17 Mayıs 2017 Çarşamba

Hıristiyan Vali krizi nasıl tırmandırıldı? / Escalation of the Christian Governor case?

Mehmet Özay                                                                                                                        17.05.2017

Geçen yıl Eylül ayından itibaren Endonezya’da başkent Cakarta valisi Basuki T. Purnama veya yaygın adıyla bilindiği üzere Ahok’la ilgili başlayan iddialar, valinin iki yıl hapis cezası almasıyla sonuçlandı. Öte yandan, İlk turu Şubat, ikinci turu da Nisan ayında yapılan Cakarta valilik seçimlerini ise süpriz aday olarak nitelendirilebilecek Milli eğitim ve kültür eski bakanı Anies Baswedan kazandı. Bu iki gelişmenin birbiriyle ilişkisi kadar, Eylül ayında yaşananlar ülkede toplumsal ve siyasal dinamiklerin her açıdan harekete geçirildiği bir dönem oldu.

Etnik kökeni itibarıyla Çin’li ve dini aidiyet yönünden Hıristiyan olan eski vali Ahok, seçim sürecinde bazı muhalif çevrelerin kendisine yönelik aleyhte propagandada bir ayet-i kerimeye atfı üzerine yaptığı bir değerlendirme İslama hakarete olarak yorumlanarak tepkilere ve gösterilere neden oldu. Ahok, bu gelişme üzerine özür dilediğini belirtse de, önü alınamayan süreç sonrasında yüzbinler meydanları doldurdu. Ardından, Ahok yargı süreci sonrasında hapis cezası alırken, oluşan toplumsal baskı neticesinde de seçimi kaybetti.

Öncelikle, eski vali Ahok’un aldığı hapis cezasını, yargının ‘bağımsızlığı’ olgusundan hareketle sorgulamak mümkün değil. Bununla birlikte, Ahok’un hapis cezası almasının ulusal sınırları aşıp uluslararası medya gündemine oturmasında, valinin etnik kökeni ile kendisine muhalif tarafların dini kimliklerinin çatışması ve bu anlamda çok etnikli, çok dinli Endonezya toplumunda bir toplumsal ayrışmanın gündeme gelmesinin rolü var. Bu çatışmacı süreçte ön plâna çıkan aktörler, eski vali Ahok ile kendisine karşı muhalefet hareketini yürüten, görece azınlık bir kitleye hitap eden ‘İslam Savunucuları Cephesi’ oldu. Ancak aktörler bununla sınırlı değil. Ülkenin köklü dini-sivil yapılanmaları olan Alimlerin Uyanışı ve Muhammediyye gibi akımlar gösterileri desteklemek bir yana eleştirel bir tutum takınsa da meydanları dolduran yüzbinlerin içinde bu iki grup da dahil olmak üzere toplumun her kesiminden insanı bulmak mümkün. ayrıca, geçen Eylül ayına kadar tabiri caizse süt liman giden seçim hazırlıklarının birden kızışması, siyaset dünyasının neredeyse tüm öncü partilerin ve liderlerinin çatışmacı ortam içinde aktif rol almaları, rejim tartışmalarının yanı sıra gelinen nihai noktada İslamcılık tartışmalarının da gündeme taşınmasına neden oldu. Bu aktör çeşitliliği nedeniyle, İslam Savunucuları Cephesi adlı oluşumun varlığının ötesinde farklı hedeflere kilitlenmiş çok aktörlü ‘toplumsal çatışmanın’ varlığı söz konusu.

Ahok’un hapse gönderilmesi, Anies Baswedan’ın başkentin yeni valisi olması suların durulması anlamına gelmedi. Aksine, bu iki gelişme de, Müslümanların sergiledikleri “başarı” olarak sunulurken siyasi anlamda ise ülkede ‘islamcılık’ olgusunun yeşermekte olduğu iddialarının gündeme taşınmasına neden oluyor. Bununla birlikte, Ahok’a destek verenlerin de sadece başkent Cakarta’da değil, farklı şehilerde de bazı kitlesel gösteriler düzenleyerek yargı sürecine tepkilerini ortaya koymaları da hassas bir gelişmeye işaret ediyor. Bu süreç, çok etnikli ve çok kültürlü toplumsal yaşamın tehdidi yönünde bir algının yaygınlaşmakta olduğuna işaret ediyor. Bu karşılıklı toplumsal tepkilerin yanı sıra, kimi çevrelerin siyasi ikbal çabaları kadar, rejim tartışmaları, İslamcılığın yükselişte oluşu gibi hususlar dikkate alındığında, geniş çaplı bir siyaset kızışması ve çatışmasından bahsedilebilir. Söz konusu bu hususların her biri tek tek ele alınmayı hak edecek öneme sahip olduğuna kuşku yok.

Bu gelişmelerin dünyanın farklı bölgelerindeki gelişmelerden bağımsız olduğunu söylemek mümkün değil. Ancak Cakarta özelinde gelişen süreçte birbiriyle çelişen pek çok olgudan bahsedilebilir. Örneğin Ekim ayında, aralarında İslam Savunucuları Cephesi lideri Habib Rizieq, Ulusal Emanet Partisi manevi lideri ve eski meclis başkanı Amien Rais, Kalkınma ve Adalet Partisi (PKS) ve Meclis eski başkanı Hidayat Nur Vahid gibi isimler bulunuyordu. İstiklal Deklarasyonu olarak kamuoyuyla paylaşılan kararların başında başkentteki Müslüman kitlelerin bir tek Müslüman aday etrafında birleşmesi bulunuyordu. Ancak buna rağmen süreçte, deklarasyon değil, siyasilerin kararı belirleyici oldu. Bir yandan 2004-2014 yılları arasında devlet başkanlığı yapan eski general Susilo Bambang Yudhoyono’nun orduda görevli oğlunu aday göstermesi, öte yandan 2014 başkanlık seçimlerini kaybeden Büyük Endonezya Partisi (Gerindra) genel başkanı ve eski general Prabowo Subianto’nun Milli eğitim ve kültür eski bakanı Anies Baswedan’ı aday gösterdi. Ahok’un Eylül ayı sonunda yargılanmasına neden olan konuşmayı yapmasına kadar ortada söz konusu bu adayların varlığı söz konusu değil. Kampanya sürecinde, aralarında İslamcı tabir edilen siyasi partilerin de bulunduğu irili ufaklı partiler bu iki siyasi lidere ve de adayları desteklediyor. Örneğin, Gerindra, PKS ile koalisyona girerken Anies Baswedan’ın yardımcısı olarak da bu partiden işadamı Sandiaga Uno’yu seçti. Bir diğer İslamcı parti olarak bilinen Birleşik Kalkınma Partisi (PPP) ise Yudhoyono’ya destek verdi. Ulusal Emanet Partisi (PAN), Ulusal Uyanış Partisi (PKB) gibi gene Müslüman seçmene hitap ettiği bilinen partilerin ise her iki aday üzerinde bölünmüş desteği söz konusu oldu. Oysa beklenti PKS, PAN, PPP, PKB gibi İslamcı parti adının yakıştırıldığı siyasi oluşumların birlikte hareket ederek ortak bir aday çıkarması yönündeydi.

Ancak böyle bir gelişme olmadığı gibi, yukarıda dikkat çekilen siyasi bloklaşmayla girilen Şubat ayındaki ilk tur seçimde Ahok ilk sırada yer aldı. İkinci turda Anies Baswedan’ın oyların çoğunu kazanmasında ise İstiklal Deklarasyon’unun etkili olmasından ziyade, matematiksel hesaplar dikkate alınmalı. Seçim sonrasında ise, söz konusu birlik çağrısının aktörlerinin yerine yine İstiklal Camii’nde yapılan “şükür gününe” İslam Savunucuları Cephesi lideri ile milliyetçi duruşuyla Gerindra lideri Prabowo’nun gelmiş olması bir başka dikkat çekici noktaydı. Zaten Prabowo bu seçimde adayları Anies’in kazanmasında ‘cephe’ liderine teşekkür etmesi de ayrıca önemliydi.

Bu süreçte İslam Savunucuları Cephesi’nin başını çektiği gelişmelere destek veren Hizbut Tahrir gibi halifelik talebiyle gündeme gelen oluşumun yasaklanması ise valilik seçimlerinin farklı alanlarda tezahür eden etkisinin son bir örneğini oluşturuyor. Bu süreçte, Ahok’un yaptığı konuşmanın, ardından özür dilemesi ve yargılanması süreçlerinin doğallığı kadar, din ve etnisite ayrıştırıcılığına dayalı tutumun toplumsal ve siyasal platformda yüksek sesle dile getirilmesi, ülkede siyasi rejimin temellerini oluşturan Beş İlke (Pancasila) ve Farklılıkta Birlik ilkelerine yöneltilen bir çıkış olarak değerlendiriliyor. Hizbut Tahrir örneğindeki gibi bir toplumsal hareket, Alimlerin Uyanışı ve Muhammediyye gibi iki önemli dini-sivil hareketin liderlerince kabul görmediği gibi, rejimin temellerinin korunmasına yönelik atıflarıyla da gündeme geldiler. Alimlerin Uyanışı, Muhammediyle gibi oluşumlar temkinli yaklaşımdan, şiddete varma eğilimi sergileyebilecek gösterilere karşı durma gibi farklı şekillerde tepkiler verdiler. Kitlesel gösterilerin içinde yer almayan bu oluşumların sözcülerinin yaptıkları açıklamalar ve devletin çeşitli organlarıyla yaptıkları görüşmelerde bir tür tampon işlevi gördüklerini ortaya koyuyor.

Başkent valilik seçimleri üzerinde siyasilerin böylesine kıyasıya mücadelesinin elbette bir sebebi var. Ülke genelinde temsiliyet kabiliyeti yüksek bir seçim olması kadar 2019 yılında yapılacak başkanlık seçimleri için de bir sınama anlamı taşıyor. Öyle ki, 2012 yılında valilik seçimini kazanan o dönem bağımsız aday Joko Widodo (Jokowi), 2014 yılında Mücadeleci Demokrat Parti (PDI-P) ve diğer bazı partilerin desteğiyle başkanlık koltuğuna oturdu. Ardından valilik seçimleri için Jokowi’nin yardımcılığını yapmış olan ve başkent halkının popüler desteğine sahip Ahok’un PDI-P tarafından aday gösterilmesinin siyasi rekabeti kışkırtıcı bir yani olduğuna kuşku yok.

Bu nedenle, başkent valiliğinin devlet başkanlığı için bir araç olduğu kanaati siyasi ikbal çabalarına kapı aralıyor. Buna sebep ise, 2012 yılında vali seçilen Joko Widodo’nun 2014 yılında daha görev süresi bitmeden devlet başkanı seçilmesiydi. Bu noktada, 2004-2014 yılları arasında devlet başkanlığı yapan eski general Susilo Bambang Yudhoyono’nun orduda gayet iyi bir konumda bulunan oğlunu ulusal siyasette öne çıkama gayretine tanık olundu. Hedefte valilikte alınacak siyasi tecrübe ile Agus’un Demokrat Parti’nin başkan adayı olarak 2019’da seçimlerine girmesiydi. Ancak ordudaki görevinden istifade ederek vali adayı olan Agus Yudhoyono valilik seçiminin ilk turunda elendi. Öte yandan, 2014 başkanlık seçimlerinde Joko Widodo-Yusuf Kalla ikilisine karşı yarışı kaybeden eski general ve Büyük Endonezya (Gerindra) Partisi genel başkanı Prabowo Subianto’nun süpriz bir vali adayını öne çıkarmasında yine 2019 seçimleri için yeniden adaylık ve bu süreçte vali üzerinden popüler destek toplama arzusu hakimdi.

Bugün başkent valiliği üzerinden yapılmakta olan en önemli hesapların bu yönde olduğu görülüyor. Ancak bu gelişmede, Jokowi’nin daha Solo (Surakarta) belediye başkanlığından başlayarak sahip olduğu bireysel karakteristiklerin göz ardı edilerek, başkanlık sarayına kadarki siyasi sürecini bazı partilerin desteğine bağlamak hatalı. Kaldı ki, bu sürecin diyelim ki, Jokowi’yle aynı karakteristikleri paylaşmayan, bir başka aday tarafından tekrarının da, büyük süprizler olmadıkça, meçhul olduğuna şüphe yok.

Tüm bu süreçte, sadece İslam dünyası içinde değil, Batılı ülkelerle ilişkilerde de demografik özelliğine yani, en çok müslüman nüfusa sahip bir ülke olarak öne çıkartılan Endonezya’nın başkenti Cakarta’nın ne türden alt yapı sorunları olduğu, bu sorunların üstesinden gelinmesi için vali adaylarının ne gibi projeleri olduğu gibi konular maalesef gündemde yer almadı. Oysa, bu demografik özelliğine atfen bile temsili bir yeri olduğu varsayılabilecek Cakarta’nın bir İslam mimari ve sanatı gibi alanlardan başlayarak şehri kuşatan başta nehirleri, parkları, meydanları, camileri olmak üzere kamusal alanlarının ne türden bir zenginlik içerdiği veya içermesi gerektiği hususu ön plânda tutulmalıydı. Ülkede gözlerin Cakarta’daki seçim yarışına döndüğü bir zaman diliminde dünden kalan ve geleceğe yansıtılan siyasi hesaplar yerine şehir dönüşümü konusunda örneklik yapacak bir başkent valilik seçiminin ülkenin diğer bölgelerindeki irili ufaklı şehirler için de bir vizyon geliştirmenin yolu olabilirdi.


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder