2 Mayıs 2017 Salı

Türkiye Hindistan İlişkileri ve Gelecek Perspektifi / Relations between Turkey-India and Future Perspectives

Mehmet Özay                                                                                                                         02.05.2017

Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Hindistan ziyaretiyle iki ülke ilişkilerinde yeni bir evrenin başlamasına dair bir umut belirdi. Bu ziyaret, Türkiye ile Hindistan arasındaki ilişkilerin geliştirilmesi, Türkiye’nin yeniden belirleme çabası içerisinde olduğu uluslararası ilişkilerinde önemli bir yer işgal ediyor. Bu bağlamda, Güney Asya’nın önemli ülkesi Hindistan’ın neye tekabül ettiğini anlamak, ilişkilerin yapılandırılması ve sürdürülebilirliği için de büyük önem taşıyor.

Hindistan’ın bir milyarı aşkın nüfusu, Hint Okyanusu’na ‘doğal’ hakimiyeti, Arap dünyası ile Malay dünyası arasında bir geçiş noktası özelliği taşıması, Çin’le olan jeo-stratejik rekabeti, Pakistan’la bitmeyen husumeti, yeni güvenlik politikalarında görece yayılmacı çabaları, zengin etnik yapısı içerisinde Türk unsurları kadar, diğer etnik yapılara mensup Müslüman kitlelerin varlığı, Hindistan’ın dünden bugüne aktarılan ve hatta bazı açılardan çok daha öne çıkan özelliklerini oluşturuyor.

Hindistan, dev Asya kıtasında Çin ile birlikte, iki önemli kültür ve medeniyet havzasını teşkil ediyor. Öte yandan, Çin’in aksine, tarihsel olarak Türk unsurunun daha çok nüfuz ettiği coğrafya olarak Hindistan öne çıkıyor. Bu noktada, geniş Türk milletine mensup grupların Alt Kıta’nın kuzeybatı ve kuzeydoğu istikametinde kendini gösteren devlet kurma geleneği ile siyasi ve kültürel etkisini hatırlamak gerekir.

Kongre Partisi’nden Hindu milliyetçiliğine
Sömürge döneminde milliyetçi hareketin uzantısı olarak kurulan ve ‘seküler’ temelleriyle dikkat çeken Kongre Partisi’nin uzun yıllar hakimiyetinde geçen modern siyasal yaşamın, geniş toplum kesimlerine sürdürülebilir bir yaşam sağlayabildiğini söylemek güç. Öyle ki, Soğuk Savaş yıllarının bittiği 1990’lı yıllarda ülkenin kalkınmasına yön verme adılan başlatılan ve özellikle Japonya gibi kalkınmış ülkelerle ilişkileri geliştirmeyi hedefleyen ‘Doğu Politikası’ yaklaşımından, Kongre Partisi yıllarında yaşanan sorunlardan ötürü ne türlü verim alınabildiği tartışmalı. Bu nedenledir ki, bu köklü siyasi hareket dönem dönem karizmatik liderleri sayesinde varlığını sürdürürken, bir süredir yerini Hindu milliyetçiliğinin bayraktarlığını yapan Baharatiya Janata Partisi’ne (BJP) bırakmış durumda.

Hindistan’ın dezavantaj gibi gözüken devasa nüfusuna karşılık zengin doğal kaynaklara sahip olmasına rağmen, geniş kesimlere yaşanılabilir şartların oluşturulmasındaki zaafiyetini aşması için reform yönelimli söylemiyle öne çıkan bir siyasi harekete ihtiyaç vardı. BJP’ye ulusal siyasette yer verildi. Böylesi bir toplumsal talebin siyasi karşılığı kadar, popüler söylemle güçlü Hindu kesimin desteğini alan bu siyasi hareket hiç kuşku yok ki, Hindu milliyetçiliğinin siyasi arenada çok daha güçlü bir şekilde görünümünü ortaya koyuyor.

2014 yılında Narendra Modi’yi başbakanlığa taşıyan süreç, hiç kuşku yok ki, Filipinler’den ABD’ye kadar farklı coğrafyalardaki katı ve dışlayıcı bir milliyetçi söylemle öne çıkan siyasi yapılaşmalar içerisinde yerini alıyor. Bu gelişme, sadece Hindistan’daki Müslüman kitleler ile Hindular arasında değişik boyutlarda çatışmaları gündeme getirmekle kalmıyor. Aynı zamanda, Batı’da üretilen ve ‘İslam karşıtlığı’ndan beslenen bu olguyu ve pratiklerini besleyen bir ‘tehdit’ ile ‘tehlikeyi’ de içinde barındırıyor.

Su yolları üzerinde jeo-stratejik rekabet
Hindistan’ın Doğu ve Güney Afrika’dan Malaka Boğazı’na veya Malay dünyasına kadar uzanan geniş Hint Okyanusu bu ülkeyi kendi doğal sınırlarının ötesinde küresel güçlerle karşı karşıya getiren bir özellik taşıyor. Bu ülke, 2. Dünya Savaşı sonrasının Soğuk Savaş döneminde ‘üçüncü dünyacılık’ veya bir başka deyişle ‘bağlantısızlar’ hareketinin önemli bir ismi olarak ortaya çıktı. Ve bu yönelimini, 1955 yılında Bandung Konferansı sürecinde oynadığı öncü rolle kanıtladı.

Soğuk Savaş döneminde, ABD’nin ve Rusya’nın siyasi nüfuz bağlamındaki yayılmacılık süreçlerinde bağlantısızlık konumunu korumaya çalışan Hindistan bugün, Çin’in Güneydoğu Çin Denizi ve Hint Okyanusu üzerinden Doğu Afrika’ya doğru genişleme gösteren su yollarının jeo-stratejik öneminden hareketle şekillenen ilişkiler ağında yeni bir güç merkezi olup olmama sürecinde buluyor. Bu çerçevede, 2000’li yılların başlarında gelişen yeni jeo-politik dengeler bağlamında Hindistan’a Çin’le birlikte, Asya-Pasifik bölgesinin iki önemli güç yapılaşması olarak dikkat çekiliyordu. Bu süreçte Çin’de giderek etkisini gösteren ekonomik kalkınmışlık, bugün bu ülkeyi sadece küresel ekonomide ikinci sıraya getirmekle kalmıyor, aksine Çin’i askeri ve teritoryal alanda yayılmacı ve nüfuz ettirici bir konuma doğru sürüklüyor. Aradan geçen sürede ise Hindistan’ın Çin’in gerisinde kaldığı gözlemleniyor.

Çin’in Hint Okyanusu’ndaki hesapları

Çin sadece Güney Çin Denizi’nde teritoryal hakimiyet ve bunu pratiğe geçirme yönünde Çin agresif politikalar geliştirmekle kalmıyor, aynı zamanda çokça muhtaç olduğu petrol ve doğal gaz kaynaklarında aktarma organı olan Hint Okyanusu’nda ‘güvenlik’ çabalarını da genişletme ve artırmasına neden oluyor.

Bu bağlamda, Çin donanmasının sadece Güney Çin Denizi’nde değil, Hint Okyanusu’nda da var olma çabası, bir yandan da bu devasa denize komşu bazı ülkelerle işbirliklerini gündeme taşıyor. Bir yanda Hint Okyanusu’nun doğusunda Bengal Körfezi’nde Myanmar ve Bangladeş, bu okyanusun batısında Pakistan ve İran ile doğu Afrika sahillerinde Cibuti ile ilişkilerini bu bağlamda değerlendirmekte fayda var. Çin, aynı zamanda Malay dünyasını temsil makamında olduğu düşünülebilecek Endonezya ve Malezya’nın “kontrolündeki” Malaka Boğazı’nın kuzey ve batı girişlerinde belirleyici rol oynama niyetinde. Çin’in su yolları üzerindeki bu girişimlerinin, sadece ABD’nin Pasifik hakimiyetine karşı bir duruş olduğunu söylemek mümkün değil.

Hindistan’ın stratejik hedefleri
Bu çerçevede, Hindistan, yeni jeo-politik gelişmeler çerçevesinde, geleneksel dini, kültürel ve ekonomik olarak kayda değer rol oynadığı Hint Okyanusu’na komşu bölgelerdeki varlığını yeniden canlandırmanın hesabını yapıyor. Tabii burada sorun, Hindistan’ın böylesine geniş bir coğrafya üzerinde denge unsuru olmasını sağlayacak donanımlara sahip olup olmadığıyla ilgili. Bu noktada, Hindistan’ın potansiyel bir aktör olduğunun dış faktörler tarafındanda fark edildiğine tanık olunuyor. Öyle ki, Endonezya devlet başkanı Joko Widodo’nın geçen Aralık ayında, Malezya başbakanı Necib bin Rezzak’ın da Mart sonu Nisan ayı başlarındaki Dehli ziyaretlerini bu bağlamda değerlendirmek gerekir. Bununla birlikte, Hindistan’ın, günümüzde pratikte oldukça dikkat çeken çoklu ilişkileri kuralına bağlı olarak ASEAN’la bir blok olarak ilişkisi, aralarında Rusya-Çin-Breziyla-Güney Afrika’nın da bulunduğu BRICS adıyla anılan birlik içindeki varlığı, bugünkü mevcut güç unsurları çeşitliliğini ortaya koyuyor.

Türkiye-Hindistan ilişkileri
Bugüne kadar, Türkiye ile Hindistan arasındaki ilişkilerin durağan bir seyir takip ettiği söylenebilir. Bununla birlikte, küresel ticaret ve politikalarda giderek güçlü bir şekilde öne çıkan Asya-Pasifik bölgesine ve bu bölgeyi güçlü bir şekilde besleyen devasa Hint Okyanusu’na açılan Hindistan ile ilişkilerin sağlıklı temellere dayalı olarak sürdürülebilir bir yapı sergilemesi sağlanabilir. Zaten Cumhurbaşkanı’nın iki günlük ziyareti de böylesi bir niyet taşımasıyla dikkat çekiyor. Bugüne kadar, iki ülke arasındaki ilişkilerin durağan bir seyir takip etmesinde, bazı tarihi ve dini-kültürel nedenleri de göz ardı etmemek gerekir. Örneğin Pakistan’ın ayrılmasında ve buna eklemlenen Keşmir sorununda olduğu gibi adına bölgesel gelişmeler denilen bağlamların varlığı yadsınamaz. Bu bağlamda Türkiye-Hindistan ilişkilerini pratik yaklaşımlar ile idealler arasında bir ayrıma tabi tutmak gerekir.

Bununla birlikte, bir milyarı aşkın nüfus yapısıyla ülkenin kuzeyindeki Türk unsurları ile Alt Kıta’nın batısında Arap denizine doğusunda Bengal Körfezi ve Malaka Boğazı’na bakan eyaletlerdeki kayda değer Müslüman nüfusun ortak bir payda olarak gündeme getirilmesinde yarar var. Alt Kıta’nın bu farklı özellikleri ile öne çıkan bölgelerinde geliştirilmeye muhtaç ilişkiler ağının Türkiye’nin Güneydoğu Asya topraklarına uzanan siyasi ve ticari ilişkilerinde de kayda değer yapıcı etkisi zamanla hissedilecektir. Bu ziyarette işaret edilen beklentilerin karşılanması, öngörülerin hayata geçirilebilmesi için Türkiye bu devasa ülkede gerek resmi, yarı-resmi gerekse özel sektörle yer alabileceği geniş alanlar ve imkânlar olabildiğinde kullanabilmeli. Bu çerçevede bu ziyaretin böylesi bir somut açılım için umut verdiğini söylemek mümkün.


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder