13 Mayıs 2017 Cumartesi

Güney Kore’de Seçim ve Anlamı / Presidential Election and Its Meaning in South Korea

Mehmet Özay                                                                                                                         13.05.2017

Doğu Asya’nın ekonomik mucizesiyle tanınan ülkesi Güney Kore’de beklenen seçim nihayet 9 Mayıs’ta yapıldı. Bu erken başkanlık seçimi ülkenin bu yıl otuzuncu yılına giren demokratik yollarla başkan seçilme geleneğinde bir ilke tekabül ediyor. Bir başka deyişle, bir önceki başkan Park Geun-hyu, son otuz yılda görev süresi dolmadan görevinden el çektirilen ilk başkan olarak ülke modern tarihinde yerini aldı.

Park Geun-hyu’nun siyasi yaşamının böylesi bir sonla bitmesinde sadece yolsuzluk olgusuna bağlamak mümkün değil. Yolsuzluğun neredeyse içselleştirildiği bölge ülkelerindeki yaygınlığına rağmen, ilgili kurumlarının sergilediği çabalarla yargı zaman zaman görevini yerine getirerek yolsuzluğa karışmış olanlara cezasını veriyor. Ülkedeki siyasi partiler ve siyasiler ile sadece Güney Kore’nin değil, küresel kapitalizm üretim mekanizmasında kayda değer bir rolü olan önde gelen şirketlerden gayri resmi “fonlar” alınması skandalın çıkış kaynağını oluşturuyordu. Ancak geçen yıl ülkede yaşananlar bununla sınırlı kalmadı. Aksine, devlet başkanı Park Geun-hyu’nun bir aile dostunun elinin ülke siyasetinin en üst noktalarına kadar uzanması çok daha temel siyasetin ötesinde ‘ahlaki’ bir tutumla alâkalıydı.

Bu durum, adına demokratik denilen bir işlerliğe sahip siyaset kurumunun ile geniş kamuoyu arasında yazılı olmayan bir tür toplumsal sözleşmeye dayanan güven ilişkisinin yitimi anlamına geldi. Zaten geçen yıl sonuna doğru gerçekleştirilen dev gösteriler de temelde bu güvenin yıkılışına bir tepki olarak başkanın derhal görevini bırakması çağrını niteliği taşıyordu. Bu noktada, Güney Kore gibi ilerlemeci bir profil çizen, sadece bölge ülkelerince değil, küresel anlamda kalkınmacı ekonomilerin öncüsü kabul edilen ülkelerden biri olmakla birlikte, bu siyaset ve toplum yapısı içerisinde yolsuzlukla-ahlak ilişkisi ve güvenle-ahlak ilişkisi arasında uzun uzadıya durup düşünmek mümkün.

Güney Kore halkı bugünlere gelene kadar büyük bedeller ödemiş bir ülke. Örneğin, yüz binlerce insanın hayatına mal olan Kore Savaşı’nın ardından ABD destekli bir yapılanma sergileyen Güney Kore, disiplinli ve çalışkan halkının sayesinde bugünkü kalkınma süreçlerine erişebildi. Tabii bu süreçte bu halkın sağlıklı bir yönlendirmeye tabi tutulmasının önemini yadsımak mümkün değil. Öyle ki, bu süreçte ABD’nin güvenlik şemsiyesi altında yaşarken, eğitim ve ekonomik yaşamı Japonya modeli üzerinden gerçekleştirdi.

20. yüzyıl ikinci yarısı boyunca küresel kapitalizmin Asya-Pasifik bölgesindeki atardamarı olarak adlandırılabilecek bu iki ülkesi, bu rolleriyle bölge ülkeleri için gıpta edilecek birer model olarak anılırlar. Japonya ve Güney Kore’nin bu ekonomi modelinin iki ana organı olarak ortaya çıkmasında, hiç kuşku yok ki bankaları ve mali kuruluşlarıyla, bilgi ve teknolojileri ile ABD’nin varlığı dikkat çeker. Öyle ki, ABD bölgede sadece gelişmekte olan komünizm tehlikesine karşı silahlı bir ittifak gücü kurmakla kalmamış, aksine küresel kapitalizm ağının oluşumunda bu iki ülkeye kayda değer desteği sunmuştur.

Bu arka plânın ardından bugün neler olduğuna değinmekte fayda var. Bu yılın başlarında ABD’de yeni yönetimin savunma, dışişleri bakanları ve ardından başkan yardımcısının bölgeye yaptığı ziyaretler, temelde Güney Kore ile Japonya’nın ABD’nin güvenlik şemsiyesinde olduğunun teyidine matuftu. Söz konusu güvenlik ihtiyacı Çin’in küresel bir güç niteliği kazanması kadar, Kore Yarımadası’nda 1950-1953 yılları arasında gerçekleşen Kore Savaşı’nın de facto devam etmesinin de bir ürünüdür. Bugün hâlâ aynı ırka mensup, sınırın iki yakasında aynı aileden fertlerin yaşadığı Kuzey ve Güney Kore devletleri birbiriyle de facto savaş halindedir. Tabii, Güney Kore’nin ABD’nin güvenlik şemsiyesi altında olması, aynı zamanda bu ülkenin savunması ve herhangi bir saldırı durumunda ABD’nin desteğine muhtaç olduğu anlamı taşır.

Bu genel çerçevede Kuzey Kore’nin rolünü de iyi görmek gerekir. Fiili olarak 1953 yılında sona eren Kore Savaşı’ndan bu yana Kuzey Kore, bir devlet olarak ABD’den gelecek bir saldırı karşısında varlığını savunmaya endekslemiş bir nitelik taşıyor. Kuzey Kore’nin psiko-patolojik durum olarak değerlendirilmeyi hak edecek bu yapılanmasının son dönemde konvansiyonel ve nükleer füze denemelerinde geldiği aşama ile sadece savunmada değil, saldırı kabiliyetinde de olabileceğini kanıtlıyor. Bu nedenle, Güney Kore’deki seçimlerden çok kısa bir süre önce, ABD başkanı Donald Trump’ın Pasifik Deniz kuvvetlerine ait önemli bir öncü gücünü Kore Yarımadası açıklarına gönderme kararı, böylesi bir saldırı ihtimalinin giderek güçlenmiş olmasına atfediliyor. Ancak Trump’ın saldırıya ramak kaldığını kanıtlarcasına aldığı kararın bir sonraki aşamaya taşınması, bir bakıma yukarıda dile getirilen de facto savaşın fiiliyata dökülmesi anlamına gelecektir. Bununla birlikte, Trump’ın Kuzey Kore’yi hedefe koyan ve daha önceki söylemleri dikkate alındığında biraz da sürpriz kabul edilebilecek bu çıkışına karşın Güney Kore’deki seçim sonuçları Kore Yarımadası ve Uzak Doğu’da siyasi ve askeri yapılaşmanın yeni bir seyir takip edebileceğinin ipuçlarını ortaya koyuyor.

9 Mayıs seçimlerinde Güney Kore halkının liberal demokrat parti adayını yüzde 40’ı aşan kayda değer bir oyla başkanlık sarayına göndermesi, ABD’nin zorlamasıyla bir bölgesel çıkışa kapının kapatılabileceği anlamı taşıyabilir. Her ne kadar, seçim kampanyası sürecinde adaylar halkın ekonomik durgunluk, özellikle 30 yaş altı genç kitleler arasında işsizlik oranının yüzde 10 gibi yüksek bir oranda olmasından kaynaklanan sorunlara konuşlanmış olsalar da, Kuzey Kore sorunu bundan bağımsız değil. Halk, ekonomiyi önceller ve ekonomik dar boğazın aşılması, yeni iş olanaklarının yaratılması yönünde talepleri sıralarken, herhalde bir savaş ortamına destek verip tüm bu doğabilecek imkânların bir anda ellerinden gitmesi yönünde karar vermiş olamazlar. Kaldı ki, başkan seçilen Moon Jae-in, kampanya döneminde Kuzey Kore sorununa yaklaşımında barışçıl çözüm yanlısı olduğuna gönderme yapan açıklamalar yaptı. Moon’un bu çıkışı yeni değil. 2003-2008 yıllarında dönemin devlet başkanı liberal demokrat partili Roh Moo-hyun’un en yakın çalışma arkadaşlarından biri olarak geçmişte de bu yönde bir eğilim sergilediği biliniyor. Halkın ekonomik istikrar ve siyasi güven tesisi vurgusuna tanık olunan seçim sonrasında istikrar ve güvenin sadece ülke içinde değil, Kore Yarımadası ve Uzak Doğu’yu içine alacak bir genişleme gösterme istidadı söz konusu. Bu konuda yeni başkan Moon’un siyasi iradesi, halkın desteğinin küresel aktörlerce de dikkate alınması bekleniyor.


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder