20 Eylül 2013 Cuma

Patani Barışı ve Türkiye’nin Rolü (II) / Peace Process in Patani and Turkey’s Role

Mehmet Özay                                                                                                                    20 Eylül 2013

Patani’ye yaptığımız geziye dair anlatıya devam ediyoruz. Patani bölgesinin Tayland-Malezya arasında bölünmüşlüğünü belki de en iyi resmeden Padang Besar’ın (Büyük Meydan) coğrafi dağılımıdır. Malezya’nın en kuzey eyaleti Perlis’den Tayland’a giriş yapılan gümrüğün bulunduğu yerleşim yerinin adı hem Malezya’da hem de Tayland’da aynıdır, yani Padang Besar. Satun Eyaleti’ne bağlı bu kasaba, Tayland’a girdiğimizde karşımıza çıkan Patani Malay Müslüman kültürünün coğrafi kopuşunu aktarmakla birlikte, insan dokusunun benzerliği, ailelerin bir bölümünün Malezya diğer bölümünün Tayland’da hayat sürmesi, her gün sürgit devam eden sınır geçişlerine bağlı yaşam Patani hüznünü yansıtır biraz da.

Patani’de barış sürecine girildiği şu zamanda, dikkatleri sadece ‘Songkla, Patani, Yala, Narathiwa’ ile sınırlı dört eyalete endekslemenin hatalı olacağını hatırlatmak gerekir. Doğu Çin Denizi’ne bakan bu dört eyaletin yanı sıra, Batı’da Bengal Körfezi’ne bakan Satun’u ısrarla hatırlatmak istiyoruz. Satun bugün bölgeye şu veya bu şekilde ‘ilgi’ duyanlarca hatırlanmıyorsa ve hatırlatılmıyorsa, bunun büyük bir eksiklik olduğunu ifade edelim. Satun bir Patani Malay Müslüman bölgesidir ve öyle kalmalıdır.

Satun, aynı zamanda bize, Tay yönetiminin Patani üzerinde kurguladığı ve uygulamaya geçirdiği ‘büyük projenin’ neye tekabül ettiğine dair bir fikir vermektedir. Bangkok yönetimi, asimilasyon ve iç göçlerle Satun Patani Malay nüfusunu kırmakla kalmamış, bunun devamı mahiyetinde Eylate’in dini/kültürel ve sosyal yapısında kayda değer değişiliklere neden olmuştur. Öyle ki, bu iç göçlerde başvuru merkezi Budist Tay nüfusu ile ‘karışık’ Çin unsurlarının bölgede doğurulan ekonomik aktivitelere cezbedilmesininin bir ürünüdür.
Satun, diğer dört Eyalet’te devam eden mücadelenin neye tekabül ettiğinin de bir göstergesidir. Bu nedenledir ki, ısrarla diyoruz ki, siz Cidde’den ve İstanbul’dan  ‘Kimliğinizi koruyun’ çağrılarınızı yapmanızın hiç bir anlamı ve gerçeklikte de hiç bir karşılığı yok. Kimliğini korumak isteyen ve koruma konusunda her türlü araçları olabildiğince ortaya koyan Patanililer. Bu ve benzeri cümleleri sarf etme cüretini sizlere veren Patanililerin mücadelelerini, diyelim ki Açelilerin siyasi ve askeri yoğunlukta ortaya koymamaları mıdır? Öyle ya, aynı coğrafya, benzer sosyo-kültürel ve dini ‘iklim’ içerisinde aşağı yukarı benzer süreçlere konu olmuş iki mücadele bölgesinden birine diğerinden farklı muamele göstermenin bir açıklaması olmalı. Kaldı ki, Açe’yi de anlama konusuna ne kadar ilgi ve çaba sarf edildiğini, hangi insan ve maddi kaynakların seferber edildiğini de (!) yakinen gözlemliyoruz. Bu yaklaşımınızı, yoksa başka yerlerde olduğu gibi, diyelim ki Patani’de de barış olduğunda ‘Barış pastasından pay almanın’ bir aracı kılmak için değil de, hüsn-ü niyetle söylersek bir cehaletin ürünü olarak dillendirdiğinizi varsaymak gerekir. Eyaletlere değinmişken, Songkla’yı da dikkatlere sunalım... 

Songkla, Satun kadar olmasa da, benzer asimilasyon ve iç göç süreçlerine tabi olmuş ve bugün bütün bir eyalet olarak değil de, sadece üç/dört ilçesi Patani ‘kayd-ı şartına’ bağlıdır. Burada, daha önce bölge tarihine dair detaylı olarak dile getirdiğimiz hususlardan birine kısa bir referans yapma gereği duyuyorum. Meşhur Siam Ayuttha Krallığı’nın (1350) bölgede siyasi gücünü kazanmaya başladığı dönemi konu alan el yazma eserlerde Songkla’dan Malay Müslüman şehri olarak bahsedilmektedir. Bu coğrafi ve kültürel tanımlamaları gündeme getirmemizin nedeni Patanili dostlarla sohbet ederken, Patani neye tekabül eder sorumuza aldığımız karşılıkla alâkalıdır. “Patani bugünkü mevcut sınırlarından çok daha geniş bir coğrafyaydı”.

Yazının başından itibaren dile getirdiğimiz ‘coğrafya’ açılım bir şeye işaret etmek için elbette. Malay Yarımadası’nın Hint-Çini’ne doğru daralarak çıktığı bölgeyi içine alan ve bugünkü Eyaletlerin hiç kuşku yok ki gerçek Patani’yi yansıtmadığı ayan beyan ortada. Yala’da dostlarla sohbet ederken, Patani’nin coğrafi olarak neye tekabül ettiği yollu sorumuza aldığımız cevap, genç neslin nasıl bir Patani kimliğiyle teçhiz olduğunu da ortaya koyuyordu açıkçası. 

Patani mücadelesi yukarıda dile getirilen bu coğrafi bilinç üzerinde gerçekleştirilen yıkım projesine karşı yapılmaktadır. Bu yıkım projesinin en önemli ayağını ise Tay kimliğine eklemlenmedir. Patani’de Tayland kimliğinin -ki buna Tay kimliği demek daha doğru- neye tekabül ettiği önemlidir. Bu, aynı zamanda Patani halkının ait olduğu din ve kültür arenasındaki yerini de tespitte bir ipucu niteliğindedir. Tarihte önemli yer tutmuş Siam Krallığı’nın adını Tay’ olarak değiştirmesi karşısında Patanililerdeki karşılığını gene dostlara sorduğumuzda aldığımız önemli bir cevap vardı. Bu anlamda, Patani’de ‘Tay’ bir tür nötr karşılığa tekabül ederken, ‘Siam’ sömürgecilikle, baskı ve zorbalıkla eşdeğer negatif bir değer olarak karşımıza çıkar. Bu zorbalığın kavramsal karşılığına bulmak hiç de zor değil. Pek fazla derinlemesine girmeden ifade edeceğim. Ulus-devlet olgusunu popüler kılan, o dönemki İngiliz hakimiyeti karşısında varlığını koruma mücadelesi veren ve 20. yüzyıl ilk birkaç on yılında hüküm sürmüş Kralı Vajiravudh’dur. Kral, Tay ulusunu bir tür Hıristiyanlıktaki ‘Teslis’ inancını hatırlatacak şekilde ‘ulus-din-kral’ üçlüsüne bağlılık olarak zikreder. Bu üçlüden birine bağlılık, diğer ikisine bağlılığı gerektirmektedir. Bu bağlamda, bu kavram neye tekabül etmektedir? Yani, Tay ulusu/milliyetçiliği; Tay dini/Budizm ve de Tay Kralı’na. Peki Patani halkından yüzyıldır talep edilen nedir? İşte, tastamam bu ‘ulus’a eklemlenmesidir. Bunun pratikteki karşılığı ise okullarda, medyada Tay dilini, kültürü yaygınlaştırma çabalarıdır. Ana caddelerde, okullarda, resmi kurumlarda, Müslümanların açtıkları vakıflarıda dahi Tayland Kralı’nın ve de eşinin resmi Kral’ı öncelleyen bir kimlik inşasının aracıdır. Öyle ki, bir Tay kanalında aktörlerinin Patani Müslümanları olan, ancak Tayca konuşulduğu ve bir evin odasına asılı Kral’ın resmi önünde ailecek ‘kutsayıcı beden dilini kullanıldığı’ bir dizi filme rast geldiğimde yukarıda soyut açılımını verdiğim kültürel değişimin somut karşılığının ‘İşte bu olsa’ gerek dedim içimden.
Gelelim Türkiye’nin katkısına... Türkiye’nin bölgeye dair ilgisi en azından niyet olarak kısmen izhar ettiği ortada. Ancak aktif ve üretken politikalar ve icraatları henüz ortaya çıkabilmiş değil. Çünkü bunun alt yapısı konusunda niyet hasıl olmuş değil, çabalar da gözükmüyor. Ancak bunun böyle gitmeyeceğini bölge insanı bize hatırlatıyor. İşin tarihi, kültürel cephesi hazır... Yetkililer herhalde bundan haberdardır... Bu konuda ‘uyarıcı’ işaret Güney Sınır Eyaletleri Yönetim Merkezi”nde görevli Vali yardımcısı –ve de tek Patanili Malay olan- Dr. Maroning Salaming’den geliyordu. Öyle ki, Sayın Salaming’le görüşmemizde Osmanlı ile irtibatın dört yüzyıl öncesine dayandığı ifade ediyordu. Bununla ilintili olacağını düşünebileceğimiz tarihi karşılaşmayı ise, Portekizli meşhur tarih yazıcı Fernando Mendes Pinto’da bulmak mümkün. Pinto, 1556 yılına ait kapsamlı anlatısında Siam’da İslamiyeti yaymak amacıyla Mekke, Kahire ve ‘Constantinople’dan gelen Türk ve Arap tebliğcilerden bahseder.

Bu hatırlatmaya bir an önce kulak kabartmakta fayda var. Eğitimiyle, dış ticaretiyle, turizmiyle, denizciliğiyle vb. Patani’de ne yapılacaksa her şey yerli yerinde ortadadır. Bir yanıyla Doğu Çin Denizi’ne öte yanıyla Bengal Körfezi’ne bakan Patani toprakları tarihte oynadığı role oynamaya elbette ki adaydır. Bir yerlerde dile getirdiğimiz üzere, Malaka Boğazı’ndaki yoğun deniz trafiğine alternatif kılacak önemli bir proje Patani topraklarında hayata geçirilmeyi bekliyor. Burada açılacak bir kanal Hint Okyanusu’nu doğrudan Çin Denizi’ne bağlayacak önemli bir arter niteliğindedir. Ortada kaçınılmaz ve kendini açıkça ortaya koyan bir potansiyel güç vardır ve bu güç reaktive edilmeye ihtiyaç duymaktadır. Bu noktada Başbakanlık özelinden başlayarak çeşitli kurumlar Patani politikalarına başlamalıdırlar.

http://www.dunyabulteni.net/?aType=haber&ArticleID=274972

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder