24 Ekim 2012 Çarşamba

Kamboçya’da Kök Kaybı: Kralın Ölümü


Mehmet Özay                                                                                                                    19 Ekim 2012

Kadim Khmer Krallığı’nın bugünkü temsilcisi konumundaki Kamboçya Kralı bir süredir tedavi gördüğü Beijing’de 15 Ekim günü hayata gözlerini kapadı. 89 yaşındaki Kral Norodom Sihanouk, karmaşık etnik unsurları ve siyasi ilişkilerinin sürgit devam ettiği Mekong Vadisi’nde sadece kral olarak değil, başbakan, devlet başkanı ve sürgündeki ulusal lider gibi vasıflarla bir siyaset adamı olarak da iz bıraktı Kamboçya tarihinde. Kadim dönemlerin krallarını aratmayacak sıfatlarla donanmış bir lider olan Sihanouk, ülkesinin ona ihtiyaç duyduğu dönemde ya kral ya da modern siyasetin kuralları içerisinde devleti bir başbakan ve devlet başkanı olarak yönetmeye soyunmuş bir liderdi. Bu nitelikleri dikkate alındığında, Sihanouk’un geleneksel yönetim yapısı ile zorlayıcı modernleşme süreçlerinin geçişkenliğinde şahsında vazgeçilmez ikilemi barındırmış olduğu dikkat çeker.

Sihanouk, 20. yüzyıla damgasını vuran, halkları arasındaki kabul edilebilirlikleri kadar, uluslararası arenada da güçlü karakteristiklere sahip liderler olarak tanınan Nehru, Tito, Abdülnasır ve Sukarno gibi liderlerle birlikte anılıyordu. Bu benzetmeyi haklı kılacak önemli girişimlerden biri, II. Dünya Savaşı sonrasında ne doğu ne batı diyen, bu anlamda ‘bağımsız ülkeler topluluğunu’ gündeme taşıyacak süreçteki rolü unutulmaz. Bu bağlamda, Kral Sihanouk’un 1955 Bandung Konferası’na ciddi katkıda bulunduğu hatırlanabilir. Bu ‘bağlantısızlık’ olgusunun tekil ülke siyasetlerindeki karşılığı ise milliyetçilikle örülü sosyalizmdir. O dönemin, Güneydoğu Asya’sında yaygın olduğu üzere, milliyetçilikle/sosyalizmin örtüşmesinden neşet eden bir tür yeni siyasi akıma Kral Sihanouk’un da kurduğu ‘Sosyalist Halk Birliği’ partisi ile eşlik ettiği görülür. Bu gelişmenin bölge ülkelerinin sömürgeci güçlerle karşılaşması kadar, işgalci/kurtarıcı Japon faşizminden esinlenmediği söylenemez. Kaldı ki, buna ilâve olarak, içinde Kamboçya’nın da yer aldığı mevcut rejimler bir yandan sosyalizmi kucaklarken, geniş kitlelerin dini/manevi yapılanmasında önemli yeri olan Budizmden taviz verilmediği de görülür. Budizm salt halkın dini olmakla kalmaz, belki bundan daha ötesi mevcut siyasi erkin meşrulaştırılmasında oldukça işe yarar bir ‘alet’ mesabesindedir (Church 2006: 22). Aslında ortaya çıkan bu yeni siyasi bileşim, kimyasını Batılı güçlerin nüfuzu kadar, ilgili toplumların geçmişleri ile irtibatlarını sürdürme arasındaki çatışmaların eseri olduğuna kuşku yok. Bir yanda, eli sopalı sömürgecinin zorbalığını karşısında zoraki kabullenme, öte yandan, kadim köklere bağlılık arzusu ortaya pek de benzeri olmayan bir siyaset ve toplum yapısı çıkarıyordu.

Kamboçya Kralı’nın ölümü, Güneydoğu Asya’da sömürge ve İkinci Dünya Savaşı sorasında ortaya çıkan ve geleneksel siyasetin mitsel unsurlarla donanmış halinin yakînen tecrübe edildiği bölgedeki ‘Tanrı-Kral’ lâkaplı liderlerinin sonuncusu olması bağlamında önemli. Başbakan Hun Sen’in siyasi manipülasyonları sonucu Kralın gücünü yitirmesiyle son yıllarını Çin’de sürgünde geçirmesi, aslında maddi ölümünden önce monarşi makamının çoktan hayattan çekildiğinin sembolik bir göstergesiydi. Karizmatik kişiliğine rağmen, temsilcisi olduğu monarşik yapının modern siyaset mekanizması karşısında varlığını sürdürememesi, bu geleneksel güç yapısının artık siyasette bir karşılığının olmadığı anlamına geliyordu. Bununla birlikte, özellikle 20. yüzyıl ikinci yarısındaki gelişmelere tanıklık etmiş Kamboçyalılar, Güneydoğu Asya’nın halen monarşi/demokrasi arasında geçiş dönemini tecrübe etmekte olan ülkelerinde geleneksel otoriteyi temsil eden krallarının ardından ağıt yakıyorlar. Savaş sonrasının ‘bağlantısız’ kalma yanlısı yaklaşım ile, milliyetçi/sosyalist bileşim arasında kadim kültürünün çok uzağında kalan Kamboçya halkı, bu süreçin yaşanmasında rolü olsa da, kökleri ve aidiyetleriyle irtibatı anlamında krallarına son yolculuğunda yalnız bırakmıyorlar.  

Kamboçya adını 1970’lerde gündeme gelen ‘Khmer Cumhuriyeti’ devriminin sonucu olarak yaşanan iç savaş nedeniyle duyurmuştu. Dünya ise, ülkenin yedide birinin -ki bu yaklaşık 1.7 ilâ 2 milyon kişidir – Soğuk Savaş döneminin yol açtığı kitlesel kıyımlara kurban gittiği on yıl boyunca gelişmelere kayıtsız kalmıştı. Aslında Khmer rejiminin doğuşunda Amerika’nın Vietnam’da yürüttüğü savaşın etkisinden bağımsız görmek mümkün değil. Komünist Khmer rejiminin sürgün etmesine rağmen Kral, Çin’de yaşadığı dönemde, uygulanan kıyımlara verdiği destekle biliniyor. Mekong Vadisi’nin bu bölümünü kana bulayan bu sürecin sona ermesi Amerikan’ın Kamboçya’yı bombalamasının etkisi gözardı edilemez.

Kralın ölümünün ardından, varisinin ‘tahtta’ gözü olmaması dikkate alındığında, Angkor medeniyetinin ürettiği monarşinin sona erdiği anlamına gelip gelmeyeceği önümüzdeki dönemde tartışma konusu olacağa benziyor.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder