21 Ocak 2019 Pazartesi

Endonezya’da seçimlere doğru dini duyarlılık / Religious sensitiveness toward elections in Indonesia


Mehmet Özay                                                                                                                         21.01.2019

en.tempo.co
Batılı medya organlarında Endonezya’yı konu alan haberlerin vazgeçilmez klişesi, ülkenin en büyük Müslüman nüfusunu barındırması ve en büyük üçüncü demokrasisine sahip olduğu olgusudur. Nisan ayı başında yapılacak olan başkanlık ve parlamento seçimlerine giderek yaklaşılırken, iki başkan adayı arasında ve çevresinde üretilen haberlerde din olgusu kendini daha da belirginleştirmeye başladı.

Hangi başkanın daha dindar olduğu, seçimler öncesinde Kur’an-ı Kerim okuma şartı, adayların dini kurumlar ve liderlerine yönelik ziyaretleri gibi kıstaslar gündeme getirilmektedir. Mevcut devlet başkanı Joko Widodo’nun (Jokowi), geçen Ağustos ayında, başkan yardımcılığı belirleme sürecinde önemli bir adım atarak, seçimlere Alimler İttifakı (Nahdat’ul ulama) üst düzey yetkililerinden Ma’ruf Amin Hoca’yla gireceğini açıklaması bu sürecin önemli bir aşamasını oluşturuyordu.

Bu gelişmelere, geçen hafta bir yenisi daha eklendi. 2011 yılında 15 yıl hapis cezasına çarptırılan ülkenin önde gelen Hocalarından Ebubekir Beşir (Abu Bakar Ba’asyir) devlet başkanı Jokowi’nin direktifiyle affedildi. Daha önce de hapis cezası almış olan Ebubekir Beşir Hoca’nın son hapis cezasına sebep olan 2009 yılında Açe’de silahlı eğitim yapan bir grubu finanse ettiği iddiasıydı.

Açe’den başkent’te Kur’an şartı

Hemen burada, yukarıda dikkat çektiğim bir hususla ilgili detayı vermeden geçmeyelim. Kur’an okuma barajı konusunun gündeme gelmesi önemliydi. Bu önerinin kimi çevrelerce ‘dini az’, ‘sol eğilimli hatta komünist, Çin’le ilişkilerde ön alan lider olarak lanse edilen Jokowi tarafından gelmesi oldukça şaşırtıcıydı.

Başkan adaylarının seçim öncesinde Kur’an-ı Kerim okuma şartı/talebi aslında, Açe Eyaleti’nde kanunla belirlenmiş bir uygulamaya dayanıyor. Bu çerçevede, Endonezya merkezi hükümetinin Açe’ye özgü sosyo-dini ve siyasi perspektiflerinden hâlâ dersler almaya devam ettiğinin bir diğer kanıtı olarak değerlendirilebilir.  

Ma’ruf Hoca kararı

Jokowi, kimilerince sürpriz bir şekilde olduğu ifade edilen, ancak son derece stratejik olduğuna kuşku olmayan bir kararla Alimler İttifakı (Nahdat’ul ulama) üst düzey yetkililerinden Ma’ruf Hoca’yla seçimlere gireceğini ilân etmişti.

Bu kararın Jokowi destekçilerince eleştirel yaklaşılacağı konusundaki argümanlara rağmen, ülke demografik yapısı içerisinde dini bütün kesimlerin dikkat çeken varlığı ve bu kitleden gelecek destek hesap edildiğinde herhalde yanlış bir karar olmasa gerek.

Bu bağlamda, Jokowi destekçilerinin kimlerden oluştuğu sorusu önem taşıyor. Jokowi’nin hem ‘sıradan’ bir üyesi olduğu hem de belediye başkanlığından bu yana en önemli destekçisi olan Endonezya Mücadeleci Demokrat Parti’nin (PDI-P) milliyetçi-aşırı milliyetçi kesimler ile belki tam da bununla tezat teşkil edecek şekilde sosyalist-seküler toplum kesimlerini içinde barındırması bu kitleyi İslamcı hassasiyetlere sahip kitleler ve partilerden ayırıyor olabilir.

Tam da burada, bir gazeteci arkadaşla bizim dışardan ‘İslamcı’ olarak nitelediğimiz partiler konusundaki konuşmamda, “Endonezya’da siyasi partilerin İslamcı olma gibi bir tavrından söz etmek mümkün değil.” demesi aklıma geliyor.

Şayet böyle adlandırılan partilerin varlığı bir gerçeklik olsaydı, her daim seçimlere giren partiler arasında önemli bir sayıyı bulan bu partilerin biraraya gelip iktidarı rahatça elde edebilirlerdi. Aslında bu konunun, üzerinde uzun uzun düşünülmeyi ve yazılmayı gerektirdiğine burada değinmiş olayım.

Beşir Hoca özgürlük ve İslamcılık!

81 yaşındaki Ebubekir Beşir Hoca’nın cezaevinden salıverilmesi aslında tek başına önemli bir gelişme. Hakkında daha önce 2002 Bali bombalamalarında adı geçen kişi olması, ülkenin temel ilkelerini oluşturan Beş İlke yani Pancasila’yı reddetmesi, dobra ve samimi görüşleri onu belli çevreler nezdinde sürekli hedef haline getirmişti.

Endonezya makamları Hoca hakkında bu kararı verirken, hiç kuşku yok ki, ülkenin yanı başındaki komşusu Avustralya’nın ilgili makamlarının yönlendirmesinin kayda değer bir rolü olduğunu düşünmek mümkün.

Bu gelişme karşısında, tıpkı yukardakilerde olduğu gibi, yine eleştiriler ortaya konuldu. Beşir Hoca’nın salıverilmesinin terörle mücadeleyi zayıflatmasından, uluslararası çevrelere nasıl hesap verileceğine kadar bazı görüşler ortaya konuldu. Ancak 2002 sürecinde rolü olduğu söylenen Hoca hakkındaki iddialar, 2006 yılında yanlışlanmıştı.

2009’da Açe’de var olduğu söylenen gelişmenin, o dönem Açe’de bulunan ulusal ve uluslararası gelişmeleri yakından izleyen ve tanık olan biri olarak ellerinde silahlı bir grubun başkent Banda Açe’ye yakın bir bölgede eğitim yapabileceği hiç akla yatkın bir iddiayı oluşturmuyordu. Açelilerin mahallelerine, köylerine girenleri geleneksel komşuluk ve kontrol mekanizmasıyla izlemeleri, açıkçası dışardan gelen eli silahlı bir grubun varlığının oldukça şüphe taşıdığını ortaya koyuyordu.

Bu karar neticesinde Jokowi’ye getirilen eleştiriler, uluslararası arenada olumsuz bir figür olarak boy göstertilen Beşir Hoca’yı seçimlere birkaç ay gibi kısa bir süre kala serbest bırakma kararının ‘İslami hassasiyetleri olan seçmenlere hoş görünme çabası olarak gündeme getiriliyor.

Jokowi’nin avukatı, meşhur hukukçu ve bir dönem adı devlet başkanlığı için de geçen Yusril Ihza Mahendra ise başkanın kararında Beşir Hoca’nın giderek kötüleşen sağlık durumu olduğunu açıkladı. Ancak belli çevrelerin hedefi bununla da sınırlı değil. Beşir Hoca’nın, bu gibi durumlarda salıverilenlerden Pancasila yemini etmesi şartının yerine getirilmediği yönünde.

Aynı Jokowi’nin 2017 yılı Ağustos ayında ülkedeki dini gruplar arasında yer alan Hizb’ut Tahrir adlı cemaatin faaliyetleri, ülkenin siyasi ideolojisi Pancasila’yla çeliştiği gerekçesiyle kapatılması yönünde verdiği karar hatırlandığında, aradan geçen kısa sürede oldukça farklı bir kararın ortaya konulduğu gerçeğiyle karşılaşıyoruz.

Tüm bu gelişmeler dikkate alındığında ortada oldukça önemli bir gelişmenin olduğu görülüyor. Aslında bu gelişme pek de yeni değil. İslam ve Müslümanlık ülke siyasetinde sürekli başat bir unsur olması daha kuruluş yıllarında kendini ortaya koymaya başlamıştı. Sukarno’nun başını çektiği 9’lar Meclisi toplantılarındaki gelişmelerden bu yana toplumsal yaşamın vazgeçilmez yapısı İslam’ın siyaset kurumunda karşılık bulmaması mümkün değildi.

Bağımsızlık yılları öncesinde kurulan Masyumi (Majlis Shura Muslimin Indonesia) adlı ve o dönemin Müslüman yapıları arasında birliği yansıtan siyasi hareketin Sukarno tarafından 1960 yılında yasaklanmasının ardından bir daha adına İslamcı denilebilecek partiler ittifak kurarak iktidar olamadılar. Belki de Masyumi sonrasının ulusal ve uluslararası şartlarından ötürü böyle bir cesareti göstermeyi göze alamadılar.

Buna rağmen, İslamiyet siyasilerin her daim işlevselleştirebilecekleri bir araç olarak mevcudiyetini sürdürdü. Bugün de, kimilerinin adını komünistlikle ve Çin yandaşlığıyla andığı Jokowi, İslamcılık denilebilecek açılımlarla kamuoyunda şaşkınlıkla izleniyor.

Öte yandan, eski general ve sırasında adı insan hakları ihlalleriyle anılan, ülkede sekülerleşmenin yönlendiricisi ve Cava milliyetçiliğinin doruğunu oluşturmuş Suharto’nun üvey oğlu olarak, onun sadece hem biyolojik hem ideolojik varisliği hükmünü kazanmış ve üstlenmiş olan Prabowo Subianyo sözde İslamcı partilerin ve grupların peşinde birleştikleri bir siyasi olarak gündeme gelebiliyor.


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder