün getirdiği koşullar dikkate alındığında etnik ve dini toplum kesimleri arasında siyasal ve ekonomik çıkarların çatışması anlamı taşımadığı söylenemez. Uzun bir dönem uygulama bulan bu yaklaşım karşısında özellikle Malay-Müslümanların yapısal dönüşümler karşısında tepki vermemesi düşünülemez.

Öte yandan, her türlü genellemenin içinde barındırdığı yanlışa sapmamak gerekir. Bu anlamda, örneğin, ülkedeki diğer etnik ve dini yapılar içerisinde ekonomik varsıllıktan pay almayan kesimlerin de olduğu dikkate alındığında yeni iktidarın ortaya koyması gereken ekonomik ve sosyal politikaların çok daha kapsayıcı olması kadar, bir o kadar da sorunlarla yüzleşmesi gerekiyor.

Siyasal ve ekonomik çıkarlar dendiğinde yönetimde Malay haklarının koruyucusu kabul edilen başsavcılığa, geçen yıl seçimler sonrasında yapılmak istenen yeni atama sürecinin iki hafta gecikmeyle Haziran başında gerçekleşmiş olması bunun göstergelerinden biriydi. Bu gecikmeye sebep olarak ise avukat Tommy Thomas’ın Malay-Müslüman olmaması gösterilmişti. Federal sultanın onayı gecikmeli gelirken, yapılan açıklamada Müslüman-Malayların haklarının korunmaya devam edileceği de kamuoyuyla paylaşılmıştı.

Malay-Müslüman ve pozitif ayrımcılık konusu tartışmalarında göz ardı edilen bir husus var ki o da, ülkede başka etnik yapılara mensup Müslümanların da var olduğu gerçeğidir. Bunlar arasında Çin ve Hint kökenliler kadar, Orang Asli toplumsal grupları içerisinde de Müslüman olanların varlığı söz konusudur. Ve bu toplumsal yapılar, yukarıda dikkat çekilen pozitif ayrımcılık uygulamasından istifade etmek yerine, kendi ayakları üzerinde var olma mücadelesini sürdürmeye devam ediyorlar.


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder