28 Mart 2014 Cuma

Mindanao’da Barış / Peace in Mindanao

Mehmet Özay                                                                                                                    27 Mart 2014

On yılı aşkın bir süredir devam eden barış görüşmeleri sonrasında Filipinler Merkezi yönetimi ile Mindanao ve çevresindeki adalarda yaşayan Müslüman Malay halkı temsil eden Moro İslami Özgürlük Hareketi arasında “kapsamlı barış anlaşması” 27 Mart öğleden sonra  başkent Manila’da yapılan törenle imzalandı.

Güneydoğu Asya Budist ve Hıristiyan çoğunluğu oluşturan devletlerinde azınlık konumundaki Müslümanların yirminci yüzyılın önemli bir bölümünde sürdürdükleri bağımsızlık mücadelesinin bir örneğini vermiş olan Moro’da şimdi barış şartları gündemde. Barış anlaşmasına konu olan Moro-Mindanao coğrafyası dünyanın bir “ucunda” bir bölge değil, aksine, Asya’ya 21. Yüzyılda biçilen rol ve yer içerisinde kayda değer bir yeri olan Güneydoğu Asya’nın önemli jeo-stratejik ve politik bir bölgesinde yer alıyor.

Öte yandan, söz konusu barış anlaşmasını sığ bir bakış açısına hapsedip, kendi içinde debelenen bir Müslüman halka verilmiş bir ‘hak’tan ibaret saymak da mümkün değil. Moro-Müslümanlarının tarihsel serüveni, bugün dünya sathında kayda değer rol üstlenmiş güçlerin bir bölümünün kendi aralarında dünyayı paylaşma sürecine konu olmuş önemli bir İslam coğrafyasını teşkil ediyor. Bu anlamıyla, Moro Barışı’nı salt Filipinler yönetiminin siyasi, ekonomik, kültürel baskılarını kaldırması şeklinde değerlendirmek de mümkün değil. Aksine, bu gelişmeye daha geniş perspektiften, yani yüzyılları kapsayacak bir bağlamda bakılmalıdır. Bu nedenledir ki, söz konusu bu barış anlaşması, sömürgeciliğin emperyalizme evrildiği 19. Yüzyıl ikinci yarısından başlayarak Moro-Mindanao coğrafyasının önce İspanyonlar, ardından ABD ve nihayetinde emperyalist güçlerin çizdikleri siyasi haritanın ifadesi olarak ortaya çıkan ulus-devletler arasında kendine mahsus özellikleri ile dikkat çeken Filipinler devletinin siyasi ve askeri gücü karşısında maruz kaldığı istilalar silsilesinden Moroluların bir an olsun başını kaldırmasının göstergesi olarak dikkat çekilmelidir.

Öte yandan, bu barış anlaşması, Moroluların yüzyılları kapsayan özgürlük mücadelelerinden feragat ettikleri anlamı taşıdığı ve bu nedenle ‘başarısızlık’ ile yaftalanmayı hak etmemektedir. Aksine, bölgedeki diğer benzerleri gibi, adına ‘ümmet’ denilen bütünden koparılmış veya ‘ümmet’ denilen bütünde söz sahibi güçlerce tek başına bırakılmışlığına rağmen, sahip olduğu vatan, din, kültür aidiyetleriyle her türlü sosyo-dini ve siyasi erozyona rağmen, Morolular nesiller boyu haklı bağımsızlık bilincinden ve eyleminden vazgeçmemiştir. Bu çerçevede, barış anlaşmasını, süreklilik arz eden bağımsızlık sürecinin farklı bir alana evrilmesi olarak yorumlamakta fayda var. Öyle ki, Moroluların karşılık veremeyecekleri maddi güç bloklarına maruz kalmaları nedeniyledir ki, bugün bağımsızlık yerine otonom statüsü tercih edilmiştir. Bu gelişme karşısında herhangi bir Müslüman kesimin Moroluların tarihsel mücadelelerine bakıp “Bırakın savaşmayı” demelerindeki anlamsızlık kadar, “Bağımsızlık ruhundan soyutlanmışlar” suçlamasını yapanların da buluştukları yer hemen hemen aynıdır. Şu ya da bu şekilde yalnızlığa terk edilmiş Moro ve benzeri toplumların bugün varlıklarını sürdürüyor oluşları bile kendi başına bir başarıdır.

Tam da bu noktada, şimdi barış sürecinin başlamasıyla bu halkı nelerin beklediğini düşünme vaktidir. Bunu yaparken, dışarlıklı Müslüman çevrelerin tıpkı dünün sömürgeci güçlerinin yaptığı gibi, “yerli” kılıfında algılama süreçlerine dikkat çekmekte fayda var. Moro halkı, savaşmayı bildiği gibi, tarihin derinliklerinden getirebildiği dini-kültürel ve toplumsal kodlara dair her ne var ve kaldı ise, onunla yeni bir toplum inşası sürecine başlamasına ön ayak olmak gerekir. Yoksa bu topluma “cahil” muamelesi ile yaklaşmak, yeni bir sömürgeciliğe kapı aralayacaktır.


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder